6- HASTA KİMSELERİN İKRARLARI VE DİĞER FİİLLERİ

Ölüm hastası, malından nefsî ihtiyaçlarını çıkaramaz. Sahih olan budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Ölüm hastalığının hududu: Onun (hasta olma halinin) söylenme-sidir. Takvada muhtar olan, gerçekten o şahsın ölümle ortadan kay-boimasıdır. İster yatar hasta olsun; isterse hiç hasta olmasın farketmez. Muzmarât'ta da böyledir.

Hastanın varislerine bir şey irkar etmesi sahih olmaz. Ancak, diğer varisler izin verirlerse, o zaman sahih olur.

Şayet kendisi için ikrar olunan varis, murisin ikrarı zamanında varis olarak duruyorsa, yine varisdir.

Kendine irkar edilen varis ölürse, bu ikrar batıl olur.

Eğer ikrar olunan, ikrar vakti varis olduğu halde, ikrardan sonra varislikten çıkarsa, ölene kadar, ikrar geçerlidir.

Keza, kardeşine ikrar yapmış olan bir kimse, ikrar yaptığida o şahıs, kardeşi olmadığı halde, kendisi öldükten sonra, o şahıs '' kardeş olduğunu" söylerse, kardeşi ölene kadar, ikrarı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, varisi olmayan bir şahsa ikrarda bulunduktan sonra, bu şahıs her hangi bir sebeple varis olursa, yine bu ikrarı devam eder.

Şöyleki: Onun "kardeş olduğunu" ikrar ettiği halde, o "kardeşinin oğlu" olsa ve bu şahıs öldükten sonra da hasta ölse, bu ikrar sahih olmaz.

Şayet varis olmayan birini ikrar ettikten sonra bu adam bir sebebden dolayı varis olsa veya yabancı iken ikrar eylese ve sonra da onu nikahlasa bilahare de ikrar eden ölse, bu ikrarı sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer ikrar vaktinde varis olduğu halde, sonra varislikten çıkmış; sonra da yine varis olmuşsa (Meselâ: Karısına ikrarda bulunmuş; sonra onu bain talakla boşamış, sonra da —iddeti bitince— geri nikahlamış, bilahare de adam olur veya bir kölenin velisi olduğu halde, ona bir ikrarda bulunur, sonra onu bozar, sonra da tekrar velisi olur; bilahare de adam ölürse) işte bu durum ihtilaflıdır.

İmâm Muhammed (R.A.): "İkrar caizdir." derken; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İkrar batıldır." demektedir.

Alimler: "İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşü kıyasdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü de, istihsandır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir adam, köle oğluna bir borç ikrar ettikten sonra, o köleyi azad eyleseler; bilahare de baba ölse, eğer bu köle, ticaret ehli ise, babanın ikrarı caizdir.

Eğer bu köle borçlu ise, bu ikrar batıldır.

Şayet hasta bir baba, mükâteb olan oğluna alacak ikrar eylese, bu irkarı caizdir. Sonra, bu baba ölür; oğlu mükâteb olarak kalırsa; babanın ikrarı caizdir. Eğer baba ölmeden önce, mükâteb azad edilirse, bu durumda, ikrarı caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta olan bir. mükâteb, hür olan oğluna bir borç ikrarında bulunduktan sonra, borç durmakta iken, bu mükâtep ölürse, ikrar caiz olur; değilse batıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasta bir adam, Varisinin biri için, bir emanet ikrarında bulun­duktan sonra, o hastalıktan ölürse, bu durumda o ikrar caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ölüm hastalığında karısı için borç ikrarında bulun­duktan sonra bu kadın ölür ve bu kadının biri o kocadan, diğeri de diğer bir kocadan iki oğlu bulunursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, (önceki görüşüne göre) ikrar batıldır. Sonraki görüşü ise, hastanın karısı için borç ikrarı caizdir.

Bir adam, hasta olduğu halde, karısına borç ikrarında bulunduktan sonra, o kadın kocasından önce ölür ve bu kadının varisleri bulunursa, mirası oniara caiz olur. Onlar her ne kadar, ölene varis olmasalar biie, bu böyledir. İkrarı da caizdir. Zehiyre'de de böyledir.

Hasta bir adam, oğluna borç ikrarında bulunduktan sonra, oğlu ölür ve ölenin iki tane de oğlu kalır; hasta babanında başka oğulları olmasa İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre, bu ikrar caiz değildir. Son kavline görür ise, caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, ölüm hastalığında, karısının mehrini ikrar eder ve mehrin tamamını kabul ederse; bu sahih olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet, mehr-i mislinden fazlasını ikrar ederse; ziyâdesi batıl olur,. * Mebsût'fa da böyledir.
Bir adam, ölüm hastalığında, "karısına bin dirhem mehir ikrar ettikten sonra, varisler, —beyyine ikame ederek— bu kadının, mehrini bağışladığını isbat ederlerse, bu beyyineleri kabul edilmez. İkrar olunan mehri Öderler. Hulâsa1 da da böyledir.                                       

Bir kimse, varisine veya yabancı birisine bir ikrarda bulunduktan sonra, kendisi için ikrar olunan şahıs ölür; sonra da hasta Ölür ve ikrar olunanın varisleri, ölenin varislerinden olursa, o ikrar, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un Önceki kavline göre caiz değildir. Sonraki kavline göre ise caizdir.

Bu kavi, aynı zamanda İmâm Muhammet! (R.A.)'in de kavlidir.

Keza, hasta bir adam, "elinde bulunan bir kölenin, başkasına ait olduğunu" söyler; bir yabancı da: "Hayır, bu köle filanındır." der ve o da hastanın varisi olur ve: "Benim bunda hakkım yoktur. ' derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre hastanın bu ikrarı batıldır. Sonraki kavline göre ise, ikrarı sahihtir. Ve bu son kavli, kıyasa daha yakındır. Önceki kavli ise ihtiyattır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, iki gün hasta, üç gün iyi veya bir gün hasta, iki gün iyi olur ve bu durumda oğluna borç ikrarında bulunsa; eğer bunu hasta olduğu günlerde yaptı ve o hastalıktan sonra, iyileşti ise caiz olur.

