Ribâ (Fâîz) Babı


Ribâ [103], lügat yönünden, mutlaka fazlalıktır. Şer'an; ikisi bir cinsdcn olan iki şeyin .birinin, diğeri üzerine fazlalığıdır. Arpanın iki Çiçeğinin, fouğdaym bir ölçeği üzere şer'î ölçü (nıi'yâr-ı şer'i) ile faz­lalığı ribâ olmaz. Çünkü ikisi, bir cinsden değildir. Şer'î ölçü; keyl (kile) ve-vezn (tartı) dir.

Herevî giyecekten on arşının, yine herevî giyecekten beş arşın üze­rine fazlalığı, şer'î ölçü bulunmadığı için ribâ olmaz. Şer'î mi'yâr ivaz­dan hâlî olacaktır,. Bu kayd, buğdaydan bir kürr (bir ton civarında, bir ölçek) ile arpadan bir kürrü, buğdaydan iki kürr ile arpadan iki kürre satmaktan sakınmadır. Çünkü ikincisi, birincisinden fazladır. Lâkin cinsi, cinsin hilâfına sarfetmek suretiyle ivazdan hâli değildir.

Ribâ olmak için; bir cinsden olan iki şeyin birinin fazlalığı, dc-ğiş-tokuşda iki âkidin biri için şart kılımı'. Hattâ başkası için şart ol­sa, ribâ olmaz. Muâvazada şart koşulduğu İçin, ivazdan hâl! olan faz­lalık, hibede ribâ olmaz.

Ribânuı illeti (nedeni) cins ile beraber miktardır. Yâni ölçülen şeylerde ıke>yî(kile) ve tartılan şeylerde vezn (tartı) dir,. Çünkü ribâ-da asri olan, meşhur hatiîsdir. O meşhur hadîş-i şerif, Resûlüllah  (S.'A.V.).ıh:                                                 

«Buğday, buğday ile misli misline, yeden biyeddir (peşindir) ve fazlası ribâdır.» kavl-i şerifidir. Yâni, «siz, buğdayı misli misline sa­tın.» demeiktir. Ya da «Buğdayı, buğday ile satmak mislen binüslldir.»
demektir,. Haber, emir ma'nâsınadır. Emir, vücûb ioin olup ve satış mubah olunca, vücûb benzerliğe (mümâselete) riâyet edilmesine sarf olur. Nitekim Allah Teâlâ' (C.C.) [104]

«Eğer yolçulukda olup kâtib bulamazsaıuz teslim alınan rehinler yeter.» âyet-i kerîmesirıde, îcâ'b kabza sarf olunduğu gibi. İmdi kabz (teslim) almak), rehn, için şarttır. İki şey arasında benzeyiş, suret ile ma'nâmn ıberâber, itibâra alınmasfyle" olur. Miktar, yâni ölçü ve tartı, sureti müsâvîleştirir. Cinsijyet ise, ma'nâyı müsâvîleştirir. Bu takdirde ribâ olan fazlalığa bakılır, vasf mu'teber olmaz. Çünkü, Resûlüllah (S.A.V:)

