(Kölelikten   Kurtulma)

I'tk ve atak, lügat yönünden mutlak olarak kuvvettir. Istılahı (şer'î) ma'nâsi, kendinden başkalarının hakkının kesilmesiyle insanın hakkında zahir olan hükmî bir kuvvettir.
İ'tâk ise, Iûgat yönünden mutlak olarak kuvvet ve istılâhen, şer'î kuvvetin isbât edilmesidir. Âzâd edilen kimse, bu şer'î kuvvetle şehâdet-ler ve velayetler için ehil, başkaları hakkında tasarrufa ve kendisinden, başkalarının tasarrufunu savmaya kadir olur. [61] 8u tasarruf mutlak değildir. Belki hükmen zayıflık dlan köleliğin izâlesiyledir. Meselâ ha­kîkî zayıflık —ki o hastalıktır— ortadan kalkmakla bedende hâsıl olan hakîkî kuvvet gibi. Veya İ'tâk, köleliği mutlak surette gidermek­ledir. Yâni mülkü olmasına bağlı değildir.

Sözün kısası, "memlûkun başka bir kimse için köle olmamasını sağlamaktır. Bununla satış ve bağış hâriç kalır. Çünkü bunlarda raem-lûkünü başkasına memlûk yapmak vardır. Buna şer'î kuvvetin isbâtı gerekir. înşâallahu Teâlâ yakında açıklaması gelecektir.

Köle âzâd etmek (i'tâk), mükl ehil olduğu için hür olan kimseden sahih olur. Çünkü memlûk olan, her ne kadar temlik olunursa da mâ­lik olmaz.                     

Âzâd olma (ı'tk) ise ancak mülkde olur. Bu hür kimse mükellef, yâni âkil ve baliğ olmalıdır. Birincisi yâni âkil olması, deliliğin tasarru­fa ehil olmasına aykırı olduğu içindir. Bundan dolayı âkil ve baliğ olan kimse «Ben sabi iken yâhûd deli iken köle âzâd ettim.» dese cinneti de açıkça belli olsa, söz onundur. Çünkü tasarrufu münâfî bir hâle dayan­maktadır. İkincisi, yâni baliğ olmasına gelince; çünkü köle âzâd etmek besbelli bir zarardır. Bundan dolayı vasi ve velî köle âzâd etmeye (i'tâka) mâlik olmazlar. Küçük çocuk (sabî) da, sırf zararlı olan şeye ehil değildir. Sırf faydalı olanla ikisinin arasında olanlar bunun hilâ-fınadır. Şöyle ki, birinci için sabî, izinden önce; ikinci için izinden son­ra ehil olur.

Hür ve mükellef olan kimsenin mülkünde olan köleyi âzâd etmesi sahilidir. Bunun, şart kılınması Resûlüllah (S.A.V.) :

«İnsanoğlunun mâlik olmadığında âzâd etme (hakkı) yoktur.» bu­yurduğu içindir.

Âzâd etmeyi mülke izafe etse de sahih olur. Yâni i'tâkı mülke iza­fetle de olsa sahih olur. Meselâ başkasının kölesi için; «Eğer ben ona mâlik olursam o hürdür.» demek gibi. Şayet ona mâlik olsa o köle âzâd edilmiş olur. Bunun benzeri tajâk babında geçti.

Köle azadında, hem konulusu lıeın de şer'î yönü itibariyle sarih olan lâfız kullanmakla i'tâk sahih olur. Niyet gerekmez. Çünkü niyetin şart kılınması söyleyenin muradı şüpheli olduğu zamandadır. Şüphe ol­mayınca niyet de şart değildir.

Sarîh sözlere misâl: «Sen,hürsün», «Sen âzâd edilmişsin», «Sen hür kılınmışsın», «Ben seni hür kıldım», «Ben seni âzâd ettim» veya «Sen hürden başka bir şey değilsin.» demek gibi. Burada: «Sen hürden baş­ka bir şey değilsin.» sözü, olumsuz ile olumluyu kapsamaktadır. Bu söz mücerret isbâttan daha kuvvetlidir. Kelime-i şehâdet buna delildir.

