Zinâ'ya Şahadet Ve Ondan Dönmek Babı

Bir kimse; özürsüz geciktirerek eskiden vuku' bulmuş bir hadd için şâhidük yaparsa, kabul edilmez. Özürsüz geciktirmek, İmâma yakın ol­mak ve tehirsiz şâhidUk yapabilmek ile olur. Çünkü şâhid, şer'î cezalar­da (hudûdda) iki hisbe (sevâb) arasında, yâni şahadet etmekle, etme­mek arasında muhayyerdir. Binâenaleyh; şahadeti edayı geciktirmek, eğer örtbas etmeyi seçmek ise, ondan sonra şahadeti edaya kalkışması, O'nun içinde kin ve düşmanlıkdan ibaret kötü bir hâl olduğunu gös­terir ki bu O'nu tahrik etmiştir. Bu durumda, O şahadette müttehem (kabahatli) dir. Eğer setri seçmeyip geciktirdi ise, fâsık ve günahkâr olur. Bundan dolayı şahadeti makbul olmaz. İkrar, bunun aksinedir. Yakında açıklaması gelecektir.

Geciktirilmiş şahadet ancak kazf haddinde kabul edilir. Çünkü kazf haddinde da'vâ şarttır. Şâhidlerin geciktirmesi da'vânın yok ol­masına yorumlanıp, şâhidlerin fâsık olmalarını gerektirmez.

Hırsızlığın şâlüdleri; zaman geçtikden sonra şahadet etseler, hır­sıza hadd uygulanmaz. Çalınan, ödetilir. Çünkü hırsızlık, kul hakkı ol­duğu için zamanın geçmesi (tekâdüm) zarar vermez.

Bir kimsıe, zaman geçtikten sonra hadd gerektiren şeyi ikrar etse; kin ve düşmanlık töhmeti bulunmadığı için, hadd uygulanır. Çünkü in­san, kendisine töhmet etmez. Ancak içki içmekde, zaman geçtikden sonra ikrar etmesiyle hadd vurulmaz. İçkinin zamanının geçmesi, ko­kusunun yok olmasiyledir. İçkiden başkasında zamanın geçmesi (tekâ­düm) , bir Ay'ın geçmesidir. En doğru söz budur. Bazıları, «Altı ay geç­mesidir.» demişlerdir.

Kadın bulunmadığı hâlde şâhidler zina ettiğine şahadet ederlerse, hadd vurulur. Gâib olan kimsenin hırsızlık ettiğine şahadet etseler, hadd uygulanmaz. Çünkü da'vâ kadının gâib olmasiyle ortadan kalkar.

Hırsızlık hakkında ise, da'vâ şarttır. Zinada şart değildir. Yakında açık­laması gelecektir.
£ğer dört şah i d, evin îki köşesinde ihtilâf etse veya zânî bilme­diği bir kadına zina ettiğini ikrar etse, hadd uygulanır. Birinci mes'e-lcnin ma'nâsı; dört şahidin her ikisi zinaya, bir köşede şahadet etme­sidir. Kıyâsa [22] göre; hakîkaten mekân ihtilâfı olduğu için hadd vâ-cib değildir.
İstihsâlim [23] veclıi şudur: Uzlaştırmak mümkündür, zina fiilinin başlangıcı bir köşede olup, hareket etmekle bitimi başka bir köşede ola­bilir. Kâfî'de; «Bu söz, ev küçük olduğu zaman buna muhtemel olur, eğer büyük olursa muhtemel olmaz.» denilmiştir.

İkinci mes'elenin ma'nâsına gelince; zina ettiğini ikrar eden za­ilinin, kadını bilmemesi haddi düşürmez. Çünkü kadın, şayet kendi ka­rısı veya cariyesi olsa, O'na gizli kalmazdı. Keza şâhidler tanımadıkla' n bir kadına zina -etti, diye şahadet etseler, hadd uygulanır.

