İki  Adamın  Davâsi   Babı


Mutlak mülkde hâric'in [53] beyyinesi, zi'1-yed'in beyyinesinden evlâdır. Çünkü hâriç, da'vâcı olandır. Makbul beyyine, hadîs-i şerife gö­re, da'vâcının beyyinesidir. Nitekim daha önce geçti. Bunda, İmâm Şa­fiî' (Rh.A.) nin ayn görüşü vardır.

Eğer da'vâlı, yeminden yekinirse, mal, İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin görüşüne muhalif olarak, da'vâcı için hükm olunur.
Musannifin mülkü, «mutlak» diye kayd etmesi, nitâe (üreme) da'-vâsiyle mukayyed olan mülkden ve iki kimse, bir kimseden mülk te­lâkkisini iddia edip, biri kâbız olmakla mukayyedden ve yine iki kim~ se iki kişiden satın alma iddia edip, birinin târihi daha eski olmakla mukayyedden ihtiraz içindir. Çünkü bu suretlerde zi'1-yed'in [54] bey­yinesi, bi'1-icmâ' kabul edilir. Nitekim, yakında açıklaması gelecektir. Ancak, eğer ikisi de târih beyân ederler de, zi'1-yed'in târihi daha es­ki olursa, o zaman zi'1-yed'in beyyinesi evlâ olur. Çünkü, iki tarafdan olduğu zaman, mutlak mülk da'vâsında, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, târihe i'tibâr vardır. Bu söz, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un son sözü; İmâm Muhammed' (Rh.A.) in ilk sözüdür. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) un iik sözüne —İçi İmâm Muhammed' (Rh.A.) in son sözüdür— i'tibâr yoktur. Belki, hâricin lehine hüküm verilir.
Bir kimse iddia edip; «Bu köle, benim mülkümdür. Benden bir ay­dır gayb oldu.» der; zi'I-yed de; (fBen, buna mâlik olalı bir yal oldu.» derse, da'vâcımn lehine hüküm verilir ve da'vâîınm beyyinesine i'tibâr edilmez. Çünkü da'vâcınm zikrettiği târih; elinden kölenin kaybolma târihidir. Mülkünün târihi değildir. Şu 'hâlde da'vâsı târihden hâlî olduğu hâlde mutlak mülk hakkındadır. Zi'I-yed ise, târih zikretmiştir. Lâkin târih yalnız başına olursa, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre mu'te-ber değildir. Bu takdirde, zi'1-yed'in da'vâsı hâricin da'vâsı gibi mut­lak mülk da'vâsı olmuştur. Binâenaleyh hâricin beyylnesi ile hüküm verilir.

İki hâriç, başkasının elinde olan bir mal üzerine, beyyine getirse­ler; yânî iki kimse, başkasının elinde olan bir malın, her biri kendine âid olduğunu söyleyip, beyyine getirseler, o mal ikisi için aralarında ortaklaşa paylaştinlnıasına hükmedilir. Çünkü şöyle bir hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir:

İki adam bir dişi deve hakkında, Resûlüllah (S.A.V.) m huzurun­da da'vâya durdular ve her biri beyyine getirdi. Resûlüllah da, o deve­nin ikisi arasında yarı yarıya olmasına hükmetti.

Eğer iki hâriç kişi, başka kimseden o malı satın aldıklarına dâir beyyine getirseler, her biri içîn o satın alman şeyin yarısı, bedeliyle hükmedilir veya satın alman şeyi terk eder. Yânî bir adamın elinde olan köleye iki kimseden her biri, o köleyi bu adamdan satın aldığını iddia edip, vakit zikretmeksizin beyyine getirseler, iki da'vâcının her biri için muhayyerlik vardır. Dilerse, kölenin yarısını beyyinenin §e-hâdet ettiği semenin yansiyle alır. Ve köleyi verdi ise, da'vâda ve hüccette eşit oldukları için semenin yarısını satıcıdan alır. Nitekim da'vâları mutlak mülkde olup ikisi de beyyine getirdiklerinde hüküm budur. Dilerse, da'vâyı terk eder. Çünkü da'vâ ettiği akdin şartı — ki pazarlığın bir olmasıdır— aleyhine değişmiştir. İhtimâl ki; onun (davacının) rağbeti kölenin bütününe mâlik olmakdır. Bu ise, hâ­sıl olmamıştır. Öyle ise, köleyi verip semenin hepsini alır. Hükümden sonra birisinin köleyi terk etmesiyle diğeri, bütününü alamaz. Yânî kâ-dî, ikisi arasında kölenin yarıya olmasına hükmeder de, biri; «Ben ka­bul etmem!» derse, diğeri bütünü alamaz. Çünkü onun üzerine yarım hisse ile hüküm verilmiştir. Bu takdirde, onda satm alma akdi münfesih olmuştur. Akd ise, kadının hükmüyle münfesih olunca, ancak ye­nilenmesi ile geri döner. Halbuki yeni akd de yoktur.