Yalnız hürriyetle vasıflandınlmakla da köle âzâd edilmiş olur. O vasfı te'kid edince, âzâd edilmiş olması evleviyyette kalır.

Ya da: «Bu benim mevlâmdır» veya «Ey benim mevlâm» demekle de köle âzâd edilmiş olur. Çünkü, köle lâfzı müşterektir. Ma'ilâlarından biri de âzâd olunan köledir ve köle hakkında lâyık olan ancak bu ma'-nâdir.. Şu halde bu lâfızla niyetsiz âzâd edilmiş olur.

Ya da: «Ey hür» veya «Ey âzâd edilen kişi» dernekle de âzâd edil­miş, olur. Çünkü ihbar lâfzı şer'î tasarruf âtla ihtiyâcı gidermek için inşâ kabul edilmiştir. Nitekim nikâh, talâk, satış ve bunların benzerin­de olduğu gibi. Çünkü imkân ııfsbettndc akıllı insanın sözünü sahih ına'nâya hamletmek gerekir. Bunun gerçekleşmesi için ise; âzâdhğm ve benzerinin mahalde Önceden sabit olmasında» başka bir çâre yoktur. Tâ ki-bu ihbar hakikat olsun. Eğer: «Yalanı .murâd eyledim.» veya «İş-den serbest kalmasını murâd eyledim.» dese, kazaen değil de, ihtimâl bu­lunduğu için diyâneten tasdik edilir. Çünkü çağnmak çağrılanı getir­mek içindir. Köleyi inşâsına mâlik olduğu vasıfla çağırınca, o çağır­ma bu vasfı gerçekleştirmek olur. Ancak eğer koleje «Hür» veya «Atik» diye ad koydu ise bu takdirde köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü onun bundan muradı, kölesini Özel atlı ile çağırmaktır ki bu onun lâkabıdır. Bundan sonra, yâni köleye «Hür» adını verdikden sonra yabancı bir ke­lime ile çağırsa da, «Ey âzâd» dese, halbuki ona «Hür» adını vermiş idi, veya «Âzâd» adını verdikden sonra «Ey hür» diye çağırsa, o köle âzâd edilmiş olur. Çünkü bu çağırmak, adı ile çağırmak değildir. Şu halde bu, vasıfdan ihbar sayılır.

Keza «Senin başın hürdür.» demesiyle ve buna benzer, yâni bedeni ifâde eden uzuvlar ile meselâ; «Senin yüzün hürdür», «Senin boynun (rakaben) hürdür» demesiyle veya cariyesine «Senin fercin hürdür» de­mesiyle âzâd edilmiş olur. Çünkü bu sözler bedeni ifâde eden lâfızlar­dır. Nitekim talâkda geçti.

Eğer İ'takı, yarım, iiçlebir v^e bu İkisi gibi kölenin yaygın bir cüz'ü-ne izafe ederse âzâd o cüzde vâki olur. Bundan sonraki bâbda, bunların ardında olan hilafın açıklaması gelecektir.

Sahibinin, kölesine: «Ben sana nefsini hibe ettim.» veya «Nefsini sana sattım.» demesiyle köle âzâd edilmiş olur. Her ne kadar köle, sa­tışı ve hibeyi kabul etmese ve sahibi de âzâd etmeye (i'tâka) niyet et­mese, yine de köle âzâd edilmiş sayılır. Çünkü kölenin nefsini ona sat­mak, âzâd etmek demektir .Kölenin nefsini ona hibe etmek de â^âd sa­yılır. Eğer sâhib: «Ben sana nefsini şu kadara sattım» diye sözüne zi­yâde eklerse, köle kabul etmedikçe âzâd edilmiş olmaz. El-Fusûl ü'l-İmâ-diyye'de böyle zikredilmiştir.

