Taksim   (Kısmet)   Bölümü

«Kaza Bölümü»  ile  «Taksim   (Kısmet)   Bölümü»  arasındaki  ilgi gizli' değildir.

Kısmet   (taksim); lügat yönünden  «İktisâm» m ismidir. Nasıl ki «Kudve» de «îktidâ» m ismidir.

Şer'an, paylaşan iki kimse (iki mütekâsım) arasında şayi' olan hakları ayırmakdir. Kısmetin rüknü; bir fiildir ki payların (hisselerin) arasında ayırma onunla hâsıl olur. Ölçmek, tartmak, saymak ve jnet-relemefc gibi, ki bunlar keylî, veznî, adedi ve zira ile ölçülen şeylerde olur.

Kısmetin (taksimin) sebebi; ortakların veya onlardan birinin, his­sesi ile yararlanmak istemesidir. Hattâ onlardan taleb olmazsa, taksim sahih olmaz.

Kısmetin şartı; taksim edilen şeyin menfaati ortadan kalkmamabdır. Çünkü kısmet; mülkden ve menfaatten, taksimden önce her biri­nin hakkı olanı ayırmak (ifraz etmek) dır. Bu ancak ayrılan şey, if­razdan önce aslı ve menfaatleri ile kalırsa'gerçekleşir. Fakat, değişir­se; ifraz değil, tebdil olur.

Kısmetin hükmü; herkesin payını birer birer belli etmektir. Çün­kü ta'yîn (belli etmek), taksim üzerine terettüb eden eserdir. Mutlak kısmet; yânî gerek misliyyâtta, gerekse kıyemiyâtta olsun hakkının aynısını almak demek olan ifraz mavnasından ârî değildir. Hakkından ivazı almak demek olan mübadele ma'nâsmdan da ârî olmaz. Çünkü belli olan iki cüzden her biri, iki payı  (nasibi)  kapsar. Binâenaleyh her binnın aldığı, mülkünün yansıdır. Halbuki o, ortağından hakkını tam anlamiyle almamıştır. Bu takdirde, ifraz olmuştur. Diğer yarısı ortağının idi. Şu hâlde, elindeki, ortağının elinde olan şeyden ivaz oldu. Binâenaleyh, her ne kadar ifraz ve temyiz ma'nâsı misliyyâtta gâlib ise de, bu mübadele olmuş olur.
Misliyyât; nıekîlât, mevzünât ve mütekârib (birbirine yakın) olan adediyyâttır. [25] Çünkü o ortağın aldığı şey, sûreten ve ma'nen hak­kının mislidir. Her ne kadar mübadele ma'nâsı, misliyyâttan başkasın­da gâlib ise de, hakkının aynı kılınması mümkün olur. Yânî hayvanât­ta ve metâ'da, .ba'zıları arasında fark bulunduğu için, hakkını almış gibi saymak mümkün olmaz.

Musannif, yukarıda söylediği sözüne şunu tefri' etmiştir: Şu hâlde; aynı olduğu için; birincide ortak, ortağı yokken hissesini misliyyâtta ahr. İkincide; yânî misliyyâttan başkasında alamaz. Çünkü hakkından başkasıdir.

Kısmette; ayırma (ifraz) ma'nâsı bulunduğu için yalnız misliy­yâttan başkasında cinsi bir ulan şeyde vârislerden birinin talebi ile taksime zorlanır. Yânî hayvanât ve meta' gibi kıyemiyâtta mübadele gâlib olduğundan; uygun olan taksim üzere zorlamamak idi. Lâkin, yine de zorlanır. Çünkü cinsi bir olanda ifraz ma'nâsı vardır, Zîrâ on­lardan biri taksimi istemekle; payından yararlanmayı kendisine tah­sis etmesini; diğerini onun mülkünden faydalanmakdan menetmesini kadıdan dilemektedir. Ona icabet etmek kâdîye vâcibdir.

Eğer mal çeşitli cinslerden olursa, kâdî taksim edilmesi için zor­lamaz. Çünkü m ak şadlarda çok farklılık bulunması i'tibâriyle müba­dele imkânsızdır. Eğer vârisler muvafakat ederlerse, taksim caiz olur. Çünkü hak, onlara âiddir.Aylığı Beyt'ül=mârden verilmek üzere bir paylaştırıcı (kasım) ta'yîn etmek müstehabdır. Çünkü esah olan kavle göre; taksim  (kısmet), kaza görevi cinsindendir. Bu, çekişme tamâmen ortadan kalkması  içindir. Böyle olunca,  kadının aylığına benzer.

İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, paylaşanların baş sayısına göre üc­retle taksim ediciyi (kasımı) ta'yîn etmek de şahindir. Çünkü menfaat hassaten onlar içindir.
İmâmeyn (Rh. AIeyhimâ)'e g"öre, taksim edenin ücreti, mülkü pay­laşanların nasibleri miktarına göredir. Çünkü o, mülkün meûneti-dir (sarfiyatıdır.)  [26] Şu hâlde mülkün mikdân ile takdir edilir.