Sarihlerden biri, Şeyh'ül-îslâm Hâher-zâde' (Rh.A.) nin Mebsût'un-dan naklederek; muhayyerlik olmadığım söylemiştir, ki zahir olan da budur. înâye'de böyle zikredilmiştir.

tki kişinin iddia eyledikleri şey; eğer târih zikrettiler ise, târihi eski olana âiödir. Yânî her biri târiiı zikrettilerse, o şey târihi daha Önce olan içindir. Çünkü-o, satın almayı, kimsenin niza' eylemediği bir zamanda isbât etmiştir. Böylelikle, diğeri savulmuş olur.
Eğer ikisi de; yânî hâriç ile zi'l-yed târih zikretmedilerse, ancak iddia edilen şey birinin elinde bulunuyorsa, o zi'l-yed evlâdır. Çünkü zi'1-yed'in onu  kabz etmiş olması, daha önce  satın aldığına delâlet eder. Bunun tahkiki, iki mukaddimeye bağlıdır. Birincisi şudur: Ha­dis (yeni meydana gelen bir şey), vakitlerin en yakınma muzâf olur. İkincisi: Zaman i'tibâriyle sonra gelen bir kelime ile birlikte zikredilen (Mâ) kelimesi  —ki şey ma'nâsmadır—   sonrahk ifâde eder. Binâen­aleyh satın almak, bu iki mukaddime tekarrur ettikden sonra sübût bulur. Teslim alanın, alması ve ondan başkasının satın alması, ikisi de hadis olup en yakın vakitte muzâf olurlar. Bu takdirde, hâlde iki­sinin de sübûtuna hükmedilir. Teslim alanın alması, satın almasına mebnîdir ve zahiren ondan  sonradır; Bu durumda,  satın  aldıkdan sonra teslim almış oldu. Bundan; kâbız olmayanın satın alması, kâ-bızın satın almasından sonra olması lâzım gelir. Bu takdirde kâbızın satın alması târih i'tibârdyle daha öncedir. Az yukarda .geçti ki; eski târih evlâdır.
Yâhûd yalnız biri târih getirirse, zi'1-yed'in olduğuna hüküm verilir. Çünkü, yalnız 'başına târih mu'teber değildir. Nitekim, yukarda geç­ti. Şu hâlde satın almanın Önceliğini gösteren zi'1-yedlik bakî kalır. Nitekim bunu daha önce öğrenmişdik.
Hiçbiri zi'l-yed olmaksızın —mal, üçüncü bir şahsın elinde bu­lunmak suretiyle — yalnız biri vakit beyân ederse; mal vakit beyân edenin olur. Çünkü o vakitte, o malda mülkü sabittir. Halbuki diğe­rinin daha önce veya daha sonra mâlük olması ihtimâli vardır. Binâ­enaleyh şekk (şübhe) ile onun lehine hüküm verilemez. Yânî hâricin beyyinesi vakit belirtirse, zi'l-yed evlâdır. Çünkü vakit belirtmekle zi'1-yed'in önceliği ihtimâli ortadan kalkmaz. Zîrâ onun kabza kud­reti satr.ı almasının önceliğine delâlet eder. Ancak hâricin şâhidleri, onun satın alması, zi'1-yed'in satın almasından önce olduğuna şehâ-det ederlerse, iş değişir. Zîrâ sarih, delâletin fevkmdedir. (Açık konuş­mak, delâletten üstündür).

İki hâricin her biri, şu kadının kendi karısı olduğuna beyyine ge­tirseler, eğer ikisi de târih zikretmezlerse veya târihleri eşit olursa; ikisiyle de hükm vermek imkânsız olduğu için, beyyineleri sakıt olur. Çünkü nikâh, ortaklık kabul etmez. Şu hâlde o kadın, hangisini doğ-rularsa, onun olur. Çünkü nikâh, karı - kocanın birbirlerini tasdik et­meleri ile hükm olunan şeylerdendir. Şu hâlde nikâh, kan ile kocanın tasdiklerine râci' olur. Öyle ise; kadının sözüne i'tibâr etmek vâcib olup, o iki erkekden birinin onun kocası olduğu- tasdik edilir.

Ancak kadın diğerinin evinde olur veya medhûl-ün bihâ'sı (cima' ettiği karısı) olursa, o diğer kimse kocalığa evlâ olur ve kadının sözü­ne bakılmaz. Çünkü kocanın, kadını evine nakle kudreti veya ona duhûlü, onun akdinin önce olduğuna delildir. Meğer ki diğeri, kadını ondan önce tezevvüc ettiğine beyyine getirmiş ola. Bu takdirde, ko­calığa evlâ olur. Çünkü sarih, delâletten üstündür.

Hâsılı; iki kimse bir kadın hakkında çekişseler, ve beyyine göster­seler, ikisi de târih beyân edip birinin târihi daha eski olursa, târihi daha eski oîan evlâdır. Târih beyân etmezler, veya ikisinin de târih­leri eşit olursa, birinin elinde kabz bulunursa — meselâ, onunla cima' etmek veya 'kadını evine nakletmiş olmak 'gibi bir şey bulunursa — o evlâ olur. Eğer bunlardan biri bulunmazsa, kadının tasdikine müracaat olunur.