Sahibinin i'tâkı kinaye sözlerle yapması hâlinde, eğer şüphe ve ih­timâli gidermek için âzâda niyet etti ise köle âzâd edilmiş olur. Meselâ: «Benim senin üzerinde mülküm yoktur», «Senin üzerinde kölelik yok­tur», «Sana yol yoktur», «Sen benim mülkümden çıkdın» veya «Ben senin yolunu tahliye ettim.» demek gibi. Çünkü bu zikredilen şeylerin nefyt, satış veya kitabet-suretiyle yâhûd âzâd etmek suretiyle olmak ihtimâli vardır. Âzâdı niyet edince, o taayyün eder.

Eğer sahibi kölesine: «Var dilediğin yere git.» veya «Allahu Teâ-lâ'nm, beldelerinden dilediğin yere git.» dese, her ne kadar âzâda niyet etmiş olsa da köle âzâd edilmiş olmaz. Çünkü bu söz mâlikiyetin zeva­lini ifâde etmez. Binâenaleyh âzâda da delâlet etmez. Nitekim mükâ-tebde olduğu gibi. Gâyetu'l-Beyân'da böyle zikredilmiştir.

Yine sahibinin cariyesine: «Ben seni ıtlak eyledim (salıverdim)» demesi gibi ki i'tâk niyetiyle söylerse âzad olur. Çünkü bir adamı salı­verdikleri zaman: «Onu zindandan salıverdi» denilir. Şu halde bu söz; «Yolunu tahliye ettim» demesi gibidir..                                           .

«Ben seni boşadım» veya «Sen boşsun» demekle câriye âzâd edilmiş olmaz. Nitekim Kitâbu't-Talâk'ın baş taraflarında; boşama (talâk), âzâd (ıtk) lâfzı ile vâki olur, aksi ile olmaz, diye geçmişti. Çünkü ra-kabenin mülkünün izâlesi, mut'amn izâlesini gerektirir, aksi olmaz. Her ne kadar âzâda niyet etse de, talâkın kinayeleri ile de âzâd edilmiş ol­maz. Yine sahibinin: «Ey benim oğlum», «Ey oğul», «Ey benim oğul­cuğum», «Ey benim kızcağızım», «Ey benim kardeşim», «Benim efen­dim» veya «Ey benim mâlikim» demekle de âzâd edilmiş olmaz. Çünkü çağırmak (nida), bildiğin gibi, çağrılanı getirmek içindir. Eğer hürri­yet gibi inşâsına mâUk, olduğu vasıfla köleye seslenmiş olsa, o vasfı gerçekleştirmek olur. Eğer inşâsına mâlik değilse yalnız bildirmek (i'lâm) için olur. Vasfı gerçekleştirmek için olmaz. Çünkü vasfı ger­çekleştirmek imkânsızdır. İmdi,. zikredilen vasıflar bu kabildendir.

Yine «Benim senin üzerinde sultân (hüccet) im yoktur.» sözüyle, her ne kadar âzâda niyet etse de, âzâd edilmiş olmaz. Çünkü sultân, hüccettir Nitekim Allah Teâlâ (C.C.) :
«Veya bana mutlaka apaçık bîr hüccet (sultân) getirir...» [62] bu­yurmuştur.

Bu âyetteki (sultân) kelimesi (hüccet) diye tefsir edilmiştir. Sultan lâfzı zikredilip onunla mâlikiyet ve istilâ da murâd edilir. îstilâ ve mâlikiyeü kâini olduğu için sultâna da bu ad verilir. Şu hâlde sahibi sanki; «Senin üzerinde benim-için hüccet yoktur.» demiş gibi olur. Eğer açıkça böyle demiş olsa, âzâda niyet etse bile köle âzâd edilmiş olmaz. Keza: «Benim için sultân yoktur.» demekle de küle âzâd edilmiş ol­maz.                                           -

Yine kölesine: «Sen hürrün misli (benzeri) sin» demesiyle de köle âzâtl edilmiş olmaz. Çünkü misi, örfen evsâfın bazısında ortaklık (mü­şareket) için kullanılır. Şu halde hürriyette şek vâki olup şek ile de hürriyet sabit olmaz.

