Velî'ntn Hükümleri :

Velî lügat yönünden sâhib ma'nâsıuacUr. Örten velî yani velayet; küçük çocukda, delide ve kölede nikâhın sıhhatinin şartıdır. Çünkü bun­ların velîye ihtiyâcının sebebi aczdir. Küçük çocuk, deli (mecnûn) ve kölede ise acz mevcûddur. Velînin, küçük çocukda ve benzerinde nikâ­hın sıhhatinin şartı olması ve bunların zıtlarmın nikâhının mün'akid olmasının sıhhatinde velînin şart kılınmaması bilinince, musannif bu­nun, üzerine; âkile ve bâliğa olan «mükellef hür kadının nikâhı velîsiz mün'akid olur.» sözüyle açıklama yaptı. Gerek o bâliğa, bakire veya dul olsun, velîsîss nikâhı kıyılır. Mükellef olan hür kadın kendisini velînin izni olmadan tezvîc etse, İmâm Ebû Hamle (Rh.A.) ve Ebû Yûsuf (Rh. A.) a göre, geçerli olur. Yine Ebû Yûsuf (Rh.A.) dajx bir rivayette ge­çerli olmaz. Ancak velînin izni ile geçerli olur. İmâm Muhammed'-(Rh.A.) e göre, "velînin icazetine bağlı olarak geçerli olur. İmâm Mâlik (Rh.A.) ve İmâm Şafiî* (Rh.A.) ye göre, asla geçerli olmaz. Yani velî için küfü'ün gayrinde (kıza denk olmayan erkek hakkında) itiraz hak­kı vardır. Eğer velî dilerse fesheder ve dilerse icazet verir. O mükellef olan hür kadın küfü'ü (dengi) olmayan kocadan çocuk doğurmadıkca velî için itiraz hakkı vardır. Fakat o mükellef olan hür kadın o koca­dan çocuk doğurursa, çocuk zayi olmasın diye velîler için fesh hakkı yoktur. Çünkü o çocuğun mürebbisi olmamakla zayi' olur. Haniye ve Hulâsa'da böyle zikredilmiştir. Fakat Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsût'unda de­nilmiştir ki: Mükellef olan hür bâliğa kadın kendisini dengi olmayana tezvîc etse, velî nikâhı bilip ö kadın bir kaç çocuk doğuruncaya kadar sükût etse, ondan sonra.o velî, o koca için da'va açsa, velînin o koca ile karının arasını ayırmak hakkı vardır. Çünkü sükût nikâh hakkın­da rızâ sayılmaz. Ancak nassan bakire hakkında mâ sayılır. Kıyâs böy­le değildir. Nihâye'de böyle zikredilmiştir.

Mükellef olan hür ve bâliğa kadının, velînin izni olmadan kendisini denginden başkasına tezvîcde velî İçin itirazın caiz olmadığı da rivayet edilmiştir. Bunu İmâm A'zam'dan, İmâm Hasan (Rh.Aleyhimâ) rivayet etmiştir. Zira -çok şey vardır ki, vukuundan sonra onun kaldırılması mümkün olmaz. İmdi bunda da velî için itiraz caiz değildir. Zamanın fesadından dolayı fetva da bununladır.

Velîlerin bazısının rızâsı, tamamının rızâsı gibidir. Şayet velîlerden biri akd yapsa - eğer o velîler derecede eşit olurlarsa - geri kalanlar akdi bozamazlar. Eğer velîlerden bazısı âkidden daha yakın olsa, daha yakın olan için akdi bozma hakkı vardır.

Velînin mehri ve mehrîn benzeri eşyayı alması - ki kızın teçhizi ve velîme (düğün) hazırlıklarına başlaması gibi şeyler bunlardandır - rı­zâdır. Çünkü almak, akdin hükmünü kabullenmektir. Eğer velî mehr ve nafakada koca ile çekişse, kıyâsa göre rızâ ojmaz, istihsânda rızâ olur. Bunu Kâdîhân zikretmiştir.