îmâm A'zam (Rh.A.)'m delili şudur: Ücret, ayırmaya (temyize) karşılıktır. Paylan ayırma işi ise farklı olma/. Ba'zan hesâb, aza nazar­la, ba'zan da çoğa nazarla güç olur. Bu durumda onu i'tibâra almak mümkün değildir. Öyle ise, hüküm temyizin (ayırmanın) aslına teal-luk eder.

Sonra, taksim edenin ücreti ecr-i misildir. Ecr-i misi içîri belli bir mikdâr yoktur. Eğer kâdî taksimi kendisi yaparsa, taksimin kaza cin­sinden olduğu hakkındaki rivayete göre, kadının ücret alması -caiz de­ğildir. Kaza cinsinden olmadığı hakkındaki rivayete göre, ücret alması caizdir.

Taksim eden kimsenin, âdil ve taksimi bilen bir kimse olması vâcibdir. Çünkü taksim edicilik; eğer kaza işi cinsinden ise, mutlaka kudret lâzımdır. Kudret ise, bilmekle ve sözüne güvenmekle olur. Gü­ven  (i'timâd)  ise, adalet ile olur.

Taksim için muayyen bir kimse ta'yîn edilemez. Çünkü ta'yîn edi­lirse, ecr-i mislinden fazlasına hükm eder.

Bir taksim işine bir kaç taksimcinin katılması caiz değildir. Bu çok ücret almak üzere anlaşmasınlar ve insanları zarara sokmasın­lar diyedir. Amma, ortakların rızâsı ile bu şahindir. Çünkü, ortakların malları ve canlan üzere velayetleri vardır. Ancak ortaklardan biri kü­çük çocuk iken taksim, yapılırsa, taksim sahih olmaz. Belki, küçük ço-cukdan ortakların velayetleri kusurlu olduğundan dolayı taksim için kadının emrine ihtiyâç vardır.

Taksimci; ortakların mirasçı olduklarını iddia ettikleri menkûlü veya akan yâhûd satın aldıkları veya mutlaka mülkleri olduğunu iddia ettikleri şeyi taksim eder. Şâyed akarın Zeyd'den mîrâs kaldığını iddia etseler, Zeyd'in öldüğünü ve vârislerin sayısını ortaklar isbât etmedikçe, taksim edemez. İlk iki mes'elede hüâf yoktur. Bu mes'elede ise, İmâmeyn (Rh. Aleyhiınâ) ayrı görüştedir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) 'in delilleri şudur: Akar, ikisinin elindedir, bu mülkün delilidir, tkrâr ise, doğruluk belirtisidir. Onlar için çekişme yapan da yoktur. Şu hâlde mülkü aralarında taksim eder. Nitekim mîrâs kalmış olan menkûlde ve satın alınan akarda hüküm budur. Beyyine fayda vermez. Çünkü beyyine, inkâr edene gösterilir. Lâkin taksim eden kimse, taksimin hükmü kendilerine mahsûs olsun diye, ortakların ikrarları ile taksim ettiğini, taksim senedinde zikreder. Bu taksim, onların diğer bir or­tağı aleyhine hüküm değildir.

İmâm A'zam  (Rh.A.)'m delili şudur: Meyyit, kadının taksimi üe makzıyyun aleyh  (hakkında hüküm verilmiş kimse)  olur. Ortakların sözü, meyyit hakkında hüccet değildir. Şu hâlde kâdînın hükmü mey­yit hakkında sabit olması için, onların beyyine getirmesi lâzımdır. Çün­kü taksimden önceki ortaklık, meyyitin mülkü üzerinde bakîdir. Şu delîl ile ki; meyyitin mülkü olan cariyelerden hâsıl olan çocuklar ve meyyitin mallarından hâsıl olan kazançlar gibi sonradan meydana ge­len ziyâdelerde hakkı sabitdir. Hattâ o terekeden meyyitin borçları Ödenir ve vasiyyetleri yerine getirilir. Taksim ile meyyitin hakkı tere­keden ayrılmış ve bitmiş olur. Hattâ tereke taksim edildikden sonra cariyenin doğurması ve kazanç hâsıl olması ile meydâna gelen fazlalık­larda (zevâidde)  artık meyyitin hakkı sabit olmaz. Binâenaleyh tere­keyi taksim etmek, meyyitin hakkını ayırmakla meyyit aleyhinde hü­küm vermek olur. Şu hâlde, mutlaka beyyine getirilmesi gerekir. O za­man bu vârislerin ba'zısı da'vâcı, ba'zısı da her ne kadar ikrar edici clsa da, hasım olur.
İki ortak, akarın  [27]  kendi ellerinde olduğuna delîl getirirlerse, kendilerine âid olduğunu isbât etmedikçe taksim edilmez. Yâni akar­da mülk iddia edip onlara nasıl geçtiğini zikretmeseler, akarın bunla­rın mülkü olduğuna dâir beyyine göstermedikçe, taksim etmez. Çünkü . akarın başkasının mülkü olması ihtimâli vardır.

