Hacr   (Tasarruftan   Alıkoymak)   Bölümü


Hacr (veya hıcr); lügat yönünden, mutlaka alıkoymak (menet­mek)  ma'nâsmadır. Şer'an; sözlü olan tasarrufun  [29] geçerli olmasını menetmektir.

Musannif, hacr'm zikrini «söze» tahsis etmiştir. Çünkü hacr; el. ayak gibi beden uzuvlarının fiillerinde meydâna gelmez. Bunun sırrı şudur ki, sözlü tasarrufun eseri, dışarıda (hâricdej bulunmaz. Belki, satış ve benzeri gibi, şeriatın i'tibâr ettiği bir şeydir. Şu hâlde, dışarı­da bulunmazsa, eserin yok sayılması caiz olur.

El, ayak gibi uzuvlardan meydana gelen fiilî tasarruf bunun bılâ-unadır. Çünkü fiilî tasarruf dışda var olunca, yok sayılması caiz olmaz.

Öldürmek ve malı yitirmek gibi. Aksi hâîde eşyanın dışarıda sabit ol­maması, belki i'tibâri olup hâlis evham olması lâzım gelir.

Hacrin sebebi, küçük olmak, yâni baliğ olmamaktır. Eğer mümey­yiz (kârı zararı ayıramazsa) olmazsa, o küçük çocuğun aklı yok sayı­lır. Mümeyyiz olursa, fiili eksiktir. Bu takdirde, zarar yapması muh­temeldir. Eğer velî, ona izin verirse; maslahat tarafı tercih edildiğin­den tasarrufu sahih olur.
Hacr'hı bir sebebi de cünûndur.  [30]  Eğer delilikden ayılmıyorsa, temyize kadir olmayan küçük çocuk gibi aklı yok sayılır. Eğer ba'zı vakitlerde ayıldığı (ifâkatı) olursa, akıllı çocuk (sabi) gibi, tasarruf­larında eksik akıllı olur.

Ma* tuh (Bunamış) a gelince, bunun açıklamasında ulemâ ihtilâl' etmişlerdir. Bu konuda söylenen sözlerin en güzeline göre; ma'tûh (bunak); anlayışı az, sözü karışık, tedbîri bozuk olan kimsedir. Şu ka­dar var ki, bir kimseyi dövmez ve kimseye sövmez. Yâni mecnûnun yaptığı gibi yapmaz.
Hacrin bir sebebi de, köle olmaktır. Çünkü köle (rakik) için ken­disi hakkında ehliyet vardır. Lâkin köle; kendisini başkasına kiraya vermekle menfaatlerini ibtâl eylemesin diye, efendinin hakkına riâye-ten hacr olunur. Yine köleye borç tealiuk etmekle, rakabesine alacaklı mâlik olmasın diye hacr olunur. Lâkin efendisi, kölenin tasarrufları­na izin verirse, hakkının yok olmasına razı olmuş sayılır. Binâenaleyh sabinin [31] ve mağlûb (deliliği fazla) olan mecnûnun boşaması (ta­lâkı) sahîh olmaz. Mecnûnun boşamasının sahih olmamasına sebeb; aklı bulunmamasıdır. Sabiye gelince; akılsız çocuk, mecnûn gibidir. Akıllı oîansa; boşamadaki maslahata [32]şehveti olmadığı için vâkıf değildir. Küçük çocuğun (sabinin) şehvet haddine ulaşması i'tibâriyle çocuk ile karısı arasında uygunluk (tevâfuk) 'bulunmadığına dâir ve­lînin bilgisi de yoktur. Bundan dolayı küçük çocuk ve mecnûndan her birinin boşaması, velînin iznine bağlı olmaz. Küçük çocuk ve mecnun­dan bîrinin mübaşereti geçerli (nafiz) değildir.

Yine, küçük çocuğun ve mecnûnun köle âzâd etmesi, mallarına zarar verdiği için sahih olmaz. İkrarları da sahih değildir. Çünkü söz­lerin i'tibân, şeriatladır, İkrar ise, doğru ve yalana ihtimâlîidir. Sâ­ri' (C.C.), ba'zısmm şehâdetini kabul etmiş, ba'zısmı kabul etmemiş­tir. İmdi, reddi mümkün olup onların menfaatma ikrarları reddedi­lir.

Kölenin boşaması sahilidir. Çünkü köle, boşamaya ehildir. Köle, boşamadaki maslahatın vechini bilir ve bunda efendinin mülkünü ibtâl yoktur. Kölenin menfaatlerini yok etmek de yoktur. Şu hâlde kölenin boşaması geçerli (nafiz) olur.

Kölenin kendisi hakkında ikrarı da şahindir. Çünkü ehliyeti var­dır. Efendisi hakkında ikrân. efendi tarafına riâyet bakımından, sa­hih olmaz. Çünkü ikrarın geçerli olması, kölenin rakabesine veya ka­zancına borcun teallukundan hâlî olmaz. Halbuki  ikisi de'efendinin' malını itlaftır.

