Kasame Babı  (Kaatîlî Bilinmeyen Maktul Sebebiyle Yemin  Ettirmek)

Kasâme; maktulün bulunduğu mahallenin halkına taksim edilen yeminlerdir.
Bedeninde yara, darbe veya boğulma eseri olan yâhûd kulağından veya gözlerinden k,an çıkmış olan bir ölü veya o ölünün bedeninin çoğu bir mahallede bulunursa —gerek bedenle beraber başı olsun, gerekse olmasın müsavidir — veya başı ile beraber yarısı bulunursa ve kaatili de bilinmezse —çünkü kaatili bilinirse hasım, o olur; kasâme düşer — ve velîsi de, mahalle halkının hepsi veya ba'zısı üzerine kasden veya hatâen öldürme iddia ederse, delili de bulunmazsa, zikredilen mak­tul (öldürülen) sebebiyle, o mahalle halkından elli erkeğe yemîn etti-rjHr. [57] Çünkü tbn Ahbâs (R. Anhümâ), şu hadîs-i şerifi rivayet et­miştir:

«Nebî-i Ekrem (S.A.V.) Hayber halkına: «Bu.'maktul sizin aranız­da bulundu, O'nu sizden ne çıkarır?» diye yazdı. Onlar da Resûl-i Ek­rem' (S.A.V.) e, yazıp, «Bu olayın benzeri İsrail oğullarında vâki' oldu. Hak Teâlâ, Mûsâ Ateyhisselâm'a emr indirdi. Eğer Sen de, Hak Peygamber isen, bunu Allah Teâlâ'daa sor.» dediler. Resûlüllah (S.A.V.) de onlara yazıp: «Allah Teâlâ bana, sizden elli erkek seçip onlara; «Allah'a yemîn olsun ki biz, öldürmedik ve o öldürülenin kaatitini de bilmiyoruz.» diye yemîn yolu göstermemi emretti. Ve «Ondan^onra diyeti ödersiniz.» buyurdu. (Bunun üzerine) onlar, «Gerçekten bize vahy ile hüküm ver­din.» dediler.»

O elli erkeği, öldürülenin velîsi seçer. Musannifin bu sözü, elli er­keği ta'yînin velîye âid olduğuna işarettir. Çünkü yemîn ettirmek, veli nin hakkıdır. Zahir olan şudur ki; velî, öldürmekle itham ettiği kimse­leri seçer. Onlar da fâsıklar ve gençlerdir. Ya da, mahalle halkının sâ-lihleridir. Çünkü onların yalan yere yeminden kaçınmaları daha me'-muldur. Böylece, kaatil ortayajçıkar.

O elli adamdan her.biri: «Bi'llâhi ben öldürmedim ve o maktulü öl­düreni de bilmiyorum!» diyerek yemin eder."Öldürülenin velîsine,.öl­dürülen kimseyi mahalle halkının öldürdüklerine; dâir yemîn ettiril­mez.
İmâm Şafiî (Rh.A.) demiştir ki: Şayet orada öldürme belirtisi (levs) var ise, öldürülen kimsenin velîlerine da'vâsı üzerine elli yemîn ettiri­lir. Eğer yemîn ederlerse, bir kavide, mahalle halkının da'vâhları üze­rine, gerek -kasden-ve gerek, hatâen olsun, diyet i!e hükmolünur. Bir kavide; eğer da'vâ kasdda ise kısas ile hükmolünur. Eğer da'vâcı ye-mînden kaçınırsa mahalle halkının da'vâlılarma yemîn ettirilir. Onlar yemîn ederlerse, bırakılırlar. Onlar üzerine bir şey lâzım gelmez. Eğer y*emînden kaçınırlarsa onlara, bir kavide, kısas uygulanır. Bir kavide, diyet lâzım gelir.  [58]
Musannifin zikrettiği, öldürme belirtisi (levs)  [59] hâiî bir karînedir, ki da'yâcmm (müddeînin) doğru olduğunu kalbe doğurur. Meselâ, mahalle halkından biaynihî birinin üzerinde kan gibi bir belirti olma­sı veya açık bir düşmanlık gibi zahirî hâlin da'vâcıya" şahadet etmesi. Ya da, bir âdilin veya âdil kişilerden olmayan bir topluluğun, öldürülen kişiyi mahalle halkının öldürdüğüne şahadet etmeleri birer karinedir. Eğer zahirî hâl şahadet etmezse, mahalle halkına yemin ettirilir.

