2- Nefis (= Can) Ve Mal Kefaleti

Nefse (= ferde, cana) kefalet caizdir. Çünkü, bir yolunu bulup, onu teslim etmeye güç yetirilebilir.

Talip, bu nefsin yerini biliyorsa, kefil olan şahısla, matlûbun arasını serbest bırakır, Hidâye'de de böyledir.

Yahut, iddia edildiği veya onun, hâkimin huzuruna çıkmasını hoş karşılamadığı zaman, muvafakat eder.

Onu yakalamaya gücü yetmezse, hâkimin yardımını talep eder.

Tebyîn'de de böyledir.

Bir şahıs, bir nefis için, birini kefil aldıktan sonra, gidip başka bir şahsı daha kefil alırsa; bu iki şahıs da kefil olurlar. Hidâye'de de böyledir.

Kefil olan şahsın, kefil olduğu kimseyi, hazır etmesi gerekir. Kefalette, bu kefilin de hazır olmasışartkoşulmuşsa, istenilen vakitte, bizzat gelip hazır olması gerekiT.

Böyle yapıp, verdiği sözü yerine getirirse ne âlâ... Sözünü yerine getirmemesi hâlinde, hâkim, bu kefili hapseder. Kâfî'de de böyledir.

Bu durum, kefilin aczinin zahir olmaması hâlinde böyledir.

Fakat, bu kefilin, sözünü yerine getirmekten âcizolduğuaçıklık:kazanmışsa,ozamanhabsedilmez;hapsedilmesinde bir mana yoktur.  Ancak, bu durumda da, bu kefille, kefili olduğu şahsın arası serbestbırakılmaz; kefil, yine de, kefil olduğu şahsı elde etmek için aramaya devam eder. Tebyîn'de de böyledir.

Kefil, sözünü yerine getirmeyince hemen hapsedilmez.

Kefil, kefaletini Kabul etmesi hâlinde ve kefaletini iki veya üç uef'a yerine getirmeyince, hâkim tarafından hapsedilir.

Ancak kefil, kefaleti inkâr eder ve bu hususta da beyyine getirirse; yahut, hâkim, kendisine yemin teklif ettiği hâlde, kefil yemin etmekten kaçınırsa; bu durumda ilk defada hapsedilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Zâhiru'r-rivâye budur. Nehrû'I-Fâık'ta da böyledir.
Bu hüküm, buraya has bir hüküm değildir; bi'1-akis, bütün haklar için geçerli bir hükümdür. Zahîriyye'de de böyledir.

Bizzat, kendisine kefil olunan şahıs gâib olunca hâkim, kefile, o şahsın gidip gelmesine kadar mühlet verir. Uzun müddet geçmesine rağmen, kefil olunan bu şahıs dönmez ve kefil de onu getirmezse; bu durumda, kefi) hapsedilir. Hidâye'de de böyledir.

Kendisine kefil olunan şahıs gâib olur ve yeri de bilinmezse; kefi Ünden teslim etmesi istenilmez.

Şayet kefil alan şahısla, kefil olan şahıs arasında ihtilâf çıkar ve kefil olan şahıs: "Ben, onun yerini bilmiyorum." dediği hâlde, kefil alan şahıs: "Biliyorsun." derse; duruma bakılır: Şayet, ticâret için, her zaman gittiği yere gitmiş olursa; bu durumda talibin sözü geçerli olur. Ve kefile, onun gittiği yere gitmesi (ve onu getirmesi) emredilir. Ancak, nereye gittiği bilinmiyorsa; bu durumda ise, kefilin sözü geçerli olur.

Şayet talip, "kefil olunan şahıs, filan yerdedir." diye beyyine geti­rirse; bu durumda, kefile "oraya gidip, kefil olduğu şahsı getirmesi" emredilir. Tebyîn'de de böyledir.

Kefil olunan şahsın irtidâd edip (= islâmdan çıkıp) dâr-i harbe gitmiş olması hâlinde, duruma bakılır: Şayet kefil, gidip onu getirme gücüne sahipse, gidip-gelmesi için ona mühlet verilir. Kefil de, gidip getirir.

Kefilin, bu şahsı, gidip getirmeye gücünün yetmemesi halinde ise, kefil sorumlu tutulmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Söylediğimiz "bu  yerlerin  hepsinde, yani, kefilin gitmesinin emredildiği yerlerde, talibin, —diğeri gâib olunca, hakkının zayi olma­ması için— başka bir kefil isteme hakkı vardır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir nefis hakkında, kısas için kefil olmak caizdir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, namuslu bir kadına zina ifti­rasında bulunan kişiye uygulanan hadd-i kazif'te; hırsızlık yapan kim­seye uygulanacak olan hadd-i sirkat'te de kefil olmak caiz olur. Ancak, bu hususta icbar edilmez; bi'1-akis müsamaha edilir; kefil veren kim­senin nefsi tîb olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Fakat, içki, zina, hırsızlık gibi Allah için olan hadlerde, bazı âlim­lere  göre,  kefalet  caiz olmaz.  Nefsi  güzel  olsa bile,  bu böyledir.

Kifâye'de de böyledir.

Kefil vermeye cebredilmediği takdirde, iddiada bulunan şahsın, kadı. efendiye beyyine ile gelmesi lâzımdır. Aksi takdirde yolu açık bırakılır. Muhıyt'te de böyledir.

Şemsü'I-Eimme Serahsî, Edebü'l-Kâdî'de şöyle buyurmuştur: Hatâen yaralama davasında, hatâen öldürme davasında,  kısası olmayan yaralamalarda, ta'zir icabeden şeylerde, matlûba, kefil vermesi cebredilir.

Bu, davaların mal davası olması halinde de aynıdır. Nihâye'de de böyledir.

Kısas hadlerinde, hapsetme yoktur.

îki şâhid veya hakimin tanıdığı âdil bîr şâhid şehâdette bulunursa; hüküm verilir. Kâfi'de de böyledir.

Mal bilinse de, bilinmese de; borçlunun da izni olsun veya olmasın, mal'a kefil olmak caizdir.

Kefil olması halinde, alacaklı, talep etmesi hâlinde, isterse, borçludan; isterse kefilden alacağını alabilir; borçludan veya kefilinden alması arasında bir fark yoktur. Sirâdyye'de de böyledir.
Bunlardan birisinin, "alacaklıdan, alacağını diğerinden isteme­sini" talep etmesi hâlinde de, alacaklı alacağını dilediğinden istiyebilir. Hidâye'de de böyledir. [14]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..