«Onun   (buğdayın)   iyisi  ve  kötünü  müsavidir.»  buyurmuştur. Şayet ıııiktâr ve cins ikisi de bulunsalar, fazlalık haranı olur. Me­selâ; buğdaydan bir-ölçeği, buğdaydan iki ölçeğe satmak gibi.
Nesâ; —ki geri bırakmak, ertelemek (veresiye) ma'nâsınadsr. -her ne kadar eşit (tesâvî ile) olsa bile, o da haramdır. Buğdaydan bir ölçeği, buğdaydan bir ölçeğe ikisinden birini veya ikisini de veresiye vermek gibi. Eğer miktar ve cinsin ikisi de bulunmazsa, ikisi de helâl olur. Yâni fazlalık (fazi) da ve veresiye (nesâ) vermek de helâl olur. Eğer ikisinden biri bulunursa, yalnız fazlalık (fazl) helâl olur. Nite­kim bir ölçek buğdayı, iki ölçek arpaya peşin satsa, helâl olur. Çün­kü illetin iki cüz'ünün biri — ki o keyldir — bunda mevcuttur. Diğer cüz' mevcûd değildir. O da, cinsdir. Eğer giyecekten beş arşını, giye­cekten altı arşına peşin satsa, zikredilen gibi helâl olur. Çünkü her ne 'kadar miktar yok ise de, cinsiyet mevcûddur. Her ne kadar eşitlik­le olsa da zikredilen iki surette nesâ helâl olmaz. İmdi, fazlalığın (ri-be'1-fazl'in) ribâ olmasının harâmlığı, iki vasıf iledir. Yâni, miktar ve cins iledir. Nesâ'mn ribâ olması (yâni ribe'n-nesie'nin), ikiden biriy­ledir. Zîrâ illetin cüz'ü, hükmü icâb etmez. Lâkin, şübhe verir. Her ne kadar şübhe, hakikatten daha aşağı ise de, ribâ babında hakikata ka­tılmıştır (mülhaktır). Şu hâlde iki tarafa i'tibâr edilmesi gerekir. İm­di nesîe'de, iki bedelin biri yoktur. Yok olanın satılması ise, caiz de­ğildir. Bu ma'nâ zikredilen şüpheyi tercih ettirmiştir. Şu hâlde, he­lâl olmaz. Nesîe'den başkasında şübhe i'tibâra alınmamıştır. Nitekim sebebi zikredildi ki; şüıbhe hakikatten daha aşağıdır. Herevi giysiyi, herevî giysiye selem vermek (yâni peşin ile veresiye mal almak) gibi. Çünkü bu selem, cins bir olduğu için caiz değildir.

Buğdayı, arpaya selem vermek de caiz değildir. Çünkü, miktar mevcûddur. İyi ile kötü eşittir. Çünkü, ResûlüUah  (S.A.V.) :

«(Buğdayın ve arpanın ikisinde de) iyisi ve kötüsü eşittir.» bu­yurmuştur. Bir de: Bunun i'tibâra alınmasında alış-veriş kapılarım kapamak vardır.

