2- KİSÂSEN ÖLDÜRÜLECEK VE ÖLDÜRMEYECEK OLAN KİMSELER

Hür bir erkek karşılığında, hür bir erkeğe kısas uygulanır. Kenz'-de de böyledir.

Kadın sebebiyle erkeğe erkek sebebiyle de kadına kısas uygula­nır. Hulâsa'da da böyledir.

Köle sebebiyle hür'e ve köle sebebiyle köleye kısas uygulanır. Mn-hıyt'te de böyledir.

Bir müslüman sebebiyle, bir kâfire kısas uygulanır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir zimmî yüzünden, bir müslüman ve bir zimmî yüzünden, bir zimmîye kısas uygulanır,

Bir zimmî, diğer bir zimmiyi öldürdükten sonra, müslüman ol­sa; ihtilafsız olarak, o yüzden ona kısas uygulanır. Muhıyt'te de böyledir.

Dâr-i İslâm'a güvenceli olarak giren bir harbî için, bir müslüman veya bir zimmî'ye kısas uygulanmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Zâhirü'r-rivâyeye göre, güvenpeli bir harbî için, diğer bir güven­celi harbîye de kısas uygulanmaz.

Bir müslüman, mürted bir erkeği veya bir kadım öldürürse; o müs-lümana da kısas uygulanmaz.
Keza, bir müslüman, diğer bir müslümanı, güvenceli olaraK git­tikleri dâr-i harbde öldürse; bize göre kısas gerekmez. Şayet bir müslü­man, dar-i harbde esir olmuş bir müslümanı öldürse; bi'1-ittifak, kısas gerekmez.

İmâra EbÛ Hanîfe (R.A)'ye göre, biu durumda diyet de gerekmez.

İmameyn ise: "Diyet gerekir." buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir küçüğün katli sebebiyle, büyüğe kısas uygulanır. Kör yüzünden, sağlama kısas uygulanır.

Kötürüm yüzünden de sağlama kısas uygulanır.

Halet-i nezi'de (= can vermekte) olan bir kimseyi Öldüren şahsa da —onun yaşamayacağı bilinse bile— kısas uygulanır. Hulâsa'da da böyledir.

Çocuklar arasında, karşılıklı kısas yoktur. Sabinin kasdı da, hatası da müsavidir.

Malı varsa, kasden öldürünce, ondan diyet verilir. Ona keffâret de yoktur.

Hatâen olursa, bize göre mîrasdan da mahrum edilmez. Bunak ve mecnun da, o hâllerinde adam öldürülerse, sabî gibidir­ler. Mubıyt'de de böyledir.

Uzuvları tamam ve sağlam bir adama; —çolak gibi a'zası nok­san ve hasta bir adama bedel olarak— kısas uygulanır.

Akıllı bir adama; delinin yerine kısas uygulanır; deliye ise, akıl­lının yerine kısas uygulanmmaz. Fetftvftyi Kldbftn'da da böyledir.

Katil bir kimseye karşı, hâkim kısas hükmü verdikten sonra, öl­dürülen kimsenin velîsi, Öldürenin deliliğini kabul ederse; iştihsânen, ona kısas gerekmez ve ona, diyet gerekir. Halân'da da böyledir.

Katil, kısas hükmü verildikten sonra delirirse; o, kısâsen katle­dilir. Frtftvâyi Kltihln'da da böyledir.

Uyun isimli kitapda şöyle zikredilmiştir:

Velisi olan bir adam, bir diğerini öldürür; hâkim de ona kısas hükmünü verince; katil: "Benim hüccetim vardır." der; sonra da bu katil delirirse; İmam Mahammed (R.A.): "Bu deli kıyâsen öldürülür; istihsân-da ise, ondan diyet alınır." buyurmuştur. Tatarhânİyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Soğrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, delirir; sonra da ifâkat bulur ve o durumda bir adam öldürürse; o, sahih (sıhhatli, akıllı) adam gibidir.

Ondan sonra yine delirir ve bu delilik devam ederse; kısas düşer.

Şayet devam etmez ve iyileşirse; kısas uygulanır. HaUsa'da da böyledir.

Münlekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birini Öldürdükten sonra, bunasa; şahitler de "onun, öl­dürdüğüne dair" şehâdette bulunsalar ve o, o hâlde bunamış olsa; ben, —onun öldürülmesini değil de— diyet vermesini güzel görürüm. Mnmyt'te de böyledir.

Üzerine kısas vacip olan bir kimse ölürse; kısas sakıt olur. Hîdâ-ye'de de böyledir.

Bir oğul, babasını veya anasını yahut baba veya ana tarafından dedesini —her ne kadar yukarı giderse gitsin— Öldürürse; bu katil de kısâsen öldürülür.

Oğlunu öldüren baba, kısâsen öldürülmez. Baba ve ana tarafın­dan, ne kadar yukarı giderse gitsin bu böyledir.

Dede de kısâsen Öldürülmez. Çünkü, dedeler baba menzilindedirler. Baba ve ana tarafından olan büyük analar da, —ister yakın, ister­se uzak olsunlar— kısâsen Öldürülmezler. Kâfi'de de böyledir.

Babalar ve dedelere evladım öldürdükleri için, diyet lâzım olur. Bu diyeti, üç sene içinde, kendi öz mallarından ödeme yaparlar.

Şayet, baba çocuğunu hatâen öldürdü ise, artık diyetin onun âkı-lesine verilmesi gerekir.

Bize göre hatâ ile öldüren üzerine keffâret gerekir. Kasden öldürmede keffâret yoktur.

Eğer çocuk memlûk (= köle) olur ve onu da babası kasden öl­dürmüş bulunursa; bu durumda, ona kısas uygulanmaz. Mebsût Şeriu'nde de böyledir.

Öldürülen, öldürenin vârisi; veya oğlunun oğlu ise; —herne ka­dar aşağı inerse insin— kısas bâtıl olur; diyet gerekir. Fetâvâyi Kâdihân'-da da böyledir.

Bir amca veya dayı, yeğenlerini öldürdüğünde; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Onlara da kısas gerekmez; kendilerinden başka varisleri olmasa bile üç sene içinde diyet vermeleri gerekir." Fetâvâyi KadBıân'da da böyledir.

Bir adama, kendi kölesini veya mükâtebini yahut müdebberini veya oğlunun kölesini veyahut da bir kısmına sahib olduğu bir köleyi öldürdüğü için, kısas gerekmez. -Hidâye'de de böyledir.

Efendisini öldüren bir köle, kısâsen öldürülür. Hnlâsa'da da böyledir.

Vakfedilen bir köleyi Öldüren şahsa da kısas gerekmez.

Baba gibi, ortağı olduğu kimseyi Öldürene de —kâsıd olsun, ha­ta olsun, küçük olsun, büyük olsun— kısas gerekmez. Tatarhânİyye'de ve Tehzîb'de böyledir.

Kendisinden çocuğu bulunan ve ona ortak olduğu bir kadını (=. müşterek cariyeyi) öldüren kimseye de kısas gerekmez. Fetâvâyi KâdihâıT-da da böyledir.

iki kişi, bir adamı öldürdüklerinde; biri demirle, taşla; diğeri de sopa ile vurursa; ikisine de kısas gerekmez. Her ikisinin malından, yan yarıya diyet gerekir. Onların her birisinden, yan diyet alınır; yalnız imiş gibi.. Yarı diyet, demirle vurandan (onun şahsî malından) alınır; yansı da sopa ile vurandan alınır ve öldürülenin âkılesine verilir. Maksûd Şer-hı'nde de böyledir.

Ebediyen katli lâzım olmayan kimseyi öldüren şahsa kısas uygu­lanması —bunu kasden yapmışsa— vacip olur. Hidâye'de de böyledir.

Kısas, sadece kılıç veya benzeri bir âletle yerine getirilir. Kâfi'de de böyledir.

Hatta bir adam, diğerini yaksa veya suda boğsa, bu katil de boy­nuna kılıç vurularak kısâsen öldürülür.

Keza bir kimse, başka bir adamın, bir yerini keser ve adam da, o yüzden ölürse; bu adam, onun kestiği gibi kesilmez; boynu kılıçla vurulur.