Ya da kendi isteği ile zina ettiğinde ihtilâf etseler, yâni dört şahi­din ikisi; «Fülân erkek, fülân kadını zorlayıp zina etti!» diye şahadet edip ve diğerleri; «Kadın, kendi isteği ile zina etti!» diye şahadet etse veya zâmnin zina ettiği beldede ihtilâf etseler, yâni, şahidin ikisi; «Zâ­nî, bu kadına Kûfe'de zina etti!» diye şahadet «dip, diğer ikisi de; «O zânî, kadına Basra'da zina etti!» diye şahadet etseler, veya zinanın iki hücceti, vaktinde ittifak edip ve zinanın beldesinde ihtilâf etseler, ya da zinaya şahadet edip, halbuki üzerine şahadet edilen kadın (meşhudun aleyhâ) bakire çıksa, veya şâhidler fâsık olsalar, yâhûd şâhidler üzeri­ne şâhid olsalar, hiç kimseye hadd vurulma^. Yâni kazf sebebiyle, ne şahadet olunan kadın ve erkeğe ve ne de sahicilere hadd vurulmaz. Her ne kadar fürû' olan şâhidlerden sonra usûl olan şâhidler de şahadet etseler, yine de hadd vurulmaz. Birincide, meşhudun aleyh üzerine had-din yokluğuna gelince; zahir olan, o kadının O inin zevcesi veya cari­yesi olmasıdır. Şâhidler üzerine haddin yokluğu ise, sahicilerin şahadet laı'zı ile zinaya nisbet üzerinde ittifakları, sözlerini kazf olmaktan çı­kardığı içindir.
İkinci mes'elede badelin yokluğuna gelince; şahadet olunan zina fiili, eğer bir tek ise, şahidin bazısı yalancıdır. Çünkü bir tek fiil, hem kendi isteği ile ve hem de zorla olmaz. Şayet fiil bir tek olmazsa, her birinin üzerine şahadet nisabı [24] tamâm değildir.

Şâhidler üzerine haddin lâzım gelmemesi ise, şahadet lafzı ile şa­hidi îk    ettikleri içindir.

Üçüncüde haddin lâzım gelmemesi ise; bir tek fiil, iki yerde olama­dığı içindir. Şâhidlere de, zikredilen şeyden dolayı hadd vurulmaz. Dör­düncüde haddin lâzım gelmemesi ise; üçüncüde olan sebebden dolayı­dır. Beşincide haddin lâzım gelmemesi ise, zina bekâretle gerçekleşme­diği içindir. Bu durumda şâhidlerin yalanlan yakînen ortaya çıkmıştır. Böyle olunca, ikisinin de üzerine hadd vâcib olmaz. Çünkü kadınların .sözleri, haddin iskâtında hüccettir, vâcib olmasına hüccet değildir. Şâ­hidler üzerine de hadd vâcib olmaz. Çünkü şahadet lafzı ile beraber sa­yıları tamâmdır.

Yine, eğer şâhidler bir adamın zina ettiğine şahadet etseler, hal­buki o adamın erkeklik organı kesik (mecbûb) olsa, O'na hadd vurul­maz. Çünkü, şâhidlerin yalan söyledikleri anlaşılmıştır. Şâtiidlere de, vurulmaz. Çünkü şahadet lafzı ile beraber sayılan tamdır. Nitekim bir kadının zina ettiğine şahadet edip; O da arsalık, yâni ferci bitişik bulunsa, o zaman kadına, erkeğe ve şâ'hidlere hadd uygulanmaz. Altın­cısına gelince; her ne kadar fâsıkın, fisk töhmetiyim şahadeti edasında bir nev'î kusur varsa da, fâsık yine tehammülle edaya ehildir. Bundan dolayı hâkim, fâsığın şahâdetiyle hüküm verse, bize göre, geçerli olur. İmdi onların zinaya şâhidlik etmeleri ile ehliyet i'tibâriyle bir bakıma zina sabit olur. Kusur i'tibâriyle de bir bakımdan sabit olmaz. Şu hâl­de, erkek ile kadından sabit olamamak i'tibâriyle hadd düşer. Sübût i'tibâriyle de, şâhidlerden düşer.