Eğer kadın, beyyinesi olmayanı tasdik ederse; —yâni zikredilen mes'ele, i&i adam delîl getirip, kadın onların birini tasdik ettiği suret­tedir. — ona âid olur. Nitekim 'bilirsin ki, nikâh, 'karı - kocanın bir­birini tasdîki ile sabit olur.

Eğer, diğeri beyyine getirirse, kadın onun olduğuna hükmedilir.

Çünkü 'beyyine, birbirini tasdik etmekden daha kuvvetlidir. Bundan sonra kadın, ötekine hükmedilmez. Çünkü beyyineden daha kuvvetli bir şey yoktur. Ancak, diğerinden önce karısı olduğunu isbât ederse, olur. Çünkü târih ile beraber beyyine, tarihsiz olandan daha kuvvetli­dir. Nitekim nikâhı zahir olan zi'l-yed üzere hâricin hüccetiyle hük-medilmeyip ancak isbâtiyle hüküm verilir. Yânı hâricin nikâhı, zi'l-yed'in nikâhından önce olduğunu isbâtîa hükm edilir.

Satış ve mehr, hibeden ve kabzia beraber sadakadan evlâdır. Yânî iki kimseden biri; bir şeyi, bir şahısdan satın aldığını iddia edip, di­ğeri o şahısdan hîlbe yoluyla kabz ettiğini iddia etse, ve ikisi de o şa­hısdan kabz eylediklerine beyyine getirip, ükisinin de ellerinde târih olmasa, satın alma (şirâ) iddiası, hibeden evlâ olur. Çünkü satın alma, daha kuvvetlidir. Zîrâ İki tarafdan muâvaza olup, binefsihi mülk is­bât eddr.

Şu şey bunun hilâfınadır ki; şâyed mülk, ikisi için muhtelif olsa, ellerinde târih de bulunsa, o zaman satın alma evlâ olmaz. Çünkü mül­kün ihtilâfı katında her biri mülkü isbâta ihtiyâcı olduğu için mülkü verene (mümellik'e) hasım olur. İki da'vâcı, hu husûsda isbâtta mü­savidir.

Mümellik (mülkü veren) bir olduğu vakit, mülkün ona âid oldu­ğunu isbâta muhtâc olmazlar. Çünkü her ikisi ittifak ettiği için, bu sâ-bitdir.. Ancak kendileri için mülkün sebebini, yânî satın alma ve hîbe-yi isbâta muhtâc olurlar ve onda en kuvvetli olan takdim edilir. İki­sinin de ellerinde târih olup her ikisine mülkü veren bir şahıs ise, tâ­rihi önce olan evlâdır. Çünkü onun mülkü, kimsenin niza' eylemediği bir vakitte sâhitdir.                                 

Şâyed mülkü edindiren muhtelif olursa, bunun hilâfınadır. O za­man, onda târihin önceliğine i'tibâr edilmez. Nitekim, yakında açıkla­ması gelecektir. İnşâellâhu Teâlâ.

Kabzîa beraber satın alma ve sadakada zikredilen ahkâmın hep­sinde böyledir.
Mehrin, hibeden ve kabzla beraber sadakadan evlâ olmasına ge­lince; bunun ma'nâsı şudur: Bir kimse; meselâ, bir adamın elindeki köleyi; «Bu adam, köleyi bana hibe etti!» veya «Sadaka eyledi ve teslim aldım!» diye iddia etse ve bir kadın da zi'1-yed'in kendisini o köleye karşılık tezevvüc ettiğini ve köleyi teslim aldığını iddia etse, mehr evlâdır. Çünkü mehr, satın alma gibidir. Zîrâ satın alma,ve mehrden her biri, ibinefsihî mülk isbât eden muâ/veze akdidir.

Kabzla beraber rehn, evlâdır. Yânî istihsânen, kabzla beraber rehn; kabzla beraber hibeden evlâdır. Kıyâs; hibenin evlâ olması İdi. Çünkü hîbe mülkü isbât eder, rehn mülkü isbât etmez.

İstihsâlim vechi şudur: Rehn hükmüyle teslim alınan şey, mazmun­dur, (ödenir). Hîbe hükmüyle teslim alman, mazmun değildir, (öden­mez) . Ödeme akdi, daha kuvvetlidir. Çünkü, beyyinesi isbât yönünden ekserdir (daha çoktur), İvaz şartiyle hîbe ise, zikredilenin aksinedir. Çünkü ivaz ile hîbe, sonuç i'tibâriyle satışdır. Satış, —velev bir yön­den (vech) olsun — rehnden daha kuvvetlidir.
İki h/ıric kimse, tarihli mutlak bir mülk üzere veya zi'1-yed'den başka bir kimseden tarihli satın alma üzerine beyyine getirseler; — mu­sannif, zi'Lyed'den başkasından demekle, diğerinin elinde olan mala beyyine getirmelerinden ihtiraz etmiştir. Nitekim yukarda geçmişti — yâhûd bir hâriç, tarihli mutlak bir mülk üzerine ve zi*l-yed târih yönünden daha önce olan mülke beyyine getirse, târihi eski ve önce olan evlâdır. Çünkü eski ve önce olan ilk mâlik olduğunu isbât etmiştir. Şu hâlde mülk, ancak onun tarafından alınır.

