Kâdî'nın   Mektubu   Babı

Hİdâye'de; «Kâdî'nin Kâdîye Mektubu Babı» dedikden sonra; eğer şâhidler hasım hakkında şahadet edâflerse, hüccet bulunduğu için kâ­dî şahadetle hükmeder ve hükmünü yazar. O da, sicil demlen şeydir, denmiştir.
Nihâye'de denmiştir ki: Hasım ile murâd, gâib kimsenin vekilidir veya gaibin hakkı isbât etmek için vekil kıldığı müsahhar'dır [11] Eğer hasım ile murâd, da'vâlı olaydı, başka kadının mektubuna ihtiyâç kal­mazdı. Çünkü kadının hükmü birincisi üzere tamâm olmuştur.
Ben derim ki: Nihâye'nin sözünde tekellüf bulunduğu gizli değil­dir. Daha güzel ve uygun olanı şöyle denilmesidir; «Eğer hasım üzere şahadet ederlerse...» demesi, bu bâbda bizzat maksûd değildir. Belki, «Hasımsız şahadet etseler, hüküm verilmez.» sözü için hazirlıkdır. Bu­nun benzerleri çoktur. Adı geçen kitabın «Kâdînm kâdîye...» diye kay­dettiği sözü burada terk edilmiştir. Çünkü bu bâb, sâdece kâdînm kâ­dîye mektubuna muhtas değildir. Belki bu bâbda sicil [12], mazhar, sakk ve vesika mes'eleleri açıklanmıştır.

İki kimse, mevcûd hasım hakkında şahadet etseler, kâdî onların şahadetleri ile hükmeder ve hükmünü yazar. O da, sicildir.

Muğrib'ul-Lûğa'da zikre dikiliştir ki: Sicil, hükmün yazıldığı def­ter (kitâb) dır. Kâdî o kitâb (yâni defter) üzerine hükmünü tescil etti, denilir. Şu hâlde sicil, kâdînm defteridir, ki onda hükmünü ya­zıp zikreder. .Gerek o kâdîden başka kâdîye olsun, gerekse olmasın mü- . sâvîdir (fark etmez). İkincisi, açık ve besbellidir. Birincisi ise, istih­kak suretinde olur. Çünkü da'vâlı, eğer hakkında hüküm verilmiş-kimse (mahkûm-un aleyh) olursa ve satıcıya dönmek isterse, halbu­ki satıcı başka beldede olursa ve satıcı bulunduğu beldenin kadısından hükmünü yazıp, o belde kadısına göndermesi ile hakkının hâsıl olma­sını isterse, o kâdî de bunu yazıp gönderirse, hükmü tezammun etti­ği için bu dahî sicil olur,

Yâhûd iki şâhid, gâib olan hasım hakkında şahadet etseler, o şâ­hidler ile hüküm verir. Çünkü sebebi daha önce geçti ki, gâib olan kimse hakkında hüküm sahih olmaz.

Kâdî, o şahadeti hasmın bulunduğu vilâyet kadısına yazar, ki ken­disine yazılan kâdî hüküm versin. Hükmî mektûb, budur. Hükmî, diye adlandırılmasına sebeb: Çünkü ondan maksûd; kendisine yazılan kâ­dînm hükmüdür. Kadının, kâdîye yazdığı mektûb, hakîkaten şahade­tin naklidir. Çünkü yazılan şeyin mazmunu şahadetin naklidir. Şüb-he ile sakıt olmayan şeyde, şahadet kabul edilir. Bu söz, hadd ve kı­sası ayırdetmek içindir. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.

Alacak, akar, nikâh,talâk, âzâd, vasiyyet ve neseb gibi şübhe ile sakıt olmayan şeyde şahadetin nakli kabul edilir. Alacakda kabul edi­lir. Çünkü alacak, mikdâr ve nitelik ile bilinir ve onda işarete ihtiyâç duyulmaz. Akarda da kabul edilir. Çünkü akar tahdîd ile bilinir ve on­da da işarete ihtiyâç yoktur.