Şu söz bunun hılâhnadır. Şayet, yaşça kendinden daha büyük için veya nesebi sabit olan kendinden küçük için: «Bu benim oğlumdur.» dese, niyetsiz, köle âzâd edilmiş olur. Çünkü birincide büyüklük ve ikin­cide nesebin sübûtu gerçek ma'nâmn murâdını meuederlcr. O gerçek ma'nâ oğulluğun sabit olmasıdır. Şu halde mecaza yorumlanır ve oğul­luğun gereği olan hürriyetin sabit olması murâd edilir. Bunda İmâ-meyn' (Rh. Aleyhimâ) in ve Şafiî' (Rh.A.) nin ayrı görüşü vardır.

Vatan-ı aslîsinde nesebi sabit olmayaîıa, yâni nesebi bilinmeyene gelince; — burada nesebi bilinmeyenin tefsirinde ayrı görüş bulundu­ğuna işaret vardır. EI-Kunye'de denmiştir ki: Kitablardâ zikredilen .nesebi meçhul kimse, bulunduğu beldede, nesebi bilinmeyen kişidir. Hidâye Sarihlerinden muhakkikinin ve başkalarının kabul ettiklerine göre, nesebi meçhul kişi, doğduğu beldede nesebi bilinmeyen kimsedir. Buna delîl; esir düşen gebe kadının çocuğunun nesebi bilittifak sabit olmaktır. Dâr-ı harbden çıkan hamlin nesebi zinadan olmayıp nikâh-dan olmak itibariyle sabit olunca, dâr-ı harbden çıkan şahsın nesebi­nin sabit olması evleviyyette kalır.

Esir edilip celbedilen kimsenin nesebi ancak doğduğu yerde ve va­tan-ı aslîsinde bilinmezse, o zaman meçhul olur. — Vatan-ı aslîsinde nesehi bilinmeyen kimse, celîb, yâni dâr-ı harbden getirilmiş olduğu halde veya dâr-ı İslâm'da doğmuş olduğu halde âzâd olur ve nesebi sü-bût bulur.

Kâfî'de denmiştir ki: Dâr-ı harbden getirilmiş olmakla dâr-ı İs­lâm'da doğmuş olmak arasında fark yoktur. Çünkü sahibinin iddiasının sahîh olması mülk itibariyle, bir de memlûkun nesebe ihtiyâcı itibariy­ledir. 

Kifâye'de denmiştir ki: Celîb sözü, ancak celîb (yakalanıp getiri­len) -doğduğu yerde nesebi sabit olmayan bir kişi olursa sahîh olur. Eğer doğduğu yerde nesebi sabit olursa, onun nesebi sahibinden sabit olmaz. Bundan dolayı ben burada «Doğduğu yerde nesebi sabit olmayan» de­dim.
Eğer kölesine: «Bu benim kızımdır.» veya cariyesine: «Bu benim oğlumdur.» dese, bazısı; bu söz zikredilen hılâf üzeredir, demiş, bazısı da; bi'1-icmâ' âzâd edilmiş olmaz demişlerdir. Çünkü işaret edilen kim­se müsemmâ cinsinden değildir.

Keza; yâni «Bu benim" ogJumdur» sözü ile hılâf üzere köle âzâd edil­miş olduğu gibi, «Bu benim babamdır» veya «Bu benim ananadır» de­mesiyle de mecaz yoluyla âzâd edilmiş olur. Nitekim daha önce zikre­dildi.

«Bu benim kardeşimdir.» demesiyle zahir rivayette âzâcî edilmiş olmaz. Yâni babalık ve analık mülkde bulunsa, babalık ve analık ikisi de vasıtasız âza di gerektirirler. Hürriyet ikisine de lâzım ulur. İmdi mecaz vâsıta zikretmeksizin sahih olur.    Kardeşlik   bunun   aksinedir.

