5- MEÇHUL VE MÜBHEM OLAN HUSUSLARDA İKRAR

îkrar edilen şey meçhul (= belirsiz) ise, bu durumda bir şey gerekmez.

Bu bilgisizlik, fazla olursa, bu böyledir. (Mesela: İnsanlardan birine, benim dirhem borcum var." veya: "Şu ikiden birine, bin dirhem borcum vardır." demek gibi...) Bunu, Şemsü'l-Eimme ve ŞeyhuM-İslâm Mebsût'unda, ve Nâüfî Vakfı'nda böyle yazmışlardır.

Bilgisizlik caiz değildir. Bunu beyana da zorlanılmaz. Çünkü ken­dileri için ikrar olunan iki zat, ikrar eden şahıstan alacakları hususunda ittifak edebilirlerse; veya aralarında anlaşma yaparlarsa, davalarının sahih olması mümkündür. Bu durumda ikrar edicinin ikrarı da caizdir.

KâfîMe de: "Sahih olan budur." denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet:  "Filanın, benim üzerimde on dirhemi vardır." veya "Filanın üzerimde alacağı vardır." derse bir şey gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Bu köleyi, filandan gasbeyledim." veya "Bunların her birisi, diğeri için vekildir." derse, bu ikrar fasid olur.

Açıklama yapmaya da cebredilmez.

Şayet aralarında anlaşma yapabilirlerse, o takdirde köleyi ikrar eden şahıstan alırlar.

Eğer anlaşamazlarsa, onların her birine, Allah adına "Bu köle benimdir." veya ".. .değildir." diye, yemin ettirilir.

Bu durumda, hakim, kimi dilerse, önce ona verir. İsterse, ara­larında kurra da çektirir.

Eğer yeminleşirlerse, bu, şu üç halden hali kalmaz.

Birincisi: İkisinden biri yemin eder; diğeri etmez. Bu durumda, yemin edene bir şey gerekmez; etmeyen ise, kölenin tamamını öder.

İkincisi: İkisi" de yemin etmez. O zaman da kölenin bedelini yarı yarıya öderler.

Üçüncüsü: Hakim, ikisine birden veya fasılalı olarak yemin verir.

Şayet her ikisi de yemin ederlerse, her biri davadan düşen

Eğer aralarında anlaşma yaparlarsa, ikrar eden şahıstan köleyi alırlar. Ve o köle, ikisinin kölesi olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli, budur. Fakat bu, önceki görüşüdür. Sonra bu görüşünden dönmüş ve İmâm Muhammed (R.A.) gibi: "Yeminden sonra anlaşmaları caiz olmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğeri için: "Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın da yüz dirhemi' vardır." veya "Filanın (yani önceki adamın) bende, bin dirhemi vardır; eğer yüz dinarla anlaşırlarsa." yahut: "Filanın, üze­rimde yüz dirhemi vardır; filanın da üzerimde bir kür buğdayı vardır." veya "öncekinin yüz dinarı; filanın da bir kür arpası vardır." derse; bu durumlarda sonrakiler için, bir şey gerekmez. Fakat onlardan her birine, adam da nelerinin olduğu hususunda yemin verilir,  Mebsût'ta da böyledir.                                                                .           .

Bir kimse: "Filanın» benim üzerimde, yüz dirhemi vardır ve filanın da vardır." derse; önceki filanın elli dirhemi, sonrakinin de elli dirhemi olmuş olur. Bu durumda ikisine de yemin verilir. Eğer ara­larında anlaşabilirlerse, yarı yarıya taksim ederler.

Şayet filana yüz dirhem borcum var; filana, filana da var." demiş olursa; sonraki filan üçte birin yarısını alır; önceki iki kimse de kalanı yan yarıya taksim ederler. Hâvi*de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende yüz dirhemi vardır. Filanın, filanın, filanın da vardır." derse; önceki için üçte bir, sondaki içinde üçte bir vardır; ikinci ile üçüncü filanlar yemin ederler. Aksi takdirde, anlaşma yaparak,   kalan   üçte   biri   aralarında   taksim   ederler.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: "Filanın bende yüz dirhemi vardır. Bin dirhem filanındır." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu "filanın ve filanın..." demek gibidir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda bin dirhem Öncekinin olur. Diğerine bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, kendisi için ikrar olunan şahıs meçhul ise, bu durumda, bir kimsenin: "Senin için, birinize bin dirhem borcum vardır." demesi halinde, bu ikrar sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Benim üzerimde veya filan kölenim üzerinde, on dirhem borç vardır." dese, bu durumda köleye karşı bir şey yoktur. Kendisi hakkında da açıklamada bulunması gerekir. Şayet borç, kölenin kıymetini içine alırsa, (yani oriun kıymetinden fazla olursa) bir şey gerekmez.

Eğer, bir gün onun borcunu öderse ikrarı lazım olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bilineni ikrar sahih olduğu gibi, bilinmeyenin ikrarı da sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahıs ikrar ederek: "Filan adamın, benim üzerimde bir şey hakkı vardır." derse; onun kıymetini açıklaması gerekir.

Eğer başka türlü açıklama yaparsa, ondan dönmesi gerekir.

Dönerse onun sözü geçerlidir. Yalnız, yemin ettirilir.

Şayet ikrar olunan şahıs, daha fazlasını iddia ederse, bu böyle yapılır. (Yani ikrar edene yemin verilir. "Filanın benim üzerimde hakkı vardır." demeside böyledir. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse: "Filanın, benim üzerimde hakkı vardır." dedikten sonra, "Ben, onunla İslâm hakkını kasdeyledim." derse, konuşmasını aralıklı yapmış olması halinde, bu sahih olmaz. Fakat aralıksız yaptı ise, bu sahih olur.

Keza: "Filanın, benim kölem fülanın üzerinde, hakkı vardır." derse, bu, kölesi üzerinde bulunan hakkı ikrardır.

Kendisi için ikrar olunan zat, kölede ortaklık iddia eder; ikrar eden de bunu inkar ederse, yeminli olarak ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.

Eğer: "Filanın, kölemde hakkı vardır." derse; bu durumda, yukardaki meselenin hilafına, kölenin kendi zatında alacağı olduğunu ikrar olur. Hatta ikrar eden şahıs: "Ben, kölenin ona borcu olduğunu kasdeyledim." dese bile, bu sözü tasdik olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir adam: "Filan zatın, benim kölemde, şu hakkı vardır." veya "...şu eşyalarında hakkı vardır." der; talip de zimmetinde hak talebinde bulunur, kendisine ikrar olunan şahıs eğer "onda ve köle de hakkının olmadığına; "yemin ederse; dediği gibi olur.

Şayet, "her ikisinde de hakkının olduğunu" iddia eder; bir topluluk da dilediklerini ikrar ederlerse, onların ikrarı gibi olur. Onlardan birini ikrar ederse, yine böyle olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer, "birisinden bir şey gasbeylediğini" ikrar eder, onun da ne olduğu açıklamazsa, bu durumda da ikrarı sahih olur; ancak açıklama yapması emredilir.

Eğer bir mal beyan eder (= açıklar) (ev, dinarlar veya benzeri şeyler gibi...) ikrar olunan da onu tastik ederse; teslim sırasında, ikrar eden fazla bir şey vermez. Şayet ikrar olunan şey tasdik eder ve daha fazlasını iddia ederse, o zaman, ikrar edenle ikrar olunanın ikrar ettikleri şeyin arası ödenir.

Şayet ikrar olunan şahıs, daha fazla iddiada bulunursa; yemin verilir ve iki ikrarın arasını inkar ederse, bu batıl olur. Ö takdirde, ikrar edenin sözü muteber olur. Mııhıyt'te de böyledir.

İkrar eden şahsın ikrarı, bir mal olmaz; onu da ikrar olunan şahıs tasdik ederse; açıklaması gerekir. Açıklamazsa, bir şey lazım olmaz.

Meselâ açıklar ve: "Ben, ondan bir avuç toprak gasbeyledim ve bir tane buğdayını aldım veya bir kaç tane susamını aldım." der; ikrar olunan şahıs da bunu yalanlar ve "kıymetli mallarını aldığını" iddia ederse; o zaman mukir (- ikrar eden şahıs) tasdik olunur mu?

Eğer, gasbetmeyi gerektiren bir malı gasbeylemişse, sözü kabul edilir; değilse kabul edilmez.

Bazı alimler: "Az da, çok da olsa, gasbolunanın bilinmesi, açıklanması gerekir." demişlerdir.

Esahh olan da budur. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir  adam,  ikrar ederek:   "Filan  zatın, yanında bir emaneti olduğunu" iddia eder ancak, onun ne olduğunu açıklamaz, sonra da onun bir şey olduğunu söyler» oda, onu tasdik ederse, veya "emanetinin geldiğini, fakat kusurlu geldiğini" söyler ve o kusurun da onun yanında meydana geldiğini iddia ederse, bundan dolayı ikrar ediciye bir tazminat yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, "diğerinden bir köle gasbeylediğini" ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur. Ve, onu açıklaması gerekir.

İkrar eden, onu açıklar ve: "Gasbeylediğim köle, genç, dinç yeni bir köle; veya orta halli bir köle, veya adi zayıf yaşlı bir köle..." der; ikrah olunan da onu tasdik ederse, bu durumda, mukarrün leh (= kendisi için ikrar olunan şahıs), ikrar olunan köleyi alır.

Şayet, ikrar olunan şahıs, ikrar edeni yalanlar ve başka bir köle iddia ederse, o takdirde, yeminle birlikte, irkar edicinin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir deveyi veya bir bâiri yahut bir elbiseyi ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur. Ve ikrarına rücû olunur. Muhıy'te de böyledir.

Bir kimse, "bir ev gasbeylediğini ikrar ederse, onun sözü kabul edilir. İster, "şu ev" desin; isterse, başka bir belde de olan bir evi söylesin fark etmez.
Şayet: "Şu elimdeki ev..." der; "...o da şu adamın..." derler ve ev elinde olan adam da onu inkar ederse; ikrar edene bir şey gerekmez. Başka] bir şey de alınmaz, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye görejev onun olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise —Önceki kavli— ev diğerinin olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'de göre yeminle birlikte— ikrar eden evi ikrar olunana öder. Havî'de de böyledir.

Bir adam: "Şu cariyeyi gasbeyledim." veya "Şu köleyi gasbey-ledim." dediği halde, ikrar olunan şahıs, her ikisini de iddia ederse, o zaman, gasbediciye: "Bunlardan —hangisini istersen— birini ikrar et; diğerine de yemin et." denilir. Eğer, birini ikrar ederse, o uhdesinden çıkar. İkrar olunan şahıs da onu tasdik ederse; o takdirde, irkar olunan şahıs onu alır. İkincisinin davası kalır.

Onun davasında da, inkar edenin sözü —yemin etmek şartıyla— geçerlidir.

Eğer ikrar olunan şahıs, onlardan belirli birini iddia ederse, ona hak sahibi olamaz. Zira ikrar edenin, diğerini gasb ihtimali vardır. Diğeri mukarrün leh için davalı olur. Bu durumda karşı taraf inkar ederse, yemin etmesi gerekir. Mebsüt'ta da böyledir.

Buğday kafîzi üzerine   dava olduğunda, ikrar eden şahıs, onu inkar ederse —yeminle birlikte— ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.

Buğday kafizi başka bir beldenin olduğunda, şayet bir adam: "Filanın üzerimde yüz dirhemi vardır." derse, işte o o beldenin tartısına göre olur. Fazlası da noksanı da kabul edilmez.

Ancak: "Yüz dirhemlik miskâller veya yüz beş vezin..." derse; o zaman dediği gibi olur.

Eğer Küfe dirhemini söylerse, —o Örf ve adet olduğundan— dirhemlerin ağırlığı yedi dirhemdir.

Eğer beldenin parası muhtelif ise, en çok kullanılana itibar olunur. Değilse, ikrara göre muamele yapılır.

Eğer revaç da eşit ise, değişiklik olmaz.

Şayet: "Onun, benim üzerimde küçük bir dirhemi vardır." veya "...dirhemciği vardır." yahut "...dinarcığı vardır, veya "...kafizciği vardır." veya "...büyük dirhemi vardır." derse; bunların hepsi de tam olarak kabul edilir.

Ancak, arası kesilmeden bir açıklama yaparsa, o zaman dediği gibi olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: Bağdat'da, filanın, benim üzerimde taberî dirhemi vardır. Benim de, onun üzerinde târî dirhemim vardır." der fakat Bağdat vezni (= ağırlığı) ona uymazsa ve yine: "Filanın, benim üze­rimde Musul kürrü ile buğdayı vardır. Benim de onun üzerinde musül kürrü buğdayım vardır." derse, o nisbette, Bağdat dirhemi ve kürrü alıp verirler. Muhiyt't^ de böyledir.

Şayet: "Üzerimde onun dirhemleri vardır. Benim de onda üç dirhemim vardır." derse veya "Üzerimde dirhemcikleri vardır; benim de onda üç dirhemim vardır." derse, bu şahıslar dedikleri gibi, alıp verirler.

Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam: "Onun, bende çok dirhemleri vardır." veya "...Çok dinarları vardır." derse; on dirhem veya on dinar ödemesi gerekir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyası budur.

İmâmeyn'e göre ise, bu şahsın dirhemlerden iki yüz, dinardan ise yirmi dinar ödemesi gerekir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bir kimse: "Üzerimde çok elbise vardır." veya "...Çok kuzu vardır."  derse;  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunların sayısı on'dur.

İmâmeyn'e göre ise, onların miktarı, iki yüz dirhemin karşılığıdır.

Bir kimse: "Çok deve (veya çok sığır yahut çok koyun) gasbey-iedim." derse; İmâmeyn'e göre, ondan nisabın azı alınır. Bu ise, deveden yirmi beş; sığırdan otuz koyundan ise kırk adeddir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda ikrar edicinin açıklamasına müracaat edilir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam: "Filanın, benim üzerimde çok dirhemleri vardır." derse, ona, on dirhem vermesi gerekir.

İmâmeyn'e göre ise, iki yüz dirhem vermesi gerekir.

Şayet: ' 'Filanın, benim üzerimde dirhemleri vardır. veya "...dirhemlerden bir şeyleri vardır." derse, bu durumda ona üç dirhem vermesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam diğerine: "Üzerimde kat kat dirhemlerin vardır." derse; ona altı dirhem Ödemesi gerekir.

Şayet: "Edafa mudaaf dirhemlerin vardır." derse, bu durumda on sekiz dirhem ödemesi gerekir.

Bunun aksini söylese, şöyleki: "Üzerimde mudaafa ad'afa dirhem­lerin vardır." derse, yine aynısı olur.

Bir adam:  "Onun,  benim üzerimde on dirhemi ve ad'afan mud'afaası vardır." derse, o takdirde, seksen dirhem ödemesi lazım gelir. Serahsî'nin Muhıyii'nde de böyledir.

Böylece dirhemi vardır." derse; bir dirhem gerekir.. Hidâye'de de böyledir.

Yetime ve Zehıyre ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir:

"Bu takdirde, iki dirhem lazım gelir. Çünkü, keza kelimesi en az adedden kinayedir; az aded ise iki adedidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet: "Keza, keza dirhemen." derse, onbir dirhem vermesi lazım olur. "Keza ve keza dirhemen" derse, yirmi bir dirhem lazım olur.

Dinarlar, ölçülenler ve tartılanlar da böyledir.

Şayet: "Keza keza mahtûmen min hıntatın." derse; onun, mühür­lenmiş onbir vezin buğday vermesi gerekir.

Eğer: "Üzerimde, şöyle şöyle dirhem, şöyle şöyle dinar vardır." derse, her birisinden onbir tane vermesi lazım gelir.

Şayet, "keza" kelimesini  vavsız  (ve   bağlacı   ile   birbirine bağlamadan) üç kerre söylerse, o zaman onbir eder.

Eğer vav ile üç defa tekrar ederse, o zaman yüz on bir eder. Eğer,  bu şekilde dört defa tekrar ederse, binden fazla olur. Hidâye'de de böyledir.

Şayet, bu kelimeyi vav'lı olarak beş defa tekrarlarsa, onbini geçer.

Eğer, bu şekilde altı defa tekrar ederse; yüzbini geçer. Eğer, yedi defa tekrar ederse, bir milyonu geçer. -Bu kelimelerin üzerine vav ile atıf yapılırsa, adet ila nihayeye doğru cereyan eder. Tebyîn'de de böyledir.

Bunların tamamı, dirhemler nasb (=   ile söylendiği) zaman böyledir.

Eğer cerr ile (- son harfinin harekesi esreli olarak) (Şöyleki: Keza dirhemi) söylenirse, İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet edildiğine göre yüz dirhem lazım gelir. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Filanın, bende malı vardır." derse, mikdar onun söylediği kadardır. Sözü, az olsun, çok olsun kabul edilir.

Ancak, dirhemden az olursa, o zaman sözü kabul edilmez.

Şayet: "Onun, benim üzerimde dirhemlerden çok malı vardır. derse, yüz dirhemden aşağısı kabul edilmez.

Bu, İmâmeyiT in kavline göre böyledir.

Eğer: "Üzerimde dinarlar vardır." derse, burda takdir yirmi dirhemedir.

Devede takdir, yirmi beş deveyedir. Zekat malının gayrisinde mikdar, nisab miktarıdır. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre on dirhemden noksanı kabul edilmez.

İmâmeyn'in kavli de aynısıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur^

Sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Fakirin haline göre bina kılınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Bunların tamamı, "dirhemlerden çok mal vardır." dediği zaman böyledir. "Dirhemlerden" demezse, söylediği cinslerden kabul edilir. Attabiyye'de de böyledir.

Eğer: "Üzerimde büyük mal vardır." derse, takdir üç nisaba göredir. Hatta, "derahimden büyük mal var." derse, bu altıyüz dirhem olarak kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer: "Üzerimde nefis mal vardır." veya "...kerim mal vardır." yahut "...hatırı sayılır mal vardır." derse, alimler: "Ona, ikiyüz dirhem ilzam olunur." demişlerdir.

Şayet: "Filanın, üzerimde çok malı vardır." derse; Nâtifî: "İkiyüz dirhem ilzam olunur. Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur. Yalnız, ikiyüz dirhemden az veya çok olduğunu söylerse, ö müstesnadır." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre on dirhemden az kabul edilmez. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ikiyüz dirhem gerekir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Eğer derseki "üzerimde binler dirhem vardır." üç bin dirhem olarak ilzam olunur. Şayet çok binler vardır dese, on bin olarak ilzam olunur. Fülus ve denanirde böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse: "Üzerimde mal vardır; çok değildir; az da değildir." derse bu durumda, o şahsa iki yüz dirhem ilzam olunur. Hulâsa'da da böyledir.

Üzerimde az mal vardır." dersey ona tek bir dirhem ilzam olunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Üzerimde bin dirhemden az vardır." derse, bu, beşyüz dirhemi ikrar olur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam: "fülanın, benim üzerimde, binin gayrisi vardır." derse, bu, iki bin olur.

Şayet: "İkibinin gayrisi vardır." derse, o zaman dört bin olur.

Eğer: "Üzerimde, bir dirhemin gayrisi var." derse; iki dirhem olmuş olur. "İki dirhemin gayrisi var." derse, dört dirhem olur. Hâvi'de de böyledir.

Bir kimse: "Üzerimde, çok buğday var." derse, İmâmeyn'e göre bu beş vesek olur.

Bazıları: "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir." demişlerdir. Dörtte bir haşimî olan, bir sa'dır. Bazıları da: "Çok buğdaydan murad, on kafiz (= ölçek) buğdaydır." demişlerdir.

Tartılan ve ölçülen şeyler hep böyledir.

Şayet: "Üzerimde ölçekler var." derse, bu da üç ölçek olur.

Eğer: "Çok ölçekler vardır." derse, o zaman, on ölçek olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, eğer: "Onun, bende bıd'uft ve hamsûn dirhemi vardır." derse burada bıd' çoğu zaman, üç olarak kullanılır. Üçten az olmaz. O zaman, borcu elli üç dirhem olmuş olur.

Bir adam: "Üzerimde yüz dirhem ve bir de nif vardır." derse, nifin ne olduğunu açıklamak lazımdın

Eğer onu, bir dirhemden az olarak açıklarsa, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer:  "Ona, yüz dirhem borcum vardır.  Onda, yüz dirhemim vardır." ve "dirhemin yanımızda" veya "yüz dinar." yahut "...miete kafîz hınta." derse, —ölçülen ve tartılan şeyleri söylemesi halinde, hü­küm yine böyledir.

"On dirhem ve dânik veya kırat" derse, bu durumda, bunlar gümüştendir. Teby!n*de de böyledir.

Eğer: "Filanın, üzerimde on dinarı ve daniki..." veya "...on dirhemi ve daniki veya kıratı vardır." derse, bu durumda bunlar altın­dandır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Üzerimde, onun ikiyüz miskal altını ve gümüşü vardır." veya "...buğdayı ve arpası vardır." derse, bu durumda, o adamın üzerinde, bunların yarısı vardır.

Keza her cinsi üçlerse, o zaman, her birinden, onun üçte biri var olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, şayet "Üzerimde yüz ve bir köle veya yüz ve bir koyun yahut yüz ve bir elbise veya yüz iki eîbise vardır." derse; bu durumda yüz kelimesini açıklaması gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet: "Yüz ve üç elbise." demiş olursa, hepsi elbise olmuş olur. Mebsût'ta'da böyledir.

Bir adam, başka birini kasdederek: "Evinin bir parçası vardır." derse, onu açıklaması lazımdır. Onun istediği kadarım açıklayabilir. Keza, "Hissesi, (nasibi, taifesi kıt*ası) vardır." derse, hüküm aynıdır.

Yalnız, sehmi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre altıda birdir. İmâmeyn'e göre ise, açıklaması gerekir ve ona açıklaması için emredilir. Muhiyt' te de böyledir.

Bir adam, başka birinin koyunlarının içinden, bir dişi koyunu ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur.

İkrar olunan şahıs da, bizzat o koyunu iddia ederse, diyecek bir şey yoktur.

Eğer ikrar eden şahıs, ikrar olunanın iddia ettiğinden başkasını ikrar ediyorsa; mukarrunleh, (= kendisi için, ikrarda bulunulan şahıs) onu alır.

Eğer almazsa, beyyine getirmesi veya iddia olunanın yeminden kaçması gerekir.

Eğer, ikrar olunan şahıs, o koyundan başkasını iddia ediyorsa; ikrar eden ona istediği koyunu verir.

Eğer ikrar eçlen şahıs, tamamına yemin ederse, onun bu yemini kabul edilmez ve ona bir koyun vermesi için cebredilir.

Eğer koyunlardan hiç birini ta'yiri etmemiş ise, o zaman îmâmeyn: "Biz ikrar edici şahsın, bu ikrarından dönüp dönmediğini bilmiyoruz. Onu inkar eyledi mi?" demişlerdir.

On koyun kendinin, on koyun da ortağının olup bunlardan birisi ölse, ikisinin ortak malından ölmüş olur. Eğer bu koyunlardan birisi doğursa, yine doğan ikisine ait olur.

İkrar edici, koyunun aslını inkar eder; koyunlar da zayi olursa, his­sesini öder. Makirrin lehe verir. Diğer hayvanlarla, araziler de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı: "Yüz dirhem olan şu dirhemlerimde, yirmi dirhemi vardır." der; o dirhemler de yüzden noksan fakat büyük dirhem olurlarsa, noksan sayılmazlar.

Eğer içlerinde geçmez dirhemler var bulunur; dirhemlerin sahibi de ikrar eylediği dirhemlerin bu dirhemler olduğunu" söylerse, bu sözü doğrulanır. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu buğdayımda, bir kür buğdayın vardır." dediğinde, eğer buğdayın tamamı bîr kürrden az ise, onun tamamı, kendinin (- ikrar olunan şahsın) olur. Kalanın kısmı ikrar eden ödemez.

Bu durumda, ikrar eden şahsa "zayi etmediğine dair" yemin etti­rilir.

Eğer buğdayı, tam bir kürr ise, işte onun tamamı ikrar olunanındır.

Eğer fazla ise, yine bir kürrü ikrar olunanın; kalanı da ikrar ede­nindir. Muhıyt'te de böyledir.

"Onun, şu duvarla şu duvar arasında yeri vardır," derse, işte o iki duvar arası, yalnızca onun olur. Kenz'de de böyledir.

Onun, bende on dirheme kadar alacağı vardır." veya "On dirhemin arasında, onun bende dirhemleri vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhemi vardır.

İmâmeyn ise: "Bu durumda on dirhem iazrnı gelir." demişlerdir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam: "Onun, benim üzerimde, bir kürr arpadan, buğdaya kadar, alacağı vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bir kürr arpa, bir kürr buğday birer ölçek buğday noksanı ile vardır.

İmâmeyn'e göre ise, iki kürr alacağı vardır.

Şayet, "on dirhem ile on dinarın arasında borcum vardır." demiş olsaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dirhemlerin tamamı, dinar­ların ise dokuzu vardı.

İmâmeyn'e göre ise, on dirhem ile on dinar borcu vardır.

Keza: "On dirhem ile on dinar arası..." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhem ve dokuz dinar ödemesi gerekir. Bu, onun kıyasıdır.

Baz:-nüshalarda: "On dinar ve dokuz dirhem ödenir." denilmiştir.

Bu zahirdir.

Fakat, esahh olan öncekidir. "Men keza, ila keza", "makezâ ilâ keza" demek gibidir. Biz bunların tamamından bahseyledik. Mebsût'ta da böyledir.

Bişr'in, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan   rivayet ettiğine göre, bir adam diğerine: "Benim üzerimde, bir koyundan bir sığıra kadar hakkın vardır." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, aynı veya gayrı ( = aynısının dışında) bir şeye hakkı olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, eğer belirli ise bir şey gerekmez; eğer aynı değilse, ikisini de öder.

Şayet dirhemlerle dirhem arası borcum var." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir dirhem lazım olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, iki dirhem lazım olur. Muhıyt'te de böyledir. [8]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..