Sulh   Bölümü

Musannif, Suîh Bölümünü burada getirdi. Çünkü sulha i'tibâr, ancak da'vâhdan ikrar olmayıp ve da'vâcınm da şahidi veya beyyine-si bulunmadığı zaman olur. Şu hâlde uygun olan; «Sulh Bölümü» nü ikrardan ve şahadetten sonra getirmektir.

Sulh; lügat yönünden, musâlaha (uzlaşma) ma'nâsına isimdir. Musalaha, muhâsamanm hilafıdır. Sulhun aslı, «salâha dan gelir. O da, hâlin doğru olması ma'nâsmadır hilafıdır. hâlin doğru olması- ma'nâsmadır.

Şer'an sulh, çekişmeyi ortadan kaldıran bir akddir. Sulhun rüknü; îcâb ve kabuldür. Da'vâlı; «Senin ile filân alacağımdan şu kadara uz-laştım!» veya «Filân da'vâdan şu kadara musâîaha oldum!» der. Da'-vâcı da «Kabul ettim!» veya «Razı oldum!» der, yâhûd diğerinin rızâ­sını ve kabulünü gösteren bir söz söyler.

Sulhun şartı, akıldır. Akıl, bütün şer'î tasarruflarda şarttır. Binâ­enaleyh mecnûn ve akiı ermeyen çocuğun sulh yapması sahîh olmaz. Çocuğun baliğ olması şart değildir. Eğer sulh faydalı veya açık zarar­dan uzak olursa, me'zûn olan sabinin sulhu sahîh olur. Yânî ticârete me'zûn olan sabî (küçük çocuk) bir insanda hakkı olduğunu iddia edip hakkının bir kısmı üzerine o insan ile musâlaha etse, eğer beyyinesi yoksa, sulh yapması caiz olur. Çünkü beyyine olmadığı zaman onun ancak husûmete ve yemine hakkı vardır Her ne kadar musâlaha et­mesi caiz olmasa da, mal onun için husûmetten ve yeminden daha faydalıdır. Çünkü alacakda indirim yapmak (hat), teberru' etmektir. Küçük çocuk ise teberru' etmeye mâlik olamaz. Eğer alacağını erte­lerse,   — beyyinesi olsun, olmasın—   caizdir. Çünkü alacağı ertelemek ticâret işlerindendir. İzinli olan küçük çocuk ise, ticâretlerde ba­liğ gibidir.

Sulh yapnıakda bulûğ şart olmadığı gibi. hür olmak da şart de­ğildir,- Yâni musâlaha eden kimsenin hür olması şart değildir. O hâl­de, köle için suihda menfaat olursa, izinli kölenin sulh yapması sahih olur. Lâkin o hak üzerine beyyinesi olursa, semenin bir kısmını indir­mek üzere sulh yapmaya mâlik olamaz. O köle ertelemeye ve zikredilen sebebden dolaya ayb ve kusur nedeniyle semenin bir kısmını indirme­ye mutlak sûretde mâükdir. Eğer satıcı semenin bir kısmım indirmek üzere musâlaha etse, izinli sabî hakkında zikredilen sebeb bulunduğu için, caiz olur.

Mükâteb olan kölenin de sulh yapması sahilidir. Çünkü mükâteb de zikredilen şeylerin hepsinde, izinli kölenin benzeridir. Zîrâ mükâ--teb, üzerinde Ödemedik bir dirhem kaldıkça köledir. Mükâteb âciz olup, bir adam ondan alacağı olduğunu- iddia ettikde; alacağın bir kısmını almak ve bir kısmını ertelemek için sözleşmeler, eğer da'vâcmin alacak üzerine beyyinesi yoksa sulh caiz olmaz. Çünkü mükâteb âciz olunca, mahcur olur ve suih yapması sahih olmaz.

Yİne sulhun şartı,, sulh olunan şeyin., sulh yapan kimsenin ma­halde sabit hakkı olmasıdır. Yoksa Allah-ü Teâlâ (C.C.)'mn hakkı ol­mamalıdır.