Zira kardeşlik ancak baba veya ana vâsıtasiyle olur. Çünkü kardeşlik sulbde veya rahmde beraberlikten ibarettir. Bu vâsıta zikredilmiş değil­dir ve mülkde bu kelime için bu vâsıta olmaksızın mu'cib yoktur. Yâni zikredilen için vasıtasız hüküm yoktur. Vâsıta zikredilmeyince mecazın sahih olmadığı için söz geçersiz olur.

Ancak eğer: «Bu benim neseb,yönünden, veya baba bir veya ana bir kardeşimdir.» dedi ise köle âzâd edilmiş olur. Mebsût'ta denmiştir ki: Kardeşde iki rivayetin ihtilâfı ancak «Bu benim kardeşimdir» diye mutlak zikredildi^ zamandır. Eğer «Bu benim babamdan veya anam­dan kardeşimdir.» demekle mukayyed zikrederse, tereddütsüz âzâd edil­miş olur. Çünkü mutlak kardeşlik müşterektir. Bazan onunla dînde .kardeşlik murâd edilir. Nitekim Allah Teâlâ (C.C.) :
«Mii'miıılcr ancak kardeştirler..» [63] buyurmuştur. Müşterek hüccet ol­maz. Eğer zikri geçen söz İle kaydederse murâd taayyün ede .

Eğer, oğulluk Ua kardeşlik gibi neseb ile sütkardeşliği arasında müş­terektir, binâenaleyh «Bu benim oğlurndur.» deyip mutlak zikı>ttikde nasıl köle âzâd edilmiş olur, diye sorulursa, cevâbında biz deriz ki:.Böyle mecaz iki kî kata muarız olamaz. Şayet hakikat mümteni' olursa, hakikât üe kendi arasında ilgi olan bir mecaza gidilir ki, o da «Bu hürdüm de­mektir. Çünkü hür olmak oğulluğun lâzımıdır. İmdi bu melzûmdan lâzı­ma intikâl olur. «Bu benim dedemdir.» demek de, «Bu benim kardeşim­dir.» demesi gibidir. Yâni köle âzâd edilmiş olmaz. Ancak eğer, "Babamın babasıdır.» derse âzâd edilmiş olur. Çünkü «Bu benim dedemdir.» dediği söz âzâdı ancak vâsıta ile ifâde eder. Zira onun için mülkde ancak bu­nunla nıûcib vardır. Nitekim daha önce geçti.
Sonra musannif; bir kimsenin kendi ihtiyariyle hâsıl olan âz&dhğı anlattıktan sonra, gayri ihtiyari hâsıl olan âzâdlık mes'elelerini bildir­mek iste3'erek şöyle dedi:
Bir kimse zi-rahm-î mahrem [64] akrabasına mâlik olsa, o köle, o kimse ondan sonra zikredilen kimseler nâmına âzâd edilmiş olur. Rahm, ashiKca çocuğun anası kanundaki kılıfıdır. Doğum yününden yakınlığa rafını adı verilir. Zu'rahm dahi bundan alınmadır. İki mahrem iki kişidir ki birisi erkek diğeri dişi farzedilse birbirlerine nikâh caiz olmaz. Bun­da asıl olan Resûlüllah' (S.A.V.) in:

«Bir kimse kendisine mahfeni olan bir yakınına (rahm sahibine) mâlik olsa, o hürdür.» kavlidir. Lâfz umûmu ile mahremiyetle te'kîd edilen her akrabalığa şâmildir. Gerek doğurmak yönünden olsun ve gerekse başka yönden olsun.

Dâr-ı İslâm'da Mâlikin Müslüman oimasiylc kâfir olması arasında fark yoktur. Çünkü illet umumîdir. Şayet mükâteb, kardeşini satın al­sa, kardeşine kitabet yapamaz. Çünkü onun tam mülkü olmadığı için âzâd etmeye kudreti yoktur. Lüzum ise kudrete bağlıdır. Velev ki mâ­lik sabi veya mecnûn olsun, bu ikisinin mâlik olduğu yakını âzâd edi­lir. Çünkü âzâd etmeye (i'tâka) kul hakkı teallûk etmiş ve nafakaya benzemiştir.