Eğer ikrar eylediği hastalıktan iyileşemedi ve ölümüne kadar bu hastalığı devam etti ise, bu ikrarı caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam bir varisine bir şey ikrar edip öldükten sonra, ikrar olunan ve diğer varisler, o şeyin kıymetinde ihtilaf eyleseler, ikrar olunan şahsın beyyinesi, diğer iddiacılardan evladır. Şayet varisler yemin ister­lerse, önada hakları vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îmânı Ebû Hanîfe (R.A.):  "Katil için, hastanın ikrarı caiz değildir." buyurmuştur.

Bu, yaralının yarası iyi olmayacak olursa da böyledir. Yarası iyi olan yaralının ikrarı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hastanın varisi olan köle veya mükatebe için ikrarı caiz olmaz. Kölesini veya mükatebesini öldürene yapılan ikrar da caiz değildir.

Mebsût'ta da böyledir.

Mükâteb, kendi nefsi için borç ikrar eder ve bunu hali sihhatinde yaparsa caizdir. Hasta olduğu halde ise, caiz olmaz. Ancak, malının üçte birinden caiz olur. Havfde de böyledir.

Bir hastanın, yabancı birine, malının tamamını ikrar etmesi, —hali sıhhatinde borcu— olmasa bile caizdir.

Sağlıkta yapılan borç, hastalıkta yapılandan önce ödenir. Bu ikrar ile sabittir.

Eğer borçtan artarsa, hastalıkta yapılan borca verilir.

Şayet hastalıkta yapılan borç, hakimin gözü önünde yapılmışsa veya beyyinesi kavi ise, ödeme cihetinde eşit olurlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Sağlıkta alınan borç, hastalık vaktine yakm alınan emanetten öncedir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, hastalığında bir şey satın alır veya borç edinir yahut bir şey kiralar, şahitler de bunu görürler, kendisi de bunları teslim alır veya bin dirhem mehirle bir kadın nikahlar, bu da, o kadının mehr-i misli olur; bunlar da sağlığında dava açarlarsa, hasta üzerine vacip olan her borç, hastanın malından ödenir; ikrarına ihtiyaç yoktur. Bu sıhhatli halindeki borcu yerindedir.

Şayet, hastalığında borcu ödenirse; (satın aldığının bedeli ve bor­cunun bedeli gibi...) bu durumda o alacaklılar, sağlığında bir hak iddia edemezler.

Eğer mehir borcu veya kira borcu ödenirse, onlar da ödenmiş olurlar. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Eğer sıhhatli hâlinde borcu olmaz ve hastalığında iki kişiye borç ikrar ederse, ikisi birlikte dava edebilir; birisi öncelikle dava edemez. İkrarların birlikte olup olmaması hali de müsavidir.

Mesela: Hasta, iki adama: "Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der veya —arka arkaya— "Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der.

Veya, onlardan birisine: "Senin, benim üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der; birgün veya birgünden az veya çok sustuktan sonra diğer adama: "Senin, benim üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, sağlığında, "bir adamın cariyesini, zoraki elinden aldığını" ikrar eder; sonra da, ölüm hastalığında: "İşte bu, odur. Onun, bundan bankasında hakkı yoktur." derse caizdir ve tasdik edilir.

Eğer sağlığında, ikrar ederek: "Filan adamın, kendi üzerinde bin dirhem emanetinin olduğunu" ikrar eder; sonra da Ölümhastalığındar "İşte o bin dirhem şudur," derse; doğrulanır ve emanet sahibinin ema­neti borçtan önce Ödenir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, hastalığında bir borç ikrar ettikten sonra, bir emanet ikrar ederse; bunların ikisi de borçdur. Burada emanet önce alınmaz.

Eğer, önce emaneti ikrar eylemiş olaydı da, sonra borcu söyleseydi; emaneti irkar evla olurdu. Müdârebe eşyalarının hükmü emanet malları gibidir. Hâvî'de de böyledir.
Bir hasta, bir şahsa bin dirhem, emanet ikrar ettikten sonra ölür ve o emanet bizatihi bilinmezse, bu durumda o, hasta tarafından terke-iilmiş borç olur. Hızânetü'1-Müftro'de de böyledir.

Sağlığında borcu yok iken bin dirhemle borçlu hasta olsa ve o bin İirhemi de ikrar ederek: "Filanın emanetidir." dedikten sonra da, bin dirhem borç ikrar eylese ve ölse, o bin dirhem üçe bölünür.

Eğer alacaklı: "Öncelik benim hakkım değildir." veya "Ben, onu teberru eyledim." derse, bu bin dirhem, emanet sahibi ile alacaklının arasında kalır ve onlar bunu yarı yarıya taksim ederler; alacaklının hakkı zayi olmuş olmaz.

Bir hasta, bin dirhem borcu olduğunu ikrar ettikten sonra, bin dirhem, başka birisi için mudârebe malı sonra da, bin dirhem emanet mal ikrar eder ve bunun sahibini açıklamaz ve bilahare kendisi ölür ve bin dirhemden başka bir şey de bırakmazsa, bu durumda, o bin dirhem, hisse sahiplari arasında taksim edilir- Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir kimse, "babasının elinde olan evde, filan adamın, bin dirhem alacağı olduğunu" ikrar eder ve sıhhatli iken kendinin^ burcu olduğunu itiraf ederse; sıhhatli halindeki borcu, babasında olandan daha evladır.

Eğer bir fazlalık kalırsa, o borçta babaya kalır. Ancak, bunun için, sıhhatli iken böyle ikrar eylemiş olması gerekir. Yoksa, babanın borcu daha üstündür. Havî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Babamda, bin dirhemin vardır." der; ikrar olunan şahıs da, onu inkar eder; sonra ikrar eden hasta olur; inkar eden de Ölür; ikrar eden de o ölenin varisi olur ve sıhhatli halinde, ona borcu olur; o da ölür ve bin dirhem terk ederse; bu durumda ikrar eden şahsın varisleri inkar edicinin varislerinden daha haklıdırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, sıhhatli halinde, üç günlük muhayyerlik şartıyla, ve fazla fiatla bir köle satın alır ve muhayyerlik müddetinde de hastalansa, ya bu alış-verişe izin verse veya sussa da üç gün tamam olsa; sonra da hasta ölse; bu kölenin kıymeti, ölen şahsın malının üçte birinden ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir hasta, "elinde bulunan bir yeri vakfetmiş olduğunu" ikrar ettiğinde, bu vakıf, malının üçte birinden olur.

