İkrarda  İstisna Ve İstisna  Ma'nâsîna Gelen Lâfız  Babı

Mukırr, ikrar eylediği şeyin ba'zısmı, İkrarına bitişik olduğu hâl­de istisna etse, geri kalanı ona lâzım gelir. Yânı mukırr, mukarr-un leh'e; «Benim, ona on dirhem vereceğim vardır, ancak bir dirhem müs­tesna!» derse, dokuz dirhem vermesi lâzım gelir. Çünkü Usûl-i Fıkıh'da tekarrür etmiş (yerleşmiş) ti.r ki; mukırr, bu sözle istisnadan sonra geri kalanı söylemiş olur. Sanki başlangıçta; «Benim, ona dokuz dir­hem vereceğim vardır!» demiş gibidir. Bütün Ulemâya göre; bitişik zikretmesinin şart kılınması, onun değiştirici  olmasından dolayıdır.
îbn  Abbâs'   (R.A.)   dan, istisnada ertelemenin  caiz   olduğu  nakl edilmiştir. Eğer ikrar eylediği şeyin hepsini istisna ederse, lâfzın aynı ile olduğu takdirde, hepsi lâzım gelir. Meselâ; «Benim, gılmanım [18] âzâd olsun, ancak benim gılmanım müstesna!» demek gibi.

Biliyorsun ki; istisna, kalanı soylemekdir. Halbuki hepsini söyle-dikden sonra geriye bir şey kalmaz. Bu, ikrardan geri dönmek olur. İk­rardan sonra geri dönmek ise. gerek bitişik, gerekse ayrılmış olsun, bâtıldır. Hepsini istisna edince, hepsi lâzım gelip istisna bâtıl olur.

Şu şey bunun hilafınadır ki, şâyed istisna kendi lâfzı ile yapılmaz­sa, meselâ; «Benim kölelerim âzâd olsun, ancak fülân, fülân ve fülân müstesna!» deyip, onlardan başka kölesi olmazsa, hepsinin âzâd ol­ması gerekmez. Çünkü istisna, ilk sözle yapılmazsa, sözü müstesnadan sonra geri kalanını konuşmak sayabiliriz. Çünkü bütününü müstes­na saymak, mülkü kalmaması zaruretinden ileri geliyordu. Yoksa lâf­za râci' bir şejrden dolayı değildi. Şu hâlde lâfzın zâtına bakarak müs­tesnayı sözün baştarafının kapsadığı şeyin bir cüz'ü yapmak müm­kün olur. İmkânsızlık hâricdendir. Fakat -birinci lâîzm aynısını söy­lemek zikredilenin aksinedir ki, o zaman müstesnayı istisnadan son­ra geri kalanı söylemek sayamayız.
Keza mukırr, «Benim, kölelerim âzâd olsun, ancak şunlar müs­tesna!» derse, lâf zan mugâyeret (zıdlık) bulunduğu için zikredilen gi­bi ikrar sabin olur. Mukırr, veznîyi veya keylîyi dirhemlerden istisna etse, kıymet yönünden sahih olur. Yâni mukırr, onun; «Bende yüz dir­hemi vardır, ancak bir altın müstesna!» veya «Bende, onun yüz dirhe­mi vardır, ancak bir ölçek buğday müstesna!» derse, İmâm A'zam (R. A.) ve İmâm Ebû Yûsuf' (Rh.A.) a göre, sahih olur. Yüz dirhem lâzım gelir, ancak bir altının kıymeti lâzım gelmez. Veya bir ölçek buğda­yın kıymeti lâzım gelmez. Kıyâsa göre. bu istisna sahih olmamalıydı. Nitekim İmâm Muhammed (Rh.A.) ve İmâm Züfer3 (Rh.A.) in sözleri budur. Çünkü istisna, sözün başının kapsadığı şeyin bir kısmını çı-karmakdır. Şu ma'nâya ki, eğer istisna edilmeseydi, sözün başına dâ­hil olurdu. Bu ihrâc, cinsin hilâfında tasavvur edilemez. Lâkin İmâm A'zam (Rh.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) istihsânen bunu sahih ka­bul etmişlerdir. Çünkü mukadderat (takdir edilen şeyler) sûreten çe­şitli ve ayrı cinsler olsa da; ma'nen bir tek cinsdir. Çünkü, cinsler zimmette semen olarak sabittirler. Altının böyle olduğu-zahirdir. Ke­za altından başkası da öyledir.Çünkü keylî ve vezni, aynlan ile me-bî1, vasıflan ile semendir. Hattâ keylî ve vezni olarak ta'yîn edilse-ler, akd ikisinin de aynlanna tealluk eder. Eğer keylî ve veznî olarak ^nitelenip ta'yîn ediîmeseler, onlann hükmü, altınların hükmü gibi olur. Bundan dolayı ikisinde de eskilik ve yenilik eşit durumda olur. Ma'nen ikisi de bir tek cins gibi, zimmette sübût hükmünde olurlar. Şu hâlde istisna, geri kalanı ma'nen konuşmak ve söylemektir, yoksa sûreten değildir Şâyed mukırr, dirhemlerden veznî ve keylîden başka­sını istisna etse, bize göre, sahih olmaz. İmâm Şafiî (Rh.A.), ayn gö­rüştedir. Şâüî' (Rh.A.) nin delili şudur: Keylî ve veznîden başkası ma­liyet bakımından cinsde birleşirler. Bizim delilimiz ise şudur: Maliyet bakımından birleşmiş olmak, cinsen birleşmeyi ifâde etmez. Belki mut­laka semeniyet vasfı lâzımdır. Velev ki ma'nen olsun. Nitekim sen bu­nu gördün.