Eğer köle, bir malla ikrar ederse; ehliyet bulunduğu ve mâni zail olduğu için, o mal azadına kadar ertelenir. Mâni mevcûd olduğu için, o mal hemen lâzım gelmez. Bu, efendiden başkası için mal ikrar ettiği vakittedir. Eğer köle, efendisine mal ikrar ederse, azadından sonra kendisine bir şey lâzım gelmez. Nitekim tekarrur etmiştir ki; efendi, kölenin üzerine mal vâcib kılamaz. Eğer köle.bir hadd veya kısas ikrar ederse, ta'cîl edilir, (hemen tatbik edilir.) Kölenin âzâd edilmesine kadar ertelenmez. Çünkü köle, kan hakkında aslî hürriyet üzere bı­rakılmıştır. Bundan dolayı efendinin, hadd ve kısâsda köle aleyhine ikrân sahih olmaz.
Satmanın, mülkü giderdiğini ve satın almanın mülkü celbettiğini anlamak suretiyle akde aklı eren, mahcurlardan  [33] bir kimse, satış akdi yapsa — bu söz mağlûb olan mecnûnu ve temyizi olmayan küçük. çocuğu ayırd etmek içindir—  velîsi, akdi bozmak ile geçerli kılmak arasında muhayyer bırakılır.
Musannif, «akd» demekle; fayda ile zarar arasında dolaşan akdi murâd etmiştir. Hibeyi kabul etmek bunun aksinedir. O velîden izin­siz sahîh olur. Boşamak ve âzâd etmek de. bunun hilâfmadır. Bunlar velînin izni [34] olsa da sahih olmazlar.

Eğer mahcurlar bir şey itlaf eyleseler; gerek akıl erdirsinler, ge­rekse erdirmesinler, zaran Öderler. Nitekim daha önce sebebi geçti ki, el, ayak gibi uzuvların fiillerinde hacr olmaz. Çünkü fiilin i'tibân kas-da bağlı değildir. Zîrâ uyuyan kimse, bir insanın malı üzerine yuvar­lanıp o malı itlaf etse; her ne kadar kasdı yok ise de, zaran öder. Lâ-- kin, köle eda ile muhâtab olmaz. Ancak gücü yettiği zaman, muhata-b olur. Nitekim yoksuldan borcu, ancak zengin olduğu zaman istenildiği gibi; uyuyan kimseye, ancak uyanciıkdan sonra zararı ödemesi emre­dilir.
Hür ve nıükelleı olan kimse .sefih [35] olmakla tasarrufa ttan ine-nedümez (hacr olunmaz). Serinlik, insanın başına gelen bir hafiflik­tir ki, akim bulunması yi e beraber onu şeriatın veya akim mucibinin hilâfına amel etmeye ve davranmaya sevk eder. Sefeh (akılsızlık); fu-kahâ Örfünde ekseriyetle, şeriatın veya aklın muktezâsı hilâfına malı saçıp savurmak ve onu israf etmek ma'nâsında kullanılır.

Hür ve mükellef kimse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, fısk ve borç sebebiyle (yâni fâsık olmak ve borçlu olmak sebebiyle) hacr edilmez. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e ve İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; sefih hacr edilir, (men edilir). Şâyed müflisin alacaklıları hacr olunmasını iste­seler, kâdî onu hacr edip alım - satımdan ve ikrardan meneder. İmâ­meyn (Rh. Aleyhimâ) ile İmâm Şafii' (Rh.A.) ye göre ise;, fâsık'ı, me­netmek için hacr eder.

Belki, mâcin müt'ti hacr edilir. Mâcin müt'tî; insanlara hile öçroten kimsedir. Bilgisiz tabîb ve müflis olan mekkâr da hacr olunur. Müflis mekkâr, şu kimsedir ki, hayvanı kiraya verip kira ücretini a'.ir, fakat, yolculuk zamanı gelince, hayvanı bulunmaz. Bu suretle, kira ile tutan kimse, sefer yoldaşlarından geri kalır. Bunların her birini hacr et-mekde umûmi (âmmenin) zaran savmak vardır.

