Vitr Ve Nafileler Babı


Vitr Namazı, farz-ı amelîdir, farz-ı iti kail İ değildir. İkisi arasında­ki fark, daha önce geçmiş idi [199] ki; Vitr Namazı vâcibdir, diye rivayet

edilen şeyden maksâd, farz-ı amelîdir.
Zahîriyye'de; Vitr Namazı amel yönünden farizadır, ilim yönün­den değildir, denmiştir. Ulemâ, «vâcibdir» diye zikretmişlerdir. [200] İmâ-meyn'e göre, sünnet-i müekkededir.
Binâenaleyh Vitr namazını inkâr eden kâfir addedilemez. Bu söz onun, farz-ı itikadının dışında oluşuna göre, çıkarılmış bir hükümdür (tefrî'dir).[201]

Vitr Namazı, farz olmak üzere kaza edilir. Bu, onun farz oluşuna istinaden çıkarılmış bir hükümdür. Çünkü, eğer sünnet olsaydı, kaza edilmezdi.

Salât-ı nıektûbedc (Farz namazda), Vitr Namazının hatırlanması, o farz namazı bozar. Eğer sünnet olsaydı, salât-ı mektûbeyi bozmazdı.

Yine ter'tjb sahibi olan kimsenin Vitr Namazında, vakti geçmiş na­mazı hatırlaması Vitr Namazını bozar. Eğer sünnet olsaydı, bozmazdı.

Yatsı Namazının iadesinde, Vitr Namazı iade edilmez. Eğer sünnet olsaydı, farza uymak suretiyle iade edilirdi.

Vitr   Namazı   bir   selâmla   üç   rekattır.    Çünkü   rivayete   göre, ResûlüIIah (S.A.V.); Vitri üç rekat kılar, ikide selâm vermezdi. Ancak üç rck'atm sonunda selâm verirdi. Bu hadîs-i şerifi, Hz. Übey (R.A.) ve Sahâbe'den bir topluluk rivayet etmlşlerâlr.

Musallî, Vitr Namazının her rek'atında Fatiha ve bîr sûre okur. Çünkü Resûlullah' (S.A.V.) dan böyle rivayet edilmiştir. Yakında açık­laması gelecektir. Bir de; Vitr Namazının vâcib olması sünnet ile oldu­ğu için, rek'atlarının hepsinde ihtiyaten kıraat vâcib olur,
Musallî, Vitr Namazının üçüncü rek'atında, rükûdan önce iki elle­rini kaldırarak tekbir alır ve Kunut duasını rükûdan önce okur. Çünkü rivayet edilmiştir ki : ResûlüIIah (S.A.V.), Vitr Namazını üç rek'at olarak kılıp, birinci rek'alta;  «Sebbihi'sme Rabbike'1-a'lâ»; ikinci rekatta :  «Ku! Yâ eyyühel kâfinin.» ve üçüncü rek'atta : «Kul hüvaHahu ahad» ı okur, rükûdan Önce de kunut duasını okurdu. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, Kunut duası rükûdan sonra okunur.

Musallî Kunut için şu duayı okur :
«Allâhümme innâ nesteîmıke ve nestağtiruke ve ne-stehdîke ve nu'-minu bike ve netûbü üeyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke'1-hayra küllehû neşküruke velâ nekfüruk ve nahle'u ve netrûkü men-yef-cüruk.

Allâhümme iyyâke nâ'büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidu narcû rahmeteke ve nahşâ azâbek. İnne azâbeke bi'l-küffâri mülhık»

«Mülhık», hâ'nın kesre ve fethasıyla rivayet edilmiştir. Esah kavi, kesresiyledir. Cemâat de buraya gelince imâma tâbi olur. Yâni Ku-nutu imâm ile beraber gizliden okurlar.

Kunut duasının manâsı: İlâhî! Biz muhakkak Senden yardım di­ler, Sen'den mağfiret niyaz eder, Sen'den hidâyet isteriz. Seni tasdik eder, Sana tevbede bulunur, Sana itimâd ederiz. Seni bütün hayır ile sena da ve Sana zikirde bulunur, nimetlerini itiraf ile Sana şükür ede­riz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan edip duranları uzaklaştırır, terke-deriz. Kendilerinden alâkalarımızı keseriz. İlâhî! Biz ancak Sana ibâ­det eder, Senin mânevi yakınlığına nâiliyet için çalışır, koşan/. Senin rahmetini umar, azabından da korkarız. Şüphe yok ki Senin azabın kâfirlere erişicidir.

İmâm duaya başlayınca, Ebû Yûsuf (Rh.A<) a göre; cemâat imâma tâbi olup imâm ile beraber Kunutu okurlar. İmâm Mu ha mm e d (Rh.A.) a göre; cemâat imâma tâbi olmaz, yalnızca «âmîn» derler.

(Evlâ olan, Hasan bin Ali' (R.Anhümâ) nin duasını da Kunuta ek­lemektir.)  Du& şudur:

«AUahümmehdinâ fî men hedeyte ve âfinâ, fî men âfeyte ve tevel-lenâ fî men tevelleyte ve bârik lenâ fî mâ a'teyte ve kına şerre mâ ka-dayte inneke takdî ve lâ yukdâ aleyk. İnnehû lâ yezillu men vâleyte ve lâ yaizzü men âdeyte tebârekte rabbenâ ve teâleyte fe leke'l-hamdu alâ mâ kadayte ve nestağfirukellahümme ve netûbu ileyk ve kur rab-biğfir ve'rham ve ente hayru'r-râhimîn»

Mânâsı: «İlâhî! Bizi, hidâyete sevkettiğin kimseler İle birlikte hi­dâyette bulundur. Afiyet verdiğin kimseler arasında afiyette kıl. Dost­luğuna seçip yardım ettiğin kimseler arasına kat. Lütuf ve ihsanda bu­lunduğun kimselerle mübarek kıl. Aleyhlerine hükmettiğin kimselerin şerrinden koru. Hüküm sahibi Sensin. Sana hükmolunmaz. Dostluğuna seçip yardım ettiğin kimse zelil olmaz. Düşmanın olarak kabul ettiğin kimse de azîz olmaz.

Ey Rabbımız! Sen bütün noksanlardan münezzeh ve her şeyden yücesin. Hüküm ve takdir ettiğin şeylerden dolayı hamd, yalnız Sana'-dır. İlâhî! Senden mağfiret diler, Sana tevbe ederiz.

De ki (Resulüm) : Ey Rabbim, beni mağfiret buyur ve bana rah­mette bulun. Sen rahmet edicilerin en Hayırlısısm.»

Musallî Kunut duasını dâima yâni yılın tamamında okur.

İmâm Şafiî '(Rh.A.) ise; kunut duası, Vitr Namazında, ancak Ra­mazanın son yarısında okunur, demiştir.

Vitr Namazından başkasında kunut duası okunmaz.

İmâm Şafiî (Rh.A.); Kunut, Vitr Namazında okunduğu gibi, Sa­bah Namazının ikinci rek'atında, rükûdan sonra da okunur. Zira, Hz. Enes' (R.A.) : «Şüphesiz Resûlüllah (S.A.V.) Sabah Namazında, dünyâ­dan ayrılıncaya kadar, Kunutu okurdu», diye rivayet etmiştir, der.

Bizim için delil, Hz. İbn Mes'ûd (R.A.) un rivayet ettiği şu ha­dîstir :

«Resûlullâh (S.A.V.), bir ay Sabah Namazında Kunut okuyup, Arap Kabilelerinden bir kabileye beddua etti. Sonra, Sabah Namazında Ku-nut'u terk etti.»
Terk etmesi neshin delilidir ve tercih râvînin [202] Kıkıh derecesi­ne göredir. (Çünkü, Hz. îbn Mes'ûd (R.A.), Hz. Enes' (R.A.) den daha fakîhtir.) Veyahut tercih, me-rvî iledir. Çünkü, mervî manîdir (Gay­rına engel teşkil eder.) Şu halde o (yâni İbni Mes'ûd' (Rh.A.) un hadî­si) mübîhe, (yâni Hz. Encs' (R.A.) in hadîsine) tercih edilir.

Kıınut'un okunmasında Hanefî, Kunut'u rükûdan sonra okuyan Şafiî'ye tâbi olur. Çünkü ihtilâfları Sabah Namazmdadır. Nitekim ya-kında açıklaması gelecektir.
Sabah Namazında Kunût mensûh [203] olmakla beraber vakî-nen sabit olduğundan, Vitrin Kunut'unda Şafiî'ye tâbi olmaya de­lildir. Bu aynen, Sena, Teşehhüd ve ondan sonra duâ, rükû ve sücûd teşbihleri gibidir.
Hanefî Mezhebinde olan kimse, - İmâm A'zam (Rh.A.) ve İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre - Sabah Namazında Kunut duasını okuyan Şafiî'ye, duada tâbi olmaz. Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre Hanefî, Şafiî'ye tâbi olur. Çünkü, muktedîdir. Kunut ise müctehedün fîhdir. [204] Bu durumda İki Bayram tekbirleri ve rükûdan sonra Vitir de Kunut gi­bidir.

Bizim İçin delîl şudur : Şüphesiz Sabah Namazında Kunut, rivayet edilen hadîs sebebiyle mensûhtur. Mensûhda tâbilik olmaz. Nitekim Şa­fiî'nin Cenaze Namazında beş tekbir aldığı halde, Hanefî'nin ona tâbi

olmadığı gibi.

Ancak, Sabah Namazında Şafiî imâma uyan ii ini s t Kunut'ta, ayak­ta olduğu halde, tâbi olması vâcib olan şeyde ona tâbi olmak için sükût

eder. Bir kavle göre; «Muhalefetlerini isbât için oturur.» Çünkü susan, duâ edenin ortağıdır ve Kunut'tan başkasında tâbiliği bulunduğu için, susmak en uygun olandır. Kunut'u ezberleyemcyen kimsenin, üç kere «Allahümıtfağfirlî»  veya   «Allahım  beni  mağfiret   et.»   demesi   nıüsle-habdır. Bu İmâm Ebu'I-Le^s' (Rh.A.) in tercihidir.