Bundan sonra musannif, «Eğer miktar ve cins ikisi de bulunsalar. fazlalık ve veresiyecilik Jıarâm olur.» sözünün üzerine şu ler'i mes'ele-yi getirmiştir: Keylî olan şeyi keylî ile ve vezni olan şeyi vezni ile cin­si cinsine fazlalıkla satmak haramdır. Gerekse kireç ve demir gibi yenir olmasın. Çünkü 'kireç, ölçülen şeylerden (mekîlâttan); demir tart.ılan-lardan (mevzûnâttan) dır. Yiyecek bize, hattâ İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre, nuı'teber değildir.
Veresiye, yâni ertelemekle satmak, fazlası olduğu hâlde haram­dır. Bununla fer'î mes'ele tamâm olur. Ancak iki ivaz vezıı sıfatında müttefik olmazlarsa, haram değildir. Bu, «Vezni olan şeyi cinsi ile sat­mak haramdır.» sözünden istisnadır. Meselâ; ikisinden biri, diğerinin tartıldığı şeyden başkası ile tartılmakla satmak haranı değildir. Nu-kûd (paralar) ile za'ferân [105], pamuk ile demir gibi, ki vezıı zahiren ikisini bir araya getirir. Lâkin ikisi, yâni nukûd ile za'ferân veznin sı­fatında, ma'nâsmda ve hükmünde ayrılırlar.
Birincisinde, yâni tartının (veznin) sıfatında ayrılmaları, za'ferân batmanlar [106] ile tartılıp, nukûd, sancat [107] ile tartıldığı içindir. İkincisine, yâni ma'nâda ayrı olmalarına gelince; za'ferân para kar­şılığında satılan (müsemmen) şeydir. Ta'yin ile belli olur. Nukûd ise, para (semen) dır. Ta'yîn ile belli (müteayyin) olmaz. Üçüncüye, yâni hükmünde muhtelif olmalarına gelince; «-Ben bu za'ferânı, bu işaret olunan nukûüile satın aldım.» demekle za'ferânı şayet nukûd ile mu-vâzeneten satsa, meselâ; o işaret olunan nukûd on dirhem olsa ve satan da onu teslim alsa, onda tartmadan önce tasarruf sahih olur. Şayet za1-f erânı iki batman olmak üzere satsa ve müşteri de onu kabul etse, tartma tekrârlanmadıkca müşteri için onda, tasarruf hakiki yoktur. Za'ferân ve nukûd; tartının (veznin) sıfatında, ma'nâsında ve hükmünde muh­telif olsa, her bakımdan miktar onları bir araya getirmez. İmdi onda şübhe, şübhenin şübhesine iner. Zîrâ iki tartılan şey bir Ginsten ol­salar, menetmek şüıbhe için olur. Tartılanda iki tartılan şey bir cinsten olmasalar, zikredilen men', vezn şübhesi olur, vvezn yalnız başına şüb-hedir. İmdi ittifakın yokluğu; şübhenin, şübhesi olur. Bu ise, mu'te-ber değildir.
Kcylinin ve vezninin (yâni ölçülen ve tartılan şeyin) satılması, lazlaliksız eşit oldukları hâlde helâldir. Yine, keylî ve vezninin satıl­ması miktârsız helâldir. Yarım sâ'dan aşağısının satılması gibi. Çünkü ölçülen şeylerin (mekîlâtın) miktarında muUeber olan, yarım sâ'dır. Daha aşağısında, mu'teber değildir. Zira şeriatta, yarım sâ'dan aşağısında takdir yoktur. Yarım sn'dan aşağısının satılması gibi, şer'i mik­tardan aşağısı ile satış helâldir. Buğdaydan iki avucu, bir avuca satmak gibi. Çünkü iki el dolusunu, bir el dolusuna satmak caizdir. Her ne kadar fazlalık bulunsa da, şer'î miktar bulunmadığı için caizdir. An­cak veresiye olursa, müstesnadır. Yâni, şer'î miktardan daha az ile satışın helâl olması, ancak peşin olursadır. Veresiye olursa, helâl de­ğildir. Çünkü veresiyeciliği haram kılan* illetten bir cüz1 -ki cins-dir— mevcûddur. Hattâ, cins de bulunmasa, mutlaka satış helâl olur. Velev ki, eşitlikle olsun. Çünkü illetin her iki cüz'ü yoktur. Meselâ; buğdaydan bir avucu, iki avuç arpaya satmak gibi. Keza, birbirine ya­kın olan her adedinin hükmü de zikredilen gibidir. Çünkü birbirine ya­kın olan adedîyi, cinsi ile fazla olduğu hâlde; eğer ikisi de mevcûd olurlarsa, ölçü (mi'yâr) bulunmadığı için, hâlde satışı caizdir. Eğer ikisinden biri veresiye olursa, caiz olmaz. Zira cins ayrı olursa, vere­siyeciliği haram kılar. Sarfm gayride mu'teber olan ta'yindir. Karşı­lıklı .teslim almak (tekâbüz) değildir. Hattâ buğdayı, buğday ile iki­sini ayniyle satıp, teslim almazdan önce ayrılsalar, caiz olur. İmâm Şafiî (Rh.A.); «Sarfta olduğu gibi, yiyeceği yiyecek ile satmakda, ay­rılmazdan önce karşılıklı teslim almalarına (tekâbüze) l'tibâr edilir.» demiştir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.); ma'rûf olan hadîs-i şerifde «ye­den biyedin (peşin)» buyurmuştur. Bizim için delil şudur: Şübhesiz bu satış belli (müteayyin) dir. Onda teslim almak şart değildir. Giye­cek gibi. «Yeden biyedin» sözünün ma'nâsı: «Aynen biaynin» (malı mala - peşin) demektir. Bunu, Ubâde'ubnü's-Sâmit (R.A.) rivayet et­miştir.