Sonra bu söz; «Sâdece îmâm A'zam (Rh.A.)'ın sözüdür.» denilmiş­tir. «Bu söz, bütün Hanefî imamlarının sözüdür.» diyenler de vardır. Esaa olan kavi de budur. Çünkü taksim, iki çeşittir: Biri menfaati tek­mil etmek maksâdlyle mülk hakkı içindir. Diğeri de korumayı (hıfzı) tamamlamak maksâdiyle zi'l-yed hakkı içindir. Burada mülk olma­dığı için birincisi mümkün değildir. Korumaya ihtiyâç olmadığı için ikincisi de mümkün olmaz. Çünkü ikincisi, kendi kendine korunmuş­tur. Kâfî'de de böyle zikredilmiştir.

İki kimse meyyit ve vârislerin sayısı hakkında beyyine gösterse­ler; ve akar da onların elinde olsa. vârislerin içinde bir küçük çocuk veya bir gâib bulunursa, taksim eder. Çocukla gâib için payını teslim alacak bir kimse ta'yîn eder. Teslim alan kimse," küçük çocuğun vasisi, gâib kimsenin vekilidir. Çünkü bu ta'yînde gâible küçük çocuk için menfaat vardır. İmâm A'zam (Rh.A.)'a güre bu surette dahî mîrâsm aslı üzere, beyyine göstermek gerekir. Hattâ, bunu yapmak evlâdır. Çünkü bu taksimde onların sözü ile gâib ve küçük çocuk aleyhine ve­rilmiş hüküm vardır.

İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ)'e göre, ikrarları İle aralarında taksim eder. Gâib ve küçük çocuğun hakkını aymr. «Kâdî, vârislerin büyük­lerinin hâzır olanları arasında ikrârlarıyla mülkü taksini ettiğine, gâib veya küçük çocuk ise, hücceti üzere bulunduğuna» işhâd eder.

Eğer vârislerden biri beyyine getirirse veya ortaklar mülkü satın alırlar da; birisi gâib olur veya akar, vâris olan küçük çocuğun yâhûd gaibin elinde olursa veya onun elinde akardan bir şey bulunursa, tak­sim caiz olmaz.

Birincisi; yâni vârislerden birinin isbâtı hâlinde taksimin caiz ol-znaması; onunla beraber hasım bulunmadığı içindir. O bir kişi, her ne kadar kendi nefsinden hasım olursa da, meyyitten ve gâib nâmına hasım değildir. Onlardan hasım olsa bile, kendi nâmına ona muhâsâ-ma eden bir kimse yoktur, ki onun hakkında beyyine göstersin. Bunun hilâfına olarak; eğer vârislerden iki kişi bulunursa, taksim iki hasım huzurunda hüküm olur.

İkincisine gelince; ortaklardan biri gâib oldukda, ortaklar satın aldıklarını isbât etmeleri hâlinde taksimin caiz olmaması mîrâs ile sa-tm almanın arasında fark olduğu içindir. Çünkü vârisin mülkü, hilâ­fet mülküdür. Hattâ mülk, ayb ve kusur bulunması sebebiyle murisin satın aldığı satıcısına geri. verilir. Yine mülk, ayb ve kusur bulunması sebebiyle vârise geri verilir. Vâris, murisin satın alması ile aldatıl­mış olur. Hattâ vâris, murisin satın aldığı cariyeyi cima' edip cariyeye bir çocuk doğurtsa ve cariyeye müstehık çıksa, vâris murisin satıcısın­dan cariyenin semenini alır. Murisi tarafından aldatılmış olmakla ço­cuğun kıymetini de alır. Binâenaleyh vârislerden biri, elinde olan şey­de meyyit tarafından hasım ta'yîn edilir. Diğeri, kendi nâmına hasım ta'yîn olunur. Böylece taksim, paylaşanların huzurunda hükm olur. Fakat onlardan her biri için satm alma ile sabit olan mülk, kendi pa­yında bilfiil tasarrufu sebebiyle yeni mülkdür. Bundan dolayı satıcı­sına kusur nedeniyle geri verilmez. Hâzır, gâib nâmına hasım da ta'yîn edilmez. Bu takdirde beyyine, gâib hakkında hasımsız getirilmiş olur ve kabul edilmez.