Musannif, «Sulh olunan şeyin (musâleh-un anh'in), suih yapan kimsenin hakkı olmasıdır.» sözü üzerine şu fer'î mes'eleyi getirdi: Bo­şanmış bir kadın kocasının elinde olan küçük çocuğun o kocadan hâ­sıl olmuş kendi oğlu olduğunu iddia etse; koca da inkâr etse, bunun üzerine kadın nesebden dolayı bir mal üzerine musâîaha etse bâtıl olur. Çünkü neseb, küçük çocuğun hakkıdır. Kadının hakkı değildir. Şu hâlde başkasının hakkından karşılık almaya mâlik olamaz.

Musannif; «Mahalde sabit hakkı olmasıdır.» sözü üzerine de şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Eğer nefse kefil olan kimse, kefaletten beri olmak için mal üzerine musâlaha etse, bu sulh bâtıl olur. Çünkü nef­se kefîî olan tarafından tâlib için sabit olan, mekfûlün kendisini bi-nefsihî teslim etmekle mutâlebe hakkıdır. Bu ise, mutâlebe velayetin-, den ibarettir. Velayet, vâünin sıfatıdır. Şu hâlde velayetten sulh yap­mak caiz olmaz. Amma, kısâsdan sulh yapmak bunun hilâfınadır. Çünkü burada mahal, istîfâ hakkında memlûk olur. İmdi hak, mahal­de sabit olur. Şu hâlde kısâsdan sulh ile karşılığını almaya mâlik olur.

Şuf'adan sulh da böyledir. Yânı şefî', kendisi için vâcib olan şufadan bir şeye karşılık haneyi müfteriye teslim etmek üzere müsâlaha etse sulh bâtıldır. Çünkü şefî' için, mahalde temellük hakkından başka hak yüktür. Bu ise, mahalde sabit bir şey değildir. Belki temellük hakkı velayetten ibarettir. Nitekim yukarıda geçti.
Musannif; «Alîah-ü Teâlâ'nm hakkı olmamalıdır.» sözü üzerine de şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Eğer, şer'î bir cezadan sulh yaparsa. bâtıl olur. Yânı, sulh olunan şeyin Allah (C.C.)'m hakkı olması caiz olmaz. Allah (C.C.) hakkı; aynen mal olsun, gerek deynen mal olsun, gerekse mal olmayan hak olsun ekiz olmaz. Hattâ bir kimse, zânîyi, veya başkasından bir şey çalmış olanı yâhûd içki içen kimseyi yakala­yıp Veliyy'ül-emr [75] karşısına çıkarmamak için zina, hırsızlık ye içki hadlerinden mal üzere sulh etse, sahih olmaz. Çünkü hâdd, Aliah-ü Teâlâ (C.C.)'nm hakkıdır. Allah (C.C.)'m hakkından sulh yapmak caiz değildir. Çünkü sulh olan kimse, sulha kendi nefsi hakkında, ya hak­kının hepsini almakla veya ba'zısım alıp geri kalanından vazgeçmekle yâhûd değiş - tokuş ile tasarruf eder. Bunlar ise, kendinden başkası­nın hakkında caiz olmaz.

Keza bir adama zina iftirasında bulunup, uğradığı cezayı afv et­tirmek için onunla mal üzerine, hadd-î kazfden uzîaşsa, sahih olmaz. Çünkü hadd-i kafzda (yâni, iffete iftira cezasında) iftira edilen ku­lun hakkı var ise de, gâlib olan Allah (C.C.) 'm hakkıdır. Mağlûb olan kulun hakkı ise, şer'an yok sayılır.

Ta'zîr, bunun hüâfmadır. Onda, sulh yapmak sahîhdir. Çünkü, ku­lun hakkıdır. Kısas dahî kul hakkı olduğu için nefsde (yâni insanı öl-dürmekde)  ve nefsden azında, sulh sahîh olur.

Sulhun bir şartı da; sulh bedelinin mal olmasıdır. Bu fasılda asıi olan şudur; Mümkün olduğu kadar akıl sahibi insanın tasarrufunu tashih etmek için, sulhu nıa'kûd-un ileyh'in en yakını ve en çok ben­zeri üzere yorumlamak vâcib olur.