Buğday, arpa, hurma ve tuz keylîdir. Altın ve gümüş veznidir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) içersinde keylen tefâdüiün (fazlalığın) ha­ram olduğunu belirttiği (tansîs ettiği) her şey keylîdir. Her ne kadar insanlar onda kile ile Ölçmeyi terk etseler de, o şey ebeden keylîdir. Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi. Resûlüllah' (S.A.V.) m içersinde vez­nen fazlalığın haranı olduğunu belirttiği (tansîs ettiği) her şey de, ebe­den veznidir. Velev ki, insanlar onda vezni (tartmayı) terk etmiş ol­sunlar. Altın ve gümüş gibi. Keylî ve vezni olan şey insanların örfü ile değiştirilmezler. Çünkü nass, örf den daha kuvvetlidir. Daha kuvvetli olan ise, daha aşağı olan ile terk olunmaz. Zikredilenlerden başkası, yâni altı şeyden başkası bunun aksinedir. Çünkü üzerine nass olma­yan şey, insanların âdetlerine bırakılmıştır. Zîrâ, Resûlüllah  (SAV.):

«Müminlerin güzel gördükleri şey. Allah Tcâla katında güzeldir.» buyurmuştur.
Buğdayı, buğday ile veznen eşit satmak caiz değildir. Altını; al-tınla, ölçekle eşit satmak dâ caiz değildir. Nitekim, götürü satmak caiz olmadığı gibi. Velev ki, bunu âdet edinsinler. Çünkü ölçüsünün (mi'yârının) [108] üzerine fazlalık ihtimâli vardır. Ancak, buğdayda ve buğdayın benzerinde veznen selem caizdir. Çünkü selem, ma'Iümda mevcûdduı-. .
Bir telsin [109] yâni bir. marıkırm iki inanlara ayrılan ile satılma­sı, İmâm A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre caizdir. İmâm Muhammed (Rh.A.), «Caiz olmaz.» demiştir. Çünkü değer (se­meniyyet), bütün insanların ıstılâhiyle sabit olur. Satıcı ile müşteri­nin ıstıl.âhiyle bâtıl olmaz. Semen olmaları üzere kalınca, teayyün et­mezler. İmdi bu satış; 'bir dirhemi, iki dirheme satmak gibi olur.

İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un delili şudur:

Satıcı ile müşteri hakkında, tasarruflarını tashih için, semeniyyet on­ların ıstılâhiyle sabit olur. Çünkü onların üzerine başkasının velayeti yoktur. Binâenaleyh, onlann ıstılahları ile bâtıl olur. Semeniyyet bâtıl olunca, ta'yîn ile teayyün eder (belirîi olur). Paralar, bunun hılâfına-dır. Çünkü onlar semeniyyet için lyaradılmışlardır.

Ya!ş hurmayı, yaş hurma ile ve yaşı kuru ile satmak caizdir. Ku­ru hurııfayı koruk ile satmak caizdir. Kuru üzümü yaş üzümle satmak da caizdir. Buğdayı yaş veya ıslak olarak misli ile yâhûd kuru buğ­dayla satmak caizdir. Kuru hurmanın veya kuru üzümün hoşafını misli ile satmak caizdir.

Yine, unu, misli ile satmak caizdir. Muhammed b. FazT (Rh.A.) dan nakl edilmiştir ki: Unun, unla satılmasının caiz olması, ancak ikisi de dolmuş ve eşit olürsadır. Eğer dolmuş ve eşit olmazsa caiz ol­maz. «Eşit olmak (onütesâviyen)» sözü, sayılan şeylerde satışın caiz olması için kayddır. Yâni zikredilen şeylerin satılmalarının caiz ol­ması, eşit (mütesâvî) oldukları hâldedir. Caiz olmanın vechi şudur: Caiz olmak; eğer cinsin, cinsi ile satılması olursa, sıfat ayrılığı olmak­sızın müsâviyen caizdir. Keza, sıfatın ayrı olmasiyle de caizdir. Çünkü ResûlüUah (S.A.V.) :

«Onun. iyisi ve kötüsü eşittir.»  buyurmuştur. Efftti- cinsi, cinsrieu başkasına  satarsa,    nasıl olursa  olsun,  caiz  olur.     Zirk,  Itesûlüllah (S.A.V.) :

«Şayet iki nev'i ayıı olurlarsa, siz onu nasıl isterseniz (dilediğiniz gibi) satın.» buyurmuştur.