Şâyed tki kişi, târihleri aynı olan bir alış - verişi başka birinden yaptıklarına beyyine getirseler veya yalnız biri vakit beyân etse, iki surette de o şey, aralarında yarı olmak üzere hükmedilir.

Birinci surette; yarıya hükmedilir. Çünkü her biri mülkü satıcı için isbât eder. Satıcının mülkü ise mutlaktır, onda târih yoktur. Bi­nâenaleyh, iki satıcı gelip mülkü tarihsiz iddia etmiş gibi olur ki, mülk aralarında ikiye taksim edilir.

îkinci surette ise; birinin vakit belirtmesi, mülkün tekaddümüne delâlet etmediği içindir. Çünkü diğerinin, ondan önce olması caizdir.

Fakat, satıcı bir kişi olursa, zikredilenin aksine olur. Çünkü iki da'vâcı, mülkün ancak o satıcıdan alındığına ittifak etmişlerdir. Birisi târih isbât ederse, ondan başkasının önceliği belli oluncaya kadar o isbâtla, onun lehine hükmedilir. Halbuki, ondan başkasının Önceliği tebeyyün etmemiştir.

Bir hâriç, mülk üzerine beyyine getirdikde, zi'l-yed ondan satın aldığım iddia etse; meselâ Bekr; Zeyd'in elinde olan bir kölenin, ken­di mülkü olduğunu iddia edip beyyine getirse, Zeyd ondan satın aldı­ğına beyyine getirse, zi'l-yed evlâdır. Çünkü hâriç, eğer mülkün önce*-ligini isbât ederse, zl'l-yed mülkü ondan almış olur. Bunda çelişki ve aykırılık yoktur. İmdi bu, mülkün da'vâcının olduğunu ikrar ettikden sonra ondan satın aldığını iddia gibi olur.
Keza, hâriç ile zi'1-yed'den her biri nitâc (yavrular) ve benzeri üzerine beyyine getirseler, zi'l-yed evlâdır. Nitâc benzeri olan şey, mülk için tekerrür etmeyen her sebebdir. O sebeb, nitâc ma'nâsmdadır. Me­selâ; giyeceklerde dokuma gibi, ki ancak bir kere dokunur. Pamuklu giyeceklerin dokunması, pamuğun eğirilip iplik olması, sütün sağıl­ması ve peynir yapılması; keçe yapmak, keçinin tiftiğini veya koyunun yününü kırpmak ve emsali böyledir.

Eğer tekerrür eden sebeb olursa, nitâc ma'n âsin da olmaz. Binâen­aleyh mutlak mülk gibi, hâric'e hükm olunur. Bu tekerrür eden sebeb; kırpmak, bina yapmak, ağaç dikmek, buğday ye diğer tahılları ekmek gibi şeylerdir. Eğer sebeb, müşkil olursa, bilirkişilere müracaat edilir. Çünkü bunu, onlar daha iyi bilirler. Onlara da müşkil gelirse, o şeyle hâric'in leh'ine hükm olunur. Çünkü asi olan, onun beyyinesl ile hüküm vermektir. Asıldan udûl (terk etmek) ise, nitâc Hadisi iledir.
Sebeb malûm olmayınca, asla rücû' edilir. Nitâc ve benzerleri satıcısmm elinde olurlarsa, zi'l-yed evlâdır. Çünkü iki hâricden her biri, mülkü bir adamdan alır ve o adamın indinde tekerrür etmeyen, sebeb üzere beyyine getirirlerse, kendi elinde o sebeb üzere beyyine getirmiş gibi olurlar. Şu hâlde zi'l-yed. hâricden evlâdır. Çünkü hâricin oeyyi-nesi, mülkünün önceliği üzerine getirilmiştir. Bu takdirde, hâriç için ancak zi'1-yed'den almakla sabit olur. Meğer ki. bir rivayete göre; hâ­riç, zi'l-yed üzere bir fiil iddia etmiş ola.
Zahîre'de denmiştir ki: Hâsılı; zi'l-yed'in nitâc üzere beyyinesi, hâricin nitâc veya mutlak mülk üzere beyyinesine tercih edilmesi, — ki bu zi'1-yedle hâricin ikisinin de nitâc iddia etmeleri veya hâricin mut­lak mülk iddiasında bulunmasıyla olur — ancak hâriç, zi'l-yed üzerine bir üil iddia etmediği vakittedir. «Fiil» den rnurâd; gasb, vedia, icâre, rehn, ariyet ve benzeri şeylerdir. Fakat hâriç, bununla beraber bir fiil iddia ederse, onun beyyinesi evlâ olur.
Musannifin «bir rivayette» demesine sebeb: İmâdiyye'de Zahire'nin sözünü nakilden sonra söylenen şu sözdür ki; fakîh Ebû'1-Leys (Rh.A.), Mebsûfun nitâc da'vâsı bâbi'nda Zahirede zikredilene muhalif olarak şöyle demiştir: Bir hayvan, bir adamın elinde olup başka biri; onun kendisinin olduğunu, ve zi'1-yede kiraya verdiğini, yâhûd ona ariyet veya rehn ettiğine dâir beyyine getirse, zi'l-yed de o hayvanın kendi­sinin olduğuna ve yanında doğduğuna dâir beyyine getirse; kâdî hay-vanm zi'î-yed'in olduğuna hükmeder. Çünkü zi'l-yed, mülk-ü nitâc id­dia etmektedir. Diğeri ise, kiraya verdiğini ve ariyet ettiğini iddia et-. mektedir. Nitâc, ikisinden de daha eski ve öncedir.-Şu hâlde, hayva­nın zi'1-yed'in malı olduğuna hükmedilir. Bu anlatılan mes'ele Zahire'-den nakledilenin hilâfınadır.
Eğer hâriç ve zi'1-yed'den biri mutlak mülk üzere ve diğeri nitâc üzere beyyine getirseler, nitâc sahibi evlâdır. Çünkü onun beyyinesi, mülkün önceliği üzere kâim olmuştur. Diğeri için, ancak ondan al­makla sabit olur.
Hâriç ve zi'1-yed'den her biri diğerinden, yânı arkadaşından vakit beyân etmeksizin satın almaya beyyine getirseler, İmâm A'zanı (Rh.A.) ile îmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre, iki beyyine de düşer ve mal zi'l-yed'in eiinde bırakılır. İmâm Muhammed'  (Rh.A.) e göre, İki beyyine ile hüküm verilir ve iki beyyine ile amel mümkün olduğu için müddeâ bih hâric'in oiut. Sanki, zi'l-yed diğerinden satın ve teslim ahp ondan sonra satmış gibi sayılır. Çünkü kabz, satın almanın delilidir. Nite­kim, daha önce geçti.