Ya da mâlik, kölesini, Allah Teâlâ' (C.C.) uın vechi için azSd etse veya şeytan için yâhûd put için kölesini âzâd etse, zikredilen gibi yine âzâd edilmiş olur. Çünkü i'tâkm rüknü ehlinden südûr edip mahalline rastlamıştır. Birinci sözde kurbet vasfı yâni «Allah'ın vechi için» denilmesi fazlalıktır. Son iki sözde kurbet vasfının bulunmayışı âzâda zarar vermez, belki âzâd eden âsî olur. Zira şeytan ve put için köle âzâd etmek kâfirlerin ve putlara tapanların işidir.

Ya da mâlik zorlandığı veya sarhoş olduğu halde kölesini âzâd et­se, bu ikisinin azadı sahilidir. Çünkü i'tâk, mahalline muzâf olduğu halde ehlinden sâdır olmuştur. Hak ıskatlarında rızâ şart kılınmamış­tır. Halbuki ikrah ile rızâ yok olur. Yâni hükmün bulunmamasında rızâ yokluğunun te'sîri yoktur. Nitekim ResûlüHah (S.A.V.) bu konuda şöyle buyurmuştur :   ..

«Üç şey vardır kî, bunların ciddîsi de ciddî şakası da ciddîdir: Ni­kâh, talâk ve it âk.»

Şaka eden (hâzil) hükme razı değildir. Ya da mâlik, kölenin âzâ-dmı şarta bağlayıp şart da bulunursa, meselâ: «Eğer sen eve girersen hürsün.» dese, o da girse, o mâlikin kölesi âzâd edilmiş olur. Yine me­selâ harbînin kölesi bizim ülkemize Müslüman olduğu halde çıksa, bu köle de âzâd edilmiş olur. Nitekim-Tâif'in köleleri Resûl-i Ekrem' (S. A.V.) e Müslüman oldukları halde çıkıp geldiklerinde;

ResûlüHah  (S.A.V.) :

«Onlar Allah'ın âzâdhlarıdır.» buyurmuştur. Bir de; o köle Müslü­man olup kendisini korumuştur. Müslüman ise ibtidacn köle yapılmaz.

Anası karnında olan çocuk, anasının âzâd edilmesiyle âzâd edilmiş olur. Anasına bağlı olduğu için anasına tebaiyetle âzâd edilmiş sayılır. O hamlin satılması ve hibe edilmesi de sahih olmaz. Çünkü hibede tes­lim şarttır. Satışda ise teslime kudret şarttır. Halbuki hamle izafetle şart yoktur. Bu ikisinden birisi âzâda şart değildir. Sonra âzâd etme vaktinde hamlin kâim olması ancak hâmile kadın âzâddan sonra altı aydan daha az zamanda çocuk doğurursa bilinir. Çünkü altı ay, gebe­lik müddetinin en azıdır. Nitekim daha önce geçti.
Biline ki, Fukananın kitaplarında yazılmış olana göre; hami, anaııın âzâd edilmesiyle mutlaka anasına tebâiyetle âzâd edilmiş olur. İm­di anası hâmile iken âzâd edilirse, meselâ; âzâd edilmesinden sonra altı aydan daha az müddette çocuk doğurursa, hami âzâd edilmiş olur ve onun velâsı başkasına geçmez. Eğer câriye hamileliği bilinmeyerek â2âd edilmişse; meselâ, altı aydan daha çok müddette çocuk doğurur-sa anasına tebaan âzâd edilmiş olur. Lâkin velâsı babasının sahibine geçer. Nitekim daha önce geçti. Bundan anlaşılır ki, Sadru'ş-Şerîa' (Rh. A.) nın*aMa*lûm olsun ki hami, anasının âzâd edilmesiyle âzâd edilmiş olur, tebâiyet yoluyla değil, belki asalet yoluyla âzâd edilmiş olur. Hat­tâ velâsı babasının sahihlerine geçmez. Bu, hâmile kadın âzâd edildik-den sonra altı aydan daha az zamanda çocuk doğurduğuna göredir.» sözünde müsamaha vardır. Çünkü bu sözün zahiri Fukahânın ibaresi­ne aykırıdır. Şöyle ki: Fukahâ, «Eğer hâmile kadın âzâd edilse ona te­baan hamli de âzâd edilmiş olur.» demişlerdir. Yine Sadm'ş-Şerîa' (Rh. A.) nın; «Şayet âzâd edildikden sonra altı aydan daha az müddette ço­cuk doğurursa» sözü, anasının âzâd edilmesiyle âzâd edilmiş olur, sö­zünün kaydı ve onu, tamamlayıcısıdır. Halbuki bu sözü birinci sözden ayırmıştır. Belki ibarenin hakkı şöyle olmaktır:

Ma'lûm ola ki, anası hâmile olduğu halde âzâd edilip altı aydan daha az zamanda çocuğunu doğurmasîyle çocuk da âzâd edilmiş olur. Hattâ onun velâsı babasının sahibine geçer.
Sözün kısası, hami anasının âzâd edilmesiyle mutlak surette âzâd edilmiş olur. Âzâd hamlin üzerine kasden vâki olursa altı aydan daha az zamanda çocuk doğurmakla âzâd edilmiş olur. Babasının efendisi-1 nin mevlâlanna ebediyyen velâsı intikâl etmez. Eğer âzâd etme sadece anasına tebâiyetle vâki olursa, meselâ; altı aydan daha çok zamanda çocuk doğurursa yine zikredilen ^gibi âzâd edilmiş olur. Lâkin 'baba al­tı aydan sonra âzâd edilmiş olsa çocuğunun velâsmı kendi mevlâlarına çeker. Bunun tahkikinin tamâmı, inşâellah «Velâ» konusunda gele­cektir.
Aksi yoktur. Yâni, karnındaki çocuğun (hamlin) âzâd edilmesiyle ana âzâd edilmiş olmaz. Belki yalnız hami âzâd edilmiş olur. Çünkü anaya izafe olmadığı için, ananın kasden âzâd edilmesine imkân yok­tur. Çocuğa tebaan da â2âd olunamaz. Çünkü bunda mevzuu değiştir­mek vardır.

Çocuk nesebde babaya tâbi olur. Çünkü bu ta'rîf içindir. Ana i&e tanınmaz. Çocuk mülkde anaya tâbidir.. Hattâ ana bir kimsenin mül­kü olup ve bir çocuk doğursa çocuk dahî o kimsenin mülkü olur. Eğer ana mâlik ile başkası arasında ortak mal olsa çocuk dahî ikisi arasın­da ortak olur.