Eğer sulh maldan dolayı maî ile yapılırsa, alış - veriş ma'nâsında olur. Şu hâlde İçki (hamr)., kendi ölmüş hayvan, kan, ihrâmlımn avı, Harem'in avi ve.bunların benzeri üzerine sulh yapmak sahîh değildir. Çünkü sulhda muâveze ma'nâsı vardır. Şu hâlde alım - satımda ivaza elverişli olmayan şey, sulh için ivaz olmaya da elverişli olmaz. Eğer teslim alınmasına ihtiyâç var ise, o malın bilinmesi gerekir. Yok ise, o sulh bedeli olan malın bilinmesi şart kılınmamıştır. Zîrâ bir kimse, bir hanede hak iddia etse, da'vâlı da ondan önce da'vâcmm dükkânmhak iddia- ettikde ve her biri da'.vâlarmı diğerinin tarafından terk df ek üzere sulh olsalar, her ne kadar haklarının mikdânnı beyân et­seler de, sulh sahîh olur. Çünkü sakıt olan şeyin bilinmemesi, çe-Sşmeye yol açmaz. Kâfî'de de böyle denmiştir.

Sulhun bir şartı da, sulh bedelinin menfaat olmasıdır. Muayyen bir kölenin bir yıl hizmeti üzere veya muayyerf bir hayvana binmek Üzere yâhûd bir tarlayı ekmek üzere veya bir hanede belli bir zaman oturmak üzere sulh yapmak caizdir. Bu sulh, icâre ma'nâsında olur. Çünkü bu, menfaati ivazla temlîkdir. O da, mevcûddur

Sulhun hükmü, da'vâdan beri olmanın vuku bulmasıdır. Çünkü yukarıda geçtiği veehle sulh, nizâı kaldıran bir akiddir. Sulh, da'vâlı-nm; ya ikrar veya sükût etmesiyle olur. Yânı ne ikrar ve ne de inkâr etmez. Ya da inkânyla olur. Bunların hepsi caizdir. Çünkü Allah Te­âlâ (C.C.)
«Sulh (anlaşmak), daha hayırlıdır. [76] buyurmuştur. «es-Sulhu» lâfzının «Elif-Lâm» ile gelmesinden; sulhun umûmu anlaşılır. Eğer sulh mal ile maldan dolayı yapılırsa, ikrar ile sulh, alım - satımın hü­kümleri gibidir. Çünkü satışın hakikati, malı mal ile mübadele etmek­tir. Nitekim daha Önce geçti. Şu hâlde, bu sulhda alım - satımın (bey'in) hükümleri carî olur. O hükümler de şuf a, ayb ve kusur ne­deniyle geri vermek, görme muhayyerliği, şart muhayyerliği ve,bede­lin bilinmemesiyle alım - satımın fâsid olmasıdır. Çünkü bedeli büme-mezlik, çekişmeye yol açar. Üzerinde anlaşma yapılan şeyi (musâlah-un anh'i) biîmemezlik çekişmeye yol açmaz. Çünkü o (musâlah-un anh) sakıt olur. Sakıt olan ise, çekişmeye yol açmaz.

Eğer iddia edilen şeye veya bir kısmına bir kimse müstehık çıkar­sa, da'vâlı, da'vâcıdan birinci surette bedeli ye ikinci surette bedelin bir kısmını ahr. Yâni Zeyd, Bekr'den bir dâr (avlusu olan ev) veya hanenin bir kısmını benimdir diye iddia etse; Bekr de birinci surette hepsi için Zeyd ile bin dirhem üzerine sulh (anlaşma) yapsa veya ha­nenin bir kısmı için beşyüz dirheme sulh yapsa, sonra hanenin bütü­nüne veya bir kısmına, bir kimse müstehık çıksa; Bekr, Zeyd'den bi­rinci surette bin dirhemi ve ikinci surette beşyüz dirhemi geri alır.