İmâm Şafiî'  (Rh.A.)- ye göre; velînin yemini ile başlamaya sebeb, Kcsûlüllah'  (S.A.V.) in, öldürülen kimsenin velîlerine:

«Sizden elli kişiye," mahalle haikı öldürdü, diye yemin ettirilir.» bu-yurmasıdır. Bir de yemin, zahirî hâlin kendisine şahadet ettiği kimse için hüccettir. Nitekim, diğer da'vâlarda olduğu gibi. Zîrâ zahirî hâl, da'vâlılara şahadet eder. Çünkü zimmetlerde asi -olan berâettir. Zahiri hâl, öldürme belirtisi (levs) bulunduğu ve ölüm yakında vuku' bulduğu zaman da'vâcıya şahiddir. İmdi yemîn, O'na hüccet olur. Lâkin bu zik­redilen hüccette bir nev'î şübhe vardır. Kısas ukubet olduğu için, bu şübhe ile düşer. Bundan dolayı, İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin yeni kavline göre diyet vâcib olur.

Bizim delilimiz, Resûlüllatf (S.A.V.) in:

«Delil getirmek da'yâcıya, yemin etmek de daVâlıya düşer.» ha-dîs-i şerifidir.
tbn el-Müseyyeb (fi.A.) rivayet etmiştir ki, Resûlüllah (S.A.V.), kasâmede Yahûdî kavminden başlamış;  öldürülen insan onların aralarmda bulunduğu' için diyeti onların üzerine hükmetmiştir.[60]

Diğer bir delil de şudur: Yemin para (fülûs) istihkakı için hüccet değildir. Şu hâlde nefsi istihkak için nasıl hüccet olabilir?

Bize güre yemin, mahalle halkının yalan yere yeminden kaçınıp, ikrar etmeleriyle ortaya çıksın diyedir. Öldürdüklerini ikrar ederlerde, kısas vâcib olur. Eğer yemîn ederlerse, kısâsdan beri olurlar. Bundan

sonra, öldürülen kimse aralarında" bulunduğu için mahalle halkı üze­rine diyetle hüküm verilir. Resûlüllah' (S.A.V.) m kasâmç ile diyeti bir-likde uyguladığı sabit olmuştur. Keza îlz. Ömer (R.A.) de, kasâme ile diyeti btrlikde uygulamıştır.

Kğcr öldürülen kimsenin velisi öldürmeyi; mahalle halkından baş­ka bir kimsenin yaptığım iddia ederse, unahalle halkından keVıme dü­şer. Yâni öldürülen kimsenin velîsi, öldürmeyi mahalle halkından baş­ka bir adamın yaptığım iddia etse; o iddia mahalle halkım ibra (temize çıkarma) olur. Hattâ, bundan sonra mahalle halkı aleyhine açacağı da'vâsma kulak verilmez.

Eğer velî, biaynihî mahalle halkından birinin öldürdüğünü iddia ederse, kasâme ve diyet mahalle halkından düşmez. İmâm A'zam (Rh. A.) dan bir rivayette; bu iddia, mahalle halkım ibra sayılır. Hâniye'de de böyle zikredilmiştir.

Eğer o mahallede elli adam bulunmazsa, yemîn elliyi tamâm edin­ceye kadar onlara tekrar ettirilir. Onlardau biri yeminden kaçınırsa, y«mîn edinceye kadar habs edilir. Çünkü nefse ta'zîm için, bu husûsda yemin vâcibdir. Bundan dolayı hem yemîn ettirilir, hem de diyet ah-nır. Mallarda yeminden kaçınmak bunun aksinedir. Çünkü mallarda yemîn, onun asıl hakkından bedeldir. Bundan dolayı da'vâcmın bağış­laması ile düşer. Burada yemîn, diyetin bağışlanması ile düşmez.

Maktulü, Zeyd öldürdü diyen kimseye; «Bi'llâhi O'nu ben öldür­medim ve Zeyd'den başka bir kaatil de bilmiyorum!» diye yemîn etti­rilir. Çünkü o kimse, bu sözü ile kendisinden husûmeti düşürmeyi is­ter. O'nun sözü kabul edilmeyip, zikredildiği üzere, yemin ettirilir. Çün­kü o kimse, onlardan birinin öldürdüğünü ikrar edince, kasâme yemi­ninden müstesna olmuş, geriye ondan başkasının hükmü kalmıştır. Başkasının Öldürdüğünü ikrar eden o kimseye, o başkası için yemîn ettirilir.