Çocuk nkk olmakda da anaya tâbidir. Rıkk ile ınilk arasımla fark şudur: Rıkk, tâatından yüz çevirmelerinin cezası olarak Allah TYâln' fC.C.) um bazı kullan üzerine kujdu^u IıakîıHlttir O ceza va Allah* (C C.) in ya ammenin hakkıdır Bu husûsda hılâf vardır. Milk (veya mülk» şahsın o mülkde tasarruf imkânıdır ve o la&arrul onun hakkıdır. Bir uibua ilk defa esîr alindıkda nkk ile ni (.elenir, mülk ile nitelenmez. Ancak dâr-ı İslâm'a cıkanldıkdan sonra mülk ile nitelenir. Mülk ce-mâdda ve insandan başka hayvanda bulunur. Uıkk ise ancak insanda Imlunur. Satmak ile mâlikin mülkü yok olur. Rıkk yok olmaz. Azâd etmekle mâlikin mülkü kasden yok olur. Çünkü mülk âzâd edenin hak­kıdır. Kulların haklarından feragatin zarureti sebebiyle rıkk zımnen zâii olur. tkisi arasında olan fark, lunnda, ümnıii veledde ve mükâtebde açıkça görülür. Çünkü rıkk ve mülk, kmn olan rakîkde kâmildir, üm-mii veledin ve müdebberiıı nkkı eksiktir. Hattâ keffâret için âzâd edil­mesi caiz olmaz. Ünımü veled ile müdebberde mülk kâmildir. Mükâte-bîıı ise nkkı kâmildir. Hattâ keffâret için âzâd edilmesi caiz olur ve mülkü eksiktir. Çünkü sahibinin elinden çıkmıştır. Mükâteb, sahibinin: «Benim her mâlik olduğum hür olsun.» sözünde dâhil değildir. Zeylai (Rh.A.) böyle zikretmiştir.
 çocuk âzâdda ve azadın tedbîr, istîlâd ve kitabet gibi dalla­rında anaya tâbi olur. Bunun üzerinde icmâ vardır. Bir de babanın menisi ananın suyunda tükenip gittiği için ana tarafı tercih edilmiş­tir. Yine çocuğun ana tarafından olduğu kesin olduğu için, bundan do­layı veled-i zinanın ve veled-i mülâanenin nesebi anadan sabit olur. Hattâ ana o çocuğa, çocuk da anasına vâris olur. Çünkü çocuk anadan ayrılmazdan önce hissen ve hükmen anadan bir uzuv gibidir. Hattâ çocuk anasının yediği gıda ile gıdâlanır ve anasının bir yerden bir ye­re geçmesiyle o da geçer. Satışda, âzâdda ve bu ikisinden başka tasar­ruf âtta anaya tebaan dâhil olur. Şu halde ana tatfafı tercih edilir. Bun­dan dolayı ana tarafı insanda olduğu gibi hayvanlarda dahî mu'teber-. dir. Hattâ bir hayvan vahşî ile ehlî arasuıda doğsa veya eti yenir hay­van ile eti yenmez hayvan arasında bunların çiftleşmesinden doğsa, eğer anasının eti yenirse o dahî yenir. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Çocuk anası ile babasının dînde hayırlı olanına tâbi olur. Cariye­nin kocasından olan çocuğu cariyenin sahibinin mülküdür. Musan­nifin .bu sözü, çocuğun mülkde anaya tâbi olmasına dâir fer'î bir mes'eledir. Eğer çocuk cariyenin sahibinden olursa, hürdür. Çün­kü   onun   menisinden  yaratılmıştır.   Şu halde   onun   nâmına   âzâd edilmiş olur. Anasının suyu babasına karşıt olamaz. Çünkü anasının suyu sahibinin memlûküdür. Başkasının cariyesi bunun aksinedir. Çünkü bu!jkasının cariyesinin suyu sahibinin memlûküdür. Şu hal­de birbirine karşıt olurlar. İmdi bizim zikrettiğimiz şeyden dola­yı ana tarafı tercih edilir. Koca bunu bildiri için buna razı olur. Aldatılmış adamın (mağrur'un) çocuğu kıymetiyle hürdür. Aldatılmış adam o kimsedir ki, bir cariyeyi satıcının mülkü olmak üzere satın al­sa veya bir kadını hür diye nikâh etse, o câriye veya o kadın çocuk doğursa, sonra cariyenin satandan başkasının mülkü olduğu, ve ka­dının câriye olduğu anlaşılsa, bu durumda ikisinin de çocuklan kıy­metiyle hürdür. Hür olmasının sebebi, hür adamın menisinden yaratıl­dığı içindir. Babası da köle (rıkk) olmasına razı değildir. Birinci surette razıdır. Böyle olunca anaya tâbi olmaz. Kıymetiyle hür olmasına sebeb ise aslî tebâiyyet yönüne riâyet edilmesi içindir. [65]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..