Aksini yapmak mümkün olmaz. Çünkü teslim almazdan önce sat­mak, İmâm Muhammed* (Rh.A.) e göre, her ne kadar akâr'da olsa da caiz olmaz. İmâm A'zam ile İmâm fîbû Yûsuf (Rh. Aİeyhimâ) un delili şudur: Satın almaya yönelmek, mülkün satıcının olduğunu ikrardır.
İmdi, şunun gibi olur ki; şâyed ikisi de iki ikrar üzere beyyine getir­seler — halbuki onda bi'î-icmâ' bâtıl olmak vardır. Burada da onun gibidir— ve eğer iki beyyine akâr'da vakit belirtseler ve kabzı isbât etmeseler; hâricin vakti dana eski ve önce olsa; tmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf* (Rh. Aİeyhimâ) a göre, zı'I-yed'in lehine hüküm verilir. Sanki hâriç olan, evvelâ satın alıp ondan sonra zi'1-yed'den teslim al­mazdan önce satmış sayılır.
Teslîm almazdan önce satmak, İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aİeyhimâ) a göre; akâr'da caizdir. îmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, hâricin lehine hüküm verilir. Çünkü İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre; teslîm almazdan önce satmak caiz değildir. Şu hâlde, hâricin mül­kü üzere bakî kalır. Eğer ikisi de kabz isbât ederlerse, bi'1-icınâ, zfl-yedin lehine hüküm verilir. Çünkü iki kavle göre; iki satış da caizdir.

Eğer zi'l-yedJin vakti daha önce olursa, hâricin Ielıme hüküm ve­rilir. Sanki, zi'I-yed onu satın almış ve teslîm alıp ondan sonra satmış ve teslîm etmemiş veya teslîm etmiş de ondan sonra ona başka sebeb ile vâsıl olmuş sayılır. Şâhidlerin çokluğu ve âdil olmaları ile biri, di­ğerine tercih edilmez. Yânı, iki da'vâcıdan; biri meselâ, iki şâhid gös­terip diğeri dört şâhid gösterse veya biri iki âdil şâhid gösterip diğeri, onlardan daha âdil iki şâhid göstermekle tercih edilmez. Şu hâlde, her İkisi de eşit sayılır.

Birincisine sebeb şudur: Çünkü tercih, illetin çokluğu ile vâki ol­maz. Hattâ kıyâs, diğer kıyâs ile tercih edilmez. Hadîs-i şerif de böy­ledir.

İkincisinin sebebi ise şudur: Çünkü şâhidde mu'teber olan adale­tin aslıdır. Daha âdil olmanın haddi hududu yoktur. Binâenaleyh, onun­la tercîh yapılmaz.

İki hârieden biri evin yansını* diğeri hepsini iddia etseler, yânî bir ev, bir adamın elinde olup, İki kişiden biri o evin hepsini ve diğeri yansını İddia etse de, beyyine getirseler, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; o evin dörttebiri birincinin ve kalanı, yânî dörtteüçü de ikinci hâricin olur. Çünkü yarım hissenin sahibi, diğerine yarımda niza' edemez. Onun olduğunu kabul eder. İkisinin çekişmesi, diğer yarım hissededir. Şu hâlde, o yarım ikisi arasında yan yarıya pay edilir.