Bir erkek, bir kadın için nikâh iddia edip veya bir kadın bir er­kek için nikâh iddia edip bununla kadının başka kâdîye mektubunu murâd etmekle, nikâhda da şahadetin nakli kabul edilir.
Yine bir kadın, kocasının boşamadığını iddia etmekle talâk da'vâ­smda da şahadetin nakli kabul edilir. Âzâd ve vasiyyette de kabul edilir. Diri ile ölü olan kimseden neseb iddia etmekle neseb da'vâsmda da ka­bul edilir. [Sözün kısası, bunların hepsinde şahadetin nakli kabul edi­lir.]

Gasb edilmiş malda, inkâr edilmiş emânet ve mudârebe malında, şuf'a, vekâlet, vefat ve kati (öldürme) da'vâsmda da eğer mucebi (gereği) mal olursa, şahadetin nakli kabul edilir. Nitekim yakında zikre­dilecektir ki, kısâsda şahadetin nakli kabul edilmez.

Verasette de şahadetin nakli kabul edilir. Çünkü veraset, alacak menzîlesîndedir ve muhtar olan kavide menkûl gibidir.

Musannifin; »Muhtar oîan kavide» demesine sebeb şudur: Ba'zı-ları: «Menkûl olan mallarda şahadetin nakli kabul edilmez. Çünkü gi­yecek, köle, câriye ve bunların benzerleri gibi da'vâ ve şahadet sırasın­da nakledilebilen şeyde işarete ihtiyâç vardır.» demişlerdir.

Muhît'de denmiştir ki: Birinci kaviden, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), dönüp demiştir ki: Erkek kölede şahadeti nakl etmek kabul edilir, cari­yede kabul edilmez.- Çünkü kaçmak, erkek kölede çok olur, cariyelerde çek olmaz. Yine, İmânı Ebû Yûsuf (Rh.A.)'dan nakledilmiştir ki, şahâ-' deti nakl, ikisinde de şartlan ile kabul edilir. İmâm Muhammed (Rh. A.)'elen de; «Şahadeti nakl etmek, menkûl olan şeylerin hepsinde ka­bul edilir.» dediği nakledilmiştir. Müteahhirûn ulemâ bunu kabul et­mişlerdir. Kâdî îsbîcâbî (Rh.A.); fetva bunun üzerinedir, demiştir. Kâ-fî'de de böyle zikredilmiştir.

Şahadeti nakl, hadd ve kısâsda kabul edilmez. Çünkü onda şaha­detten bedeliyyet şübhesi vardır. Bir de; bu ikisinin temeli iskâta da­yanır. Şahadeti nakli kabul etmekde, hadd ve kısasın isbâtma çalış­mak vardır.

Kâdî, yazdığı mektûbda adını zikreder. Yine kâdî; nesebini, ken­disine yazılan kimsenin (mektûb-un ileyh'in) adını, nesebini ve şâhid-lerin adlarını, neseblerini ve onların her birinin fülân oğlu fülândan sâdır olan da'vâdan sonra şahadet ettiklerini zikreder.
«Da'vâdan sonra...» demekle iktisâr [13] etmek sahih olmaz. «Da'-va, fülândan fülân için...» diye yazmak da yetmez. «Şâhidlerin istiş-hâdmdan sonra.» diye yazar. Hattâ bir şâhid, istîşhâddan önce şaha­det etse, kabul edilmez.
Lâfzı ve ma'nâsı müttefik olan sahih şahadet ile istişhâd [14] olun-dukdan sonra yazmalıdır. «Şahadet Bölümü» nde açıklaması geçti ki ittifak ile murâd, lâfzen ve ma'nen ittifaktır.

Kâdî, işhâd eyleöiği kimselere o mektubu okumalıdır. Çünkü on­da olan şeyi bilmeleri gerekir. Veya onlara okumazsa, mektûbdaki şeyi anlatıp öğretmelidir. Çünkü bilmeden şahadet olmaz.