Keza, bir kimse, diğerini başını vurup yararak öldürse; o katil de kılıçla kısâsen öldürülür. Serahsî'nin Mnhiyt'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin başını yardığında; yaralanan şahsı yılan so­kar veya aslan parçalarsa; yaralayan şahsa üçte bir diyet gerekir. Klfl'-de de böyledir.

Bir topluluğu bir adam öldürdüğünde; ölenlerin adamları da, top­luca onu öldürseler; onlara bir şey gerekmez.

Şayet onlardan birisi gelir ve o öldürürse; diğerlerinin de hakkı sâ: kıt olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir topluluk, kasden, bir adamı öldürseler; o bir adam yüzün­den, o cemaat öldürülür. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir defa vurunca, o adam Ölürse; şayet de­mirle vurmuşsa, bu sebeble, katile kısas uygulanır.

Sopa ile vurmuşsa, diyet gerekir.

İmamı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, demirle vurduğu zaman, kesen tarafıyla vurmuşsa; kısas gerekir, İmâmeyn'e göre ise, diğer tara­fıyla vurmuş olsa bile kısas vacip olur.

Bu, İmâm Ebû Hamfc (R.A.)'den de rivayet edilmiştir.

Esahh olanı budur.

Terazi taşıyla (kilo gibi) vurmak da böyledir. Hİdftye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı yaraladığında; o bu yaradan dolayı bir müddet yattıktan sonra ölürse; kısas gerekir. Kifî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsa, kasden bir iğne veya emsali bir şeyle vu­rur; o adam da ölürse; diyet gerekmez.

Bu mes'elede sahih olan budur.

"Eğer, iğneyi öldürmek için batırdı ise, diyet gerekir; değilse, ge­rekmez.'* buyrulmuştur. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini ısırınca; ısırılan ölürse; Ecnâs'ta: "Kendisi ile hayvan kesilen bir âletle vâki olan öldürmelerde kısas gerekir; âlet böy­le değilse kısas gerekmez. Yâni ısırmakla ölen için, kısas gerekmez."

denilmiştir.

Bir adam, diğerine, kançı ile ölene kadar vursa; kısas gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine küçük bir sopa ile, ölene kadar vursa; bize göre kısas gerekmez. Mebsût Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine yüz kırbaç vurduğunda; doksanında ölmese de, onunda ölse; bir diyet lâzım olur.

Açık cevap: Yaralamalarda, eser kalmadan ölen için bir şey gerekmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre, diyet gerekir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, doktor —tabib— ücreti gerekir. İlaç parası gerekir.

Âlimler: "Bu, yaralamadan eser kalmadığı zamana hamledilir. Şa­yet yaradan eser varsa; ölürse; diyet; kalırsa adaletle hükmetmek lâzım­dır." demişlerdir.

En uygun olanı da budur.

Bir adam, diğerine yüz kamçı-kırbaç vurur; o adam yaralanır ve bu yaralar iyileşir; fakat yaradan iz kalırsa; o eser (= iz) için, adaletle hükmetmek gerekir. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, diğerini boğsa da, o adam ölmese; ancak, o adam, ta­nınmış bir boğucu ise ve b aşk asımda boğmuşsa; o siyaseten öldürülür. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bundan sonra tevbe eder ve imamın eline düşmeden önce tevbe etmiş olursa; tevbesi kabul edilir.

Eğer, imamın eline düştükten sonra tevbe etmişse, tevbesine bakılmaz. Bu, bir sihirbaza benzer.

Eğer, tevbe ederse; Şeyhn'l-İslâm, Şerhin'de "Bir kimse diğer birini suya gark eylediğinde; eğer su benzeri Öldürmeyecek derecede az olur ve yüzmekle kurtulma ihtimali bulunursa; buna rağmen, o adam ölür­se, işte bu bi'I-icma hatâ olur.

Fakat, su çok büyük olur da, o şahsın, bağlanmadan, yüzmekle kur­tulma imkânı olmaz; o, güzel yüzme bildiği hâlde ölürse; bu da hataen kasd olur. Çünkü, kurtulma imkânı yoktur." demiştir. İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, hatâen kasd için kıs? s yoktur.