Etin, hayvan ile satılması caizdir. Çünkü tartılani (mevzunu), tar­tılmayan ile satmak caizdir. Muhtelif olan etlerin ve sütlerin satıl­ması da caizdir. Yâni koyun etini, sığır eti ile ve sığır etini koyun eti ile satmak caizdir. Sütleri de böyledir. Yâni koyun sütünü, sığır sütü ile ve sığır sütünü'koyun sütü ile satmak caizdir.

Bezi, pamuk ve iplik ile satmak caizdir. Yaramaz ve âdi hurma­nın sirkesini, üzüm sirkesiyle satmak caizdir. İç yağım, kuyruk yağı ile yâhûd et İle satmak caizdir. Ekmeği, buğdayla ve unla mütefadil Obiri diğerinden fazla) olarak satmak caizdir. Et nıes'ele sinden buraya kadar sayılan şeylerde satış caiz olmak için mütefadil (biri diğerinden fazla olması) kaydı mu'töberdir. Mütefâdilen (yâni biri diğerinden fazla olarak) satmanın câisg olmasının vechl, cinslerinin ayrı ayıı ol­masıdır.

Ekmeği buğday ve un ile satmak mütefâdilen caiz olduğu gibi, veresiye satmak da caizdir. İnsanların ihtiyâcından dolayı t'etvâ bu­nunla verilir. Lâkin teslim alma vaktinde ihtiyatlı olmak vâcib olup, teslim almazdan Önce kendisinde selem yapılan şeyde değiştirme ol­masın diye malı belirtilen cinsden teslim alır.

Buğdayı un,, kavut veya kepek ile satmak caiz değildir. Çünkü buğ­dayın onlar ile satılması mutlaka, yâni fazlasiyle ve eşit olarak caiz olmaz. Çünkü bir bakıma mücâneset (bir cinsten olmak) bakîdir. Zi­ra bunlar, buğdayın cüzlerindendir ve bunlarda ölçek keyldir. Lâkin bunlar keylde bir araya "geldikleri (içtimâ ettikleri) ve buğdayın dâ-neleri arasında boşluk olduğu için onlar ile buğday arasında keyl eşit değildir. Şu hâlde, her ne kadar keyleı    bi keylm   (ölçeği - ölçeğine) olsa da alım satım caiz olmaz.

Yine unun, kavutla (kavrulmuş unla) satılması mutlaka, yâni faz­la ve eşit olarak caiz değildir. Çünkü unun, pişmiş un ile satılması caiz değildir. Kavutun, buğdayla da satılması caiz olmaz. Keza bir vech-den mücâneset bulunduğu için, cüzlerinin satılması da caiz delildir.

Zeytini, zeytinyağı ve susamı, sıtsamyuğı ile satmak, zeytinyağı, zeytinde olan yağdan ve susaınyağı, susamda olan yağdan fa/la olma­dıkça caiz olmaz. Çünkü bu takdirde, yağ misline ve fazlalık tortusu­na karşılık olup ribâ lâzım gelmez. Eğer zeytinin içindeki yağın mik­tarı bilinmezse, ribâ ihtimâlinden dolayı caiz olmaz. Daha önce geç­tiği gibi burada şübhe, hakikat gibidir.

Ekmek, tartı ile borç (veya ödünç) alınır, sayı ile borç (veya ödünç) alınması caiz değildir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göredir. Çün­kü ekmeğin her biri sayı ile ağırlıkça farklı olur. Tartı, ile farklı olmaz. Fetva, bununla verilir. Zeylaî  (Rıh.A.)  de böyle demiştir.