İmâmeyn'  (Rh. Aİeyhimâ)  e göre, o ev ikisi arasında üç çeyrek hisse ile kaza olunur. Hepsini iddia eden iki hisse alır, yarım iddia eden bir hisse alır. Bu takdirde üç hisse üzere taksim edilmiş olur.
Eğer o ev ikisinin elinde ise, bu takdirde o ev ikincinindir. O da, evin hepsini iddia- edendir. Çünkü hepsini iddia eden beyyine getir-dikde, evin yarısı mahkeme hül-enünce onun olmuştur. O da, arkada­şının elinde "olan yarımdır. Şâyed onda hâricin beyyinesi ile zi'1-yed'in beyyinesi bir araya gelse, hâricin beyyinesi evlâ olup, onun için evlâ olmakla hükm olunur. Evin diğer yarısı —ki hepsini iddia edenin elinde olan yarımdır — mahkeme kararınca kendisinin olmamıştır. Çünkü arkadaşı onu iddia etmemiştir. Da'vâsız hüküm caiz olmaz. Şu hâlde, onun elinde bırakılır.

İki kişi bir hayvanın yavrusu için mutlak olarak beyyine getirse­ler; yâni her biri o hayvanın kendi yanında veya satıcısı yanında doğ­duğuna beyyine getirseler, —o hayvan gerek ikisinin elinde, gerek birinin elinde olsun ve gerekse üçüncü bir şahsın elinde bulunsun mü­savidir. Çünkü ma'nâ, yâni hüküm muhtelif olmaz (değişmez). Bunu, Zeylaî f"Rh A ) zikretmiştir — ve iki?î riı> tarih zahirin şehâdetiyle, hayvanın yaşı târihe uygun olanın lehinde hüküm verilir.

Eğer hayvanın yaşı, iki târihe de uygun olmamakla müşkil olur­sa, her ikisi için hükm olunur. Çünkü bu durumda biri, diğerinden ev­lâ olmaz. Bu hüküm, hayvan ikisinden birinin elinde olmadığına gö­redir. Meselâ; ikisi de hârici olup, hayvan üçüncü -bir şahsın elinde yâhûd her ikisinin elinde bulunur.   
Eğer birinin elinde olursa, o hayvan zi'1-yed'in olmasına hükmedi­lir. Çünkü iş müşkil olunca, târihler sakıt ve geçersiz kalır ve sanki tâ­rih beyân edilmemiş gibi olur. Bunu, Zeylaî (Rh.A.)  zikretmiştir.

Eğer hayvanın yaşı vaktin ikisine de uygun olmazsa, iki tarafın beyyineleri bâtıl oiur. Çünkü, iki fırkanın yalanlan ortaya çıkmıştır. Şu hâlde hayvan, hangisinin elinde ise, onun elinde .bırakılır. Hidâye'de ve Kâfî'de böyle zikredilmiştir.

Zeylaî (Rh.A.) demiştir ki: Esah olan, ikisinin de beyyinelerinin bâtıl olmamasıdır. Eğer ikisi de hâriç olursa veya hayvan ikisinin elin­de ise,   belki ikisi arasında hayvanın ortaklaşa olmasına hükmedilir.

Eğer birinin  elinde  ise;   hayvanın,  zil-yed'in  olmasına  hükmedilir.

Çünkü vaktin zikredilmesine, i'tibâr, ikisinin hakkı içindir. Burada on­ların hakkı, vaktin itibârının sakıt olmasındadır. Çünkü vakit zik­rine i'tibâr etmekde, ikisinin haklarını iskât etmek vardır. Öyle ise, ona i'tibâr edilmez. Sanki ikisi de tarihsiz nitâc zikretmiş gibi olur.

Yine, Zeylaî-(Rh.A.) şöyle zikretmiştir: Eğer hayvan, birinin elin­de ise, onda sâhib'ul-yed evlâdır. Değil ise; hayvan ikisi arasında or­taklaşa olmasına hükmedilir. Nitekim hayvanın yaşı iki târihin bi­rine uygun olmadığı zaman, ikisi arasında ortaklaşa olmasına hük-medüdiğ: gibi. İmam Muhammed (Rh.A.), böyle zikretmiştir.

Birincisini Hâkim (Rh.A.) zikretmiştir. Bu kavi. meşâyihden ba!-zısınm sözüdür amma bir şey değildir. Bundan dolayı ben; «İkisi, hay­vanda ortak olurlar.» dedim.

Eğer da'vâcılar hâriç yâhûd ikisi de zi'l-yed olursa, hayvanda or­tak olmalarına hükmedilir. Hayvan, birinin elinde olursa, zikredilen sebebden dolayı, o zi'i-yed'in olur.

İki da'vâcidan birisi, bir şeyin gasbedildiğine. diğeri de emânet edildiğine dâir beyyine getirse, o şey ikisi arasında yan yarıya olur.

Yânî bir mal, iki adamın elinde olup; biri gasb ve diğeri de emânet ol­duğuna beyyine getirseler, o şey ikisi arasında iki yarım hisse olmak üzere hükmoîunur. Çünkü emânet, emânet konulan kimsenin (mû-da'ın) inkârı ila gasb olur. Hattâ, ödemesi vâcib olur. Ve tekrar anlaş­makla sakıt olmaz. Fakat inkârsız, fiil ile muhalefet edip ondan son­ra anlaşmaya dönmek, bunun hilâfınadır. Nitekim, yerinde anlatıl­mıştır.