Eğer bir kimse badelin hepsine veya bir kısmına.müstehık çıkarsa, Zeyd Eekr'den müddeâyı alır. O da hânedir. Veya hanenin bir kıs­mım alır. Çünkü her biri diğerinden ivazdır. Her hangisi ondan istih kak ile alınırsa, o da verdiğini geri ahr. Eğer hepsi alınırsa, hepsin* ba'zısı alınırsa,. ba'zısmı alır. Nitekim muâvezenin hükmü de budur' Eğer  sulh menfaat  üzerine yapılırsa,  icâre gibi olur.  Çünkü i'tibâr ma'nâlaradır. Kiraya vermek (icâre), menfaati ivazîa temlîkdir. Men-feat üzerine yapılan bu sulh da onun gibidir.
Sulhda tevkît [77] şart kılınmıştır. Birinin müddet içinde ölmesiy­le sulh bâtıl olur. Nitekim icârenin hükmü de böyledir. Bunun açıkla­ması daha önce geçti.
Sükût veya inkâr iîe sulh, da'yâcı hakkında muâveze [78] dlr. Çün­kü bedeli, kanaatınca kendi hakkından ivaz olarak alır. Da'vâlı hakkın­da ise; fidâ yemin ve çekişmeyi ortadan kaldırmaktır. Çünkü sulh ol­masaydı, çekişme bakî kalıp yemin lâzım gelirdi. Bu inkâr suretinde besbellidir (zahirdir). Sükût hakkında da öyledir. Çünkü sükût, ikrar ve inkâra ihtimaİlidir. Binâenaleyh bedelin da'vâlı hakkında ivaz ol­ması şübhe ile sabit olmaz. Bununîa beraber onu inkâra yorumlamak evlâdır. Çünkü inkârda zimmetin ferağı da'vâsı vardır,  ki asıl olan odur. Sükût  (susmak)  ve inkârdan biri ile hâne için sulh yapmakda şuf'a olmaz. Yânî bir adam, başka bir adamın hanesini benimdir, diye iddia ettlkde; diğeri sussa veya inkâr etse, sonra da'vâlı bir şey ver­mekle o'hâne için sulh yapsa, şuf'a vâcib olmaz. Çünkü da'vâlı, bu sulh ile, kendi mülkü elan haneyi kendi elinde bıraktığı kanaatındadır ve davacının husûmetini kendisinden savar sanmıştır. Yoksa, o haneyi satın aldığını sanmış değildir. Da'vâcmm kanaati, onu ilzam etmez. Eğer, İnkâr ve sükûtun biri ile hâne bedel olmak üzere yapılırsa, şuf'a vâcib olur. Çünkü da'vâcı kanaatınca o haneyi kendi hakkından ivaz olarak almaktadır.  Şu hâlde onun kanaatma  göre muamele yapılır. Burada ikrar, susmak ve inkâr gibidir. Eğer susmak veya inkâr iîe sulh yapılması suretinde miiddeâya veya müddeânın bir kısmına müs-tehık çıkarsa, da'vâcı, müddeânın bedelini veya bir kısmını geri verir ve müstehık İle beraber muhâsama  (muhalefet)  eder. Çünkü da'vâlı ivazı ancak da'vâcmm husûmetini kendisinden savmak ve müddeânın, bir kimsenin husûmeti olmadan elinde bakî kalması için vermiştir. Bir müstehık çıkınca, dâ'vâlımn maksadı hâsıl olmaz. Bir de, müddeâ İçin husûmet olmadığı zahir olup; da'vâlı, da'vâcıdan bedeli geri alır.

Bedelin hepsine veya bir kısmına müstehık zuhur etmesi hâlin­de; eğer ivazın hepsine müstehık olursa, da'vânm bütününe; bir kısmüstehık çıkarsa, bir kısmına döner. Çünkü da'vâcı, da'vâyı an-ir bedelin ona teslim edilmesi için terk etmiştir. Bedel ona teslim edilmeyince, mübdeli geri alır.

Bedelin teslimden önce helak elması, iki fasılda da, yâni; ikrar­dan sulh. sükût ve inkârdan sulh faslında, bedelin istihkakı gibidir.

Sulh, ikrardan dolayı oldu ise, helâkdan sonra davacıya rücû' eder. Eğer inkârdan dolayı olduysa, da'vâya rücû' eder.