Ya da muşa Ilı", Kunut'u güzel ezberliyemezse;

«AHahümme rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve filâhireti hase-neten ve kına azâbennâr.» (Ey bizim Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik, âhirette de iyilik, güzellik ver ve bizi, ateş azabından koru» duasını okur. Bu dua, diğer Meşâyihin kabul ettiğidir. Mi'râc'üd-Dirâ-ye'de de böyle zikredilmiştir.

Musallî, Kunut'u terk edip de rükûda hatırına gelse veya rükûdan sonra kıyamda hatırına gelse, rükûda Kunut'u okumaz. Çünkü rükû,

Kuhut'un yeri değildir. Eğer musallî, rükûdan sonra kıyamda Kunut'u okusa, rükûu iade etmez. Çünkü rükû farzdır, Kunut vâcibdir. Vacibi yerine getirmek için farzı terk caiz olmaz. Çünkü rükû iade edilse, bi­rinci rükû terk edilmiş olur. Kunut aslî yerinden ayrıldığından, sehv için secde eder.

Muktedî, Kunut duasını bitirmeden önce imâm rükû etse, muktedî de imâma tâbi olur. Yâni mtfktedî Kunut'u keser ve imâma tâbi olup rükû eder. Çünkü tâbiliği terk etmek namazı bozar. Kunut'u terk etmek bozmaz.

Teşehhüd, Kunut'un aksinedir. Yâni şayet muktedf, teşehhüdü ta­mamlamadan önce imâm selâm verse, muktedî teşehhüdü kesip selâm­da imâma tâbi olmaz. Çünkü burada selâmı terketmekîe namazın bozul­muş olması gerekmez.

Musallî, imâma Ramazan Vitrinin üçüncü rek'atında rükûda ye-tişse, o muktedî Kunut'a yetişmiş olur. Çünkü onun rükûa yetişmesi, kıyama yetişmektir.
Musallî, birinci rek'at veya ikinci rek'atta sehven Kunut'u okusa, üçüncü rek'atta okumaz. Çünkü Kunut'un tekrarı meşru değildir. [205]
[1] İSLÂM ŞERİATINDA İLK ABDEST VE İLK NAMAZ:
İslâm Dininde ilk abdest ve namaz Peygamber Efendimizin (S.A.V.) risâlctiyle baş-lar.'Vahy Meleği Cebrail (A.S.), 610/611 Kenesinde bir Pazartesi gününün sonuna doğru (bîr rivayetle Salı günü) ris..letin tebliğini müteakip ilk önce abdest almayı ve sonra da namaz kılmayı Peygamber Efendimize (S.A.V.) tâlim buyurmuştur: Mekke'nin yukarı-sındaki vadinin bin tarafında Ökçesini yere vurarak su çıkartan Cebrail (A.S.) çıkan su Üe namaz için nasıl temizlenileceğim görmesi için Peygamberimizin (S.A.V.) gözü önün­de abdest almıştır. Abdesti bitirince bir avuç su alarak edeb yerine serpmiş ve Pey­gamberimiz (S.A.V.) de orada Cebrail'*(A,S.) dan gördüğü şekilde abdest almıştır. Bun­dan sonra Cebrail '(A.S.) ile iki rekât namaz kılmışlardır.
Böylece abdest de vahy-i gayri metlûv İle meşru olmuştur. Bu mes'ele ileride vahy-i metlüv (Mâidc Sûresi, âyet: 6) ile tekîd edilecektir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bu hadiseyi müteakip Hz. Hadîee' (R.Anhâ) nin ya­nma varıp, durumu O'ria anlatmış elinden tutarak suyun yanına götürmüş, namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğim Cebrail' (A.S.) den gördüğü gibi göstermek üzere kendisi yeniden abdest almış ve Hz. Hadîee' (R. Anhâ) ye de öylece abdest aldırmıştır. Bundan sonra da Cebrail' (A.S.) m kıldırdığı gibi O'na iki rekât namaz kıldırmıştır. Böylece Peygamberimizin (S.A.V.) İmâm olup kıldırdığı bu İlk namazda kendisine ilk uyan Müslüman Hz. Hadîee (R. Anha) olmuştur.

Islâmm bu İlk günlerinde Akşam Namazından başka bütün namazlar ikişer rekât olarak farz kılınmıştı. Hicret'ten sonra bunlar dörder rekâta çıkarılmıştır. Fakat yol­culuk hâlinde yine ikişer rekâtta bırakılmıştır,
Daha Önce iki rekat İkindi Namazı kılınırdı. Sonra Sabah ve İkindi Vakitlerimle iki­şer rekât namaz kılınmaya başlanmıştır (Tâhâ Sûresi; âyet 130). Bundan sonra gece ya­nsına veya gecenin üçte İkisine veya üçte birine kadar (Müzemmil Sûresi; âyet; 1 - 8) namaz kılınması emrolunmu$tur. Gecenin geç saatlerine kadar İbâdet emri bir yıl sür­müştür. Sonra durum hafifletil mistir. (Mûoeınnıil Sûresi, âyet, 20). Daha sonra Sabah, Aksımı ve Gecenin bir kısmında (Yatsı Vaktinde) ibâdet edilmesi emri verilmiştir (Dehr Sûresi; âyet 25 - 26, Hûd Sûresi; âyet 115).

BEŞ VAKİT NAMAZ
Fukahadan Tahâvî (Rh,A.) ve İbn-i Âbidîn (Rh.A.) gibi zâtların da kabul ettikleri rivayete göre beş vakit namaz Resûlüllah' (S.A.V.) in Medine'ye Hicretlerinden (23 l~ylül 622 = 8 Rebîülevvel I. Hicrî) birbııı/uk sene veya onsekiz ay kadar evvel 27 Ite-cvU f»2I Cuma Mî'râc gecesinde ve Peygamberliğinin onbirinci senesinde emrolunmuş-lur (Isra sûresi; âyet, 78).

Beş Vakit Namazdan sonra Teheceiid Namazı Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hak­kında  far/, olmakda devam etmişse de Ümmeti hakkında'nafileye çevrilmiştir.

Beş Vakit Namazın vakitleri Kur'ân-ı Kerim'de âyetlerle sabit olduğu gibi Peygam­ber Efendimizin (S.A.V.) hadîsleriyle de adetleri ve nasıl kılınacağı belirtilmiştir.
Kıır'ân-n Kerîm'de Bakara Sûresinin 238. âyeti Nama/ın hem farz kılındığına ve hem de beş olduğuna delâlet ettiği gibi Hûd. Sûresinin H4.cü âyeti Namaz Vakitlerini tam bir şekilde göstermekte, İsrâ Sûresinin 78. âyeti de Beş Vakit Namazı açık olarak anlatmaktadır.

(SAHİH - Bıthârî, SAHİH - Müslim, SÜNEN - Tirmizî, MÜSNED - Ahmed bin Honhcl. MUVATTA' - Mâlik,

SÎRE - tbni İshâk, TABAKÂT - İbn-i Sa'd, ve diğer mu­teber kaynaklar.)
[2] Ahmed bin llanbel, Müsned - Ebû Dâvûd, Hâkim. İbn-i Ömer' (R.A..) den rivayetle.
[3] Burada «Bizim namazımızı kılsa ve bizim kıblemize yöndse...» diye zikredilmesi insan­ları ona teşvik içindir. Zİrâ muhtemeldir ki bu hadis Kible'nin Beyt'ül Makdis'den Kabe'ye çevrilmesi vaktinde sâdır olmuş ve onlann nefislerinde bir iereddüd subût bul­muştur. Ya da temyiz bakımından o en maruf ve en meşhurdur. (Şerh'ül Meşânk)
[4] Buhârî, Müslim, Nesâî.
[5] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 95-97.
[6] Ebû Dâvûd, Tirmizî; İbn-İ Abbas' (R.A.) dan rivayetle.
[7] Isrâ Sûresi (17); fiyct: 78
[8] Buhârî, Müslîm, Tirmizî, Nesâî, Muvatta', Ahmed bin Hanbel.
[9] ÂMME-t SAHABE (Ekseri Sahabe):

Sahabe, «Sahâbî» kelimesinin çoğuludur. Sâhib kelimesinin çoğulu olan «Sahb» «Ashâb» ve «Sıhâb» da aynı manâda kullanılırlar.

Sahabe; Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi Müslüman olarak görüp kendisiyle sohbet etme şerefine eren ve fslâm

olarak vefat eden zâtlara denir.
[10] SELEF ALİMLERİ: Selef; önce geçmiş zâtlar, demektir. Selef-i Sâlihîn; Ashâb-ı Kiram ile Tâbün'e, denir. (Ayrıca, Dinin emir ve nehiylerine tam olarak uyan diğer geçmiş zâtlarada bu tâbir kullanılır.)
Fukahâca selef; Ebû Hanîfe' (Rh.A.) den (Vefatı: H. 150, M. 767) Muhammed bin Hasan'.(Rh.A.) a (Vefatı: H. 189, M. 804) kadar geçen zâtlardır.
Halef; daha sonra gelen zât manasınadır. Fukahâca; Muhammed bin Hasan (Rh.A.) dan Şems'ül Eirarae Halrânî (Rh.A.) (Vefatı: H. 456) ye kadar geçen zâtlardır.
[11] SÜNNET: Resûlüllah Efendimizin (SAV.) farz olmayarak yapmış oldukları şeydir. Söz, fiil ve takriri sühhet diye üç kısma ayrılır. Fıkıhta Sütınet-i Müekkede ve Sünnet-i Gayr-i Müekkede dîye iki kısma ayrılır. Sünnet'in çoğulu «sünen»dir.