Mâcin müftî, insanların dînlerini bozar;  câhil tabîb de, insanla­rın bedenlerini bozar; müflis mekkâr ise; mallarını telef eder. Çünkü onun hayvanı yolda ölünce, başka hayvanı da bulunmaz ve bir başka hayvan da satın alamaz,kirâ ile tutması da mümkün olmaz, bu suret­le insanların mallarını  itlafa vardırmış olur. Bu durumda o kimse, hissen tasarruftan menetmek ma'nâsma olan hacr ile mahcur olur,
Bedâyi' sahibi, kitabında demiştir ki: Bununla murâd, hacrin ha­kikati değildir. O da, tasarrufun geçerli olmasını meneden serî ma'nâ-dır. Görülmez mi ki; mâcin müftî, eğer fetvadan menedildikden sonra fetva verip ve fetvada isabet etse, caiz olur. Şâyed hacrdan önce fetva verip hatâ etse, caiz olmaz. Keza bilgisiz tabib, menedildikden sonra ilâç satsa, satışı geçerli (nafiz) olur. İmdi bu, İmâm A'zam' (Rh.A.) in hacr ile hakikat manâsını murâd eylenıediğini, ancak hissi men' mu­râd eylediğini gösterir. Yâni zikredilen üç kimse —ki mâcin müftî, bilgisiz tabib ve müflis mekkârdır— işlerinden, hissen menedilirler. Çünkü işlerinden men etmek, emr-i bi'1-ma'rûf ve nehy-i ani'1-mün-ker [36] kabüindendir.
Reşîd olmayan çocuk baliğ olsa. — bize göre rüşd, malda olan rüşddür. İmdi, çocuk malını muslin olduğu hâlde baliğ- oısa. fâsıs öi-le olsa, hacr edilmez. İmâm Şafiî' (Rh.A.) ye göre; borçda da hüküm budur— yirmibeş yaşına varmadıkça, malı ona teslim edilmez. Çün­kü Hz. Ömer' (R.A.) den: «Adamın aklı 25 yaşma vardığı zaman kemâ­le erişir.» dediği rivayet edilmiştir. Her ne kadar yirmibeşden önce ta­sarrufu sahih olursa da, yâni reşîd olmayan baliğ çocuk yirmibeşinden önce malında tasarruf etse, geçerli olur. Yaşı yirmibeşe ulaştıkdan sonra, her ne kadar rüşdü olmasa da malı ona teslim edilir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Rüşdü görülmedikçe, teslim edilmez ve o maîda ta­sarrufu caiz olmaz.» demişlerdir.

Malını satıp borcunu Ödemesi için kâdi, borçluyu habs eder. Çün­kü borcu ödemek, borçlunun üzerine vâcihdir. Oyalamak (mumâtele) ise, zulümdür. Şu hâlde kâdî (hâkim), onun zulmünü savmak ve hak­kı müstehıkkma ulaştırmak için onu habs eder.

Kâdî. borçlunun emri olmaksızın borcunun dirhemlerini, onun dirhemlerinden .ödev. Çünkü alacaklı, eğer hakkının cinsini bulursa, borçlunun rızâsı olmadan, alacağını kendi eli ile alabilir. Şu hâlde, kâ-dîmn alacaklıya yardım etmesi caizdir.
Dirhemlerden (gümüş paralardan) olan borcu için, borçlunun dî-nârlarmı (Altın paralarını) kâdî satar. Dinardan olan borcu için de dirhemlerini satar. Kıyâs, her ikisinin caiz olmaması idi. Çünkü dirhemler ve dinarlar muhteliftir. îstihsânen caizdir. İstihsâlim vechi şudur: Dirhemler ve dînârîar cins i'tibâriyle, semeniyyet ve maliyette birleşmişlerdir. Hattâ hakîkaten ve hükmen surette muhtelif oldukları hâlde, zekatta ikisinden biri. diğerine katılır. Birincisi, yâni hakikat ten ayrı olmalarında cevaz zahirdir. İkincisi, yâni hükmen ayrı olma­larında caiz olması ise; muhtelif oldukları için ikisi arasında ribe'l -fadl [37] cereyan etmediği içindir. İmdi birleşmelerine bakarak, kâdî için tasarruf velayeti sabit olur. Muhtelif olmalarına-bakarak da ala­caklıdan, iki benzerle amel yönünden alma velayeti selb edilir. Kâdî, borçlunun metâmı ve akarını, dirhemlerden olan borcu için satmaz. Çünkü maksâdlar, meta' ve akarın suretlerine ve aynlanna müteallik-dir. Kâdî'nm, borçluya zarar verecek şekilde onun alacaklılarına yar­dım etmek yetkisi yoktur. Nakdlere gelince, bunlar vesilelerdir. Çünkü bunlardan maksâd; ayn değil, maliyettir. Şu hâlde meta1 ve akar, na-kidlerden farklıdırlar.

Bir kimse iflâs edip elinde satın aldığı mal kalsa ve onu satıcının izni İle teslim almış olsa; satıcısı, borçlunun diğer alacaklıları ile eşit olur. Eğer müflis, malı teslim almadı ise, satıcının o malın semenini teslim alıncaya kadar malı habs etmesi  (alıkoyması)  caizdir.

Keza müşteri, satıcının izni olmaksızın malı teslim aldı ise, satıcı onu geri alıp, semenini teslim alıncaya kadar habs eder.
Kâdî bir kimseyi tasarrufâttan menetse (hacr etse) ve mahcur, hâlini başka kâdîye bildirse; ikinci kâdî oıvı saüverse, salıvermesi câîz-dir. O mahcurun, ikinci kâdîmn salıvermesinden, yâni hacri kaldırma­sından önce ve ondan sonra, satmak ve satın almak gibi kendi malın­da yaptığı tasarruf caizdir. Çünkü birinci kâdîmn hacri, müctehed'ün -fîh (ictihâd götürür) dir.  [38] Şu hâlde, başka bir kâdî'nm yürütmesine (imzasına) tevakkuf eder. Hâniye'de de böyle denmiştir. [39]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..