Üçüncüsü ki; akarın, küçük vâris veya gaibin elinde bulunması üâîinde taksimin caiz olmamasıdır. Buna sebeb; bu taksimin gâib ve­ya orada olan küçük çocuğun elinden bir şey çıkarmaya onlar nâmına hasım bulunmaksızın hüküm sayılmasıdır. Eğer ortakların hepsi his­sesi ile faydalanırsa, birinin isteği ile taksim yapılır. Hissesi az olduğu için diğer ortak faydalanamazsa, yalnız hissesi çok olanın isteği ile tak­sim edilir. Yâni ortaklardan her biri, taksim edildiği takdirde hisse­sinden faydalanabilecek olursa, taksim, birinin isteği İle yapılabilir. Çünkü taksimde, menfaatin tekmil edilmesi vardır. Menfaat muhte­mel olan şeyde, eğer biri taksini isterse, bunu yapmak vâcib olur. Eğer onlardan biri mülk taksim edildiği vakitte payından faydalanabilecek durumda olup. diğeri pay. az olduğu için zarar ederse, bu durumda eğer çok pay sahibi isterse taksim edilir. Az pay sahibi isterse, taksim edilmez. Hassâf (Rh.A.) da böyle zikretmiştir. Cessâs (Rh.A.) ise, bur­nun aksini söylemiştir.

Hâkim (Rh.A.); «Muhtasar» in da. zikretmiştir ki: Her hangisi tak­sim isterse kâdî taksim eder. Hâniye'de: «Bu söz, Hâher-zâde adiyle tanınmış olan Şeyh'ul-İmârn (Rh.A.)'m ihtiyarı (seçip kabul ettiği) dır. Fetva da bunun üzerinedir.» demiştir. Kâfî'de ise; «Hassâfin zikretti-.ği söz daha sahilidir.» denilmiş; Zahîre'de de; «Fetva, bunun üzerine­dir.»» denilmiştir.
Hepsi payın az olmasından dolayı zarar görürse, mülk ancak on­ların istekleri ile taksim edilir. Çünkü taksime zorlamak, menfaati tek-mîl etmek içindir. Bunda ise, menfaati ortadan kaldırmak vardır. Bi­nâenaleyh mevzuuna nakz ile avdet eder. [28] Amma taksim, kendi rı­zâları ile caiz olur. Çünkü hak, onlarındır.

İki cins birbirine girmekle, taksim edilmez. Yânî iki cinsin ba'zısı ba'zısma girmekle; meselâ pay sahihlerinden birine bir deve, diğerine iki koyun vermekle birini diğerine mukabil tutarak taksim yapmak caiz değildir. Çünkü, iki cinsin arasında ihtilâf yoktur. Binâenaleyh taksim; ayırma olmaz, belki muâveze olur ve zorlamaya değil, rızâya dayanır. Çünkü kadının zorlamaya velayeti; muâveze değil, temyiz ma'nâsma sabit olur.

Erkek köle ve cariyeler de taksim edilmez. Yânî rakîk — ki erkek köle veya câriye demektir— iki kişi arasında ortak olsa, biri taksim istese, caiz olmaz. Bu mes'ele, şu iki durumdan hâli değildir: Ya, rakîk iîe beraber başka bir şey mevcûd olup, zorla taksim sahîh olur. Kovun iie giyecekler böyledir. Ya da, rakik ile beraber başka bir şey meveûd olmaz. Eğer başka bir şey olursa, fuKahânın hepsinin sözüne göre, tak­sim sahîhdir. Eziıar (en açık) kavi budur. îmâmeyn (Eh. Aleyhimâ) 'e göre, mes'ele açıktır. İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre ise; köle İle beraber mevcûd olan şey zorlu taksimde asıl kılınır. Köle, taksimde o şeye tâbi tutulur. Halbuki, her ne kadar kasden sabit olmasa, da, o şey için tebaan hüküm sâbitdir. Nitekim satışda şirb, vakfda menkûlât böy­ledir.

Eğer köle ile beraber bir şey bulunmazsa, köleler kadın ve erkek oldukları takdirde, ancak iki ortağın rızâları ile taksim edilebilirler. Eğer yalnız erkek veya yalnız kadın olurlarsa; îmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, kâdî aralarında taksim etmez. Onları taksime de zorlamaz, îmâmeyn  (Rh. Aleyhimâ};  «Cins bir olduğu için taksime zorlar.»

demişlerdir. Nitekim deve ve koyunda hüküm budur.

İmâm A'zam (Rh.A.)'ın delili şudur: Zihin, zekâ ve benzeri gibi bâtını ma'nâlarda fark olduğu için insanlar arasında fark büyüktür. Şu hâlde bu, taksim ve ifraz olmaz. Diğer hayvanlar bunun aksinedir. Çünkü, cins bir olunca, onlar arasında fark azdır. Görülmez mi ki, in­sanoğlunun erkek ve dişisi iki cins sayılır. Diğer hayvanların erkek ve dişisi ise, bir tek cins sayılmıştır.