Nitekim: Bir hasta, kölesini azadeder veya "onu, filana tasadduk eylediğini" ir kar ederse, bu durumda o köle, tasadduk eylediği zatın olur.

Eğer vakıf, başkası tarafından ikrar edilmişse, bu vakfedilen zat ve varisler tasdik ederlerse caiz olur.

Şayet vakfı ikrar eder, fakat onun kendi tarafından yapılıp yapılmadığını açıklamazsa, bu vakıf, malının üçte birinden olur.

Bir hasta, varisine ve bir yabancıya borç ikrar ederse, bu durumda onun ikrarı —ister doğrulasınlar, isterse yalanlasınlar— batıl olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşüdür.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Onun yabancıya karşı ikrarı, eğer yabancı, diğerinin ortaklığını inkar eder ve her ikisi de ortaklığı yalan­larsa hissesi nisbetinde caizdir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, varis ortaklığı yalanlar da, yabancı kabul ederse, esahh olan, bu durumda bi'1-ittifak caiz olmamasıdır. Serahsî'nin Mubıytı'nde de böyledir,

İkrar eden şahıs, ortaklığın bozulduğunu doğrular ve: "Bunlar, ortak değildirler." der; bunu da yalandan yaparsa, o takdirde, yabancı için ikrarı sahih olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir hasta ikrar eder ve: "Filanın daha önceden hakkı vardır." der ve onun dediğini de varisler doğrular; sonra da bu hasta ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, üçte bir arasında, talip tasdik olunur.

Eğer fazla iddiada bulunursa, varislerin bilip-bilmediği hakkında yemin verilir.

Eğer fazla olmadığına dair yemin ederlerse, ancak üçte birini alır.

Eğer hasta, bununla birlikte, belirli bir borç da ikrar etmişse, tere­kenin tamamından alır. Havî'de de böyledir.

Şayet, bir borç ikrar eder veya malının üçte birisini bir adama vasiyyet ederse; ouun belirlediği evla olur.

fiu durumda varislere: "Üçte ikiden, dilediğinizi ikrar ediniz." denilir.

Kendisine vasiyet olunana da "Üçte bir de dilediğini ikrar et." denilir.

Bu durumda hangi taraf, bir şey ikrar ederse, o alınır ve geride kalan için de yemin verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta bir adam, varisine bir köle ikrar ettiğinde, köle: "Ben filanın köİesiyim." der; o filan da onu tasdik eder; sonra da hasta Ölürse, bu durumda köle, yabancıya teslim edilir.

Varis, kıymetini borç ederse, bu kendisine geri verilir.

Keza, bir varis, "diğer bir varise, bir köle" ikrar ederek, teslim ederse; öncekine, onun kıymetini vermesi vacib olur. Ve o miras olur. Birincinin de ikincinin de onda nasibi vardır.

Şayet, ölenin borcu terekesini kuşatırsa, o kölenin kıymetini borçlanırlar; hisselerinden düşülmez. Kâfi'de de böyledir.

Bir hasta, bir kölesini varislerden birine bağışlar ve o köleden başka bir malı da bulunmaz; kendisine bağışlanan varis de, o köleyi teslim aldıktan sonra, "gerçekten hasta, kendisine bağışlamadan önce, o köleyi başka bir varise bağış yapmıştı." veya "başka bir varise tasadduk eylemişti." diye ikrarda bulunursa, bu durumda, ikinci şahıs, birinciden o köleyi teslim alır.

Şayet ikinci, birinciden o köleyi aldıktan sonra, hasta aynı has­talıktan ölür; köle de, ikinci adamın elinde durmakta olursa, o, ikincinin elinden alınır ve o köle ölenin varislerine miras olur. Ve aralarında, Allah'ın taksimi üzere, taksim edilir. Şayet, ikinci şahıs varislerden olmaz ve Ölenin borcu da mirasını kuşatır ve o köle de adamın elinde durmakta olursa, alacaklılar, o köleyi de alırlar.

Şayet köle, varisin elinde ölürse bu durumda, alacaklılar muhayyerdir: İsterlerse, varislere onun kıymetini ödettirirler; isterlerse, ikinciye tazmin ettirtirler.

İkinci, birinciye müracaat edemez.

Eğer birinciye, Ödettirirlerse o zaman da birinci ikinciye müracaat edemez.

Bu bütün rivayetlerde böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta olan zat, başkasına karşı  "üzerine vacip olan borcu ödediğini" ikrar ederse, eğer o borç, (borç gibi, satın alman şeyin bedeli gibi, alacaklının alacağı gibi) mal olan bir borçsa veya (mehir gibi, muhalaa bedeli ve benzeri gibi) mal olmayan borçsa ve mal olan borç, yabancıya aitse ödeme ikrarı —borç hali-i sıhhatında olursa— sahih olur.

Eğer borç, hastalığında vacib olmuşsa, ödeme ikrarı sahih olmaz.

Bu durum,- sıhhatli halinde, borcun beyyine ile veya aleniyetle olduğu zaman böyledir. Fakat, hali sıhhatında borcun vucûbu bilin­miyor, ancak, hastanın söylemesiyle bilmiyorsa, (şöyleki: Hasta bizzat bir adam için "gerçekten ben senden sıhhatli halinde şu köleyi teslim aldım." der; müşteri de bunu doğrularsa, bu, ancak ikisinin konuşması ile bilinir.

Eğer köle müşterinin elinde veya ikrar zamanı satıcının elinde ise yahut ikrar zamanı, zayi olmuş ve sağlığı biliniyorsa, o zaman "hakkını aldığı" ikrarı sahih olur.

Bu hal, varise karşı olursa, ikrarı sahih olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

»Borçlu olan hasta, varisinden bir emanet aldığını ikrar eder o da, yanında ariyet olarak veya mudârabe olarak duruyorsa, işte o bu hususta doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.

Hasta,' 'hîbesinden döndüğünü'' ikrar ederse, o doğrulanır.

Bu durumda, kendisine hîbe edilen şahıs da ondan beri (= uzak) olur.

Keza, fasid bir satışta, "satılanın irtidat eylediğini" ikrar ederse veya gasbolunanın veya rehin alınanın, irtidat eylediğini ikrar ederse; ikrarı sahih olur.