Da'vâcı, iddia ettiği şeyin bir kısmıyla sulh olsa, sahih olmaz. Yâ­ni bir adam, başka bir adamdan bir hâne da'vâ eder de, bir kısmı üze­rinde sulh yapıp, geri kalan kısımda da'vâsı üzere kalırsa, sahih olmaz. Çünkü sulh eğer müddeânın bir kısmı üzerine olursa, bu hakkın bir kısmını almak ve bir kısmını düşürmek olur. Düşürmek ise, ayn üzere vârid olmaz. Belki o borca mahsûsdur. Hattâ bir kimse öiüp mîrâs bı-raksa, vârislerin ba'zısı payından ibra etse, caiz olmaz. Çünkü o berâet a'yândan berâettir. Ancak da'vâ ettiği şeyin ba'zısiyle suîh olursa, be­delde veya ibrada bir şey ziyadesiyle geri kalanın da'vâsmdan sulh sahih olur. Bu söz, müddeânın ba'zısı üzere sulhun caiz olmasına dâir fukahânın söyledikleri çâredir. O çâre (hile), hakkının ba'zısmı alıp, geri kalan ba'zısmdan ivaz alması için veya geri kalanın da'vâ­smdan berâet zikri sulha îâhık olsun diye; meselâ sulh bedeli üzerine bir dirhem eklemektir. Çünkü ayn da'vâsmdan ibra caizdir.

Mal da'vâsmdan sulh yapmak sahih olur. Çünkü alını - satım ma'-nâsındadır. Alış - verişi caiz olanın sulhu da caizdir.

Menfaat da'vâsmdan da sulh sahih olur. Nitekim da'vâcı bir evde, evin sahibinden vasıyyet oîmasiyîe bir yıl oturmayı da'vâ edip vâris de inkâr veya ikrar edip mal yâhûd menfaat üzere sulh olsa, caiz olur. Çünkü menfaatten icâre'ile ivaz almak caizdir. Keza, sulh da caizdir. Lâkin menfaatten menfaat üzere sulhun caiz olması, ancak iki men­faatin cinsleri ayn ayn olursadır. Meselâ, evde oturmaya karşılık kö­lenin hizmeti üzere sulh olmak böyledir. Amma iki menfaatin cinsle­ri bir olursa, —kî evde oturmak karşılığında, evde oturmak üzere sulh böyledir. — bu caiz değildir. Bu mes'ele daha önce «İcâre Bölü­mü» nde geçmişti.

Kölelik (rıkk) da'vâsmda da sulh yapmak sahih olur. Yânî da'vâcı, hâli bilinmeyen bir kimse üzerine; «Benim kölemdir!» diye da'vâ edip, da'vâlı ile mala karşılık sulh yapsa, caiz olur. Bu sulh; mutlak surette, mal ile âzâd olur. Yânî da'vâcı ve da'vâii hakkında mutlaka mal ile âzâd olur. O zaman, velâ hakkı da sabit olur. Eğer sulh da'vâhdan ikrar ile vâki olursa, böyle olur. İkrar ile vâki olmazsa, da'vâlınm kanatma göre, çekişmeyi ortadan kaldırmaktır. Ba'vâcı hakkında ise, mal ile âzâddır, Velâ ancak da'vâcı beyyine gösterip ve beyyinesi kabul edi­lirse, sabit olur.

Kocanın nikâh da'vâsından sulhu da sahih olur ve o sulh hul'dur

Yâni erkek da'vâcı olup, kadın inkâr ederse, bu da'vâda sıhhate i'tibâr mümkün olduğu için sulh sahîh olur. Da'vâcı, kendi hakkında sulhu ul' ma'nâsmda kılmakla sahih olur. Çünkü budtı terketmeye karşı­lık mal almak hul'dur. Sulhun, en yakın akdlere yorumlanması vâcib-dir. Nitekim, daha önce geçti.

Karının hakkında sulh. yeminin îidâsi ve husûmeti ortadan kal­dırmak içindir.