Cevherler taksim edilmez. Denilmiştir ki: Eğer inciler ile yakutlar gibi, cinsleri ayrı ayrı olursa, taksim edilmez. Çünkü cinsleri ayrı ayrı olunca, taksimin ma'nâsı gerçekleşmez. O da, menfaati tekmildir.

Fukahâdan ba'zısı demiştir ki: Fark büyük olduğu İçin büyükler! 'taksim edilmez. Fark az olduğu için küçükleri taksim edilir.

Ba'zıları da demiştir ki: Cevâb, ıtlâkı üzere carî olur. Çünkü cev­herlerde bilmemezlik, kölede olan bilmemezlikden daha fazladır. Bun­dan dolayı bir kimse inci veya yâkût karşılığında bir kadınla evîense yâhûd ikisine karşılık karısı ile mühâlaa olsa, tesmiye sahih, olmaz. Amma kadın ile bir köleye karşılık evlenir veya mühâlaa ederse, tes­miye sahih olur. Şu hâlde, taksim edilmesi için zorlanmaması evle-viyette kalır.                                                                      

Ortaklar arasında müşterek olan hamam, kuyu ve değirmen taşı da ancak onların rızâları ile taksim edilir. Keza, iki evin arasında olan duvar da taksîm edilmez. Ancak, karşılıklı rızâ ile taksim edilir. Çünkü taksim, menfaati tekmil etmek içindir. Eğer bir paydan maksûd olan fayda hâsıl olmazsa; taksimin ma'nâsı gerçekleşmez. Binâenaleyh kâdî de paylaştırmaz. Amma, zararı iltizâm eyledikleri için karşılıklı nzâ bulunması hâli bunun hilâfinadır.

Ortak evler, hâne ile çiftlik veya hâne ile dükkân her biri ayrıca taksim edilir. Burada üç mes'ele vardır: Haneler (darlar), evler (beyt-ler) ve menziller. Haneler, gerek birbirlerine bitiş: k, gerekse ayn olsun, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre; bir tek taksim ile f rylaştmlmaz. Ancak, karşılıklı nzâ ile paylaştırılır. İçinde oturmak nıu'nâsmda birbirlerine yakın oldukları için evler, mutlak olarak paylaştırılır. Menziller, eğer bir hanede toplanmış ve birbirine bitişik olurlarsa bir tek taksim ile paylaştırılır. Aksi takdirde taksim edilmez. Çünkü menzil, evden büyük, haneden küçükdür. Eğer birbirlerine bitişmiş ve kavuşmuş olursa, men­ziller, evlere katılır. Menziller ayn olurlarsa, hanelere katılır.

İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ) demişlerdir ki: Bu fasılların hepsinde kâdî vecihlerin en âdil olanına bakıp onun üzerine imza eder.

Hâne ile çiftlik veya hâne ile dükkâna gelince; bunlardan her biri, cinsleri ayrı olduğu için yalnız başına taksim edilir.

Musannif; taksimin, taksim edilen ve edilmeyen şeyin açıklanma­sını bitirince, taksimin nasıl yapılacağını açıklamaya başlayıp şöyle demiştir: Paylaştıran kimse (kasım), taksim edi'.en şeyi tasvir eder. Yânî kasımın, taksim ettiği şeyi, muhafazası mümkün olması için bir kâğıt üzerinde yazıp şekille belirtmesi uygun olur. Kasım, onu taksim edilen mülkün hisselerine göre eşit yapar. Mikdân bilinmesi için öl­çer ve binasını takvim eyler (kıymetlendirir.) Çünkü o, ba'zan işin sonunda bu takvime muhtâc olur.

Her kısmını yolu ve şirbİ (su alma hakkı) ile diğerlerinden ayırır. Tâ ki hisseler birbirine bağlı kalmayıp temyiz ve ifraz tam ma'nâsiyle gerçekleşmiş olsun.

Eğer taksim edilen şey bir topluluğun mülkü ise ve meselâ onla­rın altıdabir, üçtebir ve yarım hisseleri varsa, taksim edilen mülkü al­tı hisse yapar. Birinci kısmı, «ilk hisse» diye adlandırır. Onu ta'kîb edeni «ikinci hisse», «üçüncü hisse», «dördüncü hisse», «beşinci hisseo ve «altıncı hisse» diye adlandırır. Hisse sâhiblerinin adlarım yazıp, kur'a çeker. Birinci hisse, adı ilk çıkan kimsenindir. Eğer altıdabir sahibi ise hakkını alır. Üçtebir sahibi ise adı çıkan hisseyi ve onu ta'kîb eden hisseyi alır. Yarım hisse sahibi ise, adı çıkan hisseyi ve onu ta'kîb eden iki hisseyi de alır.