Velînin sükûtu rızâ değildir. Çünkü velînin mütâlebeden (da'vâ.ve iddiadan), sükûtu muhtemeldir. İmdi sükût ancak özel yerlerde rızâ sayılmıştır ki bu, o özel yerlerden değildir.

Bâliğa olan bakire, nikâh için zorlanmaz. Yani bâliğa olan bakire kadın rızâsız nikâh edilmez. Yalnız küçük kız, dul da olsa, bize göre, zorlanır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, bakire kadın, bâliğa da olsa zor­lanır. Şu halde bakire olan küçük kız ittifakla zorlanır. Bâliğa olan dul kadın ittifakla zorlanmaz. Bundan sonra, bize göre, her velî için zorla­ma (cebr) hakkı vardır. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre zorlama yoktur. Ancak baba ve babanın babası yâni dede için zorlama hakkı vardır. Eğer velî kendisi, o bâliğadan nikâha izin istese veya velînin vekili veya velînin elçisi veya velî kendisi tezvîc etse, imdi o bâliğa kendisi­ne tezvîc haberinin ulaştığını bilip de sussa veya müstehzi olmamak şartıyla gülse - zira o bâliğa alaylı gülerse rızâ olmaz - şayet gülümsese, gülümsemek rızâdır. Sahîh kavi budur, Nihâye'de böyle zikredilmiştir. -Veya sessiz ağlasa, kocasının kim olduğunu bilmek şartiyle bunların hepsi izin olur. Yani o bâliğamn sükûtu ve sükût üzerine atf olan şey­ler, izin olur, ancak eğer o bâliğa kocası kim olduğunu bilirse izin olur. Tâ ki o bâliğa kadının kocayı istediği veya istemediği ortaya çıksın. Hattâ velî bâliğaya; «Ben seni bir erkekle evlendirmek isterim» deyip de o bâliğa sussa, rızâ olmaz. Çünkü o evleneceği erkeğin kim olduğu­nu bilmiyor. Eğer velî bâliğaya; «Ben seni fülân yahut fülân kimse ile evlendireyim» deyip bir cemâat zikretse de bâliğa sussa bu nzâdır. Velî her hangisini dilerse onunla evlendirir. Zeyîaî (Rh.A.) böyle zikretmiş­tir.

O bâliğamn mehrini bilmesi şart değildir. Çünkü mehrsiz nikâh şahindir. Eğer tebliğ eden kimse fuzûlî (kendiliğinden giderse) aded ve­ya adalet, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, şart kılınmıştır. İma mey n (Rh. Aleyhimâ) ayrı görüştedir. Keza bunda da şüphesiz bâliğa olan bakire kadının sükûtu, zikredildiği gibi, izindir.

Şayet bâliğa olan bakire kadını velî onun yatımda evlendirip o bâ-liğâ sussa, esah kavide izin sayılır. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.

Eğer velî yakın akrabadan başkası, yani yabancı veya uzakdan velî olup o bâliğadan izin istese, onun İzai sükût ile olmaz, belki söz ile olur.

çünkü bu susmak, yabancının sözüne iltifat az olduğu içindir. Şu halde rızâ üzerine delâlet etmez. Fakat elçi bunun aksidir. Çünkü elçi velî ye­rine geçer. Nitekim dul kadının rızâsı da söz île olur. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.): »Dul kadına danışılır.» buyurmuştur. Çünkü dul kadının konuşması ayıp sayılmaz.

Zira alışıklıkla haya azalır. Şu halde dul kadının konuşmasına engel yoktur, demektir.

Kâfî'de zikredilmiştir ki, eğer rızâya delâlet eden fiil bulunursa, o İiil söz gibidir. Meselâ nefsini teslim veya mehrini ve nafakasını iste­mek gibi. Çünkü delâlet, sarahatin gördüğü işi görür.