Bir kimse, ffl-hâl mülk iddia edip, şâhidler de, «Bu mal, bunun mülküdür.» diye şehâdet etseler, kabul edilir. Çünkü onların şehâdeti, mülkü geçmişde ve şimdiki zamanda isbât eder. Bir zamanda sabit olan şey, zail edici bulunmadıkça bekasına (devamına) hükmedilir. İmâdiyye'de, Muhît'den nakl ile böyle zikredilmiştir.

Hayvanın üzerine binen kimse; gemini tutandan ve giyeceği giyen kimse, giyeceğin yenine yapışandan evlâdır. Yânî iki kimse, bir hay­vanda hak iddia edip; birisi üzerine binmiş, biri de dizginini tutmuş olsa yâhûd iki kişi bir giyecekde hak iddia edip; biri onu giymiş, di­ğeri de yenini tutmuş olsa, hayvana binen; gemini tutandan ve giye­ceği giyen, yenini tutandan evlâdır.. Çünkü onların tasarrufları daha< açık ve besbellidir. Zîrâ tasarruf, mülke mahsûsdur. İmdi, ikisi de zi'l-yed oldular. Yapışan yânî yeni veya gemi tutan kişiler hâricdir. Zi'l-yed ise, bu durumda evlâdır. Amma ikisi de beyyine getirirlerse, hâricin beyyinesi evlâdır. Nitekim, bunun sebebi daha önce defalarca geçti.
Hayvanın eyeri üzerine binmiş olan, eyerin ardına binenden ev­lâdır. Çünkü eyer yerine binmeye kadir olması, onun zi'1-yedliğinin önceliğine delildir. Fakat, ikisi de eyer üzerine binerse, bunun hilâfınadır. Tasarrufda eşit oldukları için, o zaman hayvan ikisi arasında or­taklaşa olmasına hükmedilir.

Şâyed biri hayvanın kuyruğunu, diğeri gemini tutmuş olsa; o hay­vanın, gemi tutanın olduğuna hükmedilir. Çünkü hayvanın gemini ekseriyetle ancak sahibi tutar. Kuyruğunu tutan ise, böyle değildir.

Hayvandaki yükün sahibi olan kimse, hayvana su kabım asan kim­seden evlâdır. Yânî bir hayvan üzerinde birinin yükü olup, diğerinin de asılı su kabı bulunup o hayvanda çekişseler, hayvanın üzerinde yü­kü olan evlâdır. Çünkü onun tasarrufu, o hayvanda daha çoktur.
Yaygı; üzerinde oturan ile onu tutmuş olan kimseler arasında, ya­rıya bölünür. Bu hüküm yoluyla değil, aralarındaki müsavat hükmüy-ledir. Çünkü yaygı üzerinde oturmak, zi'1-yedlik değildir. Belki zi'l-yed-liic, kendi evinde olmakla veya yerinden nakletmekle olur. Binmek ve giymek, böyle değildir. Çünkü binmek ve giymekle gâsıb olurlar. Zî­râ, o şeyin üzerine onun yed'i sabit olur. Yaygı üzerine oturmakla gâ­sıb olmaz. Meselâ;bir kimsenin elinde, bir giyecek olup; ucu bir baş­ka kimsenin elinde olması gibi ki, o zaman ikisi arasında yarı yarıya olur. Çünkü her birinin yed'i (eli) o giyecekde sabittir. Eğer ikisinden birinin eli o giyeceğin çoğunda olsa, çoğunu tutmuş olmakla tercih edilmez. Nitekim daha önce geçti ki, tercih ekseriyet ile olmaz. Diğeri giyeceğin saçağını tutmuş olsa, yan yarîya pay etmek gerekmez. Çün­kü saçak, giyecek değildir. Zîrâ, dokunmuş değildir. Bu durumda onun elinde, o giyecekden bir şey yoktur. Bu takdirde, o kimse diğerine mu-hâsım olamaz.

Bir ev içinde oturan iki kimse, o evde niza' etseler (çekişseler), zikredilenin hilâfınadır. Bu durumda, ne terk etmek yolu ile ye ne de başka bir yolla, o ev hakkında ikisi arasında hüküm verilmez. Çünkü evde oturmak, mülk üzere delâlet etmez.