Karının nikâh da'vâsmda sulhu, caiz olmaz. Yânî da'vâcı olan ka­dın, bir erkek üzerine nikâh da'vâ edip kadın ile bir şey üzere sulh ol­sa, caiz olmaz. Caiz olmamasına sebeb; çünkü koca malı, da'vâyı terk etmesi için vermiştir. Eğer kadının da'vâyı terk etmesi ayrılma sayılır­sa, ayrılmada kocanın ivaz vermesi gerekmez. Nitekim eğer kadın ko­casının (başka kandan olan) oğluna temkin eylese (cima imkânı ver­se), hüküm budur.

Eğer kadının da'vâyı terk etmesi ayrılma (firkat) sayılmazsa; mal, da'vâdan Önce olduğu hâl üzere kalır. Çünkü ayrılma (firkat) bulun­mayınca, kadının kanaatınca nikâh bakî olduğu için, da'vâsı hâli üze­re olur. Bu takdirde, ortada ivazın karşılığı olan bir şey bulunmaz. Bu durumda ivaz, rüşvet olur.

Ulemâdan ba'zisı; «Sulh, caiz olur.» demişlerdir. Çünkü da'vâyı terk etmek, ayrılma sayılır. Sanki koca, kadının mehrini artırıp on­dan sonra mehrin aslı üzere kadını hul' eylemiş gibi olur. Ziyâde ile beraber hul' etmemiştir. Binâenaleyh asıl düşer, fazlalık düşmez.

Hadd da'vâsuıdan sulh yapmak da caiz olmaz. Nitekim bilirsin ki, sulh, Allah (C.C.)'ın hakkında câri değildir.

Neseb da'vâsmda da sulh caiz olmaz. Çünkü sulh; ya ıskat ya da muâvezedir. Neseb ise, bu ikisine de muhtemel olmaz.

Yine izinli köle, bir adamı kasden öldürse ye nefsinden sulh olsa. caiz olmaz. Çünkü izinli kölenin nefsi,  kendi kazancından değildir.

Şu hâlde izinli kölenin kendisi üzerinde tasarruf etmesi caiz olmaz. Bundan sonra, izinli kölenin sulhu sahîh olmasa da, öldürenin velîsi sulhdan sonra bu köleyi öldüremez. Çünkü maktulün velîsi onunla mu-sâlaha'edince, ondan bedel almakla öldürmeyi afy etmiş olur ye bu afv şahindir.

Kölenin efendisi hakkında bedel vermek vâcib değildir. Belki öl­dürülen kimsenin velîsi, bedeli o kölenin azadına kadar erteler. Çünkü izinli kölenin nefsinden, yânî kendi kazancında sulh yapması mükel­lef olduğu için şahindir. Efendisi hakkında sahîh değildir. Sanki köle müeccel (veresiye) bedel ile sulh yapmış gibi olur. O köle âzâd edil-dikden sonra bedel kendisinden alınır. Eğer maktulün velîsi böyle yaparsa, sulh caiz olur. Maktulün velîsinin o kaatili öldürtmesi caiz olmaz. Bu da, öyledir. İnâye'de de böyle denmiştir.

Kasden (amden) bir adamı öldüren kölenin efendisi kölenin nef­si için maktulün velîsi ile sulh olsa, sahîh olur. Çünkü onun kölesi, kendi kazanandandır. Şu hâlde, kölede tasarruf etmesi ve onu kur­tarması caiz olur.

Mükâtebin de kendisi için sulh yapması sahîh olur. Çünkü mükâ-teb, efendisinin elinden çıktığı için hür gibidir. Bu; bir kimse, o- mü­kâtebin köleliğini iddia ettiği takdirdedir. Çünkü mükâteb, bu durum­da hasını olur. Eğer o mükâtebe karşı suç işlerse, ersi (diyeti) mükâ­tebin olur. Mükâteb öldürülse, kıymeti efendisinin olmaz. Belki mü­kâtebin vârislerinin olur. Hattâ kitabet bedeli, o kıymetten ödenir ve hayâtının sonunda hür olduğuna hükmedilir. Kitabetinden fazla kalan vârislerinin olur. Bu takdirde o, hür gibidir. Şu hâlde, onun kendi­sinden sulh yapması caizdir. İzinli köle, bunun gibi değildir. Bunu, Zeylaî   (Rh.A.)   zikretmiştir.