Muhît'te de zikredilmiştir ki: Eğer o bâliğa kadın kocanın hedi­yesini kabul etse veya kocaya hizmet etse veya yemeğinden yese rızâ olmaz.

Yakın olan velîden başkasının izin istemesinde mehri ve kocayı bildirmek şart kılınmıştır. Denilmiştir ki: Babanın ve dedenin ve bu ikisinden başka kimsenin nikâha izin istemekte mutlaka mehri söy­lemesi gerekir. Çünkü bâliğamn rağbeti mehrin azlığına ve çokluğuna göre değişir. Sahîh olan şudur ki, eğer evlendiren kimse, baba veya dede olur da, yalnız kocayı zikrederse yeter. Çünkü baba nıehrden, an­cak daha çoğunu elde etmek için eksiltir.

Eğer evlendiren kimse, baba île dededen başkası olsa, kadına mut­laka evleneceği kocayı ve mehri belirtmesi gerekir. Nitekim Kâfî'de böyle zikredilmiştir.

Bâliğa kadının bekâreti, sıçramakla veya hayzı fazla olmakla veya bir yara ile veya ta'nîs ile yok olsa - ta'nîs bâliğamn ailesi yanında bâ­liğa oldukdan sonra, bakire sayılmaktan (yani bakireler sırasından) çıkıncaya kadar uzun müddet kalmasıdır -- veya zina ile yok olsa, o bâliğa kadın hükmen bakiredir. Yani susmasının rızâ sayılmasında bakire hükmüne tâbidir. Eğer koca ile bâliğa olan bakire kadın, susmada an-laşamaaalar, söz bâliğa olan bakire kadına âiddir. Kadının sözü kabul edilir. Yani koca bakire bâliğaya; «Sana nikâhı (evlenmeyi) tebliğ et­tim, sen sustun» dese ve o da; «Ben reddettim,» dese, bu takdirde söz bâliğanındır. Çünkü koca akdin lüzumunu ve bu'zın (cima hakkının) temellükünü iddia ediyor, kadınsa bunu reddediyor.

Kadının sustuğuna dâir kocanın delîl göstermesi kabul edilir. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, delîl bulunmadığında kadına yemîn etti­rilmez. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, nikâhda yemîn ettirme bulunma­dığı için yemin ettirilmez. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda aya görüş­ledir.

Velî için, küçük oğlanı ve küçük kızı, gerekse o küçük kız dul ol­sun, evlendirmek hakkı vardır. İmâm Şâtiî (Rh.A.), bunda ayrı görüş< tedir. Nitekim daha önce geçti.

Gabn-ı fahiş ile nikâh etmesi caizdir. Gabn-ı. fahiş : İnsanların al-danmadiğı şeydir. Bu, babanın küçük kızını evlendirmekle ve mehrin-den aşın şekilde eksiltmekle olur.

Veya dengînden (küfü'den) başkasına nikâh etmesi caizdir. Bu, ba­banın küçük kızını köle ile veya küçük oğlunu bir câriye ile evlendir­meyidir. Eğer velî, baba veya dede, yani babanın babası olursa bu caiz­dir. İmâmeyn (Rh.Aleyhimâ) bunda ayrı görüştedir.

Fukahâ demişlerdir ki: Hılâf, baba ayık olduğu vakittedir. Eğer baba sarhoş olursa, nikahlama ittifakla sahih olmaz. Keza, eğer baba veya dedenin, açgözlülüğünden veya sefih olduğundan dolayı kötü bir seçme yaptığı bilinse, nikahlama ittifakla sahih olmaz. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur : Şüphesiz onların velayetleri nazarîdir. (Fay­da gözetmeye mebnîdir) Eğer zararı kapsarsa caiz oîmaz. İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili ise şudur: Şüphesiz baba ile dedenin şefkatleri çoktur. Şu halde bu zarar başka faydalar karşılığında yok olur. Meselâ, koca­nın güzel huy sahibi olmasından, ülfet sahibi olmasından, nafakası ge­niş olmasından ve iffetli olmasından dolayı yok olur. İmdi zahir olan; baba ve dede, o kızı evlendirmekle bunları kasd etmişlerdir. Binâena­leyh zarar yoktur.