Mangırlar, sayı ve tartı ile örfe göre borç alınır. Zîrâ, onun hak-kmda nass yoktur. Gümüş (dirhemler) ve altm (dinarlar), ancak tar­tı ile borç alınır, çünkü ikisi de, nass ile sabit olup, tartılan şeylerden (mevzûnâttan) dir. Ke^â üçteikisi hâlis olan dirhemler ve dinarlar tar­tı ile İstikraz olunur. Çünkü hüküm galibindir. Üçtebiri hâlis olan dirhem, eğer insanlar sayı ile iş görürlerse, sayı ile borç alınır. İnsan­lar tartı ile iş görürlerse, tartı ile borç alınır. Çünkü, hakkında nass vârid olan şeyden değildir. Daha önce geçtiği veehle örfe bırakılır.

Kiyenü olan şey borç alınmaz. Çünkü istikraz, misliye mahsûstur. Misli; buğday, arpa, susam, hurüna, üzüm ve bunların benzerleri gibi ölçülen ve tartılan her şeydir. Tecrîd'de; «Aşırı fark ile farklı olmayan, -yumurta ve ceviz gibi adediyâtta borç almak (istikraz) caiz olur.» den­miştir. Kâfî'de şöyle denmiştir: Zîrâ, borç (karz), ödünç (ariyet) al­maktır. ,Ayniyle intifa' mutlak olduğu için meşru olmuştur. Şu kadar var ki; ölçülen (nıekîl), tartılan (mevzun) ve birbirine yakın (müte-. kârib) olan adedî ile faydalanmak, ancak ayrılarını (kendilerini) tü­ketmekle mümkün olur ve menfaat onların zâtına âiddir. Bu takdir­de misli, zimmette ayn yerine geçmiştir. Sanki aynla intifa' edip, o ay­nı geri vermiştir. Zimmette mislin vâcib olması mümjkün olsun diye, bu ancak anisliyâtta hâsıl olur. Yoksa, hayvan ve yiyeceklerde hâsal olmaz. Çünkü, hayvan ve yiyeceklerin misli yoktur.

Efendi ile, me'zûn olup borçlu  olmayan kölesinin arasında  ribâ yoktur. Çünkü köle ve elinde olan şey, bu takdirde efendisinin mülkü olur. İmdi aralarında satış yoktur, ki ribâ meyüana gelsin. Hattâ köle borçlu olursa, satış tahakkuk ettiği için ribâ da tahakkuk eder.
Müslüman ile harbî arasında dâr-ı harbde ribâ yoktur.    Çünkü, Resûlüllah (3.A.V.) :
«Müslüman ile harbî arasında dâr-ı harbde ribâ olmaz.» buyur­muştur. Keza, Müslüman ile harbî, dâr-ı harbde fâsid satış ile alış ve­riş etseler, câizdîr. Bunu Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir. Çünkü onların dâr-ı harbde mallan Müslüman için mubahtır. Emân akdi ile harbî ma'sûm olmaz. Lâıkin, onlara haksızlık yapılmayıp ve ellerinde olan şeye, rızâları olmaksızın, taarruz edilmemesi iltizâm edilmiştir. Müs­lüman, onların mallarını rızâları ile alınca, haksızlık etmeksizin mu­bah mal almış olur. Dâr-ı harbde îmâna gelen harbî ile müste'men Müslüman arasında da, îmiârn, A'zam' (Rh.A.) a göre, ribâ yoktur. Çün­kü dâr-ı harbde îmâna gelen harbînin malı için ismet (dokunulmazlık) yoktur. İmdi onun malı, harbînin malı gibi olmuştur. Harbînin rızâsiy-le malını almak, müste'men Müslümana caizdir. İmâmeyn (Rh. Aley-himâ); «Dâr-ı harbde imâna gelen harbî ile müste'men Müslüman arasında olan şey, iki Müslüman arasında câri olan ribâdır. İki Müs­lüman arasında olan ribâ ise haramdır.» demişlerdir. Kâfî'de de böy­le denemiştir. [110]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..