Eğer, "onun borcunu, varisinden aldığını" ikrar ederse, bunların hepsi doğrulanır. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Cami' kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adamın, sıhhatli halinde diğer adamda,   bin dirhem alacağı

olduğunda, alacak sahibi, elinde bulunan şeyin, alacağının yerine, diğerinin vedîaa veya m^kâtebesi İçin konulmuş olduğunu ikrar eder ye o da hastanın vecibesinin benzeri olur, sonra da hasta Ölür ve üzerinde, sıhhatli iken olan borç olur ve hastanın alacaklıları da, hastanın ikrarını inkar ederlerse bu durumda hasta ikrar eylediği husus hakkında doğrulanır. Ve yanında bulunan, bin dirhem emanet borca kısas ( =bedel) olur. Mükâteb azad edilmiş olur.

Şayet bin dirhemi vedîa olarak ikrar ederse, işte bu ikrar sahih olur ve hasta için vacip olan borçtan daha mühim bulunur.

Eğer kendisi için ikrar olunan "Ben taze ve yeni dirhemler verdim." der; ikrar eden de: "elinde emanet bulunan dirhemlerin, zayıf olduğunu" ve onu, mükâtebden veya borçlusundan öyle aldığım" söylerse, dediği gibi olur.

Keza, "elinde yüz dinar olduğunu, onun da mükâtibi veya ala­caklısının emaneti bulunduğunu" söyledikten veya "elinde, bir cariyenin bulunduğunu" söyledikten sonra ölür ve o dinde bulunan da aynen durmakta olur veya cariyeye ne yaptığı bilinmezse, bu durumlarda ikrarı geçersizdir.

Eğer hasta: "Bu zayıf dirhemleri alacaklımdan aldım." veya "Mükâtebemden aldım; hakkımın yerine aldım." yahut "Bu dinarları, hakkımın yerine aldım." veya "Bu cariyeyi hakkımın yerine satın aldım." der; borçlusu ve mükâleb de bunu inkar ederler de: "Alacağı üzerimizde duruyor. Bu mal ise, bizimdir." derlerse, hastanın ikrarı batıl olur. İkrar olunan şey ne ise, o alacak olarak bakir kalır. Eldeki bu mal, borçlu ile mükâtebe eşit olarak dağıtılır. Alacak, olduğu gibi onların üzerinde kalır.

Şayet, borçlu da, mükâteb de, ikrarı kabul ederlerse; o zaman bakılır: Eğer, cariyenin kıymeti ve dinarlar hastanın mükâtebin ve ala­caklısı üzerinde olan alacağı kadarsa, veya daha fazla ise; o zaman has­tanın ikrarı sahih olur.

Eğer değeri az ise, (meselâ: Beşyüz dirhem; hastanın alacağı bin dirhem ise) bu cariye hakkında, borçluya veya mükâtebe: "Gerçekten hasta, işte bu cariyeyi bıraktı» istersen satışı geçerli kılıp, beşyüz dirhem hakkını öde; istersen satışı boz, Cariyeye al; borcun olan bin dirhemi öde." denilir. Borçlu ve mükâteb taze dirhemlerle, taze olmayan dirhemler hakkında cebredilmez.

Eğer dinarların bedeli borçtan az kalırsa, mükâtebin veya borçlunun zorlanıp zorlanmıyacağı kitapta zikrediimemiştir.

Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî (R.Â.): "Gerçekten zorlanır" demiştir.

Esahh olan da budur.

Eğer borçlu ve mükâteb muhayyer olurlarsa cariye ve dinarları geri verip, kalan borçlarını da öderler. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, ticaret ehli olan bir köle, "efendisinden, borç aldığını" ikrar ederse; —her ne kadar üzerinde borç olmazsa bu ikrarı caizdir.

Şayet üzerinde borç varsa, ikrarı caiz değildir.

Mükâteb de böyledir:

"Efendisinden borç aldığını" ikrar eder; sonra da, ölür ve üzerinde borç olursa; mevlâsi da (kendisini azad eden şahıs da) onun varisi ise, mükâtebin bu ikrarı caiz değildir.

Şayet üzerinde borç olmaz; efendisinin üzerinde de buğdayı bulunur; mükâtebte de, efendisinin dirhemleri olur ve buğdayı aldığını da ikrar ettikten sonra ölür ve efendisinden başka da varisi olmazsa, bu durumda ikrarı sahih olur.

Eğer efendisinden başka varisi bulunur; efendisi de onun ikrarını doğrularsa, artan malı varislerine verilir.

Eğer borcu bütün malını kaplıyorsa, o zaman ikrarı sahih olmaz.

Bir  adam,   "bir  hastanın   kölesini  öldürdüğünü  veya  elini kestiğini" ikrar eder; sonra da hasta, "bedellerini ödediğim" söylerse, busahihdir.

Keza, bir hasta, kasden bir köleyi öldürür, o öldürülenin efendisi de, mal mukabili anlaşma yapar ve mal bedelini de aldığını ikrar ederse, işte bu da caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Hasta bir kadın, "mehir bedelini, kocasından aldığını" ikrar ettiğinde, bu kadının üzerinde sahih borç bulunur ve sonra da o has­talıktan ölür, kocası da onu boşamış olmazsa; onun ikrarı sahih olmaz.

Bu durumda kocasına emredilerek, "mehir bedelini, kadının ala­caklılarına eşit surette vermesi" söylenir.

Şayet kocası, bu kadına cima etmeden, onu boşamış, sonra da kadın, "mehrini aldığını" ikrar etmiş ve sonra da ölmüşse, bu ikrarı sahih olur.

Bu durumda kocasının: "Ben alacaklılara, mehrin yarısını öderim." demeye hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, ölenin borçlan dağıldıktan sonra, malı artar ve kocası ona dahil olmuş bulunursa, yarı mehrine başvurur ve alır.

Onu bâinen veya ric'î talakla boşamış ve kadın da hastalanarak "mehrini tam aldığını" ikrar eylemiş ve sonra da ölmüş ve eğer iddet tamam olmadan ölmüş olursa, ikrarı sahih değildir.

Bu hallerde, ne zaman ikrarı sahih olmaz?

Eğer alacağı borcuna bedel olursa, ne âla... Eğer fazla olursa, meh-rine veya mirasına bakılır. Noksan olan borcu, onlardan ödenir.