Sünnet-i Müekkede; Sabah, Öğle ve Akşam Namazlarının sünnetleri gibi Resûlül­lah Efendimizin (S.A.V.) devam edip çok az terk buyurdukları sünnettir.

tslâm Dininde çok lüzumlu görülen Ezan. İkâmet ve Cemâate devam gibi sünnet­lere de «Sünenr-İ Hüdâ» denir ki bunlar da birer Sünnet-i Müekkede'dir,

Sütınet-i Gayr-t Müekkede ise Resûlüllah Efendimizin (S.A.V.) ibâdet maksadıyla. - Yatsı ve İkindi Namazlarının sünnetleri gibi - arasıra yaptıkları şeylerdir.
Yiyip içmeleri, giyinip kuşanmaları, oturup kalkmaları gibi Sîret-i Nebeviyyelerine âid şeylere de «Sünen4 Zevâid» adî verilir ki bunlar da birer Sünnet-i Gayr-i Müekkede sayılır.

Ayrıca Sahâbe-i Kîram'ın sîretlerine, tâkib ettikleri zühd ve takva yollarına da biz Hanefîlerce   yine  sünnet denir.
[12] FÂStD: Aslî bakımdan sahîh olup. vasıfça sahîh olmayan, yâni bizzat meşru iken meşru olmayan »bir şeye yakınlığı sebebiyle meşruluktan çıkan şeydir. Meşru olan bir ameli bozup iptal eden şeye de müfsid denir. Namaz içinde gülmek gibi ki aslında sahîh olan namazı ifsâd eder.

İbâdet hususunda fâsid ile bâtıl bîr hükümdedir. Bâtıl, rükünlerini veya şartlarım tamamen veya kısmen içine almayan herhangi bir ibâdet veya muameledir. Özürsüz olarak tahâretsiz kılınan namaz gibi.
[13] Tertîb:  Namaz vakitleri  arasında kaza (ve edâ) yönünden sıraya riâyettir. Üzerinden namaz geçmeden   bulûğ  çağından   beri namaz kılıp  en  a2 altı   vakit  namazım kazaya bırakmamış kimseye tertîb sahibi (sâhib-i tertîb) denilir. Böyle bir zât bir vakit namazını kazaya bırakmış olsa bu namazını kaza etmedikçe bunu takib eden vakit namazın, edâ etmez. Bunlar arasında  tertibe (sıraya)  riâyet eder.
[14] 1 :arzdan ve vâcibden fazla olarak kılınan namazlara Nafile Nama?: denir. Re-vâlib ve Regâib olmak üzere ikiye ayrılırlar. Beş Vaktin farzlarından evvel yahut sonra kılınmakla olan sünnetlere Revâtib denir. Bunlar da, Sabah Namazının farzından evvel iki, öğlenin farzından evvel dört ve farzından sonra iki; İkindinin farzından evvel dört. Akşamın farzından sonra iki; Yatsının farzından evvel dört ve farzından sonra iki rekat olmak, üzere günde yirmi rekattır. Ayrıca, Cuma Namazından evvel ve sonra kılınan dörder rekata da    revâtib    denilir.

Regâib ise, Kuşluk (Duhâ), Teheccüt ve benzeri diğer nafile ibâdetlerdir.
[15] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 97-101.
[16] Tirmizî, Ncsâl, İbn-İ Hibbân. Râfi' (R.A.) dan rivayetle.
[17] Buhâri, İbn-i Mâce. Ebû Safa' (R.A.) den rivayetle: Bu hadîsi şerifteki «serinliğe bırakı­nız.» emri vücûb ifâde etmez. Manen müstehab olduğunu anlatır.

«Öğle Namazının serinliğe bırakılması biz Hanefîler ve Şâfiîlerce sünnettir. Cuma Namazının serinliğe bırakılması meselesi ise Cumhura göre meşru değildir. Her   Coğrafi   bölgede   soğukluğa   bırakmakda   muteber   olan,   o   bölgeye   âîd   sıcaklık şiddetinin sükûnudur ki o da bölgelere göre değişir.»

(Şerh-u Tûhfe)

Serinliğe bırakmak; herhangi bir duvar gölgesinin, üzerinde yürünebilecek duruma geldiği zaman, demektir. Kâfi'ye göre; herşeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır.
[18] İmâm Hasan' (Rh.A.) in Ebû Hanîfe' (Rh.A.) den rivayetine göre; bulutlu günde na­maz vakitlerinin hepsinin tehiri müstehabdır. Çünkü tehirde kaza ile edâ arasında tered-diid vardır. Tacilde ise sıhhat ile fesâd arasında

lercddiidvardır,hudurumda,tehirtacildendahauygunolur,      (Zeylâî)
[19] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 101-103.
[20]  Tam, geniş vakitte.
[21] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 103-105.
[22] EZÂN-I MUHAMMEDİ —
Hicretin 1. yılında (622/623) Ezân-ı Muhammedî Medine-i Münevvercdc meşru kı­lınmıştır. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnettir.

Ezanın meşru oluşu yalnız rüya ile değil hem Peygamber Efendimizin (S.A.V.) sünneiiyîe ve hem de -ilâhî vahy ile sabittir.

Hicretin birinci yılında Medîne-i Münevverede Mescid-i Nebevi tamamlanınca ce­maatle namaz kılınmaya başlanmıştır. Namaz vakitlerinde de Hz. BilâM Habeşî (R.A.) ResûIÜllahın (S.A.V.) emriyle «essalâh, essalâh» (Namaza-namaza) veya «cssalâtü câmiâ-tün» (Namaz cemâate toplayıcıdır.) diye seslenirdi. Bu usûl

Müslümanları zamanında cemâate toplamaya ve onları cemâatten mahrum etmemeye elverişli olmamaktaydı. Bu sebeble Cuma'yi 've Beş Vakti zamanında bildirecek bir alâmete ihtiyaç duyulmuştu.

Bu iş için Peygamber Efendimizin (S.A.V.) başkanlığında bir Müşavere Hey'eti top­landı. Toplantıda hazır bulunan Ashâb tarafından çeşitli teklifler öne sürüldü. Bu teklifler; namaz nakitlerinin boru çalınarak, ateş yakılarak, çan çalınarak veya yük­sekçe bir yere bayrak dikilerek haber verilmesi şeklindeydi. Fakat Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bu tekliflerin herbirini, başka millet ve dinlere âİd olması sebebiyle münâsib görmemişti. Neticede, Müşavere Hey'etî bu hususu karara bağlayamadan dağılmasından sonra Ensârdan Zeydoğlu Abdullah' (R.A.) in rüyasında bugün okuduğumuz Ezanı te- allüm eylemesi ve bu rüyasını Peygamber Efendimize (S.A.V.) anlattığı zaman Resulü  Ekrem* (S.A.V.) in;

«tnsâallah, bu hak rüyadır. Gördüğünü Bilâl'e Öğret Çünkü Bilâl'ın sesi senden güzeldir.» buyurması üzerine, Abdullah (R.A.) emri şerifi yerine getirdi. BilâM Habeşî (R.A.) Medine'nin, en yüksek yerine çıkarak, Zeyd oğlu Abdullah' (R.A.) dan öğrendiği ezanı yüksek ve çok tatlı bir sesle okudu. Ezân-ı Muhammcdînİn Medîne semâlarına ya­yıldığı sırada, bu ilâhî daveti duyan Hz. Ömer (R.A.) da evinden çıkıp koşa koşa Re-sûlullah' (S.A.V.) a gelip;
«Yâ ResûleHah, aynı rüyayı ben de gördüm.» dedi. Ve o sırada ilâhî vahy de Pey-gamber Efendimize (S.A.V.) gelmiş bulunuyordu. (Cuma sûresi; âyet: 9) İşte, ilk Ezân-ı Muhammedi böylece icra edildikten sonra meşrûİyyet kazanmıştır. (Buharî, Sünen-İ Ebû Dâvüd, Nimet-i İslâm ve diğer muteber kaynaklar)

İkâmet (Kamet) de rüyada Zeydoğlu Abdullah' (R.A.) a ezanın şekliyle birlikte bil­dirilmiştir. (Ebû Dâvûd - Sünen)

Haris' b. Ebû Usâme'nin Müsned'İnde: N;ımaz için ilk defa ezan okuyanın Cebrail (A.S.) olduğu; onu semanın birinci katında okuduğu ve Ömer (R.A.) ile Bilâl' (R.A.) m da bunu işittikleri, anlatılır. (Sahîh-i Müslim Tercüme ve şerhi A. Davudoğlu)
[23] Buhâri, Müslim, Ebü Dâvûd, Tirmizî, Nesâi. Enes' (R.A.) dan rivayetle.
[24] ŞEHÂDETEYN, burada «Eşhedü en lâ ilahe illallah» ve «Eşhcdü enne Muhammedcû Resûlüllâh» dır.

Aynca, «Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammedcn abduhû ve re-sûlüh» lâfzına da şehâdeteyn denir.
[25] Taberânî, Mu'cem-i Kebîr.
[26] Yâni Ezan hususumla asıl olan Abdullah bin ZeyeT (R.A.) in hadisinde zikredilmcmişlir.
[27] Minarenin kapısından başını, «Hayya ala's salâh» dediği zaman sağa, «Hayya ale'l-felâh» dediği zaman sola döndürür, ya da minarenin şerefesinin sağında, «Hayya ala's salâh»,

solunda «Hayya aJe'l felah» der.
[28] Taberânî, Mu'cem-i Kebîr.
[29] Veled-i zina: Gayrı meşrû cinsî münâsebetten doğan çocuk. A'râbî: Şehir dışında yaşıyan Arab halkı, Bedevi.
[30] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 106-111.
[31] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 112.
[32] Avret Mahalli: Namazda örtülmesi farz ve başkalarının bakmaları caiz olmayan uzuv­lara avret mahalli, denir.

Avret-i galiza, örtülmesi şiddetle zarurî olan insanın ön (kubül = fere, zeker) ve arka (diîbür) gibi mahallerdir.

