9- CİNAYETİ EMRETMEK VE SABİLERLE İLGİLİ MES'ELELER

Bir adam, bir başkasına, "kılıç ile onu öldürmesini" emreder; o da öldürürse; o hususda kısas gerekmez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen iki rivayete göre bu böyledir.

Esahh olan, bu durumda diyet de lâzım olmaz. Bu, İmâmeyn'in de kavlidir.

Şayet ona, "elini kesmeyi" veya "gözünü çıkarmayı*' emrederse; o da, hemen onu yapıverirse; iki durumda da tazminat yokdur. Zahîriy-ye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başkasına: "Elimi şu elbiseyi sana vermeme karşılık kes" veya "Şu dirhemlere karşılık, elimi kes." der; o adam da öyle yaparsa, ona kısas yoktur; beşyüz dirhem de yoktur. Muhıyt*te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Kanuni, sana para karşılığı sattım." der; o da, onu öldürürse; kısas gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Oğlumu öldür." veya "Onun iki elini kes" der ve oğlu da çocuk olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, ona kısas uygulanması gerekir. Güzel olanı, onun diyet vermesidir.

Şayet bir adam, diğerine: "Kölemi öldür." veya: "Elini kes." der; o da öyle yaparsa; bir şey gerekmez. Vâkıât-ı Husamiyye'de de böyledir.

Şayet bir adam, diğerine: "Kardeşimi öldür." der; o da öldürür ve emreden de onun vârisi olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu katilden, diyet almak güzel olur." buyurmuştur.

Eğer: "Başını yar." der; o da yararsa; onu yapana bir şey gerekmez.

Şayet, o yaradan ölürse, öldürene diyet gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Babamı öldür." der; o da öldürürse; katilin, oğluna diyet ödemesi gerekir.

Şayet: "Babamın elini kes." der; o da keserse; kısas gerekir. Hüsâm'ın Vâkiâtı'nda da böyledir.

Bir adam, başkasının kölesine: "Nefsini öldür." der; o da öldü­rürse;  bu durumda,  emreden şahsın,  o kölenin kıymetini Ödemesi gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Bana karşı VJir suç işle." der; o adam da ona bir taş atıp onu benzeri ile yaşanabilen bir yara ile yaralarsa; bu şahsa cani denir; katil denilmez. Sonra da o adam, bu yüzden ölürse; bucâniye bir şey gerekmez.

Şayet onu, emsali ile yaşanmayacak bir şekilde yaraladı ise, işte o zaman, ona katil denilir ve üzerine diyet gerekir.

Eğer: "Bana karşı bir suç işle" der; diğeri de, onu kılıcıyla öldü­rürse; ona kısas yapılmaz; malından diyet öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir sabi diğer bir sabiye bir insanı öldürmeyi söylese, o da hemen öldürse, öldürenin âkılesi üzerine diyet düşer ve o âkile söyleyenin âkile-sine müracaat edemezler. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Şayet emr olunan köle ise, onun efendisi, emreden şahsa müracaat eder. Attâbî'nin Ziyâdât Şerhi'nde de böyledir.

Bir adam, bir sabîye, "bir adamı öldürmesini" emreder; o-sabî de, o adamı Öldürürse; diyet, öldüren sabînin âkılesine âit olur. Ve o âkile, emreden  şahsın  âkilesine  müracaat  eder.   Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet, kendisine emredilen kimse ticaretten men edilmiş bir köle ise, (ister küçük olsun isterse büyük olsun) onun efendisi muhayyerdir:

ister, köleyi verir; isterse, fidyesini verir. Sonra da, verdiğini emredenin malından geri alır. Attabî*nin Ziyâdat Şerhî'nde de böyledir,

Bir baliğ, diğer bir baliğe böyle bir şey emrederse; tazminat katile âit olur; emredene ait olmaz. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, bir sabiye "diğer birinin malını öldürmesini" veya "elbisesini yakmasını" yahut "yemeğini yemesini" emreder; sabî de emredileni yaparsa; tazminat, o sabînin malından yapılır. O da emre­dene müracaat eder.

Şayet, bir sabî, böyle bir şeyi bulûğa ermiş bir şahsa söyler ve o da, onu  yaparsa;   sabîye   tazminat   gerekmez;   tazminatı   baliğ   yapar. Serahsî'nin Mohıyt'inde de böyledir.

İzinli bir köle, kör sabîye, "bir adamın elbisesini yırtmasını" emreder veya sabîyi, bir ihtiyaç için gönderince, o sabî suç işlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu durumda, emreden şahıs tazminatta bulunur. Şayet, o adam, öldürmesini emretmiş olsaydı ve o da onu öldürseydi, âmire tazminat gerekmezdi." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Şayet, emreden izinsiz bir köle emredilen de onun gibi ise, katilin efendisi muhayyerdir: İster, köleyi verir; ister» fidyesini verir. Hâl-i hazırda da, emredilenin efendisine müracaat edemez. Fakat, köle azle­dildikten sonra, ona tazmin ettirir.

Eğer, emreyleyen küçük ise, işte o zaman, azâd edildikten sonra da ona müracaat edemez. Attâbî'nin Ziyâdat Şerhî'nde de böyledir.

Mükâtep, —büyük olsun küçük olsun— izinli veya is^nsiz bir köleye —küçük veya büyük olsun— "bir adamı öldürmesini" emreder; o da, onu öldürürse; öldürenin efendisi, ister köleyi, isterse fidyesini verir.

Sonra da kıymeti için, mükâtebe müracaat eder.

Ancak, kölenin kıymeti on bin dirhemden fazla ise, o takdirde, on bin dirhem için müracaat eder.

Ancak, kölenin kıymeti on bin dirhemden fazla ise, o takdirde, on bin dirhem için müracaat eder.

Şayet mükâtep, âciz ise, katilin efendisi, onun efendisine, müracaat, ederek, onun satılmasını ister.

Eğer acz halinden sonra veya önce o mükâtep, azledilirse; katil kölenin efendisi, ona takip ederek verdiği kölenin kıymetini veya azle­dilen mükâtebin kıymetini alır. Muhıyt'te de böyledir.

Emreden —küçük veya büyük— mükâtep olur me'murda hür olursa; diyet, öldürenin âkılesine âit olur. O âkile de mükâtebin kıyme­tine   müracaat   eder.   Çünkü,   bu   cinayet   mükâtebin   cinayetidir. Attâbî'nin Ziyâdat Şerhı'nde de böyledir.

Şayet mükâtep âciz olup, hâkim hükmünü vermeden önce, köleliğe dönerse; bu mükatebten, katilin âkılesinin hakkı bâtıl olur.

Fakat, bu hâkimin hükmünden sonra olur; âkile de henüz diyeti ödememiş bulunursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, hâli hazırda yine haklan bâtıl olur. Âzad edildikten sonra, ona müracaat ederler.

tmâmeyn'in kavline göre ise, haklan batıl olmaz ve onun hâli hazırda olan malını alırlar. Muhiyt'te de böyledir.

Hükümden sonra âciz ve katilin âkılesine bir şeyler de ödemiş bulunursa; onlar teslim edilirler; ödenmeyen bâtıl olur.tmâm Ebû Hani-fe (R.A.)'ye göre, bâtıl olmaz.

İmâmeyn'e göre, geride kalan borcu için o satılır. Çünkü, efendisi onu Ödememiştir. Attâbî'nin Ziyâdat Şerhı'nde de böyledir.

Aczinden  sonra,  efendisi onu —hakim hükmünü verdikten sonra— azâd ederse; katilin âkılesi muhayyerdir: İsterlerse, onun efen­disine tazmin ettirirler ve geride kalan için de azâd olmuş bulunan mü-kâtebe müracaat ederler; isterlerse, tamamını ö âzad olunmuş adama ödetirler.

Bu, tmâmeyn'in kavlidir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.) ise şöyle buyurmuştur:

Onlar efendiye tazminat yaptıramazlar. Hâli hazırda, köleye de yaptıramazlar.

Şayet köle, âciz olmaz ve kitabet bedelini öder; hakimin hük­münden önce de azad edilir veya hükümden sonra azad edilirse; artık, katilin âkılesi, ona müracaat ederler. Ancak, ödedikleri kadar alırlar ve onlar, üç senede üçte bir diyet ödemişlerdir. Kendileri de o adama, onu üç senede —üçte bir, üçte, bir, üçte bir almak üzere— ödetirler. Muhıyt'te de böyledir.

Âmir de, me'mur da mükâtep iseler; tazminat katile ait olur. O, âmirede müracaat edemez. Attâbî'nin Ziyâdat Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine, "kölesini kırbaçlamasını" emreder, o da, ona kırbaç vurup yaralar; veya elini keser ve o adam ölürse; bu cinayetin yarısı bâtıl olur; yarısını cânî tazmin eder. Camii Kebîr Muhtasar'in da da böyledir.

Bir  adamın  kölesi  olur  ve bir başkasma,   "onu bir defa kamçılamasını" emreder; o da iki defa vurur; bir kamçı da efendisi vurur; sonra da ona, bir yabancı bir kamçı vurur ve bu köle ölürse; ikinci kamçıyı vuran me'murun âkılesinden, kölenin kıymetinin altıda biri alınır; yabancının âkılesinden ise kıymetinin üçte biri ahnır; bundan başkası £âtıl olur.

Kendisine emredilen şahıs üç kırbaç vursaydı, mes'ele yine bu hâl üzere olurdu. Serahsî'nin Muhıyt'ınde de böyledir.

İki kişinin ortak bir köleleri olduğunda; onlardan birisi, ortağına: "Ona bir kırbaç vur" diye emreder; o da, ona bir kırbaç vurduktan sonra, iki kırbaç daha vurur ve daha sonra da, kırbaç vuran şahıs, o köleyi azâd eder; bilâhare de, diğer efendisi, o köleye bir kırbaç vurur; köle de bu kırbaçların tesiriyle ölürse; bu ortaklar, vurdukları kırbaçlar nisbetinde diyet öderler.

Şayet fakir iseler, tazminat gerekmez.

Eğer zengin iseler, önceki vuran kıymetinin yan diyetini, ikinci vuran şahsa öder. tkinci vuran da, yan diyetini —varsa— bu kölenin varislerine; yoksa, âkılesine öder. Muhtasar Camii Kebîr'de de böyledir.

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, iki kişiye: "Şu köleme, yüz kamçı vurunuz." derse; onlardan birisinin, yüz kamçı vurmak hakkı yoktur.

Eğer, birisi doksan dokuz kırbaç vurur; diğeri de bir kırbaç vurursa; kıyasda, doksan dokuz kamçı vuran onu tazmin eder.

îstihsandS ise, tazminat yoktur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir sabîye, bir silah vererek: "Şunu tutu." der; sabî de o silah sebebiyle helak olursa; silahı ona verenin, o sabînin âkılesine diyet vermesi gerekir.

Şayet: "Bunu, benim için tut." demedi ise böyledir. Muhtar olan, öyle demiş olsa da yine diyet gerekir.
Bir kimse, bir sabîye bir silah verir ve o sabî, bu silâhla kendisini veya başkasını  öldürürse,  bi'1-icma silahı veren  şahsın tazminatta bulunması gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Silahı sabîye veren şahıs, onun helak olmasını istemediği hâlde, sabî kendi kendini Öldürür veya silah elinden düşerek ölümüne sebep olursa; ona silah veren şahsa tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, ticâret yapmasına izin verilmemiş bir sabîye: "Şu ağaca çıkda, bana meyvesinden topla." der; sabî de ağaçtan düşerek ölürse; emredenin âkılesinin, sabînin diyetini vermesi icabeder.

Sabîye bir şey taşımasını veya ağaç kesmesini emrederse; hüküm yine böyledir.

Şayet, o sabîye: "Şu ağaca çıkda meyve topla." deyip "Benim için topla." demese; sabîde öyle yaparken düşüp ölse; âlimler burda ihtilaf eylediler.  Sahih ölen  kavil,  ister  "benim için topla."  desin; ister demesin, her hâlinde de tazminat gerekir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Câmiu's-Sağır'de şöyle zikredilmiştir*

Bîr adam, diğerinin kölesine: "Şu ağaca çık ve yemen için meyve topla." der; o da ağaca çıkar ve düşüp ölürse; tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin kölesine odun kırmasını veya başka bir iş yapmasını emreder; o yüzden de bu köle Ölürse; tazminat gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, bir sabîyi, bir hayvana bindirip ona: "Bunu, benim için tut." der; bu sabî de, o hayvandan düşüp ölürse; onu bindiren şahsın âkılesinin diyet vermeleri icabeder. Sabînin buna benzer bir hayvana binebilmesi ile binememesi müsavidir.

Şayet, bir sabî, hayvanı sürer; o da birisini tepeleyerek öldürür ve bu durumda, sabî de hayvanın üzerinde olursa; ölenin diyetini; sabînin âkılesi tazmin eder. Onu, bu hayvana bindirenin âkılesine bir şey gerekmez.

Eğer sabî, hayvanı sürecek durumda değilse, küçüklüğünden dolayı, hayvanın basıp öldürdüğü adamın kanı heder olmuştur (= boşa gitmiştir).

Eğer üzerindeki çocuk da düşmüş ve o da ölmüşse; ister hayvan dururken düşsün, ister giderken düşsün, çocuğun diyeti, onu hayvana bindirenin âkılesi üzerinedir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir hayvana, sabî ile birlikte, bir adam da bindiğinde; o hayvan, bir adamı tepeleyip öldürse; diyeti hasseten o binen adamın âkılesinin üzerine olur. Kendisine de keffaret gerekir.

Şayet, hayvana sabî vurur ve hayvan o yüzden yürürse; işte bu durumda, hayvanın tepeleyip Öldürdüğü adamın diyetin, hem çocuğun, hem de yanındaki adamın âkileleri öderler.

Sonra da çocuğun âkileleri, büyüğün âkılelerine müracaat ederler. Serahsi'nin Muhiyt'ınde de böyledir.

Bir köle, hür bir çocuğu, bir hayvana bindirir; ve o çocuk, bu hayvandan düşüp Ölürse; onun diyeti, köleye aittir. O kölenin efendisi, ya o köleyi veya fidyesini, çocuğun sahibine verir.

Şayet köle, sabî ile birlikte hayvanın üzerinde olur ve birlikte giderken, hayvan bir adama basarak öldürmüş bulunursa; diyetin yarısı, sabînin âkilesinin boynuna, yarısı da köleyedir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Yaşlı bir hür, küçük bir köleyi, bir hayvanın üzerine bindirdiğinde o çocuk da emsali hayvana binip sürebilmekte olan bir çocuk olur sonra da, ona, "hayvanı sürmesini" emreder; o hayvan da, bir adamı tepeleyip Öldürürse, işte bu hâlde, mes'uliyet köleye aittir. Onun efendisi, ya onu verir veya diyetini öder.

Sonra da, onun efendisi, onun kıymetinden en azım gasıptan alır.

Bir çocuğu hayvanın üzerine kor; o da hayvana vurmaz ve onu tutmaz, hayvan kendi başına gider ve bir adamı tepeleyip öldürürse; o adamın kanı heder olmuştur.

Bir adam, bir sabîyi, bir duvar üzerinde veya ağaç üzerinde görüp, onu çağırır vey ona: "Düşme" der; çocuk da düşüp; ona öyle söyleyen şahsa bir şey gerekmez. Mebsûl Şerhî'nde de böyledir.

Babasının yanında olan bir çocuğu, bir başkası, babasının elinden çeker; babası da çocuğu tutar ve bu çocuk ölürse; diyet, çocuğu çeken şahsa ait olur. Babası da ona vâris olur.

Şayet çocuğu birlikte çekseler (yani, bir taraftan cani; diğer taraftan baba çekse) ve bu çocuk ölse; diyeti, ikisinin arasında olur. Bu baba, çocuğa vâris de olamaz. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir çocuk, suda boğulup ölse, veya duvardan düşüp ölse; şayet nefsini muhafaza edecek kadar indi ise,  ana ve babasına bir şey gerekmez.

Şayet çocuk nefsini koruyacak durumda değilse, eğer bu evlerinde oldu ise her ikisine de keffâret gerekir.

Eğer her hangi birisinin hücresinde (odasında) oldu ise, yalnız ona keffâret gerekir.

Fakıyh Ebûl Kasım, ana baba hakkında şöyle buyurmuştur: Şayet onlar, sabiyi takip etmezler de, o sabî damın üzerinden düşer

ve ölürse veya yanarsa; onlara, tevbe istiğfardan başka bir şey gerekmez. Fakıyh Ebû'l-Leys'de bunu ihtiyar ederek: "İkisine veya birisine kef­fâret gerekmez." buyurdu. Ancak, elinden düşürürse o müstesnadır. .    Fetva da Ebû'l-Leys'in ihtiyarı üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.

Sahih olan da budur. Fetâvlyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir ana, çocuğunu babasının yanma bırakıp gider; sabî da, bir başka kadının memesini kabul eder; fakat, babası süt anası tutmaz ve çocuk açlıktan ölürse; işte bu dununda, baba hem günahkârdır; hem de keffâret orucu tutması gerekir. Tevbe etmesi de elzemdir.

Şayet sabî, başka kadının memesini kabul etmiyor; anası da bunu bilmiyorsa, günâh anasına aittir. Çünkü, onun ölümüne sebeb olmuştur ve keffâret gerekir.

Bu mes'ele  de,  önceki mes'ele  gibi ihtilaflıdır.  Mubıyt'te de böyledir.

Altı yaşındaki bir kız çocuğu, âteşin yanına otururken, baba çıkıp gittikten sonra; ana da çıkıp komşuya gitse ve bu kız çocuğu yanarak ölse; bu durumda anneye diyet gerekmez. Şayet malı varsa, bu anne inanmış bir kadını azâd eder. Değilse, arka arkaya iki ay oruç tutar. Üzüntü, nedamet ve istiğfarda bulunur. Umulur ki, Allahu Teâlâ onu bağışlar.   Bu  müstehap  olandır.  Netice  ise,  keffâretler  kısmında geçmiştir. Zahıriyye'de de böyledir.

el-Asl kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, hür bir sabîyi gasbedip* götürür; bu sabî de ölürse; burda iki durum vardır.

Korunması, kaçınılması imkânı olmayan bir iş sebebiyle Ölmüş olabilir.
Şöyle ki: Bu Çocuğa humma hastalığı isabet eylemiş olabilir. Bu durumda, bi'1-icma gasıbın tazminatta bulunması gerekmez.

Veya  kaçınılması  ve  korumılması  mümkün  olan  bir  şeyden ölmüştür.

Başkası tarafından öldürülmesi; ona bir taş değmesi veya üzerine duvar yıküması yahut yıldırım düşüp, ona isabet ederek öldürmesi veya yılan sokması yahut vahşî bir hayvanın parçalaması veya duvardan atılması, dağdan yuvarlanması gibi durumlarda gâsıp, çocuğun diyetini, tazmin eder.

Üç imamımızın görüş de budur.
Keza,  sabî,  kendi nefsini katlederse bİ'1-icma gâsıba tazminat gerekmez.

Köle hakkmda ise, kaçınması mümkün olan hallarde, aksi halde de böyledir. Yani her halde tazminat gerekir. Mahıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir sabiyi gasbeder ve onu Öldürücü olan bir yerin yakınma bırakır ve o helak oiursa (ölürse) —o hür ise— tazminat gerekir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, bir sabîyi, bir köleye emânet eder; o köle de, onu öldü­rürse; âkılesinin, onun kıymetini tazmin etmesi gerekir.

Şayet, bir köleye, bir yiyecek emânet edilir; o da, onu yerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, tazminat gerekmez.

Fakat, îmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "İki durumda da tazmin eder." buyurmuştur.

Bundan dolayı, mahcur bir kölenin yanına, bir mal, emânet olarak bırakıldığında, o mal orda zayi olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, tazminat gerekmez. O, azâd edil­dikten sonra sorumlu tutulur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise; hali hazırda sorumlu tutulur.

Buna göre, borç vermek, ariyet bırakmak, satış ve teslim gibi şeylerde köle ve sabî hakkında (sabî akıttı olursa) tazminat gerekir.
Sabî akıllı olmaz ise, bi'1-icma tazminat gerekmez. Eğer emânet edilmeyen bir malı zayi ederse, tazmin eder. Kâfî'de de böyledir.

Bir baba, terbiyesi için çocuğunu döğduğünde veya bir vasî ter­biyesi için yetimi döğünce, çocuk ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat gerekir.

Şayet, dersi için, muallimi, babanın veya vasînin izni olmadan döğerse; bu durumda tazminat gerekmez.

Bir koca, karısını terbiye etmek için, döver ve kadın ölürse; taz­minat gerekir.

Terbiyesi için dövdüğü çocuk ölürse, babaya, —diyet değilde— keffâret gerekir.

Onun haricinde bir sebeple dövüp öldürürse, hem keffâret, hem de diyet gerekir.

Karısını öldürene hem diyet, hem de keffâret gerekir. Hüsâm'ın Vâkıâtı'nda da böyledir.

Bir kadın (ana) küçük çocuğu, terbiye için döverse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ona tazminat gerekir.

İmâraeyn'in, bu husustaki kavillerinde âlimler ihtilaf eylediler: Bir kısmı: "Onlara göre tazminat gerekir." bir kısmı da "gerekmez" buyurdular. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, Kur'an öğretmek için, çocuğunu döverse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): Çocuk Ölürse» baba diyetini öder ve ona vâris olamaz." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise; bu durumda baba, hem vâris olur; hem de diyet ödemez" buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Hacamatçı, kan alan, neşter vuran veya sünnetçi bir kimse, çocukların sahiplerinin izniyle, sanatlarını ifa ederler ve bu yüzden çocuk ölürse; onlara tazminat gerekmez. Sirâciyye'de de böyledir.

Sanatkârlar, efendisinin izniyle, bunları, bir köleye yapsalar yine tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir sünnetçi, babasının izniyle, bir çocuğu sünnet ederken, bıçak çocuğun haşefini kesse ve o çocuk ölse; sünnetçinin âküesi, yarı diyet öder.

Eğer   sabî  yaşarsa,   sünnetçinin   âkılesine   tam   diyet   gerekir.

Serahsfnin Muhıyt'ınde de böyledir.

Bu söylediğimiz "haşefesi kesilip de Ölene yarı diyet" sözü, İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet edilmiştir.
Bu rivayet, Mecmûu'n-Nevâzil'de yazılıdır. el-Asi kitabında ise: "Bir şey gerekmez." buyrulmuştur. Bu,   cinayetü'1-Itak  bahsinde  de  zikredilmiştir.   Zehıyre'de  de böyledir. [31]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..