Şâhidlerinin adlarını ve neseblerini. hükmî mektuba yazar. Çünkü o hükmî mektubun, kâdinm mektubu olması sâdece onların şahadet­leri ile yazısız sabit olmaz. Hulâsa'da da böyle denmiştir.

Kâdî, yazdığı hükmî mektubun târihini de yazar. Eğer târih yaz­mazsa, diğer kâdî onu kabul etmez. Yazarsa, mektubu yazan kâdî o va­kitte kâdî mi idi, yoksa değil mi idi, diye bakar. Eğer târih yazıimazsa, sâdece şahadet ile yetinmez.

Değiştirme olduğu zannedilmesin diye mektubu, kâdî, şâhidlerin yanında mühürleyip onlara teslim eder. Bu, İmâm A'zam ve İmâm Mû-hammed (Rh. Aleyhimâ) 'e göredir. Çünkü onlara göre, mektûbda olan şeyi şâhidlerin bilmesi, mektûb ile hükmün caiz olması için şarttır.

İmânı Ebû Yûsuf (Rh.A.); kendisine mektûb yazılan kimsenin (mektûb-un ileyh'in) adının ve nesebinin zikredilmesini şart kılmamış-tır. Belki başlangıcına; «Benim yazım, Müslümanların kadılarından hangi kâdîye ulaşırsa.» diye yazılmasını caiz görmüştür. Yine, îmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.). kâdînın mektubu şâhidlere okumasını ve mühür- . lemesini şart kılmaımştir. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), kâdihk vazifesine . ve kazaya mübtelâ olduğu vakitte bu husûsda kolaylık göstermiştir. Bit-tabîi haber, gözle görmek gibi değildir.

Sonraki fakîhler, insanlara kolaylık olsun diye îmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) 'un sözünü almışlardır.

Hâsılı; kâdînm, başka bir kâdîye sicil göndermesi ancak hüküm­den sonra olur. Kâdinm, başka bir kâdîye şahadetin-nakline dâir mek­tûb göndermesi ise, ancak hükümden önce olur.

Yine kâdînın mektubunun, ma'lûm bir mes'elede ma'lûmdan ma'-lûma gönderilmesi şarttır. Yâni da'vâcı, ma'lûm da'vâlı ma'lûm ve da'-vâ ma'lûm olacakdır. Kıyâs, kâdînın mektubu ile amel etmenin câiî olmasına razı değildir. Çünkü kâdînın mektubu, sözünden daha kuv­vetli değildir. Eğer kâdî; kendisine mektûb yazılan kâdînın meclisin­de bulunup mektûbda olan şeyi dili ile söylerse, kâdî o söz ile amel etmez. Çünkü kâdî, tebaadan biri olmuştur. O kâdîye mektûb yazmak da onun gibidir. Lâkin İmâm Ebû Yûsuf  (Rh.A.); insanların ihtiyâcı olduğu için, şahadet ile sabit olan şeyde cevaz vermiştir. Çünkü ba'zan adamın hakkı için şâhidlik eden kimse bir beldede ve hasmı da başka bir beldede olup ikisini bir araya getirmek mümkün olmaz. O adamın iki şahidinin şahadeti üzere bir kimse şahadet etmeye kadir olamaz. Çünkü insanlardan bir çoğu şeriata uygun şekilde şahadeti edâ et-mekden âcizdir. Şu hâlde kendisine mektûb yazılan kadının meclisine şahadeti mektûb ile nakletmeye ihtiyâç vardır.

Şahadetin nakli, ancak sultân tarafından görevlendirilmiş olan kâdîden kabul edilir. Bu söz, iki hasmın hakem yaptığı kimseden ihti­razdır. O ta'yîn edilen kadının Cum'a Namazı kıldırmaya mâlik olması gerekir. Yâni şahadetin nakli, Cum'a Namazı kıldırmaya yetkili olan kâdîden kabul edilir. Nahiye kâdîsinden kabul edilmez.

Da'vâîı kâfir bile olsa yol şâhidlerinln, kâfirlerden olması caiz de­ğildir. Çünkü yol şâhidlerinin şahadetleri, hüküm için kadıyı ilzam edi­cidir (gereklidir) ve onun aleyhine hüccet olur. Hasma i'tibâr edil­mez.