Avret-i hafife, ön ve gerinin dışında kaup karın ve uyluk gibi yine avret  sayılan mahallerdir.
[33] Bahr'ul Muhît'de şöyle denir: Çıplak kimseler birbirlerinden uzak ve tekbaşına namaz kılarlar. Şayet cemaat hâlinde kılarlarsa İmâm onların ortalarında durur. Onlar da ayak­larını kıble tarafına uzatırlar, ellerini uyluklarına koyarlar, tmâ ile kılarlar. Ayakta du­ran imS ile kusa, oturan rükû ve secdeyi yapsa caizdir.
[34] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 112-113.
[35] Bizim Hanefî Mezhebi Ashabı, açılmanın azının affa tâbi, çoğunun tâbi olmadığı hıivû-fiunda ittifak etmişlerdir. Ancak, bu İkisi arasındaki ayırıcı sınırda ihtilâfa dürmüşlerdir. Ebü Hanîfe (Rh.A.) ve İmâm Muhammed (Rh.A.); «Dörtte biri çoğa girer, bu­nun daha aşağısı aza girer» demişlerdir.

Ebû  Yûsuf (Rh.A.);  «Yarıdan aşağısı  aza girer. Çünkü bir şey çokluk  ile ancak karşısındaki daha az olduğu zaman vasıflanır,..» demiştir.  (Ekmelii'd-dîn)
[36] Bk. Nûr Sûresi (24); âyet: 31.
[37] Zahîriyye'de; «Kadının memeleri büyük olduğu zaman her biri tek başına avret itibâr olunur.» denmiştir.
[38] Hakâik'de şöyle denir: «Musâllî namazda açılan avretini beklemeksizin örtse namazı icmâcn caizdir. Bir rüknü edâ ettikten sonra, o açılan yerini örtse başka bir şey edâ etmese de namazı icmâen fâsiddir. Çünkü o bir rükün edası kadar beklemiş ve sonra edâ etmiştir, imâm Mııhammcd' (Rh.A.) in hilâfına namaz bozulmuş olur. Yine böy­lece insanlar tazyik etse de saffın ortasına düşse yahut necîs bir mahalle dursa veya elbisesine bir manî necaset isabet etmiş olsa, bu üç şekil de ihtilaflıdır.
[39] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 114-115.
[40] KIBLE:. Hicretin ikinci yılı olayları arasında iki mühim hâdise vardır. Bunlardan biri Müslümanlara nefislerini müdâfaa için savaşa izin veriLmesidir. (Hac Sûresi; âyet 29)

İkincisi de, Kıblenin Kudüs (Mescid-i Aksa) den Mekke' (Kabe) ye çevrilmesidir.
Kudüs'e doğru namaz kılmak Hicretten 3 yıl önce başlamış. Hicretten 16 ay ve birkaç gün sonrasına kadar devam etmiştir.
Mekke' (Kâb'e) nİn Müslümanlar için kıble olması Hicretin 2. yılı (624) Receb ayı ortalarında bir Pazartesi gününe raslar. O gün Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Selemeoğulları yurduna gitmiş oranın Mescidinde Öğle Namazını Kudüs'e doğru kıldırıyordu. Namaz içinde Kıblenin değiştirilmesi hakkında ilâh! vahy geldi. Namazın birinci rek'atı kılınmış, ikinci rek'atın sonuna gelinmişti. O sırada Kudüs'teki Mescİd-i Aksu'dan Mekke'deki Mescid-i Harama dönülmesi emrolundu. (Bakara sûresi; âyet 145). Resûl-i Ekrem (S.A.V.) derhal yüzünü Kudüs'ten Kabe'ye doğru çevirdi. Cemaat de saflanyle beraber o tarafa döndürdüler. Erkekler kadınların yerlerine geçtiler, kadınlar da erkeklerin yer­lerini aldılar. Böylece, yeni Kıble'ye yönelmiş olarak namazın üç ve dördüncü rek'at-lannı Mescid-İ Harâm'a doğru kılarak tamamlamış oldular. Selemeoğullan Mescidine de bu vak'a üzerine Mescidül Kıbleteyn (İki Kıbteli Mescid) denildi.
[41] Ka'be'ye yönelmeyi gösterir sekil;
[42] Nazm'da denir ki: Kâbc, Mescid-î Harâm'da olanın kıblesidir. MescM, Mekke'de olanın kiblesidir. Mekke, Ehl-i Harâm'ın kıblesidir. Haram, âlemin kıblesidir. Bu takribi ola­rak böyledir fakat, tahkike göre Kabe âlemin kıblesidir.

(Zâhİdî (Rh.A.))

Bazıları da şöyle demiştir: Beyt, Mekke'de evinde yahut Sahrâ'da namaz kılanın kıblesidir. Mekke,  Ehl-i Harâm'ın Kıblesidir. Harem,  Âfâki'nİn  Kıblesidir.

Ebû Hanîfe' (Rh.A.) dan rivayete göre; Meşnk, Mâgrîb Ehlinin Kıblesidir. Mağrîb, Meşrık Ehlinin Kıblesidir. Güney, Kuzey Ehlinin Kıblesidir. Kuzey, Güney Ehlinin Kıblesidir...                                                                         (Zcylâî)
[43] Musallî araştırarak namaz kılıp da sonradan Kıble arkasında  kaldığı  meydana çıkarsa. İmâm Şafiî' (Rh.A.) e göre namaz caiz değildir. Hanefî Mezhebine göre caizdir.

Bundan başka yönler hususunda olursa icmâen caizdir.  (Hakâyık)
[44] Bk. Bakara Sûresi (2); âyet; 115
[45] Tesâhül:  İbarede lâfzın,  ma'nâya açıkça delâlet etmiyecek şekilde getirilmesidir. Tesâhülde; lâFzın ma'nâsi düşünmek suretiyle bilinir.

Tesâmuhda; Musannif ve gayrının   maksadı sözünden bilinir,  fakat  anlaşılması için başka bir lâfzın takdirine ihtiyaç hissedilir.

(Tü'rifât, Seyyid-i
[46] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 115-119.
[47] Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce. Ömer b. el-Hattâb' (R.A.) dan rivayetle.
[48] Münferid namaz kılan bir kimse üç niyete muhtaçtır. Birincisi, namazın kendisine niyet; ikincisi namazı Allah (C.C.) için kılmasına niyet; üçüncüsü Kabe'ye (Kâbeye yöneldim diye) niyet etmektir. (O kimse Kabe'nin arsasına da niyet eder.)

Muktcdî dört niyete muhtaçtır. Üçü yukarıda belirt tikleri mildir. Dördüncüsü «fa-lana iktidâ ediyorum.» demesidir. Efdâl olan «İmamıma» yahut «bu imâma» diye niyet etmesidir. Şayet iktidâ niyetini terk etmiş olsa caiz değildir.

(Zahîriyye)
[49] Fetâvâ-jı Kâdîhân'da şöyle denir: «En güzel olan. böyle kimsenin: (Niy>et etlini İmâmın kıldığı namazı kılmaya) demesidir.»
[50] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 119-122.
[51] Yani lahrîmc lafzının sonunda durulduğu zaman, (Iıc) okunan yuvarlak (ic) harfi kas­tedilmektedir.

İlk tefibire; tahrîme, iftitâh, ihram tekbiri, açış tekbiri de denilir.
[52] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 123-124.
[53] tıpam Muhammed' (Rh.A.) in kavline göre Cenaze Namazında da böyledir.       (Huküyılt)
[54] ilk.   [in'âm  Sûresi (6); âyet :  79,
[55] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 125-126.
[56] İlk.   M ti/a.-m mil Sûresi (73); ûyel :  20
[57] Uzun âyete misâl; Âyet'el Kürsî ve Sûre-i Bakara'nm sonundaki   «Müdûycne» âyetidir. Tâc'üş-Şerîa'ya göre; uzun âyetten maksad üç kısa âyetten daha aşağı olmayandır.
[58] İmâm Şâfü (Rh.A.) şöyle der: «Musallî namazda Fâtiha'yı bir rükn olarak tayin  eder. Hııiiâ bir rek'atte ondan bir harf terk etse namazı caiz olma/.» (Klfâye)
[59] Taberânî. Hatîbü'l Rağdâdi (Tarihi). İbn-İ Aıliyy (Kâmil).
[60] Bk. Müzzemmil Sûresi (73); âyet: 20
[61] Haber; herhangi bir zâttan nakledilen sözdür.

Hadîs ilminde haber, «sünnet ve hadîs» tâbirlerinin karşılığıdır. Buna «eser» de de­nilir.

Bazı zâtlara göre haber; Resûiiiilah' (S.A.V.) dan başka zâtlardan, meselâ Sahâbe-l Kirâm'dan rivayet edilen sözdür. Eser kelimesi de, Sahâbînin veya Selefin sözü maka­mında kullanılır.

Hadîsler (Haberler) kuvvet derecesi, nakil ve rivayet edenlerin sayısına göre kısım­lara ayrılır. Habcr-i Vâhid (Haber-i Ahad) bunlardan biridir.
a)  Haber-i Vâhid (Haber-i Ahad), bir zâtın veya iki üç gibi mahdûd zâtların yine bir veya iki üç gibi mahdûd zâtlardan naklettiği haberdir. Böyle âhad yolla Resûlüilah' (S.A.V.) dan  rivayet  edilen  habere de Hadîsi Âhâd denilir.  Resûlüllah' (S.A.V.) den bir zâtın rivayet ettiği hadîsi şerifi, o 7-âttan bir cemâatin nakletmesi de Haberi Âhad ka-bîlindendir.   Yine   tevatür şartlarını   ihtiva   etmeyen  bir  habere   Haber-İ   Âhad   dcııiiir. Bu itibarla Haber-4 Meşhur da esâ*sen Haberci Âhad kabİlindendİr.