Eğer velî, baba veya dede olmazsa, gabn-ı fahişle nikâh etmek veya elenginden başkasına nikâh etmek ittifakla sahih olmaz. Çünkü baba ile dededen başkasında illet-i velayette sıhhat yoktur.

Velilerden baba ve dedenin akdinde, yani baba ve dede şayet küçük oğlanı ve kızı evleridirse, eğer mebr-i misli ile veya dengi ile evlendirse o akd yürürlükte olur. Şu halde bulûğdan sonra ikisinden biri için mu­hayyerlik yoktur.

Velîlerden baba ve dededen başkasının akdinde, bulûğ ile veya bu­lûğdan sonra nikâhı bilmekle feshetme muhayyerliği vardır. Yani, eğer küçük oğlan ve küçük kız bulûğdan önce akdi bilse, ikisinden her biri için bulûğa eriştiğinde feshetme muhayyerliği vardır. Eğer dilerlerse nikâh üzere kâim olurlar ve dilerlerse nikâhı bozarlar. Bu İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Muhaimned' (Rh.Âleyhimâ) e göredir. Eğer ikisi de bulûğdan önce akdi bilmezlerse, her biri bulûğdan sonra akdi Öğrenin­ce, feshetme muhayyerliğine mâliktir.

Musannifin, «baba ve dededen başkası» demesi, kâdîye ve anaya şâ­mil olur. Hattâ kâdî ile anadan biri küçük km evlendirse, muhayyerlik sabit olur. Sahih olan budur. Fetva da bunun üzerinedir. Kâtf'de de böyle zikredilmiştir.

Bu feshetme muhayyerliği kâdînin kazası şartıyledir. Yani küçük, oğlan veya kız bulûğdan sonra ayrılmayı seçseler, ikisi arasında olan nikâhı kâdî feshetmedikce ayrılma sabit olmaz. Itk (âzâd olma) mu­hayyerliği bunun aksinedir. Çünkü ıtk muhayyerliğinde hüküme muh-tâc olmaz. Muhayyer olan kadının serbestliği de bunun aksinedir. Çün­kü muhayyer kadın şayet kendini seçse hükümsüz ayrılma vâki olur.

Küçük oğlan ve küçük kız kâdînin hükmünden önce ölse, biri diğe­rine vâris olur. Yani ayrılma hükme şart kılındığı surette, hükümden önce küçük oğlan ve kızın biri ölse, gerek o küçük oğlan ve kız baliğ olsun, gerekse olmasın diğerine vâris olur. Çünkü hükümden önce nikâh bakîdir.