Bir kimse, gaib olan kimsede malı olduğunu iddia edip, ondan malı tahsil etmesi için vekilini göndermek istese, kâdî da'vâcıya; «Ben, o malımın tamâmını veya bir kısmını teslim almadım ve zimmetini ib­ra eylemedim, bir elçi veya bir vekilin o malı benim için ka;bûl ettiğini bilmiyorum!» diye yemin verdirir. Çünkü bu gâib kimse, ihtimâl ki; kendisine mektûb yazılmış olan kâdîye mektubun ulaşmasından son­ra o malın edasını iddia edip beyyinesi olmayabilir. Bu takdirde, da'-vâcı üzerine yemin teveccüh eder. Yemin ederse, kabul edilir ve o ih-. t imâl ortadan kalkar, mesafe kısalır.

Eğer yol şâhidîeri ayrılıp kendisine mektûb yazılan kâdîye ulaş-masalar veya yol şâhidîeri ulaşıp hasını diğer kâdînm velayetinde bu­lunsa, o iki yol şahidi başka iki adamı şahadetleri üzere işhâd ederler.

Nitekim şahadet üzere şahadette böyle yapılır.

Kendisine mektûb gönderilen kâdî, şahadet üzere şahadetin usû­lü üzere onların şahadetlerini iki asıl şahidin yerine yazar ve bunu, aslı gönderdiği yere gönderir. Yâni asıl mektubu kâdîye, hasım onun beldesinde olduğu için gönderir. Veya hasım eğer o beldede olmazsa, başka bir kâdîye gönderir. Ondan sonra başka kâdîye ve ondan sonra başka kâdîye, tâki hasım kendi velayeti altında olan kâdîye ulaşın­caya kadar gönderir.

Musannif, mektûb yazan kâdînın tarafı ile ilgili olan ahkâmı açık­lamayı bitirince, kendisine mektûb yazılmış olan kâdî ile ilgili hüküm­leri açıklamaya başlayıp şöyle dedi: Bundan sonra, hasım kendi vela­yetinde olan kâdi, gerek başında, gerekse sonunda olsun, şahadetin naklini ancak hasmın huzurunda kabul eder. Çünkü hasmın huzurun­da kabul etmek, şahadet üzere şahadetin edası menzil esindedir. Çün­kü kâtib, şâhidlerin lâfızlarını yazısı ile mektûb-un ileyh'e nakl eder. Nitekim fer' olan şâhid de, asi olan şâhidlerin ibare ve ifâdesini nakl eder. Ve nasıl şahadet üzere şahâdetde ancak hasmın huzurunda din­lenirse, bu da öyledir.

Keza kâdî, mektubu ancak hasmın huzurunda açar. Mektubu ya­zan kâdînm şahadeti işitmesi, kendisine yazılan kâdînm işitmesinin aksinedir. Çünkü yazan kâdînm işitmesi nakl içindir, hüküm için de­ğildir. BU ise, hüküm içindir.

Denilmiştir ki: İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.). bunu dahî şart kıîma-mıştır. Yâni kendisine mektûb yazılan kâdînın adının zikredilme­sini, mektubun okunmasını ve mühürlenmesini şart.kılmadığı gibi, ken­disine mektûb yazılan kâdî için hasmın hâzır olmasını da şart kılma-mıştır.

EI-Akta' şerhinde denilmiştir ki: İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); ken­disine mektûb yazılan kâdî şahadetin naklini, hasım hâzır olmaksızın kabul eder, demiş. Çünkü mektûb, kendisine yazılan kâdîye rnuhtâs olur. Şu hâlde, onun kabul etmesi caiz olur. Ondan sonra hüküm, mek-tûbdan okuyup öğrendiği şey ile vâki olur. Şu hâlde İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), hasmın hüküm sırasında mevcûd olmasına i'tibâr etmiştir. Gâyet'ul-Beyân'da da böyle zikredilmiştir.