Bir adam, hastalığı halinde karısını mal mukabili boşar; kadının iddeti tamam olur ve adam da *'ondan alacağını aldığını" ikrar eder; üzerinde de sağlığında veya hastalığında sahib bir borcu olmazsa, sözü doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir hastanın üzerinde sahih borç olur; bir adam da, onun, hastalığında, bir kölesini zoraki almış olur ve bu köle de gasıbın yanında ölür veya durmakta olduğu halde, hakim, o köleyi hastaya, gasbedene de onun kıymetini hükmeder; hasta da onu gasıbdan tamamen aldığını ikrar ederse; beyyine olmadan sözüne inanılmaz.

Eğer gasb hadisesi sıhhatli iken olmuş, sonra da kendisi hastalanmış ve köle de bizzat gasıbın yanında durmakta iken, sonradan kaçar veya ölür; bilahare de hakim, kıymetini hastanın lehine hükmeder hasta.da onu aldığını ikrar ederse; bu durumda köle ölmüş olur veya kaçtığı yerden gelmemiş bulunursa, sözüne inanılır.

Eğer köle, geri gelirse, ikrarı sahih olmaz.

Şayet gasb ve tazminat bunların hepsi sıhhat halinde olur ve gasbo-lunanın ikrarı, bedelini alma ve tazminat, hastalık zamanında olmuşsa, tamamı doğrudur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir hasta, kıymeti bin dirhem olan bir kölesini, malı olmayan birisine, iki bin dirheme satar, kendinin de sahih ve çok borcu bulunur; sattığı kölenin bedelini de, aldığını ikrar eder; sonra da ölürse, bu ikrarı bir şey değildir.

Bu, İmâm Ebû Yusuf (R. A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda hasta parası kölenin kıymetinden fazla olursa, tasdik olunur. O takdirde müşteri muhayyerdir: İsterse, ikinci bin dirhemi verir, cariye yanında kalır; isterse satışı bozar; köleyi alacaklılar satarlar.

Bu hususta, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşü söylenilmemiştir. Alimlerimiz:  İmâm  Ebû  Yûsuf (R.A.)'nin görüşüyle aynıdır. demişlerdir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Bir adam, kölesini sağlığında satar; müşteri de onu teslim alır ve satıcı, üzerinde sahih borç olduğu halde hastalanır ve "o kölenin bede­lini aldığını" ikrar eder ve sahih alacaklıya karşı bu ikrarı da sahih olur; sonra da o, hastalığından ölür; müşteri de, bu kölede, bir kusur bularak onu, hakimin hükmüyle geri verirse, bu durumda o müşteri, ölenin diğer mallarına, başka alacaklılarla birlikte, ortak olamaz. Fakat, bu köleyi habsedip parasını almak için satar. Onu alacağı için satmak da oriun hakkıdır.

Köle satılıp müşteri de kendi parasını aldıktan sonra, artan olursa, onu diğer alacaklılar aralarında paylaşırlar.

Eğer bu kölenin parası, müşterinin parasından da az olursa, bu durumda ona, başka şey yoktur.

Eğer bütün alacaklılar, alacağını aldıktan sonra, geride mal kalırsa, bu müşteri noksanını ondan tamamlar.

Şayet, aynı müşteri eşeği hapsetmez, hakkına bedel olarak da sağ iken hastaya, öldükten sonra varislerine teslim eder; bunu da hakimin hükmüyle yaparsa, takdim hakkı batıl olur. Fakat, bedelinin hakkı batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta adam, alacaklısına verilmek üzere varisine dirhemler verir; varis de gerçekten onu, ona verir, fakat alacaklı onu yalanlarsa, bu durumda varis bizatihi doğrudur.

Hasta zat, onu doğrulasa da, yalanlasa da bu durumda alacaklının hakkı ibtal olmuş sayılmaz.

Bir adam, yabancı birinde olan alacağını almaya, birisini vekil yapar; vekil de: "Gerçekten ben aldım ve teslim eyledim." derse, işte o doğru söylemiştir. Matlup da borçtan beridir.

Bir adam, eşyasını satmak üzere, birini vekil eder, üzerinde de borç olmaz ve şahitlerin huzurunda, vekil, o malı değeri üzerinden sattıktan sonra: "Hayatında veya ölümünden sonra, "Ben bedelini aldım ve ona verdim." veya "...zayi ettim." derse, bu durumda o vekil doğrulanır. Hasta, ister hayatta olsun, isterse ölsün farketmez.

Eğer o eşya, müşterinin yanında durmakta olan belirli bir şeyse ve İkrar olunan hastanın üzerinde borç yoksa, bu durumda varis haklıdır.

Eğer muris hayatta olur, hasta da borçlu bulunursa, bu durumda varis haklı olmaz.

Eğer onu hasta ikrar ediyorsa bu böyledir.

Eğer o ölürde, varis ikrar ederse, onun ikrarı sahih olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, diğerinde, bin dirhemi olur; onu almaya varis birde kefili bulunur veya borç varise ait olsa da, onu almaya yabancı bir vekili bulunsa, alacak sahibi, hastalandıktan sonra, "onlardan birinden, alacağını aldığını" ikrar eylese; bu ikrarı batıl olur.

Fakat, yabancıya, —almamaksızın— teberru eylese, eğer o asil ise, sahih olmaz.

Eğer teberru eden kefil ise, bu malının üçte birinden sahih olur.

Şayet ölen zatın malı varsa, onu üçte birinden çıkarırlar. İşte bu sahih olur. Kefile karşı, yapılacak bir yol yolctur. Varis hali üzeredir.

Şayet ölen zatın, o bin dirhem alacağından başka bir malı olmazsa, onun üçte biri teberru edilenin olur.

Geride kalan üçte ikisi hakkında, varisler muhayyerdir: Dilerlerse, o malı asıldan alırlar; dilerlerse, kefilden alırlar.

Geride kalan üçte bir muhakkak asil borçludan alınır; başkasından alınmaz.

Eğer bu teberruyu yapan şahıs, varis olan kefil olmuş olsaydı, hiç bir şekilde sahih olmazdı.