Bakirenin burada susması rızâdır. Yani bakirenin bulûğu sırasında veya bulûğdan sonra nikâhı bildiği vakitte susması rızâdır. Bakirenin muhayyerliği her ne kadar muhayyerliği bilmese de meclisin (bulundu­ğu vaziyetin) sonuna uzamaz. Çünkü bakire şayet kendisi için muhay­yerlik olduğunu bilmediğine binâen burada sussa muhayyerliği bâtıl olur. Bakirenin muhayyerliğini bilmemesi Özür sayılmaz. İmdi uygun olan kendi nefsini, bulûğa ermekle o meclisde ihtiyar (seçmek) etmesi­dir. Eğer bakire kanı gecede görse, diliyle nefsini ihtiyar eder, ve «ben nikâhımı feshettim», deyip ve sabah oldukda şâhid getirir, ve ben şim­di kam gördüm, der. Eğer o bakire hayz gördüğü anda «Elhamdülillah, ben nefsimi ihtiyar ettim.» dese, muhayyerliği üzeredir. Eğer hayz görr düğü anda hizmetçisini gönderip şâhidleri çağırsa, o.da şâhicüeri bula-masa, halbuki o bakire ayrı bir yerde olsa, ona nikâh lâzım gelir. Bu özür olmaz. Eğer bulûğu sırasında kocasının adını veya tesmiye olunan mehrini sorsa veya şâhidlere selâm yerse, o bakirenin muhayyerliği bâtıl olur. Eğer bulûğu sırasında nefsini seçip şâhid de gösterse, iki aya kadar kâdîye gitmese muhayyerliği üzeredir. Ayb muhayyerliği gibi. Zeylaı (Rh.A.) böyle zikretmiştir. Mu'takka, (Âzâd edilmiş kadın) bu­nun aksinedir. Yani bir câriye âzâd olur da kocası bulunursa, her ne kadar o câriye kendisi için muhayyerlik olduğunu bilmese de onun için ıtk (âzâd olma) muhayyerliği sabit olur. Bilmemesi Özürdür. Çün­kü efendisine hizmeti, öğrenmeye engel olur. Hürler bunun aksinedir. Çünkü ilim öğrenmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır. Küçük oğlan ve kıza gelince; Şayet ikisi de mürâhik (bulûğa yaklaşmış) olsa­lar, îmânı ve îmânm ahkâmım öğrenmek ikisine de vâcib olur. Veya o mürâhik ve mürâhikanın velîleri üzerine öğretmek vâcib olur. Mürâhik ile mürâhikayi kendi keyiflerine bırakmak doğru değildir. Çünkü Resû-lüllah (S.A.V.) :

«Çocuklarınız yedi yaşına vardığı zaman onlara namazı emredin, on yaşma vardıkları zaman (kılmazlarsa) onları dövün.» buyurmuştur.

Küçük oğlan ve dul kadın için meclisin muhayyerliği, onlar bulû­ğa erince sarahaten veya delâleten rızâ bulunmaksızın bâtıl olmaz. Sarahaten rızâ «razı oldum veya kabul ettim» demekle olur. Delâleten ise; öpmek, dokunmak, oğlanın mehri vermesi, dul kadının mehri ka­imi etmesi gibi razı olduğunu gösteren bir şey yapmakla olur. Yine kü­çük oğlanın ve dul kadının meclîsden kalkması ile de muhayyerliği bâ­tıl olmaz. Çünkü bulûğun muhayyerliği rızânın yokluğu ile sabit olur. Rızânın yokluğu ile sabit olan şey rızâ ile bâtıl olur. Ancak bakirenin susması rızâdır. Binâenaleyh, fazlası şöyle dursun meclisin sonuna ka­dar bile devam etmez. Oğlan çocuğun susması ise rızâ değildir. Şu hal­de susmayı gerektiren ayağa kalkma (kıyam) ile oğlanın muhayyerliği bâtıl olmaz. Dul kadının meclisden kalkmasıyla muhayyerliğinin bâtıl olmamasına gelince; Çünkü dul kadmm bulûğunun muhayyerliği ko­canın isbâtı ile sabit olmamıştır. Bu zahirdir. Onun ispatiyle sabit ol­mayan şey, meclise münhasır değildir. Üzerine inhisar edilecek şey tef-vîz (boşanmayı karısına havale) dir. Nitekim y&kmda yerinde açıkla­ması gelecektir. İnşâallâhu Teâlâ.
Nikâhda velî, küçük oğlanın malında tasarruf etmekde değildir. Zira   küçük   oğlanın   malında   tasarruf,   önce   babaya   âiddir.   Bundan sonra onun babasına sonra her ikisinin vasilerine âiddir. Bu, böy-iece devam eder. Binefsihi asabe olanındır. Binefsihî asabe, araya kadın girmeksizin ölüye bitişen erkekdir. Musannif «binefsihî asabe» sözü ile asabe bi'1-gayrdan ihtiraz eylemiştir. Kız evlâd gibi ki, şayet kız evtâd oğul ile asabe olsa, asabe bi'1-gayr olur. Kıza deli olan annesi velî ola­maz. Yine musannif, bu sözle kızla beraber kız kardeş gibi gayr ile be­raber olan asabe olan kimseden ihtiraz eylemiştir. Çünkü kız için deli olan kızkardeşine velî olma hakkı yoktur.