Haber-İ Âhad'm râvîlerİ çok mahdûd olduğundan onun kendisinden haber verilene ittisalinde hem sûreten hem de manen şüphe bulunur.
b)  Haber-i Meşhur: Temizlik Bölümünde 12. dipnotta anlatıldığı gibi, evveli âhad olup, (yâni Önceleri mahdûd zâtlar tarafından nakledilmişken) sonraları ikinci ve üçün­cü  asırlarda şöhret  bulmuş olan  ve  yalan  üzerine ittifakları tasavvur olunmayan  bir cemâat tarafından  nakledilen haberdir ki buna «Habcr-i Müstefîz» de denilir,  tşte bu şekilde nakledilegelen hadîsi şerife de Hadîs-î Meşhur (Haber-İ Meşhur) denilir. Böyle hadîsin   Resûlüllah'   (S.A.V.)  a ittisalinde   ilk  râvîlerin   ınahdûdiyetinden   dolayı  şeklen bir şüphe var ise de sonraları jöhret bularak Ümmet tarafından kabule şayan olması sebebiyle onda manen şüphe yoktur ve tevatür derecesine ulaşmıştır.

c)  Haber-i Miitevâtİr: Yalan söylemek üzere ittifakları kabul edilemeyen bir top­luluğun verdiği haberdir ki böyle mütevâtir surette rivayet edilen bir hadîsi şerifin Râ-sûlullah' (S.A.V.) a ittisalinde yâni O'nun mübarek sözü olduğu hususunda ne şeklen ve ne ile manen hiç şüphe bulunmaz. Buna Hadfc-i Mütevâtir de denilir.
[62] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 126-129.
[63] Tirmizî, Ebû Dâvûd.
[64] İmâmın  «Semiallâhu  limenhamideh» demesiyle de   muktediden sakıt  olur.   Sadece   tah-nıîd gerekir. Şafiî' (Rh.A.) ye göre ise; muktediden sakıt olmaz, tesmi yâni «Senıiaİlâhü limen hamideh» ile tahmîd yâni «Rabbena Ieke'l hamd» in arasını birleştirir.
[65] Tahmîd hakkında aşağıdaki dört rivayet vardır:

a)  Rabbena Ieke'l hamd.

b)  Rabbena ve Ieke'l hamd.

c)  AUâhümme rabbenâ Ieke'l hamd.

d)  Allâhümme rabbenâ ve Ieke'l hamd.

(Bahru'l-Muhît)
[66] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 129-131.
[67] Peygamberimiz Efendimiz1 (S.A.V.) in namaz kılışları'; Allahu Teâlâ (C.C.) şöyle buyuruyor:
«Şüphesiz namaz abdestli olarak kılınır» (Mâide Sûresi, âyet: 6). Peygamber Efen­dimiz (S.A.V.) de;

«Namazın anahtarı taharet yâni abdestli olmaktır.» (Tirmizî ve Dârîmî - Sünenler) Yine «Abdestsiz namaz olmaz ve kabul olunmaz» buyurmuşlardır. (Buhârî ve Müs­lim - Sahihler)

Peygamberimiz (S.A.V.) böyle abdest alıp, namaz kılacağı zaman Kıble'ye döner, ayakta ellerini kulaklarının yumuşağına kadar kaldırıp «AUahu Ekber» diyerek tekbir alırdı. Sağ elini sol elinin üzerine koyarak göbeğinin altına bağlardı. «Sübhânekellâ-hümme ve bi hamdık ve tebârekesnıük ve teâlâ ceddük ve lâ ilahe gayrük» diyerek namaza başlardı.

Sonra «Besmele» çekerek «Fatiha» sûresini okur, «Fatiha» nin sonunda yavaşça «âmin» der - Müslümanlara siz de «âmin» deyiniz - derdi.
Kıldırdığı Sabah Namazı ise «Fâüha» sûresinden sonra «Tekvîn> sûresini, «Kâf» ve «Vakıa» sûrelerini - Ahmed bin Hanbel* (Rh.A.) in rivayetine göre bazan da «Yâsfn» sûresini - okurdu. Namazlarda 60 ilâ 100 âyet okurdu.

Cuma günü Sabah Namazında ise, «Secde» süresiyle «Dehr» sûresini  okurdu.

Sabah Namazının birinci rek'atında uzun ikincisinde İse kısa sûre okurdu.

Ümmü Seleme' (R.Anha) nin rivayetine göre; Peygamberimiz' (S.A.V.) İn Sabah Namazında «Tur» sûresini okuduğu   da olurdu.

Yine Sabah Namazında Peygamberimiz' (S.A.V.) in «Bakara ve «ÂM İmrân» sû­relerinden âyetler okuduğu da rivayet edilir.
«Istiâb - lbnü Abdi'lber» de Abdullah bin Sâib (R.A.) der ki: «Resul üllâh'-(S.A.V.) m Sabah Namazını Mekke'de kıldırdıkları sırada ben de bulunmuştum. «Mü'-minûn» sûresine başladı. Mûsâ ve Harun'un zikrine (45. âyete) gelince kendisini ök­sürük tuttu ve rukûa gitti.»
Peygamberimiz (S.A.V.) zammı sûreyi okuduktan sonra «AUahu Ekber» diyerek tekbir alır, belini kamburlaştırmadan bükerek rükûa varır, elleriyle diz kapaklarını tu­tar, üç defa «Sübhâne Rabbiyel azîm», bir defa da «Semiallahü Hmen hamideh» diye-rek doğrulunca «Rabbena ve lcke'1 hamd» der, «AUahu Ekber» diyerek secdeye giderdi. Secdeye gittiği zaman kollarını ne yere yayar ve ne de yanlarına yapıştırırdı.. Ayaklarının parmaklarını Kıble'ye karşı dikerdi. Alın ve burnu, elleri, dizleri ve ayak uçları yerde olmak üzere yedi âzası üzerinde secde ederdi. Secdede üç defa «Sübhâne Rabbiyet âlâ» derdi. Sonra «AUahu Ekber» diyerek secdeden başını kaldırır, tekrar «AUahu Ekber» diyerek ikinci secdeye gider, üç defa «Sübhâne Rabbiyel âlâ» dedikten sonra «AUahu Ekber» diyerek ikinci rek'ata kalkardı.'O rek'âtta da aynı şekilde «Besmele» çekerek «Fatiha» ve sûre okuduktan, rürkû ve secdelerini yaptıktan sonra sağ ayağını dikip sol ayağını bükerek üzerine oturur, ellerini dizleri üzerine koyar, «fcttehiyyâtü...» okur, sonunda «Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedîi enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh» der - böyle demelerini Müslümanlara da emrederdi - Namazın sonunda Ettehiyyâtü...» den sonra «AUahümme salli...» ve «Allahümme bârik...» okur (Bunun arkasında da istedikleri duayı okumalarını Müslümanlara tavsiyede bulunur) du.

Peygamberimizin   (S.A.V.)rükûu,   secdeleri   iki   secde   arasındaki   oturuşu,   rükûdan başını kaldırıp duruşu hemen hemen birbirine müsavi idi. Peygamberimiz (S.A.V.) başını evvelâ sağ tarafına sonra da sol tarafına çevirerek «Esselâmü alcyküm ve rahmetûllâh» der ve selâm verirdi.
Selâm verdikten sonra «Allahümme entesselâmti ve mİnkesselâmii tebârekte yâ zel-celâ-H vel ikram. Lâ İlahe lllallâhii Vâhdehû Lâ şerike leh. Lclıül mülkü ve lehiil ham-dü yuhyî ve yîimîtü ve hiive alâ küllî şey'in kadir. AUâhümmc lâ mania I imâ â'tayte velâ mu'tiye limâ mena'te velâ yenfau zelceddi minkel ced.» dedikten sonra, 33 defa «Sübhâ-nellâh», 33 defa «Elhamdülillah», 33 defa da «Allahü Ekber», sonra da «Sübhâne Rab-bike Rabbil izzeti amma yasifûn ve sclamün alel mürselin velhamdii lillâhi Rabbil âlçmîyn» derdi.
 Usdü'l Gâbe  - İbni  Esir (Rh.A.) - de bulunan  bir rivayete   göre;  Peygamberimiz - S.A.V.) namaz sonunda 100 kere «Allahümmağfirli zenbî tnneke ente't Tevvâbül Ga-fûn> diye duada bulunurdu.

Peygamberimiz (S.A.V.) Öğle ve İkindi Namazlarının ilk rek'atlarında «Fatiha» ile birer sûre; ilk rek'atlarında uzun ikinci rek'atlannda uzun sûrelerden okurdu.
Öğle ve İkindi Namazlarında «Bürûc», «Asr», «Târik» gibi sûreler okurdu. Öğle Namazının birinci rek'atında 30, ikinci rek'atında da 15 kadar âyet okurdu. İkindi Namazında da Akşam Namazında olduğu kadar okurdu.

Öğle ve İkindi Namazlarında «Leyi» sûresini okuduğu da rivayet edilir. Peygamberimiz' (S.A.V.) in Akşam Namazında «Tûr» ve «Mürsclât» sûrelerini oku duğu da olurdu. Hattâ kıldırdıkları son Akşam Namazında «Mürsclât» sûresini okumuş­lardır.

Rivayete göre Abdullah bin Abbas (R.A.) bir gün Akşam Namazında «Mürselât» sûresini okuyunca annesi tlmmü'I Fadl (R.Anhâ): «Yavrucuğum sen bu sûreyi okumak­la vallahi benim derdimi aklıma getirip tazeledin; Zira bu sûre Akçam Namazında Resü-lullahtan  en son İşittiğim sûredir» demiştir.

Peygamberimizin (S.A.V.) Akşam J-Janmının birinci rek'atında «Kâfirün» ikinci rek'atında «İhlâs» süresini okuduğu da olurdu.

Yine Peygamberimiz (S.A.V.) Yatsı Namazında «Dııhâ», «Tiyn»,  «Münâfİkûn» ve benzeri sûreleri okurdu. «Şems», «A'lâ», «Leyi», «Alâk» sûrelerini okuduğu da olurdu. Bir  defasında Yatsı Namazında «İnşikak»  sûresini  okuyup  secde âyetine gelince, secde etmişti.