Çocuk ve deli üzerine kasam* yoktur. Çünkü, oniar doğru söz eh­linden değildir. Nitekim sen, bunu bilirsin. Yemin ise, söz (kavi) dür. Kadın Ve köle üzerine de kasâme yoktur. Çünkü bunlar, yardım (mıs-ret) ehlinden değillerdir. Halbuki yemîn, (maktule) yardım ehli üze­rine gerekir.

Üzerinde öldürme eseri bulunmayan bir ölü hakkında da, hiç kim­seye kasâme ve diyet,yoktur. Ağzından veya burnundan; dübüründen veya zekerinden kan çıkmış olan öiüde de, kasâme ve diyet yoktur. Çünkü o, maktul değildir. Zîrâ, maktul olmasına delâlet eden bir belir­ti bulunması lâzımdır. O belirti, babın başında zikredilen şeydir. Bu­rada zikredilen şeyler ise; öldürülmüş olma belirtileri değildir. Çünkü kan, bu zikredilen yerlerden âdeten, bir kimsenin fiili olmaksızın çıkar.

Hilkati tamâm olan cenin, hükümde büyük gibidir. Yâni hilkati tamâm olan bir düşük çocuk bulunup, O'nda zikredilen eserlerden bir eser olsa, zikredilen ahkâmda büyük gibidir. Çünkü, zahir olan şudur ki: Hilkati tam olan çocuk, rahimden diri olarak ayrılır.

Bİr adam, öldürülmüş bir adamı bir hayvana yükletip, hayvanı aevk eder bulunsa; Ölünün diyetini, o adamın âkılesi öder. Yoksa, bu­lunduğu mahallenin halkı Ödemez. Çünkü maktul, O'nun elindedir. Sanki, O'nun evinde  (darında)  bulunmuş gibidir.

Keza üzerinde maktul olan hayvanı bir adam yedse veya üzerine 'biııse, yine her birinin âkılesi diyeti öderler. Yâni hayvanı yeden, sevk eden ve-üzerine binen kimseler, üçü de bir arada beraber olurlarsa; .on­ların âkıleleri matktûlün .diyetini Öderler, kasâme de onlara uygulanır. Çünkü maktul, onların ellerindedir. -Zeylaî (Rh.A.) de böyle demiştir.

Şayet öldürülen kimse, iki köyün veya iki kabilenin arasında bu­lunsa; İki köy veya iki kabilenin, Öldürülene hangisi yakın ise, diyet ve kasâme onlara uygulanır. Çünkü Resûl-i Ekrem (S.A.V.) zamanında, iki köy arasında bir maktul bulundu. Resûl-i Ekrem (S.A.V.), İki köyün arasının ölçülmesini emretti. İki köyün biri, daha yakın bulundu. Re­sûl-i Ekrem (S.A.V.), onlar hakkında kasâme ve diyetle hüküm verdi. Bunun benzeri, Hz. Ömer' (R.A.) den de rivayet edilmiştir.

Eğer iki köyün veya kabilenin arası öldürülen kimseye «eşit sak­lıkta olursa, diyet ve kasâme o iki köye uygulanır. Şu şartla ki; birinci surette, Öldürülen kimse köye ses işidilir bir yerde olursa ve ikinci su­rette, iki köye ses .işitilir bir yerde olursadır. Çünkü maktul, köye ses ulaşıp duyulan bir yerde olursa, O'na imdâd ulaşır ve köy halkının yardım etmesi- mümkün olur. Böyle olunca imdâdda bulunmayıp, ku­sur etmiş olurlar. Eğer öldürülen kimse, köye ses ulaşıp işitilmez yerde bulunursa; köy halkının yardım'etmesi lâzım ge'mez. Bu durumda, onlar ^Tusûrlu sayılmazlar, takdiren kaatil de sayılmazlar.