Velî, miras tertibi üzere asabe olandır. Yani nikahda velî olan er­kek evlâd, ne kadar aşağıda olsa da'takdim edilir. Ondan sonra asıl tak­dim edilir. O da babadır ve dede - ki babanın babasıdır - ne kadar yu­karı çıksa da dede takdim edilir. Ondan sonra ana - baba bir erkek kardeş, bundan sonra baba bir erkek kardeş, bundan sonra baba bir ana bir erkek kardeş oğlu, bundan sonra baba bir erkek kardeş oğlu, bundan sonra ana - baba bir amca, bundan sonra baba bir amca, bun­dan sonra baba bir ana bir amca o£lu, bundan sonra baba bir amca oğlu, bandan sonra mu'tak (azâd-edilmiş olan) takdim edilir. Artık bunda erkek - kadın müsavi olur. Ondan sonra mevlânm asabesd, on­dan sonra mecnûnenin velîsi, babanın btılunmas-yle beraber erkek ev-lâddır.

Velî, haeb (yâni hakkım menetmek) tertibi üzere de oluı. Yani ni­kahda uzak olan velî, hür olmak ve mükellef olmak şartıyle, yakın ve­lî ile mahcûbdur.                             

Kölenin, küçük oğlanın ve mecnûnun kendilerinden başkası üze­rine velayetleri yoktur. Çünkü başkası üzerine velayet kendi nefsi üze­rine velayetin fer'idir. İmdi kendileri üzerine velayetleri olmayan köle, küçük oğlan ve mecnûnun başkaları üzerine de velayetleri yoktur.

Evlenmek isteyen Müslüman kadın hakkında velînin Müslüman olması şarttır. Müslüman çocuğu hakkında da velînin Müslüman ol­ması şarttır. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) :
«Allah kâfirlere, mü'minler üzerine asla fırsat vermeyecektir.» bu­yurmuştur. [1] Keza Müslüman için kâfir kadın üzerine velayet yok­tur. Musannif a uygun olan; «meğer ki o Müslüman velî bir kâfir cari­yenin efendisi veya sultânı ola» demek idi. Bunu Zeylaî zikretmiştir.

Nikâhda velî, asabe binefsihîden sonra anadır. Ondan sonra ana -baba bir kız kardeştir. Ondan sonra baba bir kız kardeştir. Ondan son­ra ana bir kız kardeştir. Ondan sonra mahrem olan zî-rahmdir. Dâima en yakın olan tercih edilir. Ondan sonra mevlel muvâlâttır. Mevlel muvâlât : Vârisi olmayan kimsedir ki başkasıyla ben bir cinayet işler­sem, diyeti sen ödeyeceksin, ölürsem mîrâsım senin olacak diye, velî tutunur.

Bundan sonra nikâhda velî Sultândır. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) :

«Sultân, velîsi olmayan kimsenin vdîsicUi'.» buyurmuştur.

Bundan sonra nikâhda velî kâdıdir. Öyle kâdî ki Sultân tarafın­dan verilen fermanında, velîsi olmayan kimseyi evlendir, diye yazıl­mıştır.

