Vakıf   Bölümü


Vaki, [105] lügat yönünden, habs ma'nâsınadır. Masdarı «vakf» olan, kelimesi müteaddîdir. Ma'nâsı, yukarıda söylenendir. Masdarı «vukuf» olan"   kelimesi ise, lazımdır.
Şer'an, vâkıfın mülkü üzere ayn'ı [106] habstir ve ariyet menzilesin­de faydalarını tasadduktur. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) bu konuda, ayrı görüştedir. Çünkü İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre vakf; Allah Teâlâ'-(C.C.) nın mülkü hükmünce ayn (mal) m habsedilmesidir. Vâkıf (vak­feden) in mülkü; o ayndan Allah Teâlâ' (C.C.) ya, aynın, yararı kula dönecek şekilde zail olur. İmdi vakf-ı lâzım [107] olup, satılmaz ve miras da olmaz.                                                                                        

İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: Hz. Ömer (R.A.), Resû-lüllah' (S.A.V.) e: «Yâ Resûlallah, ben bir miktar mal aldım, bu mal bence nefistir. Onu tasadduk edeyim mi?» diye sormuş. Resûl-i Ek'rem  (S.A.V.) de: «Aslı üzere tasadduk eyle, ki satılmasın, lıîbe edilme­sin ve mîrâs olunmasın. Lâkin semeresini infâk eyle.» buyurmuştur. İmdi bu hadîs vakfın, lâzım olduğuna ıtassdır.

İmâm A'zam'  (Rh.A.) in delili, Resûlüllah'  (S.A.V.)  m:

«Allah'ın ferâmııden habs yoktur.» kavl-i şerifidir. Yâni, «Mâlikin ölümünden sonra vârisleri arasında taksimden habs edilir mal yoktur.» demektir.

İmdi mal, vâkıfın mülkü üzere kalmaz, diyen kimseye, Allah' (C.C.) m tarzları habs edilir, demek, lâzım gelir. Fetva, İmâmeyn' (Rh. Aleyhİ-nıâ) in sözüne göredir, denilmiştir. KâlTde böyle zikredilmiştir.

Musannif «Meııiaallarını tasadduklur.» sözünü açıklayıp şöyle de­miştir: Vakıf, bir rivayette sahih değildir. Yâni vakıf, menfaatleri ta-sadduku kapsayınca, caiz olmaz. Çünkü menfaat, yok olmuştur ve yok olanı tasadduk etmek caiz olmaz. Esah olan kavle göre; icmâen sahîh olur. Çünkü menfaatleri tasaddukjmâmeyri' (Rh, Aleyhimâ) e göre de caizdir. Nitekim kölesinin hizmetini, evinin süknâsını ve her ikisinin gelirlerini vasıyyet caizdir. Lâkin, İmânı A'zam' (Rh.A.) a göre, lâzım değildir.
Bundan dolayı musannif, mülk kaldığı için «lâzım olmaz (geçerli)» demiştir. Ariyette olduğu gibi. Lüzum ile murâd, vâkıfın ve ölümün­den sonra vârisinin vakti ibtâl etmesi caiz olmamasıdır. Şayet vâkıf, fakirler için vakf etse veya bir su dolabı; yolda kalanlar için bir han veya bir te(kke bina etse veya kendi arazîsini mezarlık yapsa, vâkıfın mülkü ortadan kalkmaz. Musannif, lüzumun yokluğu üzerine «Hayatın­da temliki sahih olur.» sözüyle açıklama yapmıştır. İmdi vâkıfın hayâ­tında temliki; ölümünden sonra mîrâs olması ve vakıftan dönmesi de sahîh olur. Velev ki vakf, ölüm hastalığında (maraz-ı mevtte) [108] ol­sun, sahîh olur.

Vakıf, ancak dört şeyin biri ile lâzım olur. Musannif o dört şeyin birincisini «Kaza ile» demekle zikretmiştir. Yâni vakıf, Sultan tara­fından ta'yîn edilen kâdî tarafından verilen hüküm ile geçerli olur.
İki tarafın hakem (tahkim) [109] ta'yin etmeleri ile hüküm veren bir kâdî vakıf da'vâsı görmeye salahiyetli değildir. Çünkü böyle kâdi hü­küm verse, geçerli olmaz. Hattâ Sultan tarafından ta'yînli kadının, o hükmü bozması caiz olur. Nitekim yerinde anlatılmıştır.
Hükmün yolu şudur: Vâkıf, vakf ettiği şeyi mütevelliye [110] teslim eder. Ondan, sonra, gayr-i lâzım olması [111] hükmüyle rücû eder. Du­ruşma (murafaa) için kâdî huzuruna çıktıkları vakit, kâdî vakıfdan mülkünün kesildiğine hükmedince, bi'1-icmâ vakıf lâzım olur. Çünkü bu mes'ele; ictihâd götürür bir fasıldır. Vakıf ta'yinii kadının (müvel-lâ) hükmü ona lâhık olunca, lâzım olur. Kadılardan sâdır olan diğer ahkâm gibidir. Vakıf senedinde zikredilen: «Kadılardan bir kâdî bu vakfın lüzumuna ve rücû' hakkının bâtıl .olduğuna hükmetti.» sözü, sahîh kavle göre, bir şey değildir. Râti'de ve Hâniyc'de. böyle denmiştir.

Dört şeyden ikincisini, musannif şu sözü ile zikretmiştir: «Ya da vâkıf, §âyet vakfı ölüme bağlasa, Ölümle vakıf lâzıııı olur.» Yâni; «Ölür­sem, evimi şu hususa vakf ettim.» dese ve ondan sonra ölse, eğer ma­lının üçtebirinden çıkarsa, vakıf sahîh ve lâzımdır. Çünkü mevcûd ol­mayan şeyi vasiyyet etmek caizdir. Meselâ, menfaatleri vasıyyet etmek böyledir. Nitekim, daha Önce geçti.
Ölen kimsenin mülkü, onda hükmen bakî olur. O'nun nâmına dâi­ma tasadduk edilir. Eğer malının üçtebirinden çıkmazsa, üçtebir mik-târiyle caiz olur. Geri kalanı, ölene âid diğer bir mal ortaya çıkıncaya kadar kalır. Ya da; vârisler caiz görürlerse, caiz olur. Eğer diğer bir mal zahir olmayıp ve vârisler de cevaz vermezlerse, gelir (gaile) [112] ikisi arasında taksim edilir. Üçtebiri vakf için ve üçteikisi vârisler için olur.

Musannifin, «Ya da vâkıf, gayet vakfı ölüme, bağlasa, ölümle va­kıf lâzım olur.» sözünde; sâdece ölüme bağlamak, mülkün zevalini ifâde etmediğine işaret vardır. Belki, ta'lîkden sonra mülkün zevalini ifâ­de etmesi için ölüm gerekir.

Üçüncü durumu, musannif; «Ya da vâkıf, ben onu hayâtımda ve ölümümden sonra müebbeden vakf ettim demekle vakıf lâzım olur.»

sözüyle zikretmiştir. Çünkü bu, ulemâmıza göre, caizdir. Lâkin İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, vâkıf sağ olduğu müddetçe, bu söz, gelirin (gai­lenin) tasadduk edilmesini adamak olur. Böyle olunca, vâkıfın adağını yerine getirmesi gerekir.
Vâkıfın, ondan geri dönmesi de caizdir. Eğer ölünceye kadar geri dönmezse, terikenin üçtebirinden (sülüsden) caiz olur. Bunun hâl ça­resi; kölesinin hizmetini bir insana vasiyyet eden kimsenin yaptığı gi­bidir. Çünkü hizmet, kendisine vasiyyet olunan kimse (mûsâ leh) nin ve rakabesi [113] mâlikin mülkü üzere olur. Hattâ kendisine hizmet edilmesi vasıyyet olunan kimse (mûsâ leh) ölse; köle, mâlikin vârisleri için mîrâs olur. Ancak şu kadar fark var ki: Vakfda kendileri için va­sıyyet olunanlar (mûsâ lehüm) m kesilip tükenmesi tasavvur olun­maz. Şu hâlde, bu vasıyyet müebbed olur.

Dördüncü durumu (musannif: «Ya da, bir imescid bina edip ve p mescidi yolu ile beraber ifraz 'etmekle vakıf lâzım olur.» sözüyle zik­retmiştir. İfraz, şart kılınmıştır. Çünkü mescidin Allah Teâlâ (C.C.) için hâlis olması gerekir. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Mescid ler, şübhesiz Allah'ındır.» [114] buyurmuştur. Yâni, Allah' (C.C.) a mahsûsdurlar, demektir.

İmdi mescid, ancak ifraz ile hâlis olur. Yine herkes için o mes-cidde, namaza ve cemâat ile namaz kılmaya izin vermekle hâlis olur.

Bazıları demiştir ki: Cemâatle namaz kılmaya, izine hacet yok­tur. Belki, bir kimsenin kılması kâfidir. İnsanlar için iznin şart kılın­ması, teslim şart olduğundandır. Çünkü mescid olması için, İmâroeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre; teslim şarttır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), ayrı görüştedir. Her nevide, o nev'e lâyık olan teslim şart kılınmıştır. Bu
teslîm, mescidde namaz kılmakla olur. Bu vechle, birinci vech [115]; vâkıfa ve vârisine bakarak lüzum ifâde etmekle beraber vakfın, vâ­kıfın mülkünden çıkmasını da ifâde eder. İkinci veclı, vâkıfın ölümü ile ona bakarak vakfın lüzumunu ifâde eder. Lüzumunu ifâde ettiği gi­bi, mülkünden çıkışını da ifâde eder ve eğer üçtebircien (süîüsden) çıkarsa, vârise bakarak lüzumunu da ifâde eder.

Üçüncü vech, vâkıf sağ olduğu müddetçe, mülkünden çıkmasını ifâde etmediği gibi, dönmesi caiz olduğu için vâkıfa bakarak lüzumu­nu, da ifâde etmez. Belki, üçtebirden (süîüsden) çıkarsa, vârise baka­rak mülkünden çıkmasını ifâde eder.

Bundan sonra, İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), vâkıfın mülkünün orta­dan kalkmamasında (yok olmamasında) İmanı A'zam' (Rh.A.) a mu­halefet edip, zevaline kail oldukdan sonra vakıfın ne ile tamâm olaca­ğı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Musannif bunu «vakit tamâm olmaz.»

sözüyle zikretmiştir. Yâni vakıf, zikredilen dört şeyin biri ile lâzım oldukdan sonra da, vakıf tamâm olmaz. İmâm Muhamnıed' (Rh.A.) e göre, vakıf ancak müebbed masraf zikretmekle tamâm olur. Çünkü masraf menfaati veya geliri tesadduktur. Bu, ba'zan muvakkat ve ba'zan da müebbed olur. Onun mutlâkı, te'bîd (ebedîliği) üzere delâlet etmez. Şu hâlde tansîs (nass) lâzımdır.
Bir kimse, meselâ; «Ben, şunu çocuklarım için vakf ettim.» de­mekle evlâdı [116] için vakf etse ve bu söze bir şey eklemese ve çocuklar tükenip bitselerj İmâm Muhamnıed' (Rh.A.) e göre; vakıf mâlikin mül­küne döner. Çünkü, sonu kesilmiştir. Eğer vâkıf, meselâ-: «Ben, onu on yıla kadar vakf ettim.» demekle belli bir süre zikretse, ittifakla bâtıl olur. Çünkü bu, muvakkat satış gibidir.

İmam Ebû Yûsuf (Rh.A.} a göre; müebheden demeksizin vakıf tamâm olur. Çünkü maksûd, Allah Teâlâ' (C.C.) ya yaklaşmaktır. Bu maksûd, ba'zı vakitte bir yöne sarf ile olur, ki onun bitmesi tevehhüm olunur. Ba'zı vakitte, bir yöne sarf ile olur, ki onun bitmesi tevehhüm olunmaz. İmdi vâkıfın maksûdunu tahkik için iki fasılda da vakıf sa-hîh olur. Şayet mevkufun aleyh (üzerine vakfedilen) —meselâ evlâd gibi— besilip tükense, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre; fakirlere sarf olunur. Sahîh olan söz şudur ki, te'bîd ittifâkan şarttır. Lâkin te'bîdin zikredilmesi, İmâm Ebû Yûsuf  (Rh.A.)  a göre şart değildir. dolayı torunlar, evlâd-ı sulbiyyeden sayılmaz. Evlâd'ın tekili, «veled» dir. Bu deyim, velâdetten türetilmiş
Çünkü vâkıfın; «Ben vakf ettim ve tasadduk ettim.» demesi, Allah Te-âlâ1 (C.C.) ya ayırmayı (izâleyi) gerektirir. Bu ise; te'bîdi (yâni vakfın ebedî olarak yapılmış olduğunu) gerektirir. Şu hâlde zikredilmesine hacet yoktur. î'tâk (yâni, köleyi âzâd etmek) gibi. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
îmânı Mukammed' (Rh.A.) e göre, te'bidin zikredilmesi şart kılın­mıştır. Nitekim sebebi daha önce geçti. Vakf, İmâm Ebû Yûsuf (Rh. A.) a göre; düşürmek (ıskat) tir. Yâni ayn olan maldan vâkıfın mül­künü düşürmek için meşru kılınmıştır. İ'tâk da böyledir. Çünkü âzâd etme, efendi için mülkünden düşürmedir. Yoksa Allah (C.C.) için tem­lik değildir. Çünkü Allah Teâlâ (C.C.) ondan müstağnidir. Zîrâ O, (Allah (C.C)), vâkıfın da vakfın da mâlikidir. Kul .için de temlik de­ğildir. Eğer kul için temlik olsa, satılması ve diğer tasarrufları caiz olurdu. İmâın Ebû Yûsuf (Rh.A.), kazaya ve başka şeye hacet kalma­dan bizzat sözle yâni onu, şu vech üzere vakf ettim, demekle vakfı mülk-den çıkarır. Şüyû'u [117] da caiz görür. Yâni müşâ'nm [118] taksimini caiz görür. Çünkü taksim, teslim almanın tamâmındandır. Zira kabz, bir şeyi alıp kendisinin malı etmek ve mülküne katmak (hiyâze) için­dir. [119] Bunun tamâmı, taksimle ayrılabilen şeylerdedir. İmânı Ebû Yûsuf'a (Rh.A.) a göre; teslim almanın aslı şart değildir. Onun tamam­layıcısı da şart değildir. Sen gördün ki, O'na göre vakf — âzâd gibi — mülkün ıskatıdır. Şüyu' âzâdı nıenetmez. Bundan dolayı, vakfı da menetmez. Irak Meşâyihi bununla fetva vermişlerdir.

İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre; vakf, sadakadır. Çünkü Resû-lüllah (S.A.V.), Ömer' (R.A.) e:

«Onun asimi tasadduk et. O satılmaz, hibe edilmez ve miras olun­maz.» buyurmuştur.

İmâm Muhammed (Rh.A.); vâkıfın vakfı, mütevelliye teslimini şart kılmıştır. Mütevellinin, vakfı teslim almasını da şart kılmıştır. Ni­tekim müneffeze (geçerli) sadakada olduğu gibi. Vasıyyet olan sadaka, böyle değildir. Çünkü bu' sadaka, tasadduk edenin mülkünden sâdece söz ile zail olmaz. Belki, teslimi ve fakirin teslîm almasiyle zail olur. Bunun açıklaması şudur: Çünkü temlik, Allah Teâlâ' (C.C.) dan kas-den tahakkuk etmez. Nitekim sebebi daha önce geçti ki; Allah Teâlâ (C.C.) ondan müstağnidir. Ancak Allah Teâlâ (C.C.) için sabit olan sadaka hakkı kula teslîm zımnında sabit olur. İmdi sadakalar ve ze­kât menzilesine indirilir. Şayet teslimden önce tamâm olsa, yed'en is­tihkaka elverişli olur. Halbuki, teberru', müteberri' (bağışlayan kimse) için istihkak sebebi olamaz. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre; taksim kabul eden şeyde şüyu, vakfı meneder. Çünkü teslîm almanın aslı; İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre şarttır. Keza kabzı tamamlayan şey de öyledir. Bunun tamâmı, taksim götüren şeylerdedir. Taksimi muhtemel olmayan şeyde şüyu ile vakf sahih olur. Hattâ hamamın ya­nsını vakf etse, geçerli sadaka giıbi, caiz olur. Çünkü İmânı Muham­med (Rh.A.), bununla vakfa i'tihâr etmiştir. Zîrâ bu sadaka, taksim kabul eden müşâ'da tamâm olmaz. Nitekim vâkıf; «Ben, şu on dirhe­min yarısını şu fakire tasadduk ettim.» dese, o fakir teslim almadıkça tamâm olmaz. Taksim, kabul etmeyen müşâ'da ise, tamâm olur. Ha­mamın yansı gibi. Buhârâ Meşâyihi, bununla fetva vermişlerdir.
Mecmau'I-Fetâvâ'da denmiştir ki: Bundan sonra, İmâm Muham­med' (Rh,A.) in kavli üzere eğer bir yer iki adam arasında ortak olsa ve orayı yoksullara vakf olarak tasadduk etseler veya vakf etmek caiz olan hayır ve iyilik yollarından bir vechle tasadduk etseler ve vakfa bakan bir kayyıma [120] verseler, caiz olur. Çünkü İmâra Muhanımed' (Rh.A.) in kavline göre; cevaza engel olan şey, teslîm alma vaktindeki şüyû'dur. Akd vaktindeki değildir. Burada akd sırasında şüyu' yok­tur. Zîrâ o iki kimse, yeri toptan tasadduk etmişlerdir. Kabz vaktinde­ki şüyu da değildir. Çünkü o iki kimse yeri toptan teslîm etmişlerdir. Eğer ikisinden her biri, bu yerin yansını müşâ' olan sadaka-i mevkû-fe olmakla tasadduk etse ve ikisinden her biri, kendi vakfı için ayrı mütevelli ta'yîn etse, şüyu' akd vaktinde bulunduğu için caiz olmazdı; Zîrâ onlardan her biri, akdi yalnız başına yapmış olurdu. Şüyu' teslîm alma vaktinde de mütemekkindir. Çünkü iki mütevelliden her biri şayi' olan bir yarımı almıştır.    Şayet iki adamdan her biri mütevellisine,
Benim payımı, ortağımın payı ile beraber teslim al.» dese, caiz olur. Şayet ikisinden biri arzın yarısını yoksullara sadaka-ı mevkûfe olmak­la tasadduk etse, ondan sonra diğer adam yine böylece, yerin diğer ya­nsını tasadduk etse ve ikisi onun için bir tek kayyim görevlendirseler, caiz olur. Çünkü akd vaktinde her ne kadar şüyu' mevcûd ise de, tes­lim, alma vaktinde yoktur. Çünkü mütevelli, yeri toptan teslim almış; k adam da kendisine toptan teslim etmişlerdir. Keza nıütevellîliği iki kimseye beraber verseler, yine böyle olur. Çünkü bu iki mütevelli, bir mütevelli gibi olurlar. Keza vakf yönü ayrı olsa, yine caiz olur. Yine -böylece, vâkıf bir adam olup yerin yarısını fakirlere rnüşâ' olarak vak­fedip, diğer yarısını başka hâl üzere vakf etse, caiz olur. Bu zikredilen­lerin hepsi İmâm Muhammet!' (Rh.A.) in süsüne göredir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre ise, hepsinde vakf caiz olur. Çünkü ona göre vaki', teslim alınmadan ve taksim edilmeden dahî caizdir. Zamanımı­zın Meşâyihinden ba'zıları, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un sözü ile fetva  [121] vermişlerdir. Fetva, buna göredir.

Şayet vakıf lâzım olup tamamlansa, sahibi için memlûk olmaz. Baş­kasına satmak ve benzeri ile .temlik de kabul etmez. Çünkü mülkünden çıkanı, temlik etmek imkânsızdır. Ariyet verilmez ve rehn konulmaz. Çünkü ariyet ve rehnin iktizâları mülktür.
Vakıf taksim edilmez, ancak taksim, vakıf ile mâlik arasında olur­sa, îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre taksim edilir. Yâni kâdî, müşâ'-olan vakfının caiz olmasına hüküm verir de hükmü nafiz olursa, diğer muhtelefât gibi, müttefakun aleyh olur. Ba'zılan taksim istese, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, taksim olunmaz ve muhâyec [122] ederler. İmâ-meyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, vakıf taksim edilir.

Fukahâ şunda icmâ etmişlerdir ki; bütün mal, erbabına vakfedil­miş olup taksim etmek isteseler, taksim edilmez. Muhît'te de böyle den­miştir, Musannifin: «Üzerlerine mevkuf (vakfedilmiş) olan vakıf tak­sim edilmez.» sözünün ma'nâsı budur. Çünkü; Îmâmeyn' (Rh. Aleyhi­mâ) e göre, taksim, ayırmak ve bölmek (temyiz ve ifraz) dir. Satmak ve temlik değildir. Şu hâlde, taksim caizdir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; taksim ma'uen satmaktır. Çünkü o, ifraz ve mübadeleyi kapsar. Mübadele [123] yönü ise, misliyyâttan [124] başkasında ağır basar.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), mescidi vâkıfın mülkünden; «Ben, bu­nu mescid kıldım.» sözüyle izâle eylemiştir. Çünkü O'na göre, teslim şart değildir. Zira bu, âzâd etmek gibi ıskattır (yâni, mülkden düşür­mek ve çıkarmaktır).                             

İmâm A'zam ile îmânı Muhammedi (Rh. Aleyhimâ) ise; namaz kı­lınmasını şart koşmuşlardır. Nitekim, daha önce geçti.

Musannifin «mesçid» sözünü tekrarlamasına sebeb şudur: Çünkü mescidi Önce vakfın lâzım olmasının şartlarını sayarken söylemiş idi. Burada zikretmesi, mescidin ahkâmının; İmâm 'Muhammed' (Rh.A.) e göre; mütevelliye teslim şart olmamakta ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, şüyû'un mâni' olmasında ve İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; kâdî hüküm vermese bile onun vâkıfın mülkünden çıkmasında diğer evkaf hükümlerine muhalefetinden dolayıdır.
Eğer vâkıf mescidin altına Beyt'ül-Makdis'de olduğu gibi mesci­din yalarları için sirdâb yaparsa caizdir — Sirdâb, sirdâbe'den muar-rebdir (yâni aslında Arabca değil iken Arabcalaştırılmıştır.) Sirdâb, soğutma için yerin altında yapılan bodrumdur — Eğer sirdâbı mescidin yararlarından (mesâ lininden) [125] başka şey için yaparsa, veya mes­cidin üzerine ev yapıp, mescidin kapısını yola açar ve mülkünden ayı­rırsa, caiz olmaz. Yâni, mescid olmaz ve vâkıfın onu satması caiz olur. Vâkıf öldüğü zaman, ondan mîrâs olarak alınır. Çünkü mescidin, sâ­dece Allah Teâlâ (C.C.) için hâlis olması vâcibdir. Kulun hakkı, mes­cidin altına veya üstüne müteallik olduğu için bunda hulûs olmaz. Şu hâlde, onun ahkâmı da sabit olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) dan; Bağdart'a geldiği zaman, evlerin sıkışıklığım görerek zaruretten dolayı, buna iki veehle cevaz verdiği rivayet edilmiştir. İmânı Muhammed' (Rh. A.) den de, Horasan'da R-ey şehrine girdiği vakitte, zaruretten dolayı bunların hepsini caiz gördüğü rivayet edilmiştir. Nitekim bir kimse, hanesinin ortasında yâni, avlusu içinde mescid bina edip ve orada namaz klimaya izin verse, orası mescit! olmaz. Vâkıfın, onu satması caiz olur ve ondan mîrâs da alınır. Çünkü vâkıfın mülkü, o mescidin çevre­sini kuşatmıştır. Böyle olunca, O'nun menetme hakkı vardır. Mescid-de ise bir kimsenin menetme hakkı olmaz. Çünkü Allah Tcâlâ (C.C.) :
«Allah'ın mescitlerinde Onun adının anılmasını yasak î-dcıı kim­seden daha zâlim kim olabilir?» [126] buyurmuştur.
Eğer o hanenin (darın) ortasında olan mescidin çevresinde olan mülk harâb olup, ondan istiğna olunsa, İmâm A'zam ve İmâm Ebû Yû­suf (Rh. Aleyhimâ) a göre, mescid olduğu hâlde kalır ve cger bina eden sağ ise, O'nun imülküne dönmez. Eğer bânî öldü ise, vârisine de dönmez. İmâm Muhammed' (Rh.A.j e göre; mülke döner. Çünkü bânî o mescidi, belli ibâdet için ta'yîn etmiştir. Belli İbâdet yapılmayınca, baninin mülküne geri döner. Hacda muhsar [127] olan kimse gibi ki, şayet hedy [128] gönderse, ondan sonra ihsâr ortadan kalkıp hacca ye-tişse, hedyini ne yapmak isterse, onu yapar.

İmânı A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un delili şudur:
Mescidin banisinin kasd eylediği ibâdet, çevresindeki mülkün harâb oîmasiyle ortadan kalkmamıştır. Zîrâ insanlar, mescidlerde ibâdet et-mekde müsavidir. Orada yolcular ve gelip geçenler namaz kılarlar. Muhsar olan kimsenin hedyi ise, boğazlamadan önce mülkünden zail olmamıştır. Mescidin haşiri [129] ve haşişi [130] böyledir. Şayet on­lardan istiğna olunsa, İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhi­mâ) a göre; mülke dâhil olmazlar. İmâm Muhammed (Rh.A.) ayrı gö­rüştedir. Tekke ve kuyu, şayet bunlar ile yararlanılmazca, bunlar da hasır ve kuru ot gibi, ihtilaflıdır.
Mescidin, tekkenin ve kuyunun vakfı en yakın olan mescid, tekke vi' kuyuya sarf edilir. Bu söz, İmâm Azam ile İmânı Ebû Yûsuf (Rh. AJeyhimâ) un sözü üzerine açıklamadır. Yâni, vâkıf ve cihet [131] birleş­miş olursa sarf edilir. Meselâ; bir adam, iki mescid bina edip ve her birinin mesâlihi için vakf ta'yîn etse ve mevkufun aleyh (yâni kendi­sine vakf edilmiş) in ba'zi mersûmu [132] az olsa; şöyle ki: İki mescid-den birinin imânımın veya müezzininin mersûmu; vakfı harâb olmak sebebiyle eksik olsa; kâdinm, diğer vakfın fazlasından ona sarf etmesi caizdir. Çünkü o iki vakıf, bu takdirde bir tek şey gibidir.

Şayet o iki -vakıfdaıı birisi ayrı olursa, meselâ; iki adam, iki mes­cid bina edip yâhûd bîr adam bir mescid ve bir medrese bina edip ikisi ıçUİ ayrı ve başka vakıflar yapsalar, birini diğerine sarf caiz olmaz. Yâni, kadının iki vakıfdan birinin fazlasını diğerine sarf etmesi caiz olmaz. TJezzâziye'de böyle denilmiştir.
Bir kimse fakirle re bir çiftlik vakf edip, mütevelliye teslim ettik-den sonra vasisine: «Sen, bu arazinin gelirinden fülâna şu kadar ve fülâna bu kadar ver.» yâlıûd «Doğru ve uygun gördüğünü yap.» dese, o vasinin arazînin gelirini onlara vermesi bâtıldır. Çünkü vakf, tescil­den [133] sonra o adamın mülkünden çıkmıştır. Binâenaleyh onun va­sisi arazîde tasarrufa kadir olamaz. Ancak vakıf da, tescilden önce di­lediği kimseye gelirinden vermeyi şart kılmışsa, olur. Hâniye'de de böy­le denilmiştir.

Yoldan bir kısım yeri .mescid ve bunun aksini yapmak (yâni, mes-cidden bir kısmını yol yapmak) caizdir. (Yâni, şayet mescidin yeri dar olup, yol geniş olsa, yoldan bir kısım yeri mescide katmak ve keza ak­sini yapmak da caizdir.) Hulâsa'mn «Kerâhiyet Bölümü» nde-ve, İmâ-diye'nin «Onuncu Fasıl» ında böyle zikredilmiştir.

Yolu mescid yapmak da caizdir. Aksi,, caiz değildir. Çünkü, yolda namaz kılmak caizdir. Fakat, mescidden geçmek caiz değildir. İmâdiy-ye'de böyle denilmiştir.

Mescid, cemaata dar geldiği zaman, yanında olan yeri, kıymetini vererek zorla almak caizdir. Mecma'ul-Fetâvâ'da da böyle denmiştir.

Keza vâkıfın, velayeti kendisine âid kılması caizdir. Çünkü müte­velli, velayeti vâkıfdan alır. Böyle olunca, velayet bi'z-zarûre O'na âid olur. Lâkin bundan sonra vâkıf, vakıf için güvenilir olmazsa, kadının fakirlerin menfaati için O'nun elinden vakfı almak yetkisi vardır. Keza vâkıf, Sultan veya kadının o vakfı elinden çıkarıp almamasını ve başkasını mütevelli ta'yîn etmemesini şart kılarsa; hüküm yine budur. Çünkü bu şart, şeriatın hükmüne aykırıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), vâkıfın, vakfın gelirini kendisine alma­sını caiz görmüştür. Yâni vâkıf, vakf edip gelirin hepsini veya bir kıs­mını, sağ oldukça kendisine, öldükten sonra fakirlere şart eylese, İmâm Muhammed (Rh.A.) ve Hilâl' (Rh.A.) e'göre vakf bâtıl olur. Çünkü mülkü, Allah Teâlâ' (C.C.) ya izâle ile kurbetin ma'nâsı ortadan kalk­mıştır. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), «İbtidâyı, intihaya (yâni başı, so­na kıyâs ederek) caiz olur.» demiştir. Çünkü o, vakıf kesilerek sahibi­nin mülküne dönmesini caiz görmüştür. Belh Meşâyihi, Ebû Yûsuf (Rh.A.) un sözünü almışlardır. Fetva da halkı vakfa teşvik için O'nun kavline göredir. Hâniye'de ve başkasında böyle zikredilmiştir.
Yine vâkıfın, eğer dilerse vakfı değiştirmeyi veya satıp semeni [134] ile başka bir yer almayı şart koşması caizdir. Şayet böyle yaparsa, şart­larını zikretmekslzin ikinci vakıf, şartları hususunda birincisi gibi olur. Ondan sonra onu bir üçüncüsü ile değiştirmesi caiz değildir. Çünkü değiştirmek, şartla sabit olan bir hükümdür. Şart ise, birincide mevcûd, ikincide değildir. Fakat değiştirmeyi şart koşmaksizın, vakıf malını değiştirmeye mâlik olamaz. Ancak, kâdî mâlik olur. Hâniye'de de böy­le denmiştir.

Çiftliğin; sığıriyle, eskicileri olan kuleleriyle ve ona tâbi' olan diğer ekin aletleriyle beraber vakf edilmesi sahilidir. Menkûlün vakf edil­mesi sahih değildir. Çünkü menkûl, sürekli kalmaz.

İmâm Muhammed' (Rh.A.) den; balta, kürek, keser, bıçkı, tâbut ve örtüsü, çömlekler ve kazanlar gibi vakf edilmesi örf olan menkûlde vakfın sahih olduğu rivayet edilmiştir.

Şayet Kur'ân okunması için, nıescid halkına Mushaf-ı Şerif vakf etse, eğer okuyanların sayısı belli ise, caiz olur. Mescide vakf etti ise, yine caiz olur ve mescidde okunur. Ama mescide münhasır olmaz.

Kitap vakf etmeye gelince; Muhammed b. Seleme (Rh.A.) bunu caiz görmezmiş. Nasîr b. Yahya (Rh.A.) ise, caiz görürmüş. Hattâ- ki­taplarım vakf etmiştir. Fakiri Ebû Ca'fer (Rh.A.) de, bunu caiz görür­müş. Biz de bununla amel ederiz. Hulâsa'da da böyle denmiştir.
İmâm Züfer' (Rh.A.) in arkadaşlarından olan Ensârî' (Rh.A.) den; «Dirhemler veya yiyecek veya ölçecekden geçen veya tartılan eşyanın vakf olması caiz olur mu?» diye sorulmuş. Ensârî (Rh.A.) «Olur!» cevâ­bım vermiştir. «Nasıl olur?» denildiğinde; buna şöyle cevab vermiştir: «Dirhemleri (mudârabe) ortak olarak [135] verir. Ondan sonra, vakf edeceği veçhe fazlasını tasadduk eder. ölçülen ve tartılan şeyler satılıp bedeli, dirhemler gibi ortak olarak veya mal (bidâa) olarak [136] vc-rilir.» Buğdaydan yığın (kürr) [137] dahî böyledir. Hulâsada da böyle denmiştir..
Vâkıf, kendi yeri üzerine bina yapıp, onu yerden ayrı olarak vakf etse, caiz olmaz. Çünkü vakıfda asi olan, akardır. Zîrâ akar, ebedî ka­lan şeylerdendir. Ona tâbi olan şey ile hakkında eser vârid olanlar ve teamül [138] bulunanlar akara mülhaktır. Geri kalanlar, asıl kıyâsa göre kalmıştır.

Ba'zılan, «Binanın yersiz vaki edilmesi caiz oJdugıınu» söylemiş­lerdir.

Kâii'de; «Şayet vâkıf binayı kasden vakf etse, s:ıhih olan kavle gö­re, caiz olmaz.» denilmiştir. «el-Kâidiyyc» adlı kitapda; İmanı A'zam' (Rh.A.) dan rivayet edilmiştir ki: O, mezarlığın' ve yolun vakf olma­sını caiz görmüş. Nitekim mescidin vakf olmasını caiz gördüğü gibi. Keza Müslümanların geçmesi için bir adamın yaptığı köprünün ken­disi de vârisleri için mîrâs olmaz. Bundan sonra demiştir ki: «Bu mes'-ele, aslı (yeri) olmaksızın binanın vakfı caiz olmasına delildir. Halbu­ki; «el-Asl» adli kitapda; evin aslı (yâni yeri) vakf edilmeksizin binâ-nın vakfı caiz olmaz.)» diye zikredilmiştir.
Vâkıf, bir cihete vakfedilmiş olan yer üzerine bina yapıp, o cihet için vakf etse; cihet birleşmiş olduğu için, bi'Mcmâ' caizdir. Şayet o vakıf yeri üzerinde olan binayı başka cihet için vakf etse, bunda ihti­lâf edilmiştir. Ba'zılan, «Caizdir.» ve ba'zıları da; «Caiz değildir.» de­miştir. Sonra vakıf, şayet ta'mîre (imarete) [139] muhtâc olursa, vâ­kıf gerek ta'mîri şart koşsun ve gerekse koşmasın onarılması gerekir. Çünkü ta'mîr nassan şart kılınmasa da, iktizâen şart kılınmıştır. Zîrâ vakfın gayesi, gelirin müebbeden sarf yerlerine ulaşmasıdır. Bu ise, ancak vakfın düzeltilmesi ve onarılması ile hâsıl olur, Şu hâlde ta'mîr şartı  iktizâeıı  sabit.  olur.  İktizaca   sabit  olan   ise,   ııassan   .sabit,  olan gibidir.
Vakıf bir ev yakf edip, meselâ; orada kendi çocuklarının oturma­sını şart koşmakla mevkufun aleyh muayyen olsa; vakfı, mevkufun aleyhin kendi malıyla onarması gerekir. Vakfın gelirinden bîr şey alın­maz. Çünkü vakfedilen evde oturmak, kendisiyle yararlanılan bir hâl­dir. Ni'met külfete tâbidir. [140] (Yâni ni'mel, külfet ile ve külfet de ni'-met'ile nıülerafık olur. Diğer bir deyini iie; ni'metten yararlanan, kül­fetine de katlanır.) Bundan dolayı hizmet etmesi vâsıyyet edilen kö­lenin nafakası, vasıyyet edilen kimseye âiddir. Eğer mevkufun aleyh muayyen değil ise; belki fakirlere vakfedilmiş ise, vakfın geliri önce onun onarılmasına harcanır. Zira, vakf muayyen olmazsa, mevkufun aleyh çok olduğu için onlardan mutâlebe mümkün olmaz. Vakfın ge­liri, o fakirlerin mallarının en yakın olanıdır. Bu dunumla vakfın ona­rımı (imareti), vakfın gelirinden yapılması gerekir.

En doğru (esah) olan kavle göre; iazla bir şey yapılın?/. Yâni vak­fın onarılması (imareti), ancak mâlikin vakf ettiği nitelikde kalacak kadariyle vâcib olur. Eğer haıah olursa, yine o nılelik üzere bina edilir. Çünkü onarma. vakfın niteliği kadariyle olursa; vakfın geliri, mevku­fun aleyhe sarfa müstehak olur. Fakat onarma vakfın niteliğinden faz­la olursa, vakfın geliri sarfa müstehak olmaz. Gelir, müstehakkun lelı'-dir. İmdi müstehakkun îeh olan geliri, müstehak olmayan cihete har­camak ancak müstehakkun leh'in rızâsiyle caiz olur.
Eğer muayyen (ta'yîn edilmiş kimse), vakfın imaretinden kaçınır­sa veya imaretten âciz olursa, kâdî o vakfı kiraya verip ücretiyle ta'mîr eder ve mevkufun aleyhe geri verir. Kâdî, kaçman kimseyi onarmak için zorlamaz. Çünkü zorlamada, O'nun malını telef etmek vardır. İn­san ise, itlafa zorlanmaz. Nitekim müzâraada [141], tohum sahibi olan kimse kaçınsa, zorlanmadığı gibi. O'nun kaçınması, hakkının bâtıl ol­duğuna rızâ sayılmaz, çünkü o kimse, tereddüd halindedir. Zîrâ hak­kının bâtıl olduğuna razı olduğu için, kaçınmak ihtimâli olduğu gibi; malının itlafından çekindiği için imtina etmek ihtimâli de vardır. Şu hâlde şübhe ile hak bâtıl olmaz. [142]

Vakıfda oturmak hakkına sâhib olan kimsenin, onu kiraya verme­si caiz değildir. Çünkü, vakfı kiraya vermeye salâhiyeti yoktur. Zîrâ, mâlik, değildir. Mâlikin naibi de değildir. Belki, o vakfı mütevelli veya kâdî kiıâya verir.

Vakfın yıkıntısı ve yıkıntı bedeli, eğer vakıf onarılmaya muhtaç olursa onarılmasına (imarete) harcanır. Yâni vaktin yıkıntısı, eğer o vakfın onarılmasına harcanmaya elverişli ise, tına harcanır. Eğer o vak­fın yıkıntısı ta'nıîre elverişli değilse, kâdî onu satıp bedelini, ta'mîıe harcar. Eğer vakfın onarılmaya ihtiyâcı yok ise, yıkıntının bedelini ihtiyâç için muhafaza edip, sarf yerleri arasında taksim etmez. Zîrâ ayn'm cüz'üdür. Onların hakkı ise, vakfın menfaatîerindedir, ayn'ın-da değildir. Çünkü Aliah Teâlâ' (C.C.) nm yâhûd vâkıfın hakkıdır. Şu hâlde, onların, hakkı olmayan şey, kendilerine harcanamaz.

Vakıf şnyıH İ'akîrİcşip mevkufa muhtaç o!sa, kâdîye durumunu arz eder. Eğer vakfedilen şey tescil edilmedi ise, kâdî onu fesli eder, Hu-lâsa'da da böyle denmiştir.

Kâdînın feshi, vâkıfın vârisi için olursa, o fesh vakfın butlanına hüküm olur. Eğer vâkıfın vârisi için olmazsa, butlanına hüküm olmaz. Mecmau'l-Fetâvâ'da denmiştir ki: Kâdî, şayet müseccel olmayan vakfın satılmasına izin verse, eğer satışa vâkıfın vârisi için izin verirse; o izin kâdîden vakfın butlanına hüküm olur ve vakfın satılması caiz olur. Eğer vârisinden başkasına izin verirse, caiz olmaz. Çünkü vakıf ibtâl edilse, vâkıfın vârisinin mülküne geri döner. Başkasının malını sat­mak ise, caiz olmaz.

Vâkıf, sahih vakıf yaptığını ikrar edip ve vâkıf o vakfı elinden çı­karsa ve onun vârisi aksini bildi rse, yâni, «Vakf etmedi ve elinden çı­karmadı.» dese, vakf caiz olur. Vârisin, o vakfı alma hakkı yoktur. Mah­kemede da'vâsı dinlenmez. Hâniye'de de böyle denmiştir.
Ölüm hastalığında (maraz-ı mevtte) [143] vakf, ölüm hastalığında hîbe gibidir. Şu hâîde üçtebir (sülüs) den mu'teber olur. Hibede şart kılman kabz ve ifraz, vakfda şarttır.

Eğer ölüm hastalığında olan vakf, terifcenin üçtebirinden çıkarsa veya o vakfı vâris câîz görürse hepsinde geçerli olur. Eğer üçtebir (sü­lüs) den çıkmazsa, üçtebirinden fazlasında bâtıl olur. Eğer vâris bir kısmında caiz görüp, bir kısmında caiz görmezse, caiz gördüğü mik­tarda sahih, geri kalanda bâtıl olur. Ancak ölenin başka malı ortaya çıkarsa, hepsinde geçerli olur. Hâniye'de de böyle denmiştir.
Vakıf, ya fukara içindir, ki bu açıktır. Ya da evvelâ zenginler son­ra fakirler içindir. Zenginlerin, çocuklarının ve onların nesli tükendik­ten sonra fakirlere vakf gibi. Ya da onda, iki grup esjit olur. Tekkeler, hanlar, mezarlar, mescidler, çeşmeler ve köprüler ve bunların benzer­leri [144] gibi (ki, bunlarda lakîr, zengin müsavidir.) [145]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..