Öldürülmüş kimse, bir adamın evinde (darında) bulunsa, O'na ka­sâme lâzım gelir. O evin, o adamın mülkü olduğu hüccet, yâni şâhid ile sabit olunca; kasâme âkılesine uygulanır. Çünkü özel müikde ted­bîr almak, evin mâlikine âiddir. Diyeti de, âkıtesi ödemesi gerekir. Çün­kü o adama yardım ve kuvveti onlarla olur,O adamın âkilesi var işe, hüküm böyledir. Yok ise, diyeti kendisi ödemesi gerekir. Nitekim, bu mes'ele defalarca geçti.

O ev (dâr) başkasının olup, sâdece O'nun elinde olmakla diyet ödemesi lâzım gelmez. Hattâ öldürülmüş kimse, mücerred O'nun elin­de olan evde bulunsa, âkilesi de, kendisi de diyet vermez.

Şayet öldürülmüş olan kimse k'endi evinde ölü bulunsa, {mâm A'-zam' (Rh.A.) a göre; diyeti vârislerinin âkilesi verirler. Çünkü ev, kat­lin zuhuru hâlinde vârisler inindir. Şu hâlde diyeti, vârislerinin âkilesi ödemesi gerekir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) ve İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, bu durumda bir şey gerekmez. Fetva da bununladır. Çünkü Fu-kahâ demişlerdir ki: Ev, ölümün zuhuru hâlinde maktulün elindedir. Sanki o kimse, kendisini Öldürmüş gibi olmuştur. Bu durumda, O'nun kanı boşa gider (heder olur). Ev vârislerin de olsa, âkıleler, üzerlerine vâcib olan şeye ancak vârislerin yükünü hafifletmek için katlanırlar. Yâni, zararı öderler; Bu durumda vârisler için, vârisler üzerine bir şey vâcib kılmak mümkün değildir.

Kaşânıe, ehl-İ hıttaya uygulanır. Yâni İmâm (Devlet Reisi) bir ül­keyi feth edip ve arazîyi ganîmeteiler.arasında, İıer birinin paylan ay­rılması için bir hat ile parselleyip onlara vei-diği zaman, temellük et­tikleri emlâk-i kadîmenin sahihlerine kasâme uygulanır. Arazî sâhib-lei arazînin üzerinde bulunanlar ile barâber kasâmeye dâhil olmazlar.

Yâni kiracı olarak oturanlar ve ariyet tutanlar kasâmede emlâk sâhib-ieri ile beraber dâhil olmazlar. Bu, İmâm A'zaın ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göredir. İmâm Elbû Yûsuf (Rh.A.), «Kasâme, müste'-cîr ve mıisteîrlerhı hepsine uygulanır.» demiştir. Çünkü tedbîr veîâye-ti, yâni korumak, mülk ile olduğu gibi, süknâ. (yâni içinde oturmakla) ile de olur. Görülmez mi ki, Resûl-i Eikrem (S.A.V.); kasâme ve diyeti Yahudiler üzerine uygulamıştır. Velev ki; Hayiber'de sakin bulunmuş olsunlar.

İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: Mâlik yerin yardımına mahsûsdur Sâkinlerinin yardımına tahsis edil­miş değildir. Hayber halkı ise mülkleri üzerinde bırakılmışlardır. Sa­kinler kasâmeye dâhil olmadıkları gibi, müşteriler de, İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göre, kasâmede. dâhil olmazlar. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); «Hepsi ortakdirlar, çünkü koruma velayeti kendisine âid olan kimse, korumayı terk ederse diyeti Ödemesi gerekir. Koruma velayeti ise mülk ile olur. Bu durumda, mülkde hepsi denk ve eşittir.» demiştir.

İmâm A'zam île İmâm Muharacmed' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur:

Hıtta (arazî parçası) sahibi mahalleyi korumaya tahsis edilen kimse­dir. Arsa ise; sahibine nisbet olunur. Müşterilere, nisbet olunmaz. Müş­teri arsayı korumak ve tedbîr hususunda nadiren sahibine ortak olur. Binâenaleyh, kasâme ve diyet arsa sahibine mahsûsdur, müşteriye de­ğildir.        

Ba'zı âlimler demişlerdir ki: İmâm A'zam' (Rh.A.) m bu şekilde cevâb vermesine sebeb, zamanında gördüğü Küfe halkının âdetleridir. O zaman arsa sâhibleri her yerde mahallenin tedbîri ile meşgul olup, müşterileri kasâme ve diyette onlara ortak olmazlarmış.