İmameyn'e göre, bu özel bir kasittir ve kısas gerekir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı yakalayıp, ellerini bağlayarak denize atar ve o şahıs da suya batarak ölür; sonra da, ölüsü suyun yüzüne çı­karsa; bu katile o yüzden kısas uygulamaz. Ancak, ondan en ağır diyet alınır.

Bir kimse, diğerini gemiden denize veya Dicleye atar; oda yüzme bilmediğinden suyun dibine batıp boğulur ve ölürse; İmâm Ebû Han/e (R.A.)'ye göre, o, kısâsen Öldürülmez; ona, diyet lâzım gelir.

Şayet suyun yüzüne çıkıp, bir müddet yüzer; sonra da suya garko-larak ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): Bu durumda kısas da, diyet de lâ­zım olmaz." buyurmuştur.

Keza, bir kimse, iyi yüzme bilen birini suya attığında; o şahıs yü-zemeyip, ölürse; diyet lâzım gelmez.

Suya attığı kimsenin öldüğünü veya çıkıp yaşadığım bilmezse; onun öldüğü bilinene kadar, bir şey gerekmez.

Şayet bir iki defa dalar çıkar ve netice-i hâli bilinmez ise, yine onu, suya atana kısas gerekmez. ZahîriyyeNie de böyledir.

İmâm Mohammed (R.A.), CâmhTs-Sağır'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, fırını iyice ısıttıktan sonra, onun içine bir adam atar o adamın da çıkma ihtimali olmayıp, orda yanarsa; kısas gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam diğerini ateşe atsa, sonra çıkarsa bir müddet yaşasa sonrada ölse atan adam onun yanına gelir giderse katledilmez değilse öldürülür.

Bir adam, diğerini bağladıktan sonra, suyu, kazanda ateş gibi ısı­tıp, o âdâmı da kaynar kazana atarak bir müddet bekletse; adamın de­risi yüzülerek hemen ölse; bu durumda, onu atan şahıs da kısâsen öldürülür.

Su sıcak olduğu hâlde, şiddetli kaynar olmaz ve onun içine atıp, orda bir müddet bekletir ve adam sonra ölürse; onu atan, kısâsen öldü­rülür. Adamı önce kazana atıp, sonra da çıkarır; adamın derisi yüzülür ve o gün veya bir kaç gün sonra ölürse; yine onu atan, kısâsen öldürülür.

Adam, biraz iyileşip, yürüyebilir hâle geldikten sonra ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, diyet gerekir.

Bir adam, diğerini, kış gününde, soğuk suya atar ve o adam ölür­se; atana diyet gerekir.

Keza, bir kimse, bir adamın elbisesini soyup, soğuk havada, bir yere bıraktığında; bu adam, soğuktan ölür veya bir şeyle bağlayıp, ka­rın içine bıraktığında, adam ölürse; diyeti gerekir.

Bir kimse bir adamı veya çocuğu bağlayıp güneşin altına bırakır ve o da, güneş çarpmasından ölürse; bağlayana diyet gerekir. Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.

Bir kimse, başka birini damdan aşağıya atar veya dağdan aşağı­ya yuvarlar yahut bir kuyuya atarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunlar hatâ—i kasddir.

İmameyn'e göre ise, şayet kurtulma imkanı varsa hatâ-i kasddir. Kur­tulma imkanı yoksa, amd-i mahz'dır.

İmameyn'e göre, bu durumda kısas gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir adama zehir içirerek öldürse; şayet onu, bir men­faat karşılığı öyle yapmışsa, veya ona zoraki içirerek öldürmüşse; — kısas değil— diyet gerekir.

Şayet içen şahıs zorlamaksızın içmişse, bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu yemeği ye; güzeldir." der; o adam da yer ve yemek zehirli olduğundan, yiyen adam ölürse; tazminat gerek­mez. Hulâsaıda da böyledir.

Bir adam, diğerini tutup, bir yere bağlayarak hapseder ve hapse­dilen adam, orda açlıktan ölürse; İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durum­da, âkılesine diyet vermek gerekir." buyurmuştur. Fetva ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göredir.