Terekeden olmayan dirhemler, taksime ancak ortakların rızâsı ile girebilir. Bunun sureti şudur: İki hâne bir topluluğun arasında or­tak olup onu paylaştırmak isteseler, birinde binanın fazlalığı olsa, ortaklardan biri binanın ivazım, (karşılığını) dirhem olarak almak is­tese, diğeri de binanın ivazını arzdan almak istese, kâdî binanın iva­zını arzdan verir. Payına bina düşene, bina karşılığında dirhem veril­mesini teklif etmez. Ancak mümkün olmazsa, bu takdirde kadının dirhem vermeyi teklif etmesi caiz olur. Çünkü taksim ortak mülkün haklarındandır. Onların arasında olan ortaklık hanededir, dirhemlerde değildir. Şu hâlde, ortak olmayan şeyin paylaştırılması caiz değildir. Eğer sel yatağı olan bir yer varsa, onu da taksim eder. Bu söz. yukarıda geçen; «Her kısmı yoluyla şirbiyle taksim eder.» ifâdesine bağlıdır. İkisi arasında olan şey birincinin, mütemmimlerin dendir. Ya da, talc-simde şart kılmmaksızm diğerinin payında yolu vâki olmuş olsa, müm­kün olduğu takdirde, taksim ma'nâsı hâsıl olsun diye, sel yatağı veya yol diğer kısımdan birinci kısma çevrilir. O ma'nâ da zararsız olarak menfaati tekmil ve ortaklığı kesmekdir.

Eğer diğer kısımdan çevirmek mümkün olmayıp taksim ma'nâsı hâsıl olmazsa, taksim bozulur. Çünkü maksad —ki bizim zikrettiği-mizdir— hâsıl olmamıştır. Şu hâlde, taksim fesh edilir. Ve her biri için sel.yatağı veya yol yapmak mümkün olacak şekilde yeniden tak­sime başlanır.

Taksimde pay sâhibleri ihtilâf ederse; İmâm A'zam ile Ebû Yû­suf (Rh. Aleyhimâ) 'a göre, iki kasımın şahadeti caiz olur. İmâm Mu-hammed ile İmâm Şafiî (Rh. Aleyhimâ)'ye göre; caiz olmaz. Çünkü bu şahadet, onların kendi fiilleri üzerine şahadettir ve bâtıl olur.

İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) 'un delilleri şu­dur: Bu şahadet, haklarını almak suretiyle başkalarının fiili üzerine şahadettir.

Üst katı olan bir alt kat ve üst ile alttan mücerred olan bir alt katta üst kat'dan her biri yalnız başına kıymetlendirilir ve kıymeti i'tibâriyle taksim edilir. Çünkü alt kat, üst katın elverişli olmadığı ku­yu, dehliz (sirdâb), ahır ve bunların benzeri gibi şeylere elverişlidir. Bu suretle alt katla, üst kat iki cins gibi olur ve ta'dîî ancak kıymet ile mümkün olur.

Pay sahiplerinden biri payını tamamen aldığım ikrar edip ondan sonra taksimde yanlışlık yapıldığını iddia etse ve kendisine düşen şeyin bir kısmının ortağının elinde olduğunu söylese, halbuki kendisi için aldığına şahit tutmuş bulunsa, hüccet ile tasdik edilir. Çünkü tak­sim tamamlandıkdan sonra akd lâzımdır. Yanlışlık iddia eden; zuhur eden akdin sebebinin lüzumundan sonra kendisi için fesh hakla iddia etmektedir. Bu iddia, ancak hüccet ile kabul edilir. Eğer hücceti bu­lunmazsa, ortaklara yemin etmeleri teklif edilir. Çünkü ortaklar ikrar ederlerse, malı sahibine vermeleri lâzım gelir; eğer inkâr ederlerse, inkâr üzerine yemin verdirilir. Çünkü yeminden çekinmek ümîdi var­dır. Onlardan yemîn eden kimse kurtulur. Yeminden kaçman kimse­nin payı ile müddeînin payı bir araya getirilerek ikisi arasında pay­larına göre taksim edilir. Çünkü yeminden kaçman kimse, ikrar eden kimse gibidir ve ikrarı kendi aleyhine hüccettir. Başkası için hüccet değildir.

Fukahâ demişlerdir ki: «Uygun olan, müddeînin da'vâsım, çeliş­me bulunduğu için asla dinlememektir.» Buna şöyle cevâb verilmiştir: Paylaştıran, güvenilir kimsedir. Bu adam, onun sözüne i'timâd ederek ikrarda bulunmuştur. Ondan sonra, inceden inceye düşününce fiilin­de yanıldığı belli olmuştur. Şu hâlde; gerçek ortaya çıkınca pay sahi­bi, ikrarı ile sorumlu olmaz.

İki ortakdan biri; «Ben payımı teslim aldım, ortağını da bir kıs­mını aldı İ« dedikde ortak inkâr etse, yemin verdirilir. Çünkü da'vâcı, gasb; ortağı ise, inkâr etmektedir. Bu durumda söz, yemini ile mün­kirindir.