Eğer arsa sahihlerinin hepsi mülklerini satarlarsa kasâme ve diyet­ten kurtulurlar. Eğer birisi geri kalırsa, hüküm yine yukarıda zikre-dildiği gibi olur. Çünkü müşteriler, arsa sahihlerine tabidirler. İmdi asıldan bir şey kalırsa hüküm, kalan içindir. Satılana değildir. Eğer kalmayıp belki hepsini satrnışjarsa; bu takdirde kasâme ve diyet ile hü­küm ittifakla müşteriler üzerine olur. Çünkü İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göre, onlara takaddüm eden kimseler ortadan kalkmıştır. Ya da, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A) a göre, onlara or­tak olur. İmâm A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göre; hu durumda, emlâk onlara intikâl etmiş olur. İmâm Ebû Yûsuf' (Rh.A.) a göre ise; emlâk hâlis olarak onların olur.

Öldürülmüş kimse, bir kavmin aralarında ortak bir evde bulunsa, o topluhıkdan ba'zismm hissesi daha çok olsa, meselâ; yansı bir adamm, ondabiri bir adamın, g>eri kalanı da bir başkasının olsa, kasâme ve diyet baş sayısına göredir. Korumada ve taksirde az, çok hissenin sa­hibi eşit olduğu için hisselerinin miktarına i'tibâr edilmez.
Eğer öldürülmüş kimsenin bulunduğu evi, mâliki satıp içinde mak­tul bulununcaya kadar para almadı ise; maktulün diyetini evi satanın âkılesi Öder. Maktul, muhayyer satılan evde bulunsa, İmâm A'zam' (Rh. A.) a göre; diyeti yed [61] sahibi (zilyed) müşterinin âkılesi Öder. îm&-meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; eğer satışda muhayyerlik yok ise, diyeti müşterinin âkılesi öder. Eğer satışda muhayyerlik var ise, diyeti ev ki­min olacaksa O'nun âkılesi öder. Muhayyerlik gerek satıcı ve gerek alı­cı için olsun müsavidir. Çünkü İmâm A'zam (Rh.A.) zilyedliğe; îmâ-meyn (Rh. Aleyhimâ) ise, mülke i'tibâr ederler.

Şayet maktul gemide bulunsa, diyet ve kasâme geminin içinde bulunanlar üzerene lâzım gelir. Geminin mâliki, gemiciler ve hâricden gemiye binenler diyeti ödemekte müsavidir. Keza maktul bir arabada bulunsa, onda da hüküm gemide olduğu gibidir.

Öldürülmüş olan kimse, bir mahallenin mescidinde v«yâ .mahal­lenin yolunda bulunsa, diyet ve kasâme o mahallenin halkına uygula­nır. Çünkü mahalle halkı* buralarda tedbîr almakda herkesten daha haklıdır. Mahallenin yolu denilmesi, büyük yol (cadde) dan korunmak içindir. Büyük caddenin (şâri'-i a'zam) açıklaması yakında gelecektir.
Mülk edinilmiş olan çarşıda bulunan maktulün, diyet ve kasâmesi çarşının mâlikine yüklenir. Maktul, mülk edinilmemiş olan çarşıda, büyük caddede, zindân'da ve Câmi'de bulunsa, kasâme yoktur. Çünkü kasârheden maksud, öidürme töhmetinin [62] bertaraf edilmesidir. Bu ise, âmme (kamu) hakkında gerçekleşmez. Diyeti, Beyt'ül-mâl Öder. Çünkü garâmet, ganimet karşılığıdır. [63]

Ma'lûmdur ki yoî, Önce iki kısımdır. Birisi, özel yol (tarîk-ı hass) dur. Bu yol, bir kimseye veya bir kaç kimseye mahsûsdur. O yolun, gi­rişi olup, çıkışı olmaz.

İkincisi; genel yol (tarîki âmm) dur. Bu yol, bir kimseye veya ba'zı kimselere mahsûs değildir. Onun, girişi ve çıkışı vardır. Bu yola, cadde de denir. Bu cadde de iki kısımdır. Birincisi; mahalle caddesidir. Bun­dan çok kere mahalle halkı gelip geçer. Ba'zan da başkaları gelip ge-çer.«el-Yenâbi'» adlı kitabda da böyle denmiştir.