Eğer yabancıdan, —alacak olarak değil de— nafile (fazladan) olarak aldığını ikrar eyler veya kölesini satmaya bir adamı vekil tutar, vekil de onu emredenin oğluna sattıktan sonra, emreden hastalanır ve "oğlundan kölenin parasını aldığını" ikrar ederse yahut vekil "alıp da, verdiğini" ikrar ederse, bu durumlarda ikisi de tasdik olunmaz.

Eğer hasta olan kefil olur, emreden sağlam bulunursa, işte o, —amir inkâr etse bile— tasdik edilir.

Eğer müşteri, varis ise, ikisi de hasta iseler (amir de, müşteri de hasta olsa) bu durumda kefilin sözü tasdik olunmaz.

Şayet varis olan vekil, amir olmaz ve o alacağı alıp, amire verdiğini" ikrar ederse; veya elinde iken zayi olursa, tasdik olunur.

Yalnız, "aldığım" ikrar ettiği halde, "verdiğini" ikrar etmezse, sözü tasdik edilmez.

Şayet kefil, hastaya bir başkası ile havale yapıp gönderir; hasta da, onu alıp kabul ettikten sonra ölürse, havalenin mutlak olması halinde bu caiz olmaz.

Fakat, havale asıl değil de, kefilin teberrusu şartiyle ise, caizdir.

Eğer kefil varis ise, bu sahih olmaz.

Eğer kefil yabancı ise, malının üçte birinden sahih olur.

Varisler ise, muhayyerdir. İsterlerse, havaleye izin verip razı olurlar; isterlerse, havaleyi bozarlar.

Eğer razı olurlarsa, alacağı havale olunandan veya isterlerse asılın varislerinden alırlar.

Eğer razı olmazlarsa, şayet ölenin başka malı varsa, onun üçte birinden çıkarırlar.

Eğer ölenin malı yok da, yalnız alacağı olan, o bin dirhemi varsa, işte ondan üçte biri sahih olur; kalan üçte iki hakkında ise varisler muhayyerdir: İsterse, havale yapılandan alırlar; isterse, varisin alacağının tamamından alırlar.

Şayet hasta aldığını ikrar etmemiş, kefil de teberruda bulunmamış ve havale de olmamış fakat, bin dirhemi veya yüz. dinarı yahut elinde olan cariyeyi "gerçekten bunlar, emanettir veya kefilin gasbıdır." diye ikrar etmişse, işte bu ikrar batıldır. Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Bir adam, hastalığında kölesini mükâteb yapar; ondan başka da malı olmaz; sonra da "onun kitabet bedelinin tamemen aldığını" ikrar ederse, işte bu caizdir. Fakat, bu ikrar üçte biri yerine kaimdir. Bu durumda mükâteb, kitabet bedelinin üçte ikisini de varislere ödeye­cektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu adam kitabet bedelini aldığını irkar etmez; fakat, "bin dirhem veya yüz dinar yahut bir cariyenin, o mükâtebin kendi yanında emaneti olduğunu" ikrar eder; sonrada ölürse, bu durumda da, bunların üçte biri kadarını ikrarı caiz olur. Muhıyf te de böyledir.

Bir adam, şahitlerin gözü önünde, babasının yanma, bin dirhem emanet bırakır —ister babası sıhhatli iken, isterse ölüm hastalığında olsun,— babanın ölümü yaklaşınca, "o bin dirhemin zayi olduğunu" ikrar eder ve bu helak sabit olur; o halde de adam ölürse, o zaman, oğlunun emaneti borca çevrilir. Ve o oğul, babanın malından o nisbette hakkını alır.

Hastanın bu ikrarı varisi için olmaz.

Fakat emaneti inkar eder veya onu helak eylediğini söyler ve "emanet benden zayi oldu" veya "sahibine geri verdim." derse, o tak­dirde, sözüne iltifat olunmaz. Ve tazminatı gerekir. Yemin ederse o, müstesnadır.

Fakat: "Emanet benden zayi oldu." veya "geri verdim." demekde talibin yemin etmesi istenilir, o da yeminden kaçınırsa, o takdirde taz­minat kaldırılır ve terekeden bir şey alınmaz. Tahrir'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın üç oğlu ve elinde bir evi bulunur; ölüm kendisine yaklaşınca da: "Evi şu oğluma ve şu yabancıya bin dirheme sattım ve ikisindende parasını aldım. İkisine de parasından hiç bir şey vermedim." der, o ikisi de, onu doğrularlar; sonra da adam ölür; iki Oğlu, bu eve şefi olurlar ve bu iki oğlan, olup bitenleri hep inkâr ederlerse; bu durumda babanın ikrarı batıl olur.

İkrarı batıl olunca da, ev üç kardeşin arasında üçte birli taksim edilir; her birine, evin üçte birisi düşer.

Eğer şefi gelerek, kendisine ikrar olunan oğlandan, sekizin üçte birini alırsa; işte o üçte bir, kendisine ikrar olunan ile yabancının arasında yarı yarıya bölünür.

Eğer ikrar olunan oğlan, başka bir mala da varis olursa, o evin sekizde bir hissesine ilave edilir ve onun tamamı ikrar olunan ile yabancının arasında —her birinin hisseleri beşyüz dirheme baliğ— olacak şekilde taksim edilir.

Şayet yabancı olan zat, ev alma ortaklığını inkar ederse, (Şöyleki: Yabancı: "Ben evin yarısını sana sattım; beşyüz dirheme fakat geride kalan yarısını bilmiyorum; kimin oltlu? Benimle senin aranda ortaklık yoktur." der; onu da babanın oğlu doğrular vef'Babamın {ortaklık ikrarı vardır." derse) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu ve ikrar aynıdır. Şefi, evin sekizde: birinin üçte birini alır ve ona ikrar olunan oğlanla yabancı yarıcı olurlar.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, şefi, evin tamamının üçte birini alır.

Şayet oğlu babasını yalanlar; yabancı doğrularsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hastanın ikrarı batıldır. Şefi ikrar olunan oğlandan, sekizde birin altıda birisi alınır.