Eğer paylaşan ortaklardan biri payım aldığını ikrar etmezden ön-.ce; «Bana, şu maldan şu kadar isabet etti. Halbuki onu bana teslim etmedi.» dese, her ikisine yemin verdirilir ve taksim fesh edilir. Çünkü.

ihtilâf, taksim ile hâsıl olan mikdârdadır. İmdi bu ihtilâf, satılan ma­lın mlkdârmdaki ihtilâf gibi olur. Nitekim daha önce bu mes'ele da'-vâda tehâlüf ün ahkâmında zikredilmiştir.

Eğer paylaşanlar takvimde (kıymet biçmede) ihtilâf etseler, iltifat edilmez. Çünkü bu, gabn (aldanma) da'vâsıdir. Satışda bu da'vâya i'ti-bâr edilmez. Keza, karşılıklı rızâ bulunduğu için taksimde de i'tibâr edilmez. Ancak eğer taksim, kâdinın hükmü ile olursa ve aşın aldan­ma (gabn-ı fahiş) bulunursa, o zaman i'tibâr edilir. Çünkü kadının tasarrufu adalet ile mukayyeddir.

Eğer iki ortak bir haneyi taksim edip; her birine bir kısmı isabet ettİkde, biri diğerinin elinde olan bir evin kendisine âid olduğun" iddlâ edip, öteki inkâr ederse, da'vâcının beyylne getirmesi lâzım gelir. Çün­kü da'vâcı hak iddia ediyor. Diğeri ise inkâr ediyor. Eğer ikisi de beyyine getirirlerse, da'vâcımn beyyinesine i'tibâr edilir. Çünkü o, hâric-dir. Eğer payından belli bir kısma müstehık çıkarsa, taksim ittifakla fesli edilmez. Fakat mülkün bütününde şayi' olan payın ba'zısma hak sahibi çıkması hâlinde taksim ittifakla fesh olunur. Payından şayi' olan bir kısmın istihkakı hâlinde, İmâm A'zam (Rh.A.)'a göre, taksim fesh olmaz. Lâkin onun için fesh etme velayeti vardır. Belki, ortağının payına rücû eder. îmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.), ayrı görüştedir. Çünkü o: «Taksim bozulur ve ellerinde kalan mal ikiye bölünür.» demiştir. İmâm Muhammed (Rh.A.)'İn sözü ise, muztaribdir. Esah olan kavle göre; O, İmâm Ebû Hanîfe (Rh.A.) ile beraberdir. Kâfî'de de böyle zikredil­miştir.

Taksim edilen terekeden Ödenmesi gereken borç olduğu ortaya çık­sa, taksim fesh edilir. Ancak vârisler borcu öderlerse veya alacaklılar vârislerin zimmetlerini ibra ederlerse yâhûd terekeden borca yeten bîr şey kalırsa, taksim sahih olur. Yânî tereke, vârisler arasında taksim edildikden sonra, terekeyi kuşatan borç ortaya çıkarsa, vârislere bu borcu Ödeyin denilir. Eğer borcu öderlerse, taksim sahîh olur. Ödemez­lerse, fesh edilir. Çünkü borç, mîrâsdan önce gelir. Onların, terekeye mâlik olmalarına mâni'dir. Ancak, borcu öderler veya alacaklılar zim­metlerini ibra ederlerse, bu takdirde taksim sahîh olur. Çünkü engel ortadan kalkmıştır. Keza borç, terekeyi kuşatmazsa, hüküm zikredilen gibidir. Çünkü alacaklıların hakkı, terekeye tealîuk etmiştir. Ancak terekeden, borcu ödeyecek kadar bir şey kalmış ise, bu takdirde taksim fesh edilmez. Çünkü, feshe ihtiyâç kalmamıştır.

Kadının hükmü ile olan taksimde çok aldanma (gabn-i fahiş) ol­duğu ortaya çıksa, imamlarımızın hepsine göre, taksim bâtıl olur. Çün­kü kâdînm tasarrufu adalet ile mukayyetidir. Halbuki bu taksimde adalet yoktur. Eğer taksim karşılıklı rızâ ile oldu ise, kadının tek ba­şına taksimi ibtâl etmek yetkisi vardır.

Denilmiştir ki: Kâdînm yanıldığını iddia edip da'vâ açan kimse­nin sözüne iltifat etmek caiz olmaz. Çünkü da'vâ, gabn (aldanma ve­ya aldatma) da'vâsıdır. Satışda ona i'tibâr edilmez. Keza karşılıklı rı­zâ bulunduğu için taksimde dahî i'tibâr edilmez. Fukahâdan ba'zısı; «Taksim, fesh edilir.» demişlerdir. Sahîh olan söz de budur. Kâfî'de de böyle zikredilmiştir.

Pay sahihlerinden biri terekede alacağı olduğunu iddia etse, da'vâ-sı sahîh olur. Hattâ beyyine getirirse, taksimi bozmak hakkı vardır.