Telef olan gasbedilnıiş mal için yapılan sulh, kıymetinden daha çoğu ile veya eşya karşılığında sahîh olur. Yânî bir kimse, kıymeti bin .dirhem eden bir giyeceği veya köleyi gasb edip yitirdikden sonra iki bin dirheme yâhûd bir eşya ile sulh olsa, caiz olur. Eğer gabn-ı fahiş ile olursa; İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'e göre, caiz olmaz. Çünkü gasb edilen şeyin sahibinin hakkı,kıymettedir. Kıymetten fazlası ribâdır.

İmâm A'zam (Rh.A.)Jm delili şudur: Gasbedüen şeyin sahibinin hakkı, kâdi ödemekle hüküm vermedikçe, yitirilmiş olan mağsûbda bakîdir. Eğer ödetmeyi terk ederse, köle onun mülkünde helak olmuş sayılır. Hattâ kefenini onun alması gerekir. Şu hâlde kıymetinden fazlası ile bedel alması ribâ olmaz. Çünkü maliyet üzere ziyâde olan, hükmen kalan suret karşılığında olur. Kıymet karşılığında olmaz. Hat' tâ kâdî kıymetle hüküm verse, ondan sonra ekser üzerine sulh yapsa­lar, caiz olmaz. Çünkü hak, kadının hükmü ile kıymete intikâl etmiş­tir.

Kıymeti, telef olan mağsûbun kıymetinden daha çok olsa da, ribâ bulunmadığı için, mal ile sulh yapmak da. caiz olur.

Kasden öldürmek (amden kati) de diyetten ve erşden daha çoğu ile sulh yapmak da sahih olur. Hatâen Öldürmekde, sahîh olmaz. Çün­kü diyet, hatâda mukadderdir. Onun üzerine eklenen fazlalık rifaâ olur. Şu hâlde, fazlası, bâtıl olur. Kasden öidümıekde vâcib olan kı-sâsdır. Halbuki kısas, mal değildir. Onda ribâ gerçekleşmez. Öyle ise, fazlalık bâtıl olmaz. Bu hatâ (yanlışlık) ile öldürmede sulhun sahîh olması, diyet mikdârmm biri üzerine sulh yapıldığı takdirdedir. Eğer diyet mikdârlanndan başkası üzere sulh yapılırsa, sahih olur. Çünkü onunla mübadele yapılmış olur. Lâkin alacağa karşılık alacak (deynen be deyn) olmakdan çıkmış olsun diye, sulh meclisinde almak şart kı­lınmıştır. Kâfî'de de böyle denmiştir.

Nitekim zengin bir kimse, yansı kendisinin olan bîr köleyi âzâd edip, geri kalan yansı için, yansının kıymetinden fazlası ile sulh yap­sa, sahîh olmaz. Yâni iki adam arasında bir köle ortaklaşa olup, iki­sinden birisi —ki zengin olanıdır— o köleyi âzâd edip geri kalanı için yan kıymetinden daha çoğu ile sulh yapsa, fazlası ittifakla bâtıl olur. Çünkü âzâdda kıymet, mansûs-un aleyh'dir (Nassan sabittir). Ni­tekim, daha önce babında geçti. Şeriatın takdiri, kâdînm takdirinden daha az değildir. Şu hâlde, onun üzerine kıymetten ziyâde caiz değil­dir. Eğer geri kalan yarıma karşılık bir mal ile sulh yapsa, mutlak su­rette sahîh olur. Yâni o malın kıymeti, kölenin yarı kıymetinden da­ha çok olsa bile, sulh sahîh olur. Çünkü fazlalık, cinsin ihtilâfı katın­da zahir olmaz.

Bir kimse, birini kasden ölümden veya ölçülen ve tartılan şeyler­den iddia ettiği alacağının bir kısmı üzerine vekil etse, o sulhun be­delini ödemek; vekil  eden kimseye lâzım gelir,  vekile  lâzım gelmez.