Şâyed mukırr, ikrarına «İnşâellâhu Teâlâ» sözünü eklese, İkrarı İbtâl eder. Çünkü Allah Teâlâ' (C.C.) nın dilemesine (meşîetine) bağ­lamak, İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre, ibtâldir. Bu durumda ilcrâr, hüküm rriün'akid olmazdan önce bâtıl olur. İmâm Ebû Yûsuf (RhA.) a göre; tevakkuf etmediği şarta bağlamaktır. Öyle ise bu,asüdan sözü yok etmekdir.

Bir kimse, muhayyerlik şartiyle ikrar edip, meselâ; «Üç gün mu­hayyer kalmam şartiyle, fülânın bende bin dirhemi vardır!» dese, ikrar sahih olduğu için malı vermesi lâzım gelir. Çünkü ilzam edici olan sîga mevcûddur.

Mukırr'm muhayyerlik şartı bâtıl olur. Çünkü ikrar, ihbardır ve ihbarda muhayyerliğin te'sîri yoktur. Çünkü ikrar doğru ise, ihbar et­mese bile, onunla amel vâcib olur. İkrar yalan ise, o malın geri veril­mesi vâcib olur. Onu ihtiyar etmesi ve etmemesiyle ikrar değişmez. Muhayyerliğin şart kılınmasının te'sîri, ancak akdlerdedir. Tâ ki mu­hayyer olan kimse, akdi fesh etmesi ile onu yürütüp devam ettirmesi arasında serbest olsun.

Bir kimse, bîr hâne ikrar edip binasını istisna etse; meselâ, «Şu hâne fülân kimsenindir, ancak binası müstesna!» derse, yer ve bina mukarr-un Ieh'in olurlar. Onun istisnası sahih olmaz. Çünkü hâne ismi, maksûd olarak binaya şâmil değildir. Çünkü hâne, üzerine duvar çevrilen arsanın adıdır. Bina, ona tebaan dâhil olur. Lâfzen dâhil ol­maz. Bundan dolayı müşteri teslim almazdan önce, binaya müstehık ortaya çıksa, bina karşılığında semenden bir şey düşmez. Belki müş­teri muhayyer kılınır ve istisna ancak sözün nassan kapsadığı şeyden olur. Çünkü istisna lâfzî tasarrufdur.