Duvar, üzerinde kirişleri olan kimsenin yâhud duvara ittisâl-i ter­bi' ile muttasıl olan kimsenin olur.
İttisal (bitişmek) iki çeşittir. Biri, ittisâl-i mülâzaka (yapışık bi­tişme) dır. Bu, iki tarafın birbirine yapışmasıdır. Diğeri de, ittisâl-i terbı'dir. Bu, bitişme hususunda ihtilaflı duvarın kerpiçlerinin, ihti­laflı olmayan duvarın kerpiçlerine girmesiyle olur. Eğer duvar, ağaç-dan olursa, terbî' (dörtlemek); bir duvarın ağaçlarının kenarlarını di-ğerininkine bindirmekle olur. Burada murâd olan da budur. Çünkü bu-, sahibi için açık bir şâhiddir. Zîrâ, zahir olan şudur ki: O kimse, o du­varı, kendi duvarı ile beraber bina etmiştir. Çünkü kerpiç ve ağaç uç­larının birbirlerine girmesi, ancak iki duvarın beraberce bina edilmesi hâlinde tasavvur edilir. Şu hâlde, o evlâ olmuştur. Keza, çekişen iki kişiden birinin  duvar üzerinde mertekleri   [55] olsa,  duvarın ona âid olduğuna hükmedilir. Çünkü merteklerin sahibi, duvar ne için yapıl­dıysa, onun için kullanmıştır. Duvar, üzerine mertek konması için ya­pılmıştır. Merteklerin üzerine konulan döşeme tahtalarının sahibine hüküm verilmez. Döşeme tahtalarından murâd; mertekler üzerine ko­nulup üzerine toprak atılan tahtalardır. Bu, mu'teber değildir. Keza duvar üzerine konulan kamış ve hasıra da i'tibâr edilmez. Çünkü onu koymak, duvarı kullanmak değildir. Zîrâ duvar, onlar için bina edil­mez. Belki tavan, yâni evi örtmek için bina edilir. Bu ise, herâdî (döşe­me tahtaları) ve bevârî (kamışlar) ile mümkün olmaz. Belki o duvar, eğer çekişme olursa; iki komşunun arasında ortak olur. Yâni iki kom­şu, bir duvar hakkında çekişseler, birinin o duvar üzerinde herâdîsi oîup, diğerinin bir şeyi bulunmasa, o duvar ikisi arasında ortakdir. Zîrâ herâdî sahibi onunla, duvara hususiyet kazanmaz.

Bir dardan, bir beyt'e (yâni bir binanın bir dâiresine) sâlıib olan kimse, o darın avlusu hakkında, o dardan bir kaç dâire sahibi olan kim­se gibidir. Yâni bir çok dâireleri olan bir dardan Zeyd'in elinde bir dâi­re olup, geri kalanı Bekr'in elinde ve mülkünde olsa, avlunun kullanıl­masında eşit oldukları için, avlu aralarında yarı olur. Kullanma ile murâd, gelip geçmek, orada abdest almak, odun kırmak, mal kovmak gibi şeylerdir, İmdi bu saha; hanenin yolu gibi olur.

Şâyed şirb (su hissesi) de niza etseler, bu sahanın aksinedir. Çün­kü şirb, ikisi arasında yerlerinin mikdânna göre taksim edilir.  Zîrâ su hissesine yeri sulamak için muhtâc olunur. Arazî çok olursa, şirbe de ihtiyâç çok olur.
İki hâriç kişi, bîr yerde, her birinin orada zi'î-yedliği olduğuna dâir beyyine  getirseler,  ikisinin de  zi'1-yedliğine hükmedilir.   Çünkü yerin huzura getirilmesi imkânsız oiduğu için, orada zi'1-yedlik görül­mez. Beyyine ise, kadının bilgisinden gâib olan şeyi isbât eder.
Eğer bîri, diğerine beyyine getirirse veya o yerde kerpiç kesmek, yâhûd bina yapmak veya kuyu kazmakla tasarrufu olursa, onun zi'l-yed olduğuna hükmedilir. Birincisi; yânı deîîl getirmekle hüküm veril­mesinin sebebi, hüccet bulunduğu içindir. Çünkü zi'1-yedlik, maksûd olan bir haktır. İkincisi, yânî tasarrufiyle hüküm verilmesinin sebebi; o yerde tasarruf ve kullanma bulunduğu içindir.

Konuşup, ne dediğini bilen bir çocuk; «Ben, hürrüm!» dese; söz, onundur. Çünkü, kendisinden söz etmeye kadir olursa, kendi nefsinin elindedir. Bir kimse, onun üzerine; «Benim kölenıdir!» diye da'vâ etse, kabul edilmez. O sabinin inkârı katmda da'vâ ancak baliğ insan gibi, beyyine ile kabul edilir.
Eğer küçük çocuk; «Ben, fülân kimsenin kölesiyim!» dese, halbuki o fülân, zi'1-yed'deu başkası olsa. çocuğun zi'î-yed olan kimsenin kö­lesi olduğuna hükmedilir. Çünkü o sabi, kendisinin köleliğini ikrar edince, kendinin yed'i olmadığını ikrarda bulunmuş oldu. Binâenaleyh, kumaş gibi, kimin elinde bulunursa, onun mülkü olur.
Denilse ki; köleliği ikrar zarar vericidir. Şu hâlde vâcib olan, kü­çük çocuk hakkında ikrârm mu'teber olmaması idi. Buna cevâb olarak biz deriz ki: Kölelik, çocuğun sözü ile sabit olmamıştır. Belki hürriyet da'vâsı için muarız bulunmadığından, zi'1-yed'in da'vâsı ile sabit olmuş­tur. Çünkü çocuk, da'vâcmm elinde bulununca, onun elindeki kumaş gibi olur ve aleyhine ikrarı kabul edilir. Çocuk büyür de, hürriyet da'­vâ ederse, da'vâsı beyyine ile dinlenir. Çünkü hürriyet da'vâsında çe­lişme, da'vânın sıhhatine mâni' değildir. Nitekim, açıklaması yakında, inşâellâhu Teâlâ gelecektir. [56]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..