Yedincide, yâni şahadet üzere şahadette ise, fazla şübhe olduğu için hadd düşer. Çünkü onda yalan İhtimâli, iki yerdedir. Biri, usûlün şahadetinde diğeri de fürû'un şahâdetindedir. Böyle olunca fürû'a hadd vurulmaz. Çünkü onlar zinayı, meşhudun aleyh üzerine nisbet etme­mişlerdir. Belki, usûlün şahadetini hikâye etmişlerdir. Onların şahadet­lerinin red olunması, ancak bir nevi şübhedendir ve o şübhe, haddin men'i için kâfidir. İsbâtı için, kâfi değildir. Şayet usûl gelip, olduğu gibi o zinayı göz ile gördüklerine şahadet etseler, kabul edilmez. Onla­ra da, fürû' gibi hadd vurulmaz. Çünkü bu olayda fürû'larınm şaha­detleri bir vecihle red olunmakla, kendilerinin şahadetleri de şübhesiz bir bakımdan reddedilmiştir. Çünkü fürû', usûlün yerine geçer ve şa­hadetleri de usûlün şahadetleri gibidir. Şahadet, bir olayda red olun­sa, o olayda ebeden kabul edilmez.

Eğer şâhidler a'mâ oldukları hâlde veya kazı haddi ile cezalandı­rılmış oldukları hâlde veya dört şâhid olmaları vâcib iken, üç kişi ol­dukları hâlde zinaya şahadet etseler veya dört şahidin biri kazı haddi ile cezalandırılmış olsa veya dördün biri köle olsa ve o köle kazf haddi ile cezalandırılmış olsa veya kazf haddinden sonra köle olsa, bu zikre­dilen şâhidlere hadd vurulur. Şahadet olunana hadd vurulmaz. Onlara haddin tahsis edilmesi, şahadete ehliyetleri olmadığı içindir. Ya da şahadet nisabı bulunmadığı içindir. Şu hâlde, zina sabit olmaz. İftira ettikleri için onlara hadd vâcib olur.

Cild yarasının diyeti hederdir. Yâni şâhidler, zinaya «şahadet etse­ler ve zânî de nıuhsan olmasa, bundan dolayı zânîye hadd vuruldukda derisi yaıalansa, ondan sonra o şâhidlerin birinin köle olduğu veya kazf haddi ile cezalandırılmış olduğu anlaşılsa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, yaralanmış olan kimsenin derisinin diyeti boşa gider (heder olur). İnıâmeyn (Rh. Aleyhimâ); aksi görüştedir.

Recnıinin diyeti Beyt'ül-mâlden verilir. Yâni şâhidler, bir muh-san'ın zina ettiğine şahadet edip, zânî recm olundıikdan sonra, şâhidle­rin birinin köle veya kölenin benzeri olduğu anlaşılsa, recinin diyeti Beyt'ül-mâlden verilir. Dört şâhidden her hangisi dönerse, kazf haddi ile cezalandırılır. Yâni, yalnız dönene hadd vurulur. İmâm Züfer (Rh.A.) bunun aksi görüştedir. Dönen, diyetin dörtte birini öder. İmâm Şafii (Rh.A.) ayn görüştedir.

Recmden önce her hangisi dönerse, hadd vurulur. Yâni şâhidîerin hepsine hadd uygulanır. Çünkü onların sözü, aslında feazftir. Kazfin şahadet olması, hükmün kazfe bitişik olması ile olur. Şayet hüküm bi­tişik olmasa, kazf olduğu hâlde bakî kalır. Şu hâlde hepsine hadd vu­rulur.

Şahadetten dönen beşinci şahide, bir şey yoktur. Çünkü beşinci şâ­hid aradan çıkarsa, hakkın hepsine şahadet etmeleri ıkâfî gelecek kimseler kalır ki, bunlar da dört kişidir. Eğer bu dörtten bir diğeri de dö­nerse, beşinci ile beraber ikisine hadd vurulur ve recm edilenin diyeti­nin dörttebirini öderler. Zira şahidin üçü, şahadet üzere kaldıkları için hakkın dörtte üçü kalmıştır. Çünkü sayının tamlığı, hakkın bekası için şart değildir. Belki her adamın payı, bakî kalır. Şu hâlde, dönen iki kişinin üzerine diyetin dorttebiri lâzım gelir. Bu dönen iki kişiye tanı hadd vardır. Çünkü hadd, bölünme kabul etmez.