Peygamberimiz (S.A.V.) Vitr Namazının birinci rek'atmda «Alâ» ikinci rek'atında «Kâfirin» ve üçüncü rek'atında «İhlâs» sûresini okur, selâm verince de üç kere «Süb-hâncl mclİkil kutidûs» der ve üçüncüsünde sesini yükseltir ve uzatırdı.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), itinâsız kılınan  namazı da namaz saymazdı.

Peygamberimizin (S.A.V.)  Kur'ân-ı  Kerim okuyuşu:

Peygamberimiz (S.A.V.) Kur'ân okurken çekilmesi gereken harfleri çekerdi Meselâ «BİsmUlâhi» yi, «Errahmâni» yi, «Errahîm» i, çekerdi. Yine Kur'ân-ı Kcrîm'i âyet âyet okurdu. Meselâ, «Bismillahirrahmanirrahim» der keserdi, «Elhamdülillah! rabbil âlemin» der keser, «errahmânirrahim» der keser «mâlikiyevmiddin» der keserdi.

(Kütüb-i Sitte, İmâm A'zam Ebû Hanîfe (Rh.A.), Ahmed bin Manbel (Rh A ) (MUSNEDLERİ), Nesâi (Rh.A.) (Sünen))
[68] Zc>laî (Rh.A.) şöyle demiştir:
Kiidm  şu   10 hususta erkeklerden ayrılır:

a)  Tekbir'dc iki elini omuzları hizasına kadar kaldırır,

b)  Sağ elini sol eli üzerine, memeleri altına koyup, el bağlar.

c)  Secdede karnını iki  uyluğundan  ayırmayarak yapıştırır.

d)  Celsede ellerini iki uyluğu üzerine parmak uçları dizlerine varacak çekildc koyar.

e)  Koltuğunu secdede açmaz,

f)  Tcşchhüd'de teverrük yapar, yâni sol yanı üstüne oturup iki ayaklarını sağ tarafından çıkarır.

g)  Rükû'da parmaklarını açmaz, h) Erkeklere imâm olmaz,
0 Cemaat  olmaları mekruhtur,

j) Cemaat  olurlarsa, tmâm  onların   ortasına durur.
[69] Bk. Hacc Sûresi (22); âyet: 77
[70] 4 Bk. Tâhâ Sûresi (20); âyet: 55.
[71] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 131-137.
[72] Çünkü o, rüknü mahallinden tehir etmiştir. Riâyeti vâcib olan  Icrtibİ lerk etmiştir.
[73] Rcsülüllah (S.A.V.) Mirâc gecesinde  Cebrail' (A.S.)  in   «Rabbına  senada  bulun!» sözü üzerine  Allstlnı   Tcâlâ'ya  zikredilen   bu   lâfızlarla   senada   bulununca,   Allahıı   Teâlâ da Resûlüllah' (S.A.V.) a; «et fahiyyâl» a karşı «es selâm», «es salât» a karşı «er rahmet», «et-tsyyibât» a karşı «el berekât» ile mukabelede bulunmuştur.

Ancak Peygamberimiz (S.A.V.) «selâm» dan Ümmetinin de nasİbdâr olmasını arzu ettiğinden «Es - selâmii aleynâ ve alâ îbâdi'llâhî's-sâlihîn» demiştir. lUıııun ü/erinc Cebrail (A.S.) ve bütün senıavât ehli «Eşhedü en lâ ilâhc illa'llalı ve eşhedü enne Mu-lifinıniedcn abdühû ve Resûlühû» demişler ve böylece bu dua ubı'ıdiyyct olmakla devanı etmiştir.
[74] Mülk, saltanat selâmı mânâsına gelen tahiyyât ile lslânidan önce Arablar arasında ilk defa selâmlanan Ya'rub bin Kahtan (D: ?, Ö : ?) dır. Bu zâlı oğlu, «Übîyte'Ilâ'ne ve en'İm sabâ han (Sabah-ı şerifler hayır olsun. Lanet görmiyesin!)», demekle selâmlardı.

(Sebâikü'zzeheb fî maVİFeli kabâili'larab, Muhammet! Emin el Bağdadî es-Süveydi)

Ya'rub'un babası Kahtân, rivayetlere göre ilk câhiliyyct devrinde Arab kabileleri­nin babacı ve orada hükümet kuranların ilkidir. Hz. Nuh (A.S.) un ahfadından olduğu Söylenir. Kendisinden sonra Ya'rub, sonra Abdüşşems ve bundan sonra da Hınıyer hü­küm sürmüş, bundan sonra gelenlere de böylece Hımyorîler, denmiştir.

Ya'rub'un Arabçayı ilk konuşan olduğundan bu adı aldığı ve şiiri, vezni, vasfı, metfhiyeyi. kıssayı, teşbihi (mcdlıe girişmeden önce yapılan afakî mukaddime) san'atıtn kullandığı   rivayet  edilir.

(El-A'lâm   (Zirikli)*   Kamiisul-a'lâm,   Lisânü'I-arab,   Oâirclii'l   IVTrürifi!   tslâmiyyc)
[75] Kavmc'dcn maksad. rükû ile secde arasındaki ayakla duruştur.

Cdse'den maksâd, iki secde arasında oturuştur ki, bu ittifâken Sünnettir. Buharı Şerhinde böyle açıklanmıştır.
[76] Şcyh'ııl-İslâm Muhammed bin Hüseyin el Buhârî ol Hanefî el Mâruf bi-Btkir Hâ-herzâde (Rh.A.) ıfir. Bu zâtın «Mcbsût» adil eseri 15 ciltten ibarettir. Hicri 483'de vefat etmiştir. Bir rivayete göre bu zâtın iki «Mebsût» u vardır.
[77] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 137-140.
[78] Ka'de-i   Ahire'de   teşehhüt!   (tahiyyâl)ü   okumak   Şâfİî'   (Rh.A.)   ye   göre   Farzdır.   Bize, yâni Hanefîlert; göre  vâcibtir.  Hattâ bir kimse teşehhüdü okumayı terketse bizce na­mazı  caizdir, Şâfiîce caiz değildir. Fakat ka'de-i ûlâda okumak icmâen  farz değildir.

(Mebsût)
[79] Sâri', Şeriat vaz'edîcisidir. Bu Iâfz seri' — şeriat kelimelerinden meydana gelmiştir.

Şeriat; insanı bir ırmağa, bir su kaynağına götüren yol, izhâr ve beyân, kanun vaz'-etmek mânâlarmadır.

Şeriat, dîn lisanında ise Cenâb-ı Hakk'ın kulları İçin vaz'etmiş olduğu dinî, dünyevî hükümlerin hey'eti mecmuasıdır ki buna göre şeriat din ile aynı mânâya olup hem ahkâm-ı asliyye denilen itikadiyyâü hem de ahkâm-ı fer'iyye-i aıneliyye denilen ibâdet, ahlâk ve muamelât'ı ihtiva eder. Daha umûmî manâsıyla, bir Peygamber (S.A.) tara­fından tebliğ edilmiş olan ilâhi kanun demektir. Bu kanunun asıl vaz'edicisi olan Ce­nâb-ı Hakka Şâri'-i Mübîn denir. Bu kanunu insanlara tebliğ etmiş olan Peygambere (S.A.) de Sâri' adı verilir, işte Ahkâm-ı Şer'iyye de liâhî Kanunun hükümleri mânâsına gelir.
[80] Mücmel, mânâsı anlatamayacak derecede kapah olan bir lafızdır ki onun anlaşılması ancak söyleyen tarafından bir açıklamaya bağlı kalır. Bunlar kullanılması az olması se­bebiyle garip sayılan lafızlar ve çeşitli mânâlara vaz'edilmiş olan kelimeler ve yine ken­disiyle söyleyenin ne kasdettigi anlaşılamayan lâfızlardır.

Hırsı çok sabrı az kimse mânâsına olan Helû' lafzı ile ribâ lafzı bu cümledendir.
[81] Haber-i Vâhid'Ie kasdedilen İbni Mesûd' (R.AJ un kavlidir.
[82] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 141-144.
[83] Ef'âM şer'iyye:   Varlıkları  birer şer'i  hükme bağlı  bulunan  ve  şer'i şartlar   dairesinde birer şer'i fiil olan şeylerdir. Misâl: Namaz, Oruç, Bey',   İcâre,  Hibe fiilleri  gibi.
[84] Kıraat burada özel şeklî cüzle beraber olarak değil de sadece maddi cüz olur.         (Vânî)
[85] Yâni, namazın aslı baki. kalmaz.
[86] Yâni, Peygamber Efendimizin (S.A.V.) fiilîyle.
[87] Tahkik; bir meselenin deliliyle ispatıdır. Tetkik ise; bir meseleyi görene, o meseleyi gü­zel görecek tarzda dakîk bir delille ispattır.
[88] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 144-147.
[89] Selâmın   (elif) ve  (lâm)  İle  olması,   teşehhüdde de  olduğu  gibi   muhlâr  olan   husustur.

İmâm Şafiî (Rh.A.) bunun aksi görüştedir. Selâmda sünnet olan   ikincisinin birinciden daha hafif bir sesle olmasıdır.  (Zahirîyye)
[90] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 147-149.
[91] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 149.
[92] Buhârî; «Bcd'ül halk», «Edeb». Müslim; «Zühd». Tirmizî; «Edeb, Salât».
[93] Dürr-i Muhtâr'a göre musallî, «Kad  kâmeti's-salâh» sözü tamam oluncaya kadar baş­lamayı tehir etse icmâen bir beis yoktur.
[94] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 149-150.
[95] Fasıl; Bir  kitabda, hükümleri değişen Fıkhî meselelerin bir bölümünün  anlatıldığı kı­sımdır, Bâb ise, kitabda anlatılan Fıkhî meselelerin şâmil olduğu kısımdır.   (tnâye)
[96] Hidayenm Şerhidir.
[97] Nitekim Nass ile de sabit okluğu gibi.
[98] Reddü'-l Muhtâr'a göre; yakınında olmayan kimseye işittirecek şekilde okumasıdır.
[99] Yine Reddü'-l Muhtâr'a göre yakınmdakin'e işittirecek şekilde okumasıdır.
[100] Hindimin, çok eski devirlerden beri mevcûd olup halen Afganistan hududlan dahilinde bulunan BELH'dc bir kalenin ismidir. Burada geçen Şeyh'iil Fakîh Ebû Cafer ve diğer bazı Ulemâ bu kalenin ismiyle (Hinduvânî) diye anılırlar. (Gâyetü'l-Bcyân)
[101] Talâk: Lügat mânâsı; boşanmak, hissi veya manevî bir kayıttan kurtulmaktır.