Çünkü sulh, hâlis Iskattır. Bu durumda vekil, hâlis elçi (veya arabu­lucu) olur. Bu takdirde onun bir şey ödemesi gerekmez. Nikâhda ve­kil olan kimse de böyledir. Ancak vekil bedeli öderse, bu takdîrde öde­mekle muâhaze olunur, sulh ile muâhaze olunmaz.

Alım - satım gibi olan şeyde — ki mal ile maldan sulh yapmaktır — bedeli ödemek, vekiline lâzım gelir. Çünkü, bu takdirde hukuk vekile rücû eder. Bu ödeme, ikrardan dolayı sulh olduğu zamandadır. Eğer sulh ikrardan olursa, bedel vekîl üzerine vâcib olmaz. Kifâye'de de böy-le denmiştir.
Fuzûlî [79] bir kimse sulh olup, bedeli ödese veya bedeli malına nıuzâf kılsa, meselâ; «Bu adamın ikibin akçası bendedir!» dese yâhûd bir nakde veya bir mala kendisi üzere nisbet  etmeksizin işaret etse ve «Bu bin, benim borcumdur!» yâbûtî «Bu köle benim borcumdur!» dese. yâhûd mutlak söyleyerek; «Bin dirhem borcumdur!» dese de, be­deli teslim etse, bu suretlerde sulh sahîh olur.

Burada, yâni dördüncü surette, sulh olan kimse teberru' etmiş olur. Çünkü onun fiili, da'vâlımn izniyle değildir. Eğer fuzûlî sulh olan kimse bedeli teslim etmedi ise. sulh da'vâhmn iznine mevkuf olarak kalır. Da'vâh o sulha izin verirse, sahih olur ve bedel lâzım gelir. İzin vermezse, sulh reddedilir.

Bunlar, beş  sûretdir. Çünkü fuzûli, ya malı  öder  veya ödemez. Ödemezse, ya nakde veya mala işaret eder yâhûd işaret etmez. Eğer işaret etmedi ise, ya ivazı teslim eder veya etmez. Sulh, bu vechlerin hepsinde caizdir. Ancak sonuncu veehde  (şekilde)  caiz değildir. O da; bedeli ödemediği,   malına  izafe etmediği,  malına  işaret  etmediği  ve da'vâcıya bedeli teslim etmediği veehdir. Bu surette sulhun cevazına hükmedilmez. Belki izine bağlı kalır. Da'vâcı için ivaz teslim edilme-diği zaman, hakkı meccânen sakıt olmaz. Çünkü o, buna razı değildir. Eğer da'vâh sulha izin verirse, câîz olur ve kendi ihtiyân ile iltizâm ettiği için meşrutu ödemesi lâzım gelir. Eğer onu red ederse, sulh bâ­tıl olur. Fakat diğer veehler bunun aksinedir, ki onların sulhu caiz­dir.

Birinci vechin caiz olması, da'vâli için hâsıl olan berâetten dolayı­dır. Berâet hakkında ise yabancı ve da'vâlı eşittir. Fuzûlînin Ödediği zaman, asıl olması da caizdir. Nitekim, hul' bedelini ödeyen fuzûlî böyledir.

İkinci veehde sulhun caiz olmasına gelince; bu adam sulhu ken­di nefsine izafe etmiştir. Binâenaleyh, o bedelin teslimini iltizâm et­miş demektir. Şu hâlde sulh sahîh olur.
Üçüncü vechin caiz olması şundandır: Fuzûli, bedeli teslîm için ta'yin edince, onda ivazın selâmetini şart kılmış olur. İmdi, onun ka-bûliyie akd tamâm olur. Şu köleye müstehık çıksa da, onda bir kusur bulup geri verse, yâhûd köleyi hür, müdebber veya mükâteb bulsa, musâlihden [80] bir şey alamaz. Lâkin da'vâsma rücû eder. Çünkü mu-sâlih ödemez.

Dördüncü vechin caiz olması da şundandır: Teslimin da'vâcınm rızâsına delâlet etmesi, ödemeye delâletinden ve kendi nefsine izafe etmesinden daha üstündür.
Beşincisi ise; geri kalan veehler gibi olmayınca, sulhun sıhhatini ifâde etmez. [81]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..