Eğer şâhidlerin köle veya kâfir oldukları anlaşılırsa, müzekkî (yâ­ni şâhidlerin durumlarını araştırıp, mahkemeye bildiren kimse) recme-dilenin diyetini Öder. Yâni dört kişi bir adamın zina ettiğine şahadet edip, tezkiye ediîseler, sonra zânî recm edilse, ondan sonra şâhidlerin kâfir veya köle oldukları anlaşılsa, recmedilen kimsenin diyetini, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, tezkiye edenlerin ödemesi gerekir. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, Beyt'ül-mâl öder, Fukahâ' demişlerdir ki: Bunun ma'nâsı; tezkiyeden dönüp şâhid-ler köle idi veya kâfir idi, dedikleri zamana maJısûsdur. Ba'zılan demiş­tir ki: Bu, müzekkîler, «Biz, onların hâllerini bilmekle beraber tezkiye­de kasd eyledik.» dedikleri zamana nıahsûsdur.
Nitekim, recm edilmesi emredilen bir kimseyi bir adam Öldürse, şâhidlerin de köle veya kâfir oldukları anlaşılsa, yâni dört kimse bir adamın zînâ ettiğine şahadet edip, kâdî recm edilmesini emredip, bir adam O'nun boynunu vursa ve recm edilemese sonra şâhidler köle veya kâfir çıksa,kaatilin diyeti Ödemesi gerekir. Kıyâsa göre, kısas vâcib ol­ması gerekirdi. Çünkü, haksi2 yere ma'sûm bir nefs Öldürmüştür. İstih-sânm vechi ise şudur: Hüküm, öldürme vaktinde zahiren şahindir. Böy­le olunca şübhe doğurur. Hükümden önce öldürse, bunun hilâfına olurdu. Yâni, kısas vâcib olurdu. Çünkü şahadet, öldürmeden sonra hüccet olmaz. Diyet, kaatilin malından vâcib olur. Çünkü, kasden öldür­müştür. Yakında açıklaması gelecektir ki, âkıleler [25] kasden olan ka­na ortak olmazlar.

Eğer şâhidler tezkiye olunmadı ise, recmedilenin diyetinin Beyt'ül-mâlden verilmesi gerekir. Çünkü öldüren, İmâmın emrini yerine getir­miştir. Böyle olunca, yaptığı işi O'na nakledilir. Şayet İmam öldürmeyi bizzat kendisi yapsa, diyetin Beyt'ül-mâlden verilmesi vâcib olurdu. Burada da öyledir.

Zina şâhidleri, zinaya kasden  (bilerek ve isteyerek)  baktıklarını ikrar etseler, şahadetleri kabul edilir. Çünkü, şahadeti yüklenmek za­ruretinden dolayı, bakmaları mubâhdır.

Bir zi'ıııi, diğer şartların bulundukdan sonra nıuhsan olduğunu in­kâr etse ve O'nun nıuhsan yâni, evlenmiş olduğuna bir erkek ile iki kadın şahadet etse veya karısı o inkarcıdan çocuk doğursa, o münkir recm edilir.

Birinci surete gelince; bunda İmâm Züfer' (Rh.A.) in ve İmâm Şa­fiî' (Rh.A.) nin ayrı görüşü vardır. Çünkü, İmâm Züfer (Rh.A.) der ki: «İhsan, illet ma'nâsında şarttır. Binâenaleyh onda kadınların şahadeti, cezayı gidermek için bir çâre olmak üzere kabul edilmez.» İmâm Şafiî (Rh.A.), aslı üzere yürüyüp, «Mallardan başkasında kadınların şahade­ti makbul değildir.» der.
Bizim delilimiz şudur: İhsan, övülen hasletlerden ibarettir. Övülen hasletler ise, zinaya mânidir. Şu hâlde illet (yâni delîl, sebeb) ma'nâ­sında değildir. Çünkü illetin derecelerinin en aşağısı ma'lûîe götürücü olmasıdır. Bu ise mâni'de ma'kûl değildir. [26]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..