Yine kendisine mektûb yazılan kâdî, şahadetin naklini ancak iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahâdetiylc kabul eder. Çünkü ba'zan yazı taklîd edilmiş olabilir. Zîrâ yazı, yazıya ve mühür, mühüre benzer. Şu hâlde, şahadeti nakil ancak tam hüccet ile sabit olur. Yu­karıda zikredildiği üzere kâdînm yazdığı yazı ilzam edicidir. Çünkü kendisine mektûb yazılan kâdînm ona bakıp onun ile amel etmesi vâcib olur. İlzam ise, ancak beyyine ile olur.

Yol şâhidîeri, kendisine mektûb yazılan kâdînm yanında şahadet edip; «Bu mektûb, fülân oğlu fülân kadınındır.» deyip, ta'dîl olunun­ca, artık mektubu açar.

Kâfî'de müellifi şöyle demiştir: Sahih olan kavi şudur ki, kendi­sine mektûb yazılan kâdî mektubu ancak adalet sabit oldukdan sonra açar, Ba'zan şâhidlerin çok olmasına muhtaç olunur. Şahadeti edâ et­mek ise; ancak hasmın gelmesinden sonra mümkün olur.

Kendisine mektûb yazılan kâdî, o mektubu hasma okuyup onda olan şeyhi gereğini hasma lâzım kılar. Eğer mektubu yazan kâdî, kâdî olduğu hâlde duruyorsa böyle yapar.

Eğer yazan kâdînın mektubu diğer kâdîye ulaşmazdan Önce, o kâ-dîmn ölmesi veya azl edilmesi yâhûd kazaya ehliyetinin yok olmasiyle kâdîlikdan ayrılmış olursa, kâdînın mektubu bâtıl olur. Çünkü asi olan şudur ki: Haber-i yâhid, kabul edilmez; o, ancak şer'î velayet i'ttbâriyle kabul edilir. Velayet kalmayınca, iş aslına döner. Bundan dolayı iki kâdi, birinin kadılığı dâhilinde yâhûd her ikisinin kadılığı dâhilinde olmayan bir şehirde karşılaşarak biri, diğerine; «Benim indimde şöyle sabit oldu, onunla amel et!» dese, velayet bulunmadığı için kabul et­mez.

Keza kendisine mektûb yazılan kâdî, zikredilen sebeblerden bir sebeble kadılığı bırakmış olsa; bu da mektûb yazan kâdînın mektubu­nun geçersiz olmasına sebebdir. Ancak, kendisine mektûb yazılan kâ-dîıım adını yazdikdan sonra; «Müslümanların kadılarından her kime ulaşırsa.» diye yazarsa, o zaman bâtıl olmaz. Çünkü kendisine mektûb yazılan kadıyı evvelâ ta'rif edince, ona yazdığı mektûb sahih olur, di­ğerleri de ona tâbi olur. Çok şey vardır ki, tebaan sabit olur da, kas-den sabit olmaz. Eğer kendisine mektûb yazılan kâdînın adım yazmak-sızın; «Müslümanların kâdîlerinden evvelâ her kime ulaşırsa.» diye yazmış ise; İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), bunu caiz görmüştür. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) kadılığa mübtelâ oldukdan sonra işi geniş tutmuştur. Eğer mektubun ulaşmasından sonra hasım; «Mektûbda yazılı olan kim­se ben değilim!» derse, hasmın o kimse olduğunu beyyine ile isbâfc et­mek da'vâciya lâzım gelir. Veya hasım, Kendisine mektûb yazılan ka­dının yanında, o mektubu yazan kâdî hususunda yâhûd mektubu ya­zan kâdînın yanında hasım üzerine hak ile şahadet eden şâhidler hu­susunda ta'n edip kendisine mektûb yazılmış olan kâdîye; «Ben sana, senin indinde hakikati açıklayıp ortaya çıkaran şu şeyi getirdim.» der-veya hasım, kâdîye; «Mektûb yazan kâdîden ve şâhidlerden sor; sen, onu benim dediğim gibi bulursun!» der. -