Ben derim ki, bunun zahirine şöyle bir soru (i'tirâz) yöneltilebilir:

«Binanın, haneden cüz olması hiç kimseye gizli kalan bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki, binayı itlaf eden kimse zararı öder. Binâenaleyh bu istisna, on sayısından biri istisna etmek gibi olur. Öyle ise, bina­nın istisna edilmesinin sahîh olmamasının vechi nedir?» Biz deriz ki; bunun vechini bilmenin tahkiki, İlm-i Kelâm ve îlm-i Usûl'de anlatı­lan bir mukaddimeye dayanır. O da şudur: Rükn, iki kısımdır. Birisi, aslîdir. Aslî rükn, ismin medlulünde dâhil olan şeydir. Öyle ki, bu şey ortadan kalksa, geri kalanına o ismi vermek sahîh olmaz. Meselâ, on sa­yısından bir, ve hayvana nazaran baş böyledir.    .

İkincisi; zâiddir. Bu zâid rükün de, ismin medlulünde dâhildir, lâkin ortadan kaldırılırsa, geri kalana o isim verilebilir. Zeyd'in eli ve ayağı gibi. Hattâ bir kimse; «-Bu köle Zeyd'indir, ancak eli ve ayağı müstesna!» derse, istisna caiz olmaz. Bu tahkik ile, İlm-i Kelâm ule­mâsının; «İkrar, îmânda zâid rükündür.» sözlerine yapılan i'tirâzın defi anlaşılmış olur. İ'tirâz şöyledir: Rükniyyet, dâhil olmayı; ziyâde ise, çıkmayı gerektirir. Şu hâlde, girme ve çıkma (duhûl ve hurûc) nasıl bir araya gelebilir?
Bu i'tirâz şöyle savulur: Girme (duhûl), lâfzın zahiren şümulüne bakarakdır. Çıkma (hurûc) ise, hakîkaten tebaiyete bakarakdır. Şu hâlde, çelişme yoktur. Yüzüğün taşı, hurma bahçesinin ağaçları ve cariyenin halkası, lâfzın tebaan kapsadığı şeylerden olmaları hususun­da, hanenin binası gibidirler. [Meselâ bir kimse, bir yüzük ikrar edip taşım istisna etse ve yine bir bahçe ikrar edip hurmasını istisna etse, ve yine bir câriye ikrar edip halkasını istisna etse, hanenin binası gi­bi olur. Hattâ onların istisna edilmeleri, zikredilen hâne gibi sahîh ol­maz.] Fakat şu şey onun aksinedir ki; mukırr, haneyi ikrar edip; «An­cak üçtebiri müstesna!» yâhûd «O haneden, bir ev müstesna!» derse, istisna sahîh olur. Çünkü üçtebir veya ev, hâne lâfzında dâhildir. Böyle olursa istisna sahîh olur.

Mukırr'm; «Hanenin binası benim, yeri fülânındır!» demesi de, böyledir. Yâni böyle derse, ikrarı sahîh olup yer ve bina fülânın olur. Zîrâ yerini ikrar etmesi tebaan binayı ikrar etmekdir. Haneyi ikrar gibi. «Binası benimdir!» dedîkden sonra; «Arsası da fülânındır!» der­se, mukırr'm dediği gibi olur. Çünkü arsa, binadan ve ağaçdan hâli olan yer parçasından ibarettir. Sanki o, «Şu yerin beyazı (yânî çıplak hâli) binasız fülânındır!» demiş gibidir.