Onun taksimi kabul etmesi alacağından ibra etmek değildir, çünkü taksim; surete tesadüf eder, alacaklının hakkı ise ma'nâya müteallik­tir.

Eğer paylaşanlardan biri terekeden bir ayn iddia ederse, çelişme bulunduğu için, da'vâsı sahîh olmaz. Çünkü onun taksime yönelmesi, taksim edüen şeyin ortak olduğunu ikrardır.
Mühâyee [29], sahilidir. Lügat bakımından mühâyee; «hey'et» den alınmış olup, müfâale bâbmdandır. Bundan murâd; bir şeye hazırlan­mış olan kimse için zahir olan hâldir. Tehâyü', bundan alınmış olup, tefâül bâbmdandır. Tehâyü'; bir şey üzerine anlaşıp, ona razı olmala­rıdır.

Bunun hakikati şudur: Onlardan her biri, bir hey'ete (şekle) razı olup onu ihtiyar etmiştir. Şer'an ise; menfaatlerin taksimidir. Kıyâs, caiz olmaması idî. Çünkü bu, menfaatleri cinsi ile değiş-tokuş etmektir. Lâkin bu mübadele, brl-icmâ' caizdir.

Mühâyee, bir hanede ba'zan şu ortağın, ba'zan da diğer ortağın oturmasına veya hanenin üst katında şu ortağın, alt katında diğer or­tağın oturması hakkında yapılır.

Bir kölenin, şu ortağa bir gün, diğer ortağa bir gün hizmet etme­si için mühâyee de sahîh olur. Küçük bir evde, şu ortağın bir gün, di­ğer ortağın da bir gün oturması da bunun gibidir.
İki köleden biri Zeyd'e, diğeri Bekr'e hizmet etmesi için mühâyee etmek de sahîh olur. Eğer mühâyee mekânda olursa, her bakımdan if­raz olur. Bundan dolayı onda vakit ta'yin etmek şart kılınmamıştır. Ortaklardan her birinin kendisine mühâyee ile düşen şeyi istiğlâl [30] etmesi caizdir. Bunun akdde şart kılınıp kilınmamasi, müsavidir. Çün­kü menfaatler onun mülkünde meydana gelmiştir. Ariyet ve icâre böy­le değildir.

Zamanda mühâyee, bir bakımdan ifrazdır. Ortağının payı için is­tikraz edilmiş gibi kabul edilir. Bir vechden, mübadeledir. Böyle de­memize sebeb şudur: Çünkü ifrazın ma'nâsı, mekânda olan mühâyeede gerçekleşir, zamanda gerçekleşmez. Şâyed bir köle hususunda zaman­da mühâyee etseler, hüküm yine, böyledir. Çünkü bu müteayyindir. Zîrâ mekânda tehâyü' imkânsızdır. Küçük ev, bu husûsda köle gibi­dir.

Bir veya iki kölenin gelir ve kazancında yâhûd bir veya İki katı­rın gelirinde (gailesinde) yâhûd bir veya iki katıra binilmesi husûsunda yâhûd bir ağacın yemişinde veya bir koyunun sütünde mühâyee et­mek sahîh olmaz. Yânı bu zikredilen şeylerde, menfaati taksim etmek (mühâyee) caiz değildir. Bir kölenin veya bir katırın gelirinde mühâ­yee'nin caiz olmamasının sebebi: İki pay, alınma hususunda birbiri­nin arkasından geldikleri içindir. Zahir olan, hayvanlar hakkında de­ğişmedir. Böylece denklik ortadan kalkar. Bir hanenin istiğlâlinde mü­hâyee, zikredilenin aksinedir. Çünkü zahir rivayete göre, caizdir. Zira zahir olan; akarda değişiklik olmamasıdır. Böylece, birbirlerinden ay­rılırlar.

İki kölede veya iki katırda mühâyee'nin caiz olmamasının sebebi şudur: Hizmette tehâyü', hizmetin taksimi imkânsız olduğu için, za­ruretten dolayı caiz görülmüştür. Gelirde ise, zaruret yoktur. Çünkü gelir, taksim edilebilir.

Bir veya iki katıra binilmesi hususunda mühâyee'nin caiz olma­masının sebebi; iki binicinin farklı olmasiyle binme farklı olduğu için­dir. Şu hâlde eşitlik tahakkuk etmez. Bundan dolayı, kâdî onun üze­rine icbar edemez.

Bir ağacın meyvesinde veya bir koyunun sütünde ve bunların ben­zerinde mühâyee'nin caiz olmamasına sebeb; tehayü'n menfaatlere mahsûs olmasıdır.
Aynlarda [31] tehâyü' bulunmaz. Zaruret, menfaatlerde tehakkuk eder. Çünkü menfaatler var oldukdan sonra çabucak yok olduğu için, paylaştırılması imkânsızdır. Ayn'lar böyle değildir. [32]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..