Mahallenin mescidinde bulunan maktul, mahallenin caddesinde bu-j lunan maktul gibidir.'
Caddenin ikincisi, büyük caddedir. Bu, herkesin gelip geçmesi mü-1 sâvî olan yoldur. Çarşılarda bulunan ve şehrin dışında olan geniş yol gibidir. «Hidâye» adlı kitapda da böyle söylenmiştir. İmdi Câmi'de ve büyük caddede bulunan maktulde, kasâme yoktur. Bu. mes'eleyi, böy­lece bilmek gerekir. Tâ ki şübhe savulsun ve evham dağılmış olsun. [64]

Bir topluluk kılıç ile birbirleriyle çatışıp ayrıldıklarında, onların toplandıkları yerde öldürülmüş bir adam bulunsa, O'nun diyetini ma­halle halkı öder. Çünkü mahallede, bu gibi şeyleri korumak mahalle halkına düşer. O işi yapan kimse bilinmediği zaman, diyet ve kasâme onların «zerine vâcibdir. Ancak Öldürülmüş olan kimsenin velîsi, kaatil olan topluluk üzerine da'vâda bulunursa veya onlardan ba'zı topluluk üzerine da'vâ. açarsa, bu takdirde mahalle halkı için bir şey gerekmez. Çünkü bu da'vâ, mahalle halkının kasâmeden berâetini tazammun eder. Maktulün velîleri delîl getirmedikçe, o topluluk için de bir şey gerek­mez. Çünkü, sâdece da'vâ ile hafc sabit olmaz, Lâkin hak, mahalle hal­kından düşer. Zîrâ velînin sözü, kendisi hakkında hüccettir.

Yakınında imaret   (bina)  bulunmayan bir kırda maktul bulunsa — yakınlık (kurb) un ma'nâsi, daha önce geçtiği üzere, ses işitilecek kadar mesafedir— ya da bir büyük nehrin içinde bulunsa —büyük nehir ile murâd kimsenin zilyedliği ve mülkünde olmayan nehirdir. Me­selâ, Fırat nehri gibi — Şuf'aya müstehak olunan nehir bunun aksine­dir. Çünkü o nehirde, nehir halkının mâlikiyetleri vardır. Zîrâ o nehir, halkına mahsûstur. Bu takdirde kasâme ve diyet nehrin ehli üzere lâzım gelir. Binâenaleyh «Vikaye» nin; «Ona uğrayan bir suda (maktul bulunsa) » sözü,, ıtlak üzere (mutlak) değildir; Şu hâlde kırda veya bü­yük nehirde bulunan maktulün kanı boşa gider (heder olur). Çünkü b maktul, bu durumda olunca, kendisime başkasından yardım ulaşmaz ve taksir ile nitelenemez.

Eğer öldürülmüş ve bir derenin kenarında habs edilmiş bulunsa, O'nun diyetini o yere en yakın olan köy öder. Yâni, ses işitilecek me­safedeki en yakın köy öder. Şayet maktul, belli sâhiblere vakf olunmuş bir yer veya hanede bulunsa, O'nun diyetini ma'lûm sâhibler Öderler.

Çünkü onlar, o yerde veya hanede tedbîr almaya, insanların en uygu­nudur. Eğer oralar, mescid için vakf edilmiş ise, maktulün mescidde bulunması gibi olur. Mescidin hükmü ise, daha önce geçti.

Şayet maktul, memlûk olmayan sahradaki ordugâhta bulunsa, eğer kulübe ve kıldan çadırların içinde ise; tfiyeti onların içinde oturanlar

(sakinleri) öderler. Eğer maktul, bunların dışındaki kabileler içinde ise; diyeti maktulün içinde bulunduğu kabile öder. Şayet maktul, iki kabilenin arasında bulunsa; hüküm, iki köyün arasında bulunan mak­tulün hükmü gibi olur. Nitekim, bunun açıklaması daha önce geçti.

Eğer asker ve kabileler sahraya, kanşık oldukları hâlde beraberce inip konakladılar ise, diyeti asker ve kabilelerin hepsi beraber öderler.

Çünkü onlar bir arada konaklayınca, o yerlerin hepsi onlara mensûb bir tek mahalle menzilesinde olur. Bu durumda, çadırların dışında bu­lunan zararı onların hepsi ödemesi gerekir.