Fıkıh ıstılahındı; şer'i nikâh akdini özel bir lafız İle o anda veya o mealde hüküm­süz bırakma  ve İzâle  etmektir.          

Ftâk; âzad cfmek, demektir. Yâni kölede (memlükte) şer'i bir kuvvet, bir ehliyet ve malikiyyet gücü ispat, etmektir. Bir başk'a ifâdeyle, köle üzerindeki mülkiyet hakkını kendine mahsûs şekilde iskat etmektir ki, köle böylelikle hürriyetine kavuşup, velayet ve şahadet gîbi bütün tasarruflara ve kendi üzerine başkaları tarafından vuku bulacak tasarrufu def etmeye kudret bulmuş olur,

îtâk  aşağıdaki   kısımlara  ayrılır.

a)  Itâk-ı sarih: Açık lâfızla yapılan azâd cimedir.

b)  ltâk-ı' vâcib : Kefaret olarak yapılması icâbeden  azâdelmedİr.

c)  ftük-ı mendûb: Allah (C.C.) rızâsı için   yapılan  azâdetmedir.

d)  Itâk»ı mûbâh: Herhangi  bir şeye niyet edilmeksizin yapılan azâdetmedir. c) Itâk-ı mahzur: Gayrimcşrû bir sebep için yapılan a/âddır.

f) Itâk-ı cebrî: Mâlikin rızâsı dışında olarak hakimin hükmüyle bir kölenin azadıdır.

tstisnâ; bir kısım şeylerin hükmüne girmekten bazı şeyleri «illâ» gibi bir edat ile ayn tutmaktır. Bu ayrı tutulan şeylere «müstesna», öteki kısım şeylere de «müstesna­nı inh» denir, istisna da beyân-ı tağyir kabilitulcndir ve istisnai muttasıl, istisnai münkati İMsımiarma avrılır.  Bunlara âîd geniş izahat  ilerde kendi bölümünde gelecektir.
[102] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 151-154.
[103] Muavvizeteyn; malûm okluğu üzere Kur'ân-ı Kerîm'in son iki sûresi olan «Kül cüzü bî rabbilfelâk» ve «Kul eûzü bî rabbînnâs» yâni FELÂK ve NÂS sûreleridir. Felâk sûresi - Besmele sûreden bir âyet sayılmadiğı takdirde - beş âyettir. Nâs sûresi - yine Besmele sûreden bir âyet sayılmadığı takdirde - altı âyettir.
[104] Bk.. Müzzemmil sûresi (73); âyet: 20     
[105] Tirmizi; Mevâkît. Ibni Mâce; İkâme.
[106] Mutlak: Şumûle, Shâtaya, ta'ym ve tahsise delâlet eden bir şeye yakın olmayarak yal­nız kendi cinsindeki fertlere ve hallere gâmil olan lafızdır.
[107] Takyîd; Kayıtlama, sınırlandırma; bir lafzı  kendi  cinsinde yaygın  olmayan bir şekille yaygın hâle getirmekten hâriç bırakmaktır. Her hangi bir tasarrufu, bir hükmü, bir akdi her hangi bir hususta şartlandırmaktır. Böyle bir hükm ve tasarrufa da mukayyed denir.

Nesh: Şcr'i hükmün ytne jer'i bir delille kaldırılmasıdır.
[108] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 154-155.
[109] Bk.  A'râf Sûresi (7): âyet:   204
[110] T:ikMto : Salevnt  getirmektir.
[111] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 156-157.
[112]  Mekruh olur.
[113] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 157.
[114] BuhSrî, Tirmizî, Nesâi, İbn-i Mâce, Ahmed b. Haııbel.
[115] İbn-i Mâce; Câbİr' (R.A.) den rivayetle. (Zayıf senetle).
[116] Çünkü kur'a meşru bir iştir ve Sünnet kılınmış bir yoldur.  (Van!)
[117] A'râb:  Aslında  Arap kelimesinin   çoğuludur.  Türk,  Rum,  Hind   v.b.   gibi  yabancılıkla alâkası  olmayan Arap  ırkına mensûfr kimseler demektir.   Çoğul  hâlindeki  bu  kelime sonraları «Bedevi» çölde yaşayan  Arap mânâsına olarak A'râbî şeklinde kullanılmaya başlanmıştır (Kaamûs Tere.)
[118] A'cem (A'cemî): Acem, Arap olmayan insan sınıfına denir. Türk, Hint, İranlı, Pakis­tanlı, Rûm v.b. gibi.
[119] Bcdâyi'c göre; bulunduğu mescidde a'mâya faziletçe eşit başka kimse bulunmadığı tak­dirde, o a'mânın imameti daha uygundur.

Muhit'tc de bunun benzeri kavi vardır.

Resûlüllah (S.A.V.)  a'mâ olan İbn Ümmi Mektûm  (Amr)  (R.A.)  ve Utbân  bin Mâlik el Ensârî el Hazrecî' (R.A.) yi Medine'de yerine (İmâm olarak) bırakmıştı.(Zcylâî)
[120] Burada istidlalin şekli şudur: Zikredilen sınıftan herbiri iyi (birr) de olsa kötü (fâcir) de olsa her halükârda arkalarında namaz kılmak caizdir.

Bu hadîs-i şerîf; Dâre Kutnî'de mevcûddur.
[121] Yâni, sünnet olan miktardan fazla uzatmaktır.
[122] Câbir (R,A> dan rivayetle. Tirmizî hâriç beş Hadîs kitabı.
[123] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 157-160.
[124] Böyle bir şeyi ne ResûliMah (S.A.V.) ve ne de Sahabe (R.A.) dan biri yapmıştır. (VÛnî)
[125] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 160-161.
[126] Zcylaî' (Rh.A.) nin sözünden anlaşıldığına göre; ayakta olan da böyledir.(Azmî/âde)
[127] Rezîıı.
[128] Fakat çocuğun çocuğa iktidâsi caizdir. Çünkü namaz bir (müttehid) durumdadır.

(Vânî (Rh.A.)
[129] Çünkü iktidâ bir ortaklıktır, ittihadı gerektirir   (Sadr'üs-Şeriâ (Rfı.A,))
[130] Meselâ, bunlardan birinin öğleyi, diğerinin  İkindiyi; yahut yine bunlardan   birinin   bir önceki günün Öğlesini, diğerinin de içinde bulundukları günün Öğlesini kılması gibi.(Ferişteh (Rh.A.)
[131] Şayet, Müsafİr namazı tamamlarsa ikinci iki rek'at nafile olmuş olur.
[132] Bu   meselede   Ebû   Yûsuf   (Rh.A.)   ile   İmâm  Muhammed   (Rh.A.)   ayrı   görüştedirler. Kâfî'de böyle geçer.      (Azmîzâdc)
[133] Bu   meselede Ebû  Yûsuf (Rh.A,) ve  tmâm Züfer  (Rh.A.)   ayrı  görüşledirler.   Kâfî'de böyle  geçer.  (Azmîzâdc)
[134] İstihlâf;   Elbisesinden tutup mihraba çekmekdir. (lnâye)
[135] Müslim.  Ebû Dâvûd, Tirmizî,  Nesâî.  îbni Mace, Dâremî,  Ahmed b.  Hanbel.
[136] Hünsâ : Lügat t a yumuşak,  mülayim demektir.

Şeriatta; hepi erkeklik ve hem de dişilik tenasül uzuvları (veya kromozomları) taşı­yan kimse veya herhangi bir canlı; çift cinsiyetli, ya da bu iki uzuvdan hiçbiri bulun­mayan demektir.

Yeni dilde, bunlara erselik denir. Tıp dilinde de hermaphrodite diye geçer.

Hünsâ-i Miişkil: Her İki cinsiyet organını taşıyan, fakat bu organlardan biri fiil, hareket ve yapı bakımından diğerinden farklı olmayan hünsâdir.

Ancak, hünsâ-İ müşkilde hüküm idrarın cereyanı, iştah, olgunluk ve ihtîlâm bakı­mından   üstün olan  tarafa göre  verilir.

Hünsâ-j Recûlî: Erkeklik kromozomları daha fazla olan himsâdrr.

Ilünsâ-i   İNisâî:  Kadınlık  kromozomları   daha fazla olan   hünsâdır.
{Kamus Torcotnesi. Âsim Efendi, Ta'rifât. Seyyid-i Şerif Ciircâni, El Kâmusü'l Asri - Arabic - English - Elias A. Elias, Meydan Larousse, C. 6)
[137] Hublâ : Hâmile, gebe.                  
[138] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 161-165.
[139] Müştehât: Erkeklik hissini tahrik edecek hale gelmiş kız.
[140] Halde tabiri:  İştah sahibi küçük yaşdaki kıza; Mazide tabiri: Yaşlıya şâmildir.

(Abdülhalim)
[141] Muhâziye: Namazda erkeklerle bir hizada bulunan kadın.
[142] Müdrik : İmâma tamamen uyan, yâni namazın evvelinden sonuna kadar fasılasız olarak İmâma uyup bülün rek'atleri İmâra ile beraber kılan kimsedir.
[143] Lâhik : Namaza imâm ile başladığı halde kendisine uyku, gaflet veya cemâatin çoklu­ğundan  dolayı bir zahmet ya da bir hades meydana gelip de namazın  tamamım veya bir kısmım İhıâm ile kılamayan kimsedir.
[144] Muhâzât (Muhâzât-ı  Nîsâ):  Kadınların namazda erkeklerle bir hizada bulunması.
[145] Hâil: İki şey arasında veya bir şey önünde perde olan, iki şey arasında bulunup birin­den  diğerinin   görünmesine  veya  birleşmelerine  manî  olan,   arayı   kapayan  engel.
[146] Mıınlıharaı rahl: Deve semerinin arka ağacı. Deveye binen kimsenin semere oturduğu 7nman  baş hizasına gelen enli bir tahta.
[147] Veya avlusunda.
[148] Erkeklere niyetle birlikte.
[149] Zulle: Metinde geçen bu kelime lügat mânâsı itibariyle gölgelik, sofa, sundurma de­mektir.