Hasım, şâhidler hakkında onların adaletlerini ıskat eden şeyleri de söyleyebilir. Meselâ; «Mektûb yazan kâdînın indinde onun üzerine hak ile şahadet edenler, köle idiler veya hadd-i kazf ile cezalandırılmış idiler yâhûd ztmmî idiler.» deyip, ta'n eyler. Kendisine mektûb yazı­lan kâdî bu ta'nı dinler. Bu ta'n üzerine eğer hasım iki şâhid getirir­se, kendisine mektûb yazılmış olan kâdî, o mektubu kabul etmez. Çün­kü bu zikredilen şeyler müfred (tek başına) cerh olmayıp o şeyler üze­rine şahadetin kabulü mümteni' olmaz. Bununla anlaşılır ki: Câmi'us-Sağîr Şerhi'nde «Kaza Bölümü» nde sarihin zikrettiği «Hassâf (Rh.A.), müfred cerh üzere şahadetin makbul olduğunu zikretmiştir, derler.» sözü sahih değildir. Çünkü bu şeyler, müfred cerh değildir. Bunun müf­red cerh olmaması, hasım iki şâhid gösterdiği takdirdedir. Eğer ha­sım bir şâhid g-Österirse, ki t âb d a zikredildiğine göre; bu tek şahidin şahadeti bir şübhedir. Yânî bir kişinin şahâdetiyle töhmet hâsıl olup hükümde şübhe vâki olur. Şübhe ile hüküm ise, caiz değildir, binâen­aleyh araştırılır.

Eğer işi, bu tek kişinin dediği gibi bulursa, mektûb ile amel ve hükm etmez. Hassâf  (Rh.A.)'m «Edeb'ul-Kâdî Şerhi» nde böyle zikre­dilmiştir.

Eğer hasım ölürse, kentlisine mektûb yazılan kâdî, o mektubu has­mın vârisi veya vasisi üzere temiz eder. Çünkü onlar, hasmın yerine kâim olmuşlardır.

Tek şahidin şahadetini nakletmek caizdir. Yâni bir adamın başka­sı üzerinde; başka beldede da'vâsı olup, kendi beldesinde bir şahidi ol­sa ve diğer şahidi de da'vâlmm beldesinde olsa ,ve beldesinde olan şa­hidin şahadetini nakl etmek istese, bu adam bunu iddia edip şahadet mektubuyla ve o mektûbda yazılı olan şâhid ile mütemessik olsa, caiz olur.

Gâib olan kimseyi vekil yapmak için mektûb yazmak caizdir. Yâ­nı bir adamın, başka beldedeki bir kimse üzerinde da'vâsı olup kendi tarafından o başka beldedeki adam ile muhâsama etmesi için o belde-. deki bir adamı vekil etmek istese, caiz olur.

Kâdînm, da'vâ konusu hakkındaki kendi bilgisi ile hüküm verme­sinde ihtilâf edilmiştir. Fakîhler demişler ki: İmâm Muhammed (Rh. A.), kâdînm da'vâ konusu hakkındaki kendi bilgisine i'tibâr etmiştir.

Hattâ demiştir ki: Eğer kâdî, Zeyd'in, da'vâcıdan bir şey gasb ettiğini . bilse, onu Zeyd'den alıp da'vâcıya verir. Bu söz, «el-Usûl» ün ettiği rivayetin cevâbıdır.

İbn Semâa (Rh.A.); «İmâm Muhammed (Rh.A.)'den; kâdî da'vâ konusu hakkındaki bilgiyi kâdî iken edinmiş bile olsa, onunla beraber bir şâhid de şahadet etmedikçe, hüküm veremez.» diye rivayet etmiş­tir.

İbn-i Semâa (Rh.A.) demiştir ki: Belki kâdî, söylediği şeyde yanı­labilir. Bundan dolayı, kendi bilmesiyle beraber bir başka şahidin de bulunması şart kılınmıştır. Hattâ kâdînm bilmesi, başka bir şahidin şahâdetiyle beraber iki şâhid ma'nâsmda olur. İmâdİyye'de de böyle zikredilmiştir.