Eğer askerin kondukları yer, memlûk ise; kasâme ve diyeti bil-ic-ınâ' yerin sahibi öder. Zîrâ asker, orada sakindirler. IÇasâme ve diyette, o yerin mâlikine ortak -olmazlar.

Bir kimse, bir kabilede yaralanıp ailesine götürülse ve yatalak has­ta (sâhib-i firâş) olarak ölse; kasam* ve diyet, O'nun yaralanmış oldu­ğu kabile üzerine vâcib olur. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), ayrı görüştedir.

Çünkü yaralamak, şayet ölüme bitişirse, ölüm sayılır. Bundan dolayı, yaralayan kimseye kısas vâcib olur. Yatalak hasta olmazsa,-bunun ak­sinedir.                                                                              '

Bir adamm yanında henüz .son demini yaşayan bîr yaralı olsa, bir başkası da O'nu yüklenip kendi evine götürse; bir zaman kaldıkdan sonra Ölse, O'nu getiren kimse, İmâm Ebû Yûsuf ve îmâm Muham­med' (Rh. Aleyhimâ) e göre, diyeti ödemez. İmâm A'zam' (Kh.A.) in kavline kıyâsla, öder. Çünkü o götüren kimsenin elinde bulunması, mahalle menzilesin dedir. Yaralı olduğu hâlde O'nun elinde bulunması, mahallede bulunması gibidir.

iki adam, bir evin içinde olup; üçüncü bir kimse de olmasa ve o iki adamın biri öldürülmüş bulunsa, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, diğeri O'nun diyetini öder. İmâm Muhammed (Rh.A.)  uyrı görüştedir.

Çünkü İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, o diğer adam diyeti Ödemez. Zîrâ ölen adamın, kendisini öldürmek ihtimâli vardır.
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delîb" şudur: Zahire göre, insan ken­di kendisini öldürmez.  Öldürülen kimse (maktul), bir kadının karyesinde [65] bulunsa; ka­dına yemin tekrar ettirilir ve âkılesi diyetini verirler. Bu, İmâm A'zam ile İmâm Muhammed* (Rh. Aleyhimâ) e göredir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh. A.) a göre ise; kasâme dahî diyet gibi âkılesi.üzere olur. Yâni kadına, bir şey lâzım gelmez. Çünkü kasâme, yardım ehli için lâzım gelir. Ka­dın ise, yardım ehlinden değildir. Bu durumda o, küçük çocuğa benzer.

İmânı A'zam ile İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur:

Kasâme, töhmeti savmak içindir. Töhmet ise, kadından tahakkuk eder.

Başkalarının öldürmesiyle, mahalle halkının şahadetleri bâtıl olur.
Yâni; maktulün velîsi, öldürmeyi mahalle halkından başka bir kimse­den da'vâ ettikde, mahalleden iki şâhid de başkasının -öldürdüğüne şa­hadet etse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; onların şahadeti'kabul edil­mez. İmânıeyn (Rh. Aleyhimâ), kabul edilir, demişlerdir. Çünkü onlar, da'vâli olmak sırasına girmek üzereydiler. Öldürülen kimsenin velîsi, öldürmeyi onlardan başkası üzere da'vâ etmekle, hasım olmakdan kur­tuldular. İmdi, onların şahadeti kabul edilir. Nitekim, husûmete [66] vekîl (da'vâya vekîl), olan kimsenin, husûmetten önce azl olundukda şahadeti kabul edildiği gibi.

İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili şudur: Onlar kaatüleri müsâfir et­mekle, kendilerinden sâdır olan taksirden dolayı dâvâlıdırlar. Bu se-beble, her ne kadar husûmetten çıkarlarsa ,da, şahadetleri kabul edil­mez. Vasinin, vesayeti kabul ettikden sonra, vesayetten çıkıp şahadet ettikde kabul edilmediği gibi.
Ya da, o şâhidler mahalle halkından birinin öldürdüğüne şahadet etseler, Öldürülen kimsenin velîsi biaynihî O'nun üzerine öldürme id­dia ettikden sonra şahadetleri bâtıl olur. Çünkü, mahalle halkının hep­si ile beraber zikredilen şey üzerine husûmet kâimdir. Şâhid ise; husû­meti kendisinden savmak istemektedir. Halbuki o, bu durumda mütte-hem. (kabahatli) olur. [67]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..