Bir adamı sağ olarak kabre koyup öldüren kimse, o yüzden, kı-sâsen öldürülür.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Fetva ise: Âkılesine diyet verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, uyuyan bir kimseyi veya bir sabîyi yahut baygını, bir eve sokar ve ev üzerlerine yıkılırsa; sabî ile baygını tazmin eder. Uyu­yan şahsı tazmin etmesi gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Münlekâ'nın Kilâbü'l-Cinâyâl'inde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) İmâmı A'-zam Ebâ Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir kimse, bir şahsı, bir bezle bağlayıp, vahşi bir hayvanın önüne atar; ve hayvan onu parçalayıp öldürürse; ona ölüm ve diyet gerekmez.

Ancak o şahıs, tevbe edene kadar dövülür ve hapsedilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Ben, o, ölene kadar habsedilir." de­rim buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı, evine sokup, onun yanına da vahşi bir hayvan girdirip, üzerlerine de kapıyı kitler; vahşi hayvan o adamı öldü­rürse; bu işi böyle yapan şahsa bir şey gerekmez.

Keza onu yılan sokar veya akrep ısırır öldürürse; yılanla akrep is­ter onunla birlikte girdirilsin, isterse daha önce o evde mevcut olsun — hüküm, yine yukarıdaki gibidir.

Şayet, bunu bir sabiye karşı yaparsa; işte o zaman, diyet gerekir. Hızânetü'l-MfiftînMe de böyledir.

Bir adam, diğerinin karnını yarıp bağırsağını dışarı çıkarır; son­ra da onu, boynuna bir kılıç vurarak öldürürse; —ve bunu kasden— yapmış olursa; o zaman, kısâsen katilin boynu kesilir.

Şayet hatâ ile yaptı ise, o takdirde diyet gerekir. Kanuni yaran kim­senin, tam diyetin üçte birini ödemesi gerekir.

Bir kimse, diğerinin karnım bir baştan diğer başa kadar yardı ise, tam diyetin üçte ikisini ödemesi gerekir.

Bu, o şahıs, karnı yarıldıktan sonra yaşarsa böyledir. Şayet yaşa­mazsa; o takdirde, bunu kasden yapan öldürülür, hatâen yapan ise di­yetini verir.

Bir adam, diğer birini hafif ölmeyecek kadar yaralar; bir diğeri de, ağır ölecek şekilde yaralarsa; ölecek şekilde yaralayan katil olur.

Bu, yaralamalar ayrı ayrı zamanda olursa, böyledir. Şayet ikisi birden yaralarlarsa; ikisi de katil olurlar.

Keza, bir adam, diğerini on yerinden yaralar; bir diğeri de, aynı adamı bir yerinden yaralarsa, ikisi de katil olurlar. Hulâsa'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin boynunu kesse de, az bir yeri kalsa; adam da­ha canlı iken, bir başkası da gelip onu öldürse; ona diyet gerekmez. Çün­kü, o, ölmüş mesabesindedir.

O hâlde iken, onun oğlu —adamda daha can var iken— ölse; bu durumda adam, oğluna, vâris olur; fakat, oğlu ona vâris olamaz.

Beşr bin Vefd, Müntekâ'da İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un; İbnü Semâı da, İmim Mnhammed (R.A.)'in şöyle buyurduklarım rivayet etmişlerdir:

Bir adam, diğerinin elini kasden kesdikten sonra; eli kesilen adam, elini kesenin oğlunu kaiden öldürse; sonra da, eli kesilen o yüzden Ölse; onun elini kesenin, eli kesilenin yakınlarına diyet vermesi gerekir.

Bu mes'ele, Müntekâ'nın başka bir yerinde İmâm Mohammed (R.A.)'den şöyle nakledilmiştir:

Kıyâsda, eli kesen, kısas edilir; istihsanda ise, malından diyet verilir.

Bir adam, diğerinin oğlunu kasden öldürdükten sonra; oğlu ölen zat, oğlunu öldürenin elini hatâen keser ve o şahıs, bu yüzden ölürse; kısas gerekir, öldürdüğü oğlan için, onun babasının yakınlarına diyet vermesi gerekmez. Mahiyt'te de böyledir.

Bir adam: "Ben, filâna kılıçla vurdum; onu ben öldürdüm." der­se;   İmâm  Ebû  Yûsuf  (R.A.):   "Bu  durumda'*  —kasden  Öldürdüm demedikçe— hatâen öldürmüş sayılır." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdihân'-da da böyledir.

Şayet: "Kılıcımla vurdum; filanı öldürdüm." veya: "Bıçağımı ge­tirdim; filanı öldürdüm." der; sonra da: "Ben, başkasını irâde eylemiş­tim; ona isabet eyledi ve öldü." derse; bu durumda ölüm, hatâen ölüm olur. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Filan adama, kasden kılıcımla vurdum; Öldü mü bil­miyorum." der; onun velisi de: "Senin vurman sebebiyle öldü." derse; o adam, bu sebebden dolayı öldürülmez.

Şayet katil: "Ondan ölmedi; yılan sokmasından veya başka birisi­nin vurmasından öldü." der; ölenin velîsi de: "Hayır senin vurmandan öldü." derse; bu durumda da, o şahıs —kısâsen— öldürülmez. Katilin sözü geçerli olur ve onun, diyetin yansını ödemesi lâzım olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir katil, bir yabancıyı öldürdüğünde; eğer kati, kasden olmuş­sa; kısas lâzım olur.

Şayet hata ile olmuşsa; katil, maktulün âkılesine diyet öder.

Bir yabancı öldürdükten sonra, onun velîsi: "Onun öldürülmesini ben emreylemiştim." der; ona dâirde bir beyyinesi olmazsa; onun sö­züne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Müslüman ve müşrik safları birbirine karıştığında, bir müslüman müşrik zanniyle, diğer bir müslümanı öldürse; bu durumda kısas gerek­mez. Katile diyet ve keffâret vacip olur. Sfldra'ş-Sehîd'in Camin's-Sagırin'de de böyledir.

Âlimler, şöyle buyurmuşlardır: Yalnız, diyet gerekir; keffâret gerekmez.

Bu, saflar karışmış oldukları zaman böyledir. Şayet, maktul müşriklerin safı arasında olursa; o zaman ismet sa­kıt olduğu için bir şey gerekmez. Hidâye'de de böyledir.

Bir adam, bir müslimana, onu Öldürmek için kılıç çektiğinde; digeri, onu öldürse; bir şey gerekmez.

Bunun, gece veya gündüz; şehirde veya köyde olmasında bir fark yoktur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, şehrin içinde gece; veya şehir haricinde gündüz, sopa­sını çekerek kasden bir adamı öldürmek istediğinde; kendisine sopa çe­kilen şahıs, kasden onu Öldürse; ona bir şey gerekmez.

Şayet, şehirde ve gündüz, kasden öldürürse İmâm Ebâ Hanife (R.A.)'ye göre, kısâsen öldürülür.

İmâmeyn'e göre kısas gerekmez.

Bir deli, birine silahını çeker; kendisine silah çekilen de kasden onu öldürürse; malından diyet lâzım olur. Bu, sabîye ve hayvana karşı yapılırsa yine böyledi. Hidiye'de de böyledir.

Bir kimse, silahını teşhir etse; (= karşısındakini tehdit ederek si­lâhım gösterse); sonra da, ondan vazgeçse; daha sonra da vurulmak is­tenilen şahıs; onu vursa ve öldürse; bu katile kısas gerekir. Bu, önceki, evvel vurur ve sonra da vurmaktan vaz geçerse; o zaman böyledir. Ya­ni, onun o şeyle ikinci defa vurmayı istemediği zaman böyledir. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, şehirde birine silah çeker ve vurur; sonra da vurulan şahıs, onu öldürürse; kısas gerekir. Bunun mânası, önce vuran vaz geç­ti ise böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, geceleyin birinin yanına girer ve âletini çıkararak, ona vurmak isterken, bir hırsız çıkar ve o vurup Öldürürse; öncekine bir şey gerekmez.

Bir mes'elenin te'vili: Eğer, önceki şahıs, öldürmekten vaz geçme­yecek idiyse; o takdirde katledilir. Hidâye'de de böyledir.

Fakat, aralarında anlaşma yaparlar ve aldığını terkedip gider; böy­lece bir şey yapmamış olur ve diğeri onu öldürmüş bulunursa; ona kısas gerekir. Hidâye ŞeAı'nde de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [9]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..