Musannif, sicil mes'elesini anlatıp; şahadetin nakli mes'elesinin açıklamasını da bitirince, mahzar'm açıklamasına ve mu'teber olan şeye, sicilde tebyînin tamâm edilmesine, senet, hüccet ve vesikanın beyânına başlayıp şöyle demiştir: Mahzar, içinde kâdî'mn yanında iki mütehâsı-mın hâzır oldukları yazılı olan şeydir. Da'vâîınm ikrarından veya inkâ­rından ve inkârdan sonra beyyine ile yâhûd da'vâlının şübhesini ortadan kaldırır şekilde yeminden kaçınmasiyle hüküm vermesinden, ikisi ara­sında carî olan mes'ele yazılmıştır. Sicil de, zikredilen gibidir.

El-Muhît'ul-Burhânrde denmiştir ki: Da'vâlarda, mahzarlarda (za­bıtlarda) işaret ve şahadet lâfzı, kendisine ihtiyâç duyulan şeylerin en Önemlilerindendir.  En önemli sayılması, ihtimâli  ortadan kaldırmak içindir. Çünkü da'vâcı da'vâsı ile da'vâîı üzerine da'vâ ettiği şeye onun-ia müstehık olur; şâhidîer şahadetleri ile da'vâcmın istihkakını isbât ederler. İstihkak ihtimâl ile sabit olmaz. Keza sicillerde de işaret lâzım­dır. Hattâ  fakihler demişlerdir ki:  Eğer kâdî da'vânın  mahzarında (zabtında);   «Hüküm meclisine fülân oğlu fülân gelip hâzır oldu ve kendisi ile beraber fülânı da getirdi. Getirilen bu şeyin kendisine âid olduğunu iddia etti.» diye yazsa, mazharın sahîh olduğuna dâir fetva verilmez. Uygun olan;  «Gelen şu da'vâcı, getirdiği şu da'vâlı üzerine iddia etti!» diye yazmasıdır. Çünkü böyle yazmazsa; da'vâcı bunu ge­tirdi; başkası üzerine iddiada bulundu, vehmini verir. Keza zabıt es­nasında da'vâcı ve da'vâli zikredilirken (şu)  denilmesi lâzımdır. «Da'­vâcı şudur ve da'vâlı şııdur.» diye yazılır. Çünkü ba'zı ulemâ, bu ol­maksızın, zabtın sahîh olduğuna fetva vermezlerdi.

Fukahâ, siciller hakkında da demişlerdir ki: Keza kâdî sicil yazar­ken; «Da'vâcı olan şu Muhammed için da'vâlı olan şu Ahmed üzere hüküm verdim.» demesi lâzımdır. Yine demişlerdir ki; «Eğer kâdî, mah­zarda (zabıtta) şâhidlerin şahadetlerini zikrederken; «Birbirlerini ça­ğıran iki kişiye işaret ettiler.» diye, yazarsa; o mahzarın sıhhatine dâir fetva verilmez. Çünkü mu'teber olan işaret, yerinde muhtâc olunan işarettir. Belki şâhidîer, da'vâcıya işarete ihtiyâç olan yerde da'vâhya işaret ederler ve ona işarete ihtiyâç olduğunda da da'vâcıya işaret eder­ler de; bu işaret birbirini çağıran iki kişiye işaret olur. Halbuki bu işaret mu'teber sayılmaz. Öyle ise, tevehhümü ortadan kaldırmak İçin işareti en güzel biçimde beyân etmek gerekir.

Sakk; içine alım - satım, rehn, ikrar ve bunların benzeri yazılan senet veya vesikadır. Muğrib'ul-Lûğa'da; «Sakk, mal ikrân ve sâirenîn yazıl­mış olduğu belgedir. Bu kelime Arabcalaştinlmıştır.» denmiştir.
Hüccet ve vesika; sicil, mahzar ve sakkı kapsarlar. Çünkü her bi­tende hücciyet ve vesikalık ma'nâsı vardır. [15]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..