Cami içindeki zulleden maksad ise şudur: Camilerde orta sahnın zemininden biraz yüksekte olan yan sahınlar; cümle kapısının iki yanında bulunan yüksek ve revaklarla Örtülü son cemâat yeri (sofa) dır.

Camiin son cemâat yerindeki revak kemerinin cümle kapısına rastlıyan orta kısmı daha geniş, üstündeki kemer de daha yüksek ve büyüktür. Buraya sertak (baş kemer) denir. Zikredilen revaklarm yâni üstü örtülü, önü açık ve zemini yüksek yerin arka­sındaki duvarın üstünde dışarıya çıkma olarak yapılmış balkon gibi küçük kısma mü-kebbire de denir.

Müezzin buradan hem caminin içini hem de dışını rahatça görebilir. Cami içindeki tmâmm tekbirlerini aynen tekrar ederek dışaridakilerin de cami içindeki cemâatle birlikte  namaz kılmalarını temin eder.
[150] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 165-168.
[151] Mahfe! (Mahfil - raf): Toplanılacak yer, toplantı yeri demektir.

Camilerde mahfe); etrafı parmaklıklarla çevrili, yerden yüksekçe olan kısımdır. Müezzin mahfili camilerde müezzinlere ayrılan yüksekçe yerdir. Camilerde bundan başka Mahfü-i hümâyûn (Hünkâr Mahfili) denen ve selâtin camilerinde bulunup Pa­dişahların namaz kılmalarına ayrılmış olan yerler de vardır ki buralara umumiyetle bir kaç basamak merdivenle çıkılır. Bu Mahfil-i Hümâyûn'un cemâat tarafından görül­memesi için çevresi kafesle kapatılmıştır.
[152] Musalla (Cebbâne):   Açıkta namaz kılmaya mahsûs ve  Kıble tarafında  Mihrap yerine bir dikili taş ikâme edilen üstü acık mcscİd.
[153] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 168-169.
[154] Tahrîme: İftitâh Tekbiri demektir ki, namazın dışında mubah olan şeylerin hürmetine çer'i sebcb olduğu için tahrîme denilmiştir.
[155] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 170-172.
[156] Teşehhüd miktarı: Namazda şehâdet miktarı oturmak ve «ettehıyyâtü» okumak.
[157] Teşbih: «SübhânaJlah» demektir. Allah' (C.C.) ı sânına lâyık İfâdelerle yâdetmektir.

Tehlil:  «Lâ ilahe illallah» demek, Allah' (C.C.) tan başka İlâh olmadığını ifade etmektir.
[158] Bina etmek;  İkmâl etmek, tamamlamak,  demektir.
[159] İcâb vı? kabul: İcâb; gereklifck, lüzum,   bir anlaşmada ilk söylenen sözdür ki akd ve tasarruf  onunla  ispat olunur.

Kabul;  soıısöZ,   bu   anlaşmada  İcâba   karşı   söylenen  müsbet  sözdür   ki  akd  onunla tamâm olur.
[160] Kenz Sahibinin ibaresi  şudur:   Müteyemmim, suyu   kullanmaya gücünün   bulunduğunu anlamasıyla namazı bozulur.
[161] Yâni, ümmînin Allah' (C.C.) in ilhamı sebebiyle bir âyeti tezekkürü.
[162] Ümmî: Anasından doğduğu gibj kalıp bir tahsil görmemiş, mektep ve medresede oku­mamış ve okuyup yazmasını bilmeyen kimsedir. Bir diğer tarife göre; ümmî İlim, yazma ve okumadan mahrum kimsedir.

Kelimenin  Ümmî' yâni anaya mensûb mc'nâsı da bu hususları açıkça anlatır. Şerhü'I Makdtsiye göre; burada ümmîden maksâd; namazda kâfi derecede kıraat bil­meyen kimsedin
[163] MEŞHUR METİNLER: Hanefî Fıkhının Zâhir-i rivâye, Nevâdir ve Vâkıât gibi kısım­lara ayrılan  sahalardaki   meşhur Fıkıh Kitaplarıdır.

Zâhîr-i Rivâye Kitaptan:        

İmâm Muhammcd' (Rh.A.) in; Mebsût.  Câmi-i Sagîr, Câiıii-i Kebîr,  Siyer-İ  Sagîr,

Sîyer-i Kebîr ve  Ziyâdât  adlı  kitaplarıdır.

Nevâdir Kitapları:

Keysânİyyât, Harûnîyât, Cürcâniyyât ve  Rakkiyyât gibi eserlerdir.

Vâkıât   ve   Nevazil   Kitapları:

Zâhir-i Rivâye ve Nevâdirde bulunmayan mes'eleler hakkında, sonra gelen Fuka-hâ'nın  verdikleri hükümleri ihtiva eden kitaplardır.

Dört metin kitapları ise ki Hanefî Fıkhının meşhur ve muteber kitapları olarak ad­landırılırlar Kcn/üd Dekâyık, Muhtar, Vikaye ve Mecmâ'dır.

Bilahere bazı zâtlar Zahiri Mezhep ile Nevâdîr, Vâkıât mes'elelerini kendi kitapla­rında karışık bir tarzda toplamışlardır. «Haniye» Fetvasıyla «Hülâsatü'l Fetva» bu ka­bildendir. Radıyüddin-i Serâhsî' (Rh.A.) un «Muhit» adındaki kitabı ise bu üç kısmın, mes'elelerini ayn ayrı ihtiva eder.
[164] Molla Husrev, Büyük İslam Ansiklopedisi1, Eser Neşriyat: 173-179.
[165] Feth eylemek: Burada, okuyan kimseye unuttuğunu bildirmek maksadıyla telkindir. Feth-İ Kıraat; yâni Kıraati telkin edip söylemek, okuyun yanıldığında yahut tutulduğu esnada yapılır.

Namazda mahsur kalan, yâni tutukluk yapan imâma kırâalı feth O'na tâlim de­mek olduğundan namazı bozucu olması kıyas icâbı ise de muktedî kendi imamına feth ederse .namaz istihsâlleri fâsid olmaz. Nitekim, Resûliilluh Efendimi/, (S.A.V.) namazda «Mü'minûn» sûresini okurlarken ,bir kelime geçmişler, namazdan sonra «İçinizde Ubey yok muydu?» dîye Ashâbm en iyi ve kuvvetli kıraate sahip olanı Hz. Uhcy bin Kaab' (R.A.) i sormuşlar.

Hz. Kaab (R.A.) «Evet! (Buradayım) yâ RcMİİüllah» rliw orada olduğun» atici­liğinde: «Bana feth ermeli dc«îl miydin?» buyurmuşlardır. Hz. Ubcy (R.A.) «Ben o kelimeyi mensûh olmuş sandım.» dediğinde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) «Mensûh olsaydı size  bildirirdim.» buyurmuşlardır.

Hz. Ali (R.A.) de «İmâm senin fethine muhtaç ise fethet»buyurmu$tur.

(Nİ'met-i İslâm)
[166] Sahrada sütresiz  namaz  mekruhtur.   Sahrada namaz  kılan   kimse  önüne   kalınlığı  bir parmak ve uzunluğu bir arşın olan bir sütre (değnek v.s.) dikmelidir. Zira, Resûlüllah Efendimiz  (S.A.V.)  <£>izin   biriniz  (önüne)  bir ok  da  olsa   mutlaka siitrc diksin.»  bu­yurmuşlardır.                                                                                                      (Mültekâ)
[167] Amel-i kesîr: Çok iş, «,-*>k hareket demektir. Aind-i kain: Az İş, az hareket, demektir.

Namazda, amel-İ -kesîr ifsâd edicidir. Amel-i kalîl ifsâd edici değildir. Ancak kö­tü bir harekettir.

istilanda: Amel-i kesîr, namaz kılanın, bazı hareketlerinden dolayı görene na­mazda olmadığı hususunda şüphe uyandırmadığı kimsedir.

Amel-i kalil ise, namaz kılanın, yıamazda olup olmadığı hususunda görene şüphe uyandırdığı kimsedir.

Amel-i kesîr namaz ve namazı ıslâhla ilgili bir hareket değildir. Zâid bir hareket­tir. Ancak, hâdes sebebiyle abdesti yenileme, imâmda istihlâf ve Korku Namazında saf fin tebdili amelleri müstesnadır.

Namazda düşen serpuşu (veya takkeyi) alıp başına koymak zâid bir amel değildir. Baş açık kilmatotansa onu başa almak daha faziletlidir.

Amel-i kesin biraz daha izah edersek şöyle dememiz gerekir: Bu amel musallînin namaza durduğunu bilmeyene göredir. Yoksa bir kimse birinin namaza durduğunu görüp de sonra O'ndan namaza aykırı bir hareket görse, meselâ eline tarak alıp saçını veya sakalını taraşa namazı fâsid olur. Bununla beraber, bu durumda O'nun namazda olmadığını bilmek yakînen şarttır.

AmeM kesîr ile amelfi kain daha değişik olarak şöyle de tarif edilmiştir:

Üç mütevâli hareket kesir ve onun aşağısı kailidir. Yahut iki eliyle yapılması â<lct olan şey bir eli ile de yapılsa kesîr, bunun aksi kalîldir. Yahut faile kasdedilen kesir, kasdedilmeyen kalîldir. Veya tecrübeye göre ehlinin kesîr dediği kesir, kalîl dediği kaindir.                                            


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..