3- Kefaletten Berâet (- Kurtulmak)

Âlimlerimiz: "Bir nefse kefaletin caiz olduğu hallerde, bu kefa­letten berâct de (= kurtulmak da) sahih olur." demişlerdir.

Ancak,  bu  kefaletten  kurtulmak  için,   şu  üç  şeyden  birisinin bulunması gerekir:
1) Kefil, kefil olduğu şeyi, talibe teslim edince, kefaletinden berâet etmiş (= kefilliğinden kurtulmuş) olur.
2) Alacaklı şahsın, alacağından vaz geçmesi ile de, kefil kefaletinden beraet etmiş olur.
3) Kefil olmanın ölmesi ile de, kefil, kefaletten berâet etmiş olur. Mulııyt'te de böyledir.

Bir kefil, kefili olduğu şahsı getirip, alacaklının gücünün yeteceği, şehir gibi bir yerde, muhakeme olmaları için, teslim ederse; bu durumda da kefil kefaletten berâet etmiş olur. Kâfî'de de böyledir.

Alacaklının  bunu  kabul  edip  etmemesi de müsavidir. Feifeu'l-Kadîr'de de böyledir.

"Ancak kefil, kefil oîduğu şahsı, alacaklısın, sahrada veya karanlık bir yçrde teslim ederse; kefaletten Kurtulmuş olmaz. Kâfî'de de böyledir.

imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir kimse, kefil olduğu şahsı, alacaklısına, kefil olduğu şehirde değil de, bir başka şehirde teslim ederse; kefaletten kurtulmuş olur.

tmâmeyn'e göre ise, bu şahıs kefaletten kurtulmuş olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Âlimlerimiz, bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Eyceh (- daha uygun) olan, İmâmeyn'in kavlidir. Fethu'S-Kadîr'de de böyledir.

Bu ihtilâf, "kefil olunan şeyin, bu şehirde teslim edilmesinin şart koşulmamış olması" halindedir.

"Bu şehirde teslim edilmesi" şart köşulmuşsa; tmâmeyn'e göre de, başka şehirde teslim, etmesi hâlinde, bu kefil, kefaletten kurtulmuş olmaz. Kifâye'de de böyledir

Şayet  kefil,  hâkimin  huzurunda  teslim  etmeye  kefil  olmuş bulunmasına rağmen, çarşıda teslim etmiş olsa bile, kefaletten berî olur., Kâfi'de de böyledir.

İmâm Serahsî şöyle buyurmuştur: Âlimlerimizden müteahhirîn ulemâsı şöyle buyurmuşlardır: "Bu husus, o zamanın âdeti üzeredir. Bizim zamanımızda, hâkimin huzurunda teslim etmeye kefil olan zat, başka   bir   yerde   teslim   etmekle,   kefaletten   kurtulmuş   olmaz." Gâyctü'i-Beyân'da da böyledir.

Kübrâ isimli kitapta: "Fetva, buna göredir." denilmiştir. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
Bir kefile, "kefil olduğu şahsı, emîrin ( =  mülkî âmirin veya komutanın) yanında teslim etmesi" şart koşulduğu hâlde, o, kadı'nın (= hâkimin) yanında teslim ederse veya "kadı'nın yanında teslim edilmesi" şart koşulduğu1 hâlde, emirin yanında teslim ederse; veyahud da, "filân kadı'nın yanında teslim etmesi" şart koşulduğu hâlde, başka bir kadı'nın yanında teslim ederse; kefil, bu kefaletlerin hepsinde de, Jcefâletten kurtulmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû Hâmid'den sordum:

— Başka bir kimseye kefil olan şahıs, kefil olduğu şahsı, yakınları ile birlikte evinde oturmakta olan alacaklısına götürüp, o cemaatin huzurunda teslim eder ve ona: "İşte senin alacaklı benim de kefil olduğum zât." der ve bu kefil oturmadan çıkıp giderse; bu kadarcık işle, teslim yerini bulur mu?

İmâm, bana şu cevabı verdi:

— Evet, yerini bulur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın nefsine kefil olur ve: "Şayet, filan vakte kadar,  alacaklının malını ödemezse,  kendisinin ödeyeceğini" söyler ve bu kefile, kefalette büyük mescidde ödemesi şart koşulur, o da, o yerde ödemek için geldiği hâlde, alacaklıyı orada bulamazca; bu kefil, nefis ve malla ilgili kefaletten kurtulmuş olur.

Keza, kefaleti sadece nefs için olmuş bulunsaydı, hüküm yine böyle olacaktı.

Bir kinişe, borçlu, yarına kadar, mescidde ödemediği takdirde, borcu, kendisi ödemek üzere, başka bir kimseye kefil olur ve alacaklının yarın mescid-i a'zamda hazır bulunmasını şart koşup, kefili olduğu şahıstan alınacak olan şeyi alsa, o şahıs, borcundan kurtulmuş olur.

Bahsedilen yarından sonra kefil, alacaklı ile karşılaşır ve ona: "Sen dün kayboldun." der; alacaklı da: "Ben, sözümü yerine getirdim." karşılığını verir; ikisi de birbirlerine inanmazlarsa; kefilin kefaleti baki olur. Ve bu malı (borcu) kefilin ödemesi gerekir.

Şayet, her ikisi de, mescide geldiklerine dâir beyyine getirirler, ancak buna şahid gösteremezlerse; bu durumda da kefil, kefili olduğu malı öder; nefse ait kefaleti de hâli üzere kalır.

Şayet kefil, mescide vardığını isbat ettiği hâlde, talip bu hususta beyyine ibraz edemezse; bu kefil hem mal, hem de nefis kefaletinden kurtulmuş olur. Ve bu durumda, o alacaklının  mescid'e  varmış bulunduğu sözü doğru kabul edilmez.

Bir kimsenin nefsine kefil olan bir şahıs, mekfûlün bih'in ( = kendisine kefil olunan şahsın) hâkimin huzurunda (onun emri ile) hap­sedilmiş olması hâlinde, onu, alacaklıya, hapishanede teslim etmekle, kefaletten kurtulmuş olur.

Bir kimse, hapsedilmiş bir şahsın nefsine kefil olur; bu şahıs da hapishaneden çıkarılıp tekrar hapