Fâsid Satışın Hükmü :

Müşteri, satılan şeyi, satıcının açıkça veya delâlete ti mâsiyle tes­lim aldığında ona mâlik olur. Meselâ, satıcının huzurunda, akd mec­lisinde malı teslim alır ve satıcı o teslim almayı menetmezse, satılan şeye mâlik olur. İmâm Şafiî (Rh.A.): «Her ne kadar müşteri o satılan şeyi teslim alsa da, mâlik olmaz. Çünkü o haramdır, onunla mülkün ni'metine nail olamaz.» demiştir. Bir de: «Nehy ile meşrûiyyetdn ara­sında birbirine karşıtlık bulunduğu için nehy, meşrûiyyeti nesh eder. Bundan dolayı teslim almazdan önce mülkü ifâde etmez. Satılan şeyi (mebî'i) meyte veya içkiyi (hamn) dirhemlerle satmış gibi olur.» demiştir.

Bizim delilimi/ şudur: Satışın rüknü ehlinden sâdır, mahallinde vâki olmuştur. İmdi satış müıı'akld oldu, demek vâcib olur. Ehliyette ve mahalliyyette şübhe yoktur. Onun rüknü, malı malla değiş-tokuş (mübadele) dur. Bu ise, meydana gelmiştir. Şer'î fiillerden nehy, meş-rûiyyetin tekarrürünü gerektirir. Çünkü nehy, menhiyyün annin (ya­sak edilen şeyin) tasavvurunu gerektirir. Çünkü tasavvur olunmayan şeyden nehy, hükümsüzdür. Bunun tahkiki, Mir'âL'ui-UsiH'de benini zikrettiğim şeydir ki emr ve nehyin medarı makdûriyettir (kudret bu­lunmaktır). Hissî fiillerden nehy, o fiillerin hissen makdûr olmasını gerektirir. Aklî umurdan nehy, aklen makdûr olmasını gerektirir. Şer'î fiillerden nehy ise, şer'an makdûr olmasını gerektirir. Aksi hâl­de sırf faydasız olur. Zira uçmak, hissî umurdandır. Şayet bir şahısa ((Uçma!» dersen, uçmaya kudreti bulunmadığı için, her ikiden kim­se yadırgar. Keza, a'mâya, «Bakma!» demek de, böyledir.

Bey' (alım-satım), şeı*'î fiillerdendir. Şayet satışdan nehy olunsa, şer'an makdûr olması vâcib olur. Bizim âlimlerimizin: «Şer'î fiilden nehy, aslının meşru olmasını,.vasfının meşru olmamasını gerektirir.)» dediklerinin ma'nâsı budur. Zîrâ, birincisi, şer'an makdûriyyete nazır­dır. İkincisi, nehye nazırdır. Satışın kendisi meşrudur. Müşteri, mülk ni'metine bununla nail olur. Hürmet, ancak ârizî bir şeyden'dolayıdır. Teslimden önce mülkün sabit olmaması, mücavir olan fesadı kabulden kaçınmak içindir. Çünkü fesadın, geri aimak (istirdâd) ile savulması vâcibdir. İmdi mütâlebeden çekinmekle savulması evleviıyyette kalır. Çünkü def, ref'den (yâni gelmeden karşılamak, geldikden sonra kar­şılamaktan) daha kolaydır.

Olü, mal değildir, imdi,, rükn yoktur. Eğer içki (hamr), ölçülen ve tartılan şeyler gibi semen karşılığında satılmış olursa, onun ve eh i daha önce geçti. Teslim alman şey, müşteri elinde helak olursa, hakî­katen o şeyin misli müşteriye lâzım gelir. Eğer helak olan şey misli ise; hem sûreten ve hem ma'nen misli lâzım gelen odur. Ya da, sâde­ce ma'nen misli lâzım gelir. Eğer helak olan şey kıymeti olan şeyden (kıyemî) ise, kıymettir. Çünkü o, gasb gibi, teslim almak (kabz) ile mazmundur. Her ne kadar müşterinin elinde kıymeti artıp müşteri onu itlaf etse de, kıymeti teslim alma gününde mu'teber olur. Çünkü o, teslim almakla onun garantisine dâhil olmuştur. Binâenaleyh, gas-bedilen şey gibi mu'teber değildir. Kâfî'de de böyle denmiştir.

Satan ile satın alanın (mütebâyiân'm) her biri üzerine, teslim­den Önce fesadı ortadan kaldırmak için satışın feshi vâcib olur. Mu­sannifin, «Her biri üzerine» deyip «Her biri için» dememesi; feshin vâ-çib olduğuna işaret içindir. (İçin) ma'nâsına gelen (lam) ise, cevazı ifâde eder.
Keza, satılan şey müşterinin elinde okluğu müddetçe, teslimden sonra da feshi vâcib olur Musannif; «Fesâd, akdin kendisinde (sul­bünde) olursa; meselâ; bir dirhemi, iki dirheme satmak gibi- Yine zâid şart ile olursa, şart kendisine âid olan kimse için fesh hakkı vardır.-) dememiştir. Çünkü Sadr'uş-Şeıîa (Rh.A.), «Zahire» den ve Hulâsa sa­hibi, «Tecrîd» den naıkletmişlerdir ki, bu kavi; İmânı Muhamıutd1 (RH.' A.) indir. İmâın A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre ise; iki âkidden her biri için fesh hakkı vardır. Çünkü fesh, şeriatın hakkıdır. İki âkiddçn birinin hakkı için değildir. Çünkü iki âkid, akde razıdırlar. Eğer müşteri, teslim aldığı malı fâsid satışla satar veya hibe ve teslim ederse veya âzâd eylerse, o müşterinin satışı, hibesi' ve aza­dı geçerli olur. Çünkü müşteri ona mâlik olunca, onda tasarrufa da mâlik olur. Artık onda fesh tasavvur edilemez. Çünkü ikinci tasarrufla ona kul halckı taalluk etmiştir. Birinci yatışın feshi, şeriatın hakkı için­di. Kulun hakkı, şeriatın hakkından önce gelir. Çünkü kul muhtâedır. Birinci müşterinin, satılan şeyin kıymetini ödemesi, gerekir. Nitekim daha önce sebebi geçti ki, o, gasb gibi, teslim almakla ödenir. Kitabet ve relin, satış gibidir. Çünkü kitabet ve rehn lâzımdırlar. Bu durumda ayn'ı geri vermekden aczi sabit olur. Şu hâlde müşterinin, kıymeti öde­mesi gerekir. Ancak şu kadar fark vardır ki: Mükâtebin âciz olmasiy-le, geri alma (istirdâd) hakkı avdet eder. Rehni çözmek (fekk-i rehn) ise [71].; hak, kıymete dönüşmezden önce engel ortadan kalktığı için­dir. Kâfî'de de böyle denmiştir.

Fâsid satışın feshinde, kâdî'mn hükmü şart kılınmamıştır. Çün­kü şer'an vâcib bir şey, hükme muhtaç olmaz. Satıcı ile alıcıdan biri­nin ölmesiyle fesh hakkı bâtıl olmaz. Fetva, bununla verilir. Hulâsa'tla da böyle denmiştir. Bu kitabda çokça açukîama vardır. İsteyen kimse Hulâsa'ya baksın.

Satılan şeyin (mebi'in) satıcısı, semenini müşteriye geri verme­dikçe, fesliden sonra satılan şeyi alamaz. Çünkü satılan şey, semenin karşılığıdır. İmdi satılan şey, rehn gibi semen için mahbûs olur. Eğer satıcı ölürse, satılan şeyin semenini alıncaya kadar müşteri o satın al­dığı şeye daha haklıdır. Çünkü müşteri, satıcının hayâtında ona ta­kaddüm ederdi. Keza- ölümünden sonra vârisleri ve alacaklıları üzeri­ne de takaddüm eder. Zîrâ müşteri, rehin alan gibidir. (Şayet râhin öl­se, vârisleri ve alacaklıları üzerine tekaddüm eder.) Bundan sonra, eğer semenin dirhemleri mevcûd ise, müşteri ayniyle onları alır. Çün­kü dirhemler — esah olan kavle göre —  fâsid satışda teayyün ederler. Semenin dirhemleri helak olmuş ise, mislini alır. Çünkü dirhem­ler, mislidirler.
Semende hâsıl olan fayda ve kâr (ribh) [72], satıcıya helâl olur. Satılan şeyde müşteri için helâl olmaz. Bunun sureti şudur: Bir kimse fâsid satış ile bir câriye satın alsa ve satıcı ve müşteri karşılıklı, se­meni ve cariyeyi teslim - alsalar, sonra müşteri cariyeyi satarak kâr (ribh) etse, müşteri o kân tasadduk eder. Satıcı için semende "kazan­dığı kâr helâl olur. Hidâye'de denmiştir ki: Fark 'şudur; câriye aynen belli (müteayyin) olan şeydendir. O cariyeye akd müteallik olur. Bu durumda kâra haram karışır. Dirhemler ve dinarlar akdlerde müteay­yin olmazlar. İmdi ikinci akd, ayn'ma taalluk etmez. Şu hâlde, onlara haram karışmaz. Tasadduk da îcâb etmez.

Sadr'uş-Şerîa (Rh.A.) demiştir ki: Geçen mes'elede Hidâye'de zik­redilmiştir ki, şayet semenin dirhemleri mevcûd olursa, müşteri onun aynını alır. Çünkü dirhemler, fâsid satışda ta'yîn ile müteayyin olur. Esah olan kavi de budur. Çünkü fâsid satış, gasb menzîlesindedir. Bu söz, dirhemler ve dinarların ta'yîn edilmediğine dâir söylediğiniz şeye aykırı olur, denilirse, biz deriz ki: İkisi arasını bulmak (tevfîk) müm­kündür. Şu yönden ki, bu akd için iki şübhe vardır. Biri gasb, diğeri de satış şübhesidir. Şayet dirhemler nîevcûd olursa, fâsid akdin ortadan kaldırılmasına çalışmak yönünden gasb şübhesine i'tibâr edilir. Eğer dirhemler mevcûd olmayıp onunla bir şey satın.aldı ise, bedeline fesâd sirayet etmesin diye, satış şübhesine i'tibâr edilir.. Çünkü yukarıda zikrettik ki, şübhenin şübhesinden dolayı satış şübhesine i'tibâr edilir.

Ben derim kî: Zikredilen şey; Hidâye'nin iki sözünün arasını bul­mayı ifâde etmediği insaflı düşünce sahibine gizli değildir. Ancak, mes'eleye delil olmayı ifâde eder. Hidâye'ye vârid olan i'tirâz, Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) ya vârid değildir. Doğrusu; İnâye'de söylenen şu söz­dür: Hidâye sahibinin sözü ancak sahih rivayete göre doğru olur. O sahîh rivayet de şudur: Dirhemler esah kavle göre değil, zâten teayyün etmezler. Esah kavi, yukarıda geçtiği üzere; dirhemler fâsid satışda mü­teayyin olurlar.

Biline ki, malda haranı iki çeşittir. Bir çeşidi, zahiren mülk olma­dığı için haramdır. Bir çeşidi de, mülkde fesâddan dolayı haramdır. Mal da, iki çeşittir. Bir çeşidi, müteayyin olandır. Eşya gibi. Bir çeşidi de, müteayyin olmayandır. Paralar gibi. İmdi mülkün yokluğu sebe­biyle olan haram, iki çeşitte ele etki yapar. Yâni müteayyin olanda ve olmayanda te'sîr eder. Eimânet konulan kimse ve gâsıb gibi, ki şayet bunlar eşyada veya parada tasarruf edip kâr ve kazanç (ribh) elde et­seler, İmâm A'zanı ve İmâm Muhammed' (Rh. Aleyhimâ) e göre, kân tasadduk ederler. Çünkü afcid zahiren teaytyün eden şeyde, başkasının malına taalluk etmiştir. Bu durumda haramın hakikati (hakikat-ı hubs) meydana gelir. Teayyün etmeyende ise; haram, şübhesi karışır. Çünkü satılan şeyin selâmeti onunla olduğundan aıkid ona taalluk eder veya semenin taikdîr edilmesi bakımından haram şüfohesi karışır. İm­di bir bakımdan, başkasının mülkü, kâr ve kazanca (ribha) vesile olur. Bu durumda, onda haram şübhesi hâsıl olur. Mülkün fesadından do­layı haram, müteayyin olan şeyde amel eder, mıüteayyin olmayan şey­de amel etmez. Çünkü mülkün fesadı, mülkün yokluğundan daha eh­vendir. Binâenaleyh, müteaıyyin olan şeyde haramın hakikati, burada şübheye dönüşür ve mu'teber olur. Orada teayyün etmeyendeki şübhe burada §übhenin şübhesine dönüşür ve mülkün fesadında mu'teber olmaz.

Nitekim müddeî, bir kimseden bir mal iddia edip, o kimse malı verdikden sonra; o mal müddeâ aleyh üzerinde olmadığına birbirlerini tasdik ederlerse, müddeînin o ımalda hâsıl ettiği kâr ve kazancı helâl olur. Mes'elenin sureti şudur: Bir adam, foir adamdan mal iddia eder de, o da verirse, sonra dâvâlının bu malı borçlu olmadığına birbirle­rini tasdik ederlerse, kazanç helâldir. Çünkü burada haram, mülkün fesadından dolayıdır. Zîrâ borç, ikrar ile vâcib olur. Bundan sonra, birbirlerini doğrulamakla istihkak olunmuştur. Müstehıkkın bedeli memlûktur. İmdi, müteayyin olmayan şeyde amel etmez,
Bir kimse fâsid satış ile satm aldığı darda bina yapsa veya fâsid satış ile satm aldığı arazîye ağaç dikse, müşterinin, dâr ve arazînin kıy­metlerini ödemesi gerekir. îmâmeyn (Bh. Aleyhimâ), «Bina yıkılıp dâr sahibine geri verilir. Keza, dikilen ağaçlar sökülüp arazî sahibine geri verilir.» demişlerdir. Çünikü şefî'in [73] hakkı, satıcının hakkın­dan daha zayıftır. Zîrâ şefî'in hakkı, hükme veya rızâya muhtaçtır. Geciktirmekle bâtıl olur ve mîrâs olmaz. Satıcının hakkı bunun aksi­nedir. Daha zayıf (ed'af), olan hiçbir şeyle bâtıl olmazsa, daha kuv­vetli (akvâ) olan evleviyyetle bâtıl olmaz. Şefî'in hakkı, bina veya ağaç dikmekle bâtıl olmaz. İmdi satıcının hakkı da, onun gibidir. İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: Bina yapmak veya ağaç diikmek müş­teri için satıcı tarafından sebefoiyyet vermek (teslît) ile hâsıl olmuş­lardır ve bunun gibi olan her şey ile geri alma hakkı kesilmiş olur. Müşteriden hâsıl olan satış gibi. Şefi', bunun aksinedir. Çünkü şefî'den sebebiyyet «yıoktur. Bundan dolayı, eğer müşteri o malı başkasına hibe etse, şefî'in hakkı bâtıl olmaz. Keza başkasına satsa, şefi' şuf'a ile alır. Her ne kadar fâsid satışda şuf'a olmasa da, ikinci satışda semenle veya birinci satımda kıymetle alır. Çünkü satıcının hakkı burada kesilmiş idi. Bu îzâha göre; şefî'den teslît olmadığı için şefî'in hakkı satıcının hak­kından daha kuvvetli olur. Çünkü, satıcıdan teslît vardır. [74]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..