Uzak olan velînin, küçük kızı, gaybet-i münkatıa ile gâib olan ya­kın velînin bulunmamasryle evlendirmek yetkisi vardır. Fukanadan ba­zıları; «Gaybet-i munkatıayı: Yakın velînin, ancak yılda bir kere kafile ulaşan bir beldede bulunmasıdır.» diye tefsir etmişlerdir. Bu tefsir Ku-dûrî'nin seçtiğidir. Bazıları da; «Yakın velî, sefer müddetinin en yakı­nında, yani kasr mesafesinde olursa uzak velînin evlendirmesi caiz­dir» demiştir. Çünkü sefer müddetinin uzağı için sınır yoktur. Böyle olunca yakın itibâra alınmıştır. Bu, Kâdî Ebû Ali en-Nesefî île Sa'd b. Muâz el-Mervezî, Sadru'l-İslâm el-Pezdevî ve Saâru'ş-Şehûf (Rh.Aley-him) in de ihtiyarlarıdır. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de böyle zik­redilmiştir.                                      ,

Bazıları demiştir ki: Yakın velî kızı isteyen küfü' (denk), ondan haber bekleyemeyecek kadar uzakta ise, uzak velînin evlendirmesi caiz olur. Bunu İmâm Şemsü'l-Eimme es-Serahsî (Rl: A.) ihtiyar eylemiştir. Nitekim o şöyle demiştir: İşin doğrusu, o yakın velî öyle bir yerde ol­malı ki, onun gelmesi beklense veya reyi öğrenilmek istense hâzır olan kızın dengi tâlib kaçırılmış olur, işte bu gaybet-i munkatıadır. Aksi takdirde bu gaybet-i münkatıa değildir. Çünkü yakın velînin velayeti nazarîdir (faydaya dayanır). Bu takdirde onun velayetinin ibkâsında (kalmasında) fayda yoktur.

Uzak velî için velayet sabit oldukdan sonra, şayet o uzak velî o kızı evlendirse, ondan sonra yakın velî gelse, o yakın velînin nikâhı fes­hetme yetkisi yoktur. Yani fesh caiz olmaz. Çünkü akd, velâyet-i tamme ile akd olunmuştur. Halbuki halef ile maksüd hâsıl oldukdan sonra asi üzere kudret hâsıl olmuştur.
Bir küçük oğlanın velîsi veya bir küçük kızın velîsi veya bir adamın vekili veya bir kadının vekili veya bir kölenin efendisi, her biri nikâhı ikrar etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, bunlardan hiç birinin ikrarı tas­dik edilmez. Başkası üzerine ikrar olduğu için tasdik edilmez. Ancak şâhidler nikâh üzerine şehâdet ederler; veya küçük oğlan ve kız âkil baliğ olup da tasdik ederlerse, veya müvekkil yahut köle tasdik ederler­se, kabul edilirler. İmâmeyn' (Rh.Aleyhimâ) e göre, şehâdetsiz ve tas­diksiz velî tasdik edilir. Bunun şekli şöyledir : Bir adam kâdî huzurun­da bir küçük kızın babası üzerine iddia edip bu adam küçük kızı bana verdi, dese, baba da o nikâhı kâdî yanında ikrar etse, kâdî zevcin iddia ettiği nikâh üzerine beyyine getirmedikçe nikâh ile hüküm veremez. Kâdî de küçük kız tarafından bir kimseyi vasî ta'yin edip hattâ o vasî nikâhı inkâr eder ve o adam o vasî üzerine delîl getirirse veya küçük kız nikâhı âkü baliğ adamı ve babasını tasdik ederse bu takdirde kâdî o adama nikâh ile hükmeder. Câriye bunun hılâfınadır. Çünkü Üç îmâm icmâ eylemişlerdir ki; şayet bir adam bir cariyenin efendisinden o cariyenin nikâhım iddia ettikden sonra o efendi cariyenin nikâhını ikrar etse, delilsiz ve tasdiksiz cariyenin nikâhıyle hüküm'verilir. Çün­kü efendi kendi aleyhinde ikrarda bulunmuştur. Zira efendi o cariye­nin kendine ve fercine (bud'una) mâlik olur. Köle bunun hılâfınadır. Çünkü Efendi kölenin ancak nefsine mâlik olur. [2]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..