Ta'yîn ettiği fakat, teslim aldığını inkârda bulunduğu bir köle­nin semeninden bin. dirhemi ikrar etmek şahindir. Yânî mukırr; «On­dan satın aldığım fakat, tesellüm etmediğim-kölenin semeninden ben­de bin dirhemi vardır.» derse; eğer muayyen bir köle zikretti ise, mu­karr-un leh'e; «Dilersen köleyi teslim et ve bin dirhemi mukırr'dan al; aksi takdirde köleyi teslim etmezsen, senin için bir şey yoktur!» de­nilir. İmdi mukarr-un leh köleyi teslim ederse; mukırr'm, bin dirhemi vermesi lâzım gelir. Teslim etmezse, lâzım gelmez. Bu mes'ele bir kaç vech (şekil) üzeredir:

Birinci vech budur; ki o da, mukarr-un Ieh'in, mukırr'ı tasdik edip köleyi teslim etmesidir. Bunun cevâbı, bizim zikrettiğimizdir. O da, bin dirhemin vâcib olmasıdır. Çünkü ikisinin, birbirlerini tasdik etmeleri ile sabit olan, iyânen (görmekle) sabit olan gibidir.
İkinci vech; mukarr-un Ieh'in; «Köle, senin kölendir, onu ben, sa­na satmadım. Benim, sana sattığım bundan başka bir köledir.» deme-sidir. Bu vechde mal, mukırr'a lâzım gelir. Çünkü, kendisi için köle selâmette kaldığı an, üzerine malın vâcib olduğunu ikrar etmiştir, köle, zi'1-yed'in mülküdür diye ikrarda bulunduğu an selâmette kalmıştır. Şu hâlde, mukırr'a mal lâzım gelir. Sebebler, aynları için değil, hükümleri için matlûbdur. Binâenaleyh asıl malın vâcib olduğuna it--, tifâk ettikden sonra sebebde birbirlerini yalanlamalarına i'tibâr yok­tur.

Üçüncü vech; mukarr-un leh'İn, «Köle, benim kölenıdir, ben sana onu satmadım!)) demesidtr. Bunun hükmü; mukırr'a bir şey lâzım gel-nıemesidir. Çünkü mukırr; ona malı ancak, köleyi teslim ettiği takdir­de ikrar etmiştir. O ise, teslim etmemiştir.

Dördüncü vech; mukarr-un leh'in, «Köle, benim kölemdir. Ben, onu satmadım. Sana, ancak başka köle sattım!» demesidir. Bunun hükmü; ikisinin de yemîn etmeleridir. Çünkü her biri, hem da'vâcı, hem de münkirdir. Zîrâ mukırr, ta'yîn ettiği kölenin teslimini iddia; diğeri in­kâr etmektedir. Mukarr-un leh, o köleden başkasını satmış olmakla mu-kır'dan bin dirhem iddia etmekte, mukır ise, bunu inkâr etmektedir. Şâyed ikisi de yemîn ederlerse, her birinin arkadaşından da'vâsı orta­dan kalkar ve mukırr üzerine bir şeyle hükmedilmez. Köle hangisinin elinde ise, onda kalır. Bu hüküm, köle muayyen olduğuna göredir. Mu­ayyen olmazsa, mukırr'a bin dirhem lâzım gelir ve inkârı hükümsüz kalır. Yânî köleyi teslim almadım; dediğinde İmâm A'zanı' (Rh.A.) a göre, gerek istisnayı bitiştirsin, gerekse ayırsın, mukirr, tasdik edilmez. Çünkü bu, ikrarından geri dönmektir. İkrardan dönmek ise, bâtıldır.

Muayyen olmayan mala misâl; şarâbın veya domuzun semeninden, demeğidir. Yânî mukırr, «Şarâb veya domuzun semeninden fülâna bin dirhem borcum vardır!» derse, gerek bitiştirsin (vasi etsin), gerekse ayırsın (fasl etsin) ona bin dirhem vermesi lâzım gelir. Çünkü bunda, ikrar ettikden sonra geri dönmek vardır. îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Eğer mukırr istisnayı bitiştirirse tasdik edilir, ayırırsa tasdik edilmez. Çünkü istisna, beyân-ı tağyir (değiştirici açıklama) dir. Şu hâlde, bi­tişik olarak sahîh olur, ayrı olarak sahih olmaz. Şart ile istisna gibi.» demişlerdir.

Mukırr, «Bende bir malın semeninden veya ödünçden fülâna bin dirhem vardır, o bin dirhem kaipdır veya bakır akçadır yâhûd kapla­madır veya kurşundur.» derse, iyisini vermesi lâzım gelir. Yânı mukırr, «Fülânın bende meta semeninden bin dirhem alacağı vardır!» veya; aBana bin dirhem ödünç verdi!» dedikden sonra; «O bin dirhem kaip­dır veya bakır akçadır yâhûd kaplamadır, veya kurşundur.» der yâhûd «Ancak o bin dirhem kalpdırî» derse, veya «Fülânm bende meta' se­meninden bin dirhem kalp akçası vardır!» der de, mukarr-un leh; «Ha­kîkidir!» derse, İmâm A'zanV (Rh.A.) a göre; gerek bitişik, gerekse ay­rı söylesin, daha önce geçer, sebebden dolayı İyiyi vermesi lâzım gelir.

İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «Eğer mukırr, bitişik söyledi ise; tasdik edilir; aksi hâlde tasdik edilmez.» demişlerdir. Bunun sebebi dahî yu­karda geçti.

Eğer mukırr, «Fülânm bende, gasbdan veya emânetten bin dirhe­mi vardır, ancak o kalp akçadır veya bakır akçadır yâhûd kaplama ve­ya kurşundur!» diye şu zikredilen dört şeyin birini iddia etse; mukırr, gerek bitiştirsin, gerekse ayırsın, tasdik edilir. Çünkü gasb ve emânet için kalp akça değil de, iyilere tahsis hakkı yoktur. Çünkü gâsıb buldu­ğunu gasb eder. Emânet koyan ise korunmaya muhtâc olan şeyi emâ­net eder. Şu hâlde, mukırr'ın, «Kaipdır!» demesi sözünün evvelini de­ğiştirmez. Belki, çeşidini açıklamak olur. Binâenaleyh ikrar, bitişik ve ayrı olarak sahîh olur. Ancak son ikisinde ayrı olarak sahih olmaz. Yâni mukırr, «Fülânın, bende gasbdan veya, emânetten bin dirhemi vardır. Ancak o bin dirhem kaplama veya kurşundur!» dedikde, eğer bitiştirirse tasdik edilir. Ayırırsa, tasdik edilmez. Çünkü kaplama, dir­hem cinsinden değildir. Bundan dolayı, onunla sarfda ve selemde mü­samaha edip almak caiz değildir. Lâkin isim, mecazen dirhemlere sâ- -mildir. Bu takdirde, beyân-ı tağyir olur ve istisna bitişik olarak sahîh olur, ayrı olarak sahih olmaz.

Bir adam; «Ben, bir elbise gasbettim!» diyerek kusurlu bir elbise getirse, hasmı kusursuz olmadığını isbât etmedikçe, yeminiyle tasdik olunur. Çünkü gasb, selâmeti iktizâ etmez. Nitekim; «Onun, bende bin dirhem alacağı vardır.» sözünde böyledir. Ancak, eksilir. Bitişik söyler­se, yine hüküm böyledir. Bilirsin ki; istisna bitişik olursa, sahîhdir, bitişik olmazsa, sahîh değildir.

Bir adam, başka birine; «Ben, senden emânet bin akça aldım. O emânet bin akça helak oldu!» dedikde, o da; «Belki gasben aldın!» de­se; mukırr, bin dirhemi Öder. Çünkü ödemenin sebebini ikrar etmiş­tir. O da, başkasının malını almaktır. Sonra ondan berâeti îcâb eden şeyi iddia etmiştir. O da, izinle almış olmasıdır. Diğeri ise, onu inkâr -etmektedir. Şu hâlde, söz yemini ile diğerinindir. Ancak yeminden ka­çınırsa, bu takdirde mal lâzım gelir.

Mukırr'ın; «Bana, sen bunu emaneten verdin!» demesine karşı, mal sahibinin; «Sen, onu benden gasbettin!» demesi bunun hilâfmadır. Yâ­nî mukırr'm; «Bana emânet verdiğin bin dirhem helak oldu!» deme­sinde, mâlikin; «Yok, belki o bin dirhemi benden gasb ettin!» diye red etmesi, zikredilenin aksinedir. Mukırr, ödemez. Çünkü ödemenin se­bebini ikrar etmemiştir. Mukarr-un leh, ödeme sebebi iddia etmekte; o inkârda bulunmaktadır. Şu hâlde söz, yemini ile mukırr'mdır.
Bir kimse;  «Bu mal, benim için senin yanında emânet idi. Ben, onu aldım!» dedikde, öteki; (fO, benimdir!» derse, onu alır. Yânî bir kimse, bir başkasından bir şey alıp; «Bu şey, senin yanında benim için emânet idi, onu aldım!» dedikde, diğeri; «O şey, benimdir!» derse, «Be­nimdir!» diyen alır. Çünkü alan adam; «Benimdir!?) diyen adam için zi'1-yedlik ikrar etmiştir. Ondan sonra, ondan aldığını ikrarda bulun­muştur. O da ödemenin sebebidir. Nitekim daha önce açıklandı. Ve mukarr-un aleyh üzerine istihkakını iddia etmiştir. Bu durumda, onun sözü kabul edilmez. Belki aynı duruyorsa, malı; helak olmuş ise, kıy­metini geri vermesi vâcib olur.

Bir kimse; «Ben, atımı veya giyeceğimi fülâna kiraladım. Ata, bin­di ve giyeceği giydi ve bana geri verdi!» dese ve o fülân da; «Sen, ya­lan söyledin, belki at ve giyecek benimdir, benden onları zulmen al­dın!»  derse, söz mukırr'mdir, diğerinin beyyine getirmesi lâzımdır.

Yâhûd; «Benim, şu elbisemi şu kadara dikti; ben de, onu teslim aldım.» derse, tasdik olunur. Yânî bir kimse; «Benim, şu giyeceğimi fülân kimse yarım akçaya dikiverdi, ondan sonra ben teslim aldım!» dedikde, o fülân; «Giyecek benimdir!» derse, söz, yine mukırr'm sözü­dür.

Bir kimse; «Şu bin akça Zeyd için emânettir. Yok, belki Bekr için emânettir!» derse; o bin akça Zeyd'indir ve mukırrın, bin akça da Bekr'e vermesi gerekir. Çünkü o kimse, Zeyd için ikrar edince, ikrarı sahîh ve bin akça Zeyd'in mülkü olur. Ondan sonra; «Yok, belki Bekr'in-dir!» sözü ise, ikrardan dönmekdir. Şu hâlde, onun Zeyd hakkındaki sözü kabul edilmez ve o kimsenin bin akçanın mislini Bekr'e ödemesi gerekir.
Bir adam, bir insana borç ikrar ettikden sonra; «Ben, ikrarımda yalancı idim!» derse, mukarr-un leh'e, ımıkırnn yalan söylemediğine dâir yemin verdirilir. Yâni mukarr-un leh'e; «Senin için mukırr'ın ik­rar ettiği şeyde yalancı olmadığına ve sen onun üzerine iddia eyledi­ğin şeyde mubtil olmadığına dâir yemîn ver!» denilir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göredir. İmâm A'zanı {Rh.A.) ile İmâm Mufaammed' (Rh.A.) e göre; mukırr'in ikrar eylediği şeyi mukarr-un leh'e teslîm et­mesi emredilir. Fetva: Mukarr-un leh'e yemîn yerdirilmesine dâirdir. Çünkü insanlar arasında yaygın olan âdete göre, önce ikrârm senetini yazarlar. Ondan sonra, malı alırlar. Kâfî'de de böyle denmiştir. [19]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..