Fakat, İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ecnebi (- yabancı) hakkında olan ikrar sahihdir. Evin yarısının satımı, yabancıya, hükme­dilir. Böylece, şefi geride kalan nısıftan (= yandan) üçte bir alır. Yani her oğlandan üçte bir düşer; tamamının altıda biri olur. Çünkü bu mes'elede, şefi, ikrar olunan oğlandan bir şey almaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hasta, karısı için yüz dirhem ikrar eder, —mehrinin haricinde, istemesi sebebiyle— ve karısını boşayıp mehrini de öder; iddeti bittikten sonra da, bu kadın ölür, bir erkek kardeşi ile, kuması ve kırk tane de dirhemi kalırsa, tamamı kumasının olur. Eğer iddeti çıkmadan ölürse, beş dirhemi kumasının geri kalanı da kardeşinin olur. Kâfî'de de böyledir.

Şayet kadın yerinde, kocası olsa ve kırk dirhemle, kırk dirhem kıymetinde bir elbisesi kalsa, başka da malı kalmasaydı ve bu kadının iddeti bitmeden, kocası ölseydi bu durumda boşanmamış kadına, elbi­senin sekizde biri düşerdi. Boşanmış kadına ise, —bizzat değilde— elbi­senin kıymetinin sekizde biri düşerdi. Elbisenin sekizde biri satılarak, beş dirhemi o kadına verilir. Ancak, kadın kendi rızasiyle elbisenin sekizde birini isterse alır.

Eğer, koca, kadının iddeti bittikten sonra ölürse, elbise satılır ve bedelinin tamamı ona harcanır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adama, ölüm yaklaşır; onunda baba ve ana bir kardeşi bir de karısı olur; o da üç talak boşanmasını ister; adam da öyle yapar; sonra da o kadına yüz dirhem ikrarda bulunursa, gerçekten mehrini vermiş olur.

Bir adama da, malının üçte birini vasiyyet ettikten sonra, ölür ve altmış dirhem bırakırsa, eğer: kadının iddeti bittikten sonra ölmüşse bu altmış dirhemi, kadın alacağına bedel alabilir.

Eğer iddeti bitmeden önce Ölürse, üçte biri olan yirmi dirhem ken­disine vasiyet edilen şahsın olur. Sonra da. kalanın dörtte biri kadının olur. (Ki, bu on dirhemdir.) Geride kalan otuz dirhem de kardeşinin olur.

Şayet, altmış dirhemin yerine, altmış dirhemlik bir elbise bıraksa; adam da kadının iddeti bitmeden önce ölse, bu elbise satılarak kendisine üçte bir vasiyet edilen şahsa, bedelinin üçte biri ona verilir; kalanın dörtte biri de kadına verilir. Geride kalan da, kardeşine verilir.

Şayet, iddeti bittikten sonra Ölürse, bu elbise kadın için satılır. Ve bu durumda kadın ancak hakkını alır. Kendisine vasiyet yapılan şahsa bir şey verilmez.

Bununla beraber bir yabancıya borç "ikrarında bulunmuşsa, mes'ele hali üzeredir.

Eğer adam kadının iddeti bittikten sonra ölürse, kadın yabancı ile birlikte alacaklarını alırlar. Eğer bir şey artarsa, onu da üçte birini vasiyet edilen zat alır. Artan da kardeşinin olur.

Şayet iddeti bitmeden Önce ölürse; önce yabancı alacağını alır. Eğer fazla bir şey kalırsa, kendisine vasiyyet edilen şahıs alır. Kalanın üçte birini, sonra da kalanın dörtte birine yakını verilir; artan olursa, oda kardeşinin olur. Tahrir'de de böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirheme mükâteb yapar; köle de öleceği sırada "bin dirhem, efendisine, bin dirhem de yabancı birisine borç" ikrarında bulunur; elinde de bin dirhemi olursa, önce o, kitabet bedeli olarak Ödenir.

Bu köle ölür, başka da malı olmazsa, hür olarak ölmüş olur. O bin dirhemin üçte ikisi efendisinin olur. Üçte birisi de yabancının olur.

Şayet efendisine borcunu ödemiş veya ödememiş olarak ölürse, yabancı onu almaya daha haklıdır. Çünkü, mükâteb köledir ve ölmüştür. Kitabet bedelini ödeyemediği içinde kitabeti bozulmuştur. Efendisine borç .ödemesi onun üzerine vacib değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer mükâteb, birde oğul bırakır; o da kitabet halinde doğmuşsa; yine yabancı, o bin dirhem alacağını alma bakımından, efendisinden daha haklıdır.

Efendi kitabet ve borç sebebiyle mükâtebin oğluna tabidir. Şayet mükâteb, kitabet bedelini ölmeden önce ödemiş olsaydı; sonra Ölseydi ve kitabeti zamanında da bir oğlu olmuş bulunsaydı, yine o yabancı, alacağını almada haklı olurdu. Öncekinde olduğu gibi, efendi kitabette ve borçda, mükâtebin oğluna tabi idi. Eğer mükâtebin oğlu, babasının kitabet bedelini öderse, yabancıya ait olan borç noksan-lanmaz. Her ne kadar, borçlar kuvvet bakımından müsavi olsalar da bu böyledir, Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, sıhhatli iken, kölesini, bin dirheme karşılık mükâteb yapar, bir başkası da ona —sıhhatli iken-r- bin dirhem ödünç verir, sonra da bu mükâteb hastalanır ve şahitlerin huzurunda, bu bin dirhemi, efendisine borç olarak verir; sonra da ondan geri çalar ve elinde bin dirhem olur; efendisi de ödünç aldığı bin dirhemi öder, bilahare de bu köle ölürse, işte o takdirde, efendisi alacağını almakda, —başka malı kalmamış olsa bile— daha nakildir. Tahrir'de de böyledir.

Mükâtebin sıhhatli iken efendisine borcu olur; hastalığında da onun ödediğini ikrar eder, sonra da, başka mal bırakmadan ölürse, sözü tasdik olunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hasta olan bir mükâteb bir yabancıya "bin dirhem  borç" ikrarında bulunduktan sonra Ölür ve bin dirhem de terekesi kalır; üze­rinde kitabet borcuda olursa, bu durumda yabancının alacağı öncelik kazanır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir mükâteb, hastalık halinde, "efendisinden bin dirhem Ödünç aldığını; bir o kadar da yabancıdan ödünç aldığını" irkar eder veya "önce, yabancıdan aldığını'* söyler; sonra da ölür ve iki bin dirhem de terekesi kalırsa, önce yabancı bin dirhemini alır. Sonra da efendisi kitabet bedelini alır ve mükâteb son zamanında azad edilmiş olur.

Efendisinden aldığı ödünç batıl olmuş olur.

Şayet iki bin dirhemden fazla bırakırsa, o zaman efendisi —bu mükâtebin varisi yoksa— ikrarı sebebiyle, o bin dirhemini de alır. Tah­rir'de de böyledir.

Hastalığı zamanında, elinde yüz dinarı bulunan bir mükatep "onun, efendisi tarafından yanına konulmuş bir emanet olduğunu" İddia ettikten sonra, "bir yabancıya, bin dirhem borcunun olduğunu ikrar eder ve bilahare de, ölür ve bin dirhemde terekesi ile efendisi için ikrar eylediği yüz dinar kalmış bulunursa; önce yabancının borcu verilir; sonra da dinarlar bozdurulup satılır ve bundan kitabet bedeli ödenir.

Eğer, kitabet bedelinden fazla bir şeyi kalırsa, o da —ikrarı sebebiyle— efendisinin olur.

Ancak, efendisi mükâtebin varisi olursa, o takdirde o fazlalık, miras olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesini bin dirheme mükâteb yapar ve sağlığında efendisi bu mükâtebe bin dirhem de ödünç verir; sonra da mükâteb ölür ve bin dirhem ile, hür olan karısından, çocuklar bırakırsa; bin dirhem kitabet bedeli olarak efendisine hükmolunur.  Ve kendinin de hür olduğuna hükmolunur.

Eğer efendisi: Ben, ona bin dirhem ödünç vermiştim." derse, bu sözüne iltifat edilmez.

Şayet bin dirhemden fazla terekede bulunursa, o zaman efendisi bin dirhemini kitabet bedeli olarak, fazlasını da ikrarına karşılık alır. Ondan da fazla olursa, onuda çocukları alırlar. Tahrir'de de böyledir.

Kölesini, bin dirheme mükâteb yapan bir şahsın iki hür oğlu olur ve mükâteb "oğlu için bin dirhem, efendisi için de bin dirhem" ikrar ettikten sonra ölür ve iki bin dirhemi kalırsa, onun iki binini de efendisi alır. Binini kitabet bedeli olarak, binini de ikrarı olan borcu için alır.

Şayet iki binden noksan terkeylemiş olursa, Önce oğlunun borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasta olan zat, hastalığı halinde, belirli bin dirhem borç ikrar eder ve: "Bu, benim yanımda buluntudur." dedikten  sonra ölür ve ondan başka da malı bulunmazsa varislerin onu tasdik etmeleri halinde, o buluntu aralarında miras olmaz; tasadduk edilir.

Eğer varisler, onu yalanlarlarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.^a göre, üçte biri kadarına ait sözü tasdik olunur. Ve, bu üçte bir tasadduk edilir. Üçte iki için ikrarı sahih olmaz.

Bin dirhemin üçte ikisi, .varisler arasında miras olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, hastanın ikrarı asla sahih olmaz. O malın tamamı, varislere miras olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, üç oğul bırakarak, ölür ve onlardan birinde de bin dirhemi olur ve onu hastalık halinde ikrar ederek "aldığım" söyler; borçlu olan oğlu ile diğer bir oğlu bu ikrarı doğrular da, üçüncü oğlu, yalanlarsa; borçlu oğlan, borcunun üçte ikisinden berat eyler. İnkar edene, üçte biri borçlanır.

Eğer ölen zat, başka bin dirhem daha bırakmış olursa, bunu ara­larında üçe bölerek taksim ederler. Üçte birini babasını yalanlayan alır. Diğer üçte ikiyi de, babasını tasdik edenle, borçlu olana kalır. Onun üçte ikisini, borçlu olan alır. Kalanını da aralarında taksim ederler.

Şayet hastalığında ikrar ederek "kölesini filan oğluna sattığını ve parasını alıp ihtiyacına harcadığını, köleyi de ona teslim eylediğini" söyledikten sonra, oğlu o köleyi, onun yanma emanet olarak koysa; bundan sonra da hasta adam Ölse, ikrar olunan oğlu ile diğer biri bu ikrarı doğruladığı halde, üçüncü oğlu, yalanlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda, yalanlayan oğulun kölenin üçte birindeki hakkı batıl olur. Üçte ikisinde sahih olur. Ve bu durumda o muhayyerdir: Şayet üçte ikiyi almayı kabul ve infaz ederse, nefsinin his­sesi olarak, kölenin bedelinin üçte birine müracaat eder.

Eğer fesh ederse, bu köle, üçünün arasında üçe bölünür: Kendisi için ikrar olunan, kölenin tam bedeli için müracaat eder.

Eğer ölenin başka malı varsa aralarındaki satış bozulmaz. Fakat, o bedelin üçte birini geri verir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer satışta ihtilaf olursa (Şöyleki: Kölenin kıymeti iki bin dirhem olur; hasta ise, onu oğluna —sağlığında—, "bin dirheme sattığını", ikrar ederse) diğer mesele hali üzeredir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasi üzre, bu ve bundan önceki riıes'ele aynıdır.

Fakat, İmâmeyn'e göre, bu bir vaisyyettir. Varise ise, vasiyyet yoktur.

Ancak, diğer varislerin rızaları ile bais varise vasiyyet edilebilir. Babayı yalanlayanın da rızası olmadığına göre, köle müşteri olan oğula teslim edilmez. Onun için, muhayyerlik vardır. Eğer babasının satış akdini bozarsa, bozar. İnfaz etmek isterse, infaz eder.

Eğer infaz ederse yalanlayanın nasibi kölenin kıymetinin tamamına baliğ olur. Ve vasiyyeti terk etmiş olur.

Müşteri ise, iki binin üçte birisini, babasını yalanlayan kardeşine borçlanır.

Tasdik edenin nasibi ise, terekenin bin dirhem olduğuna göredir.

Eğer akdi bozarsa, köle üç oğlan arasında miras olarak pay edilir.

O zaman, müşteri bedelin tamamından kendi hissesi ile babasını tasdik edenin hissesi için müracaatta bulunur.

Şayet müşteri, kendisi "Ben, pazarlığı yalnız yalanlayan için bozuyorum." derse, dediği gibi olur.
O zaman kendi nasibi için bedelin üçte birine tasdik edenin, nasibi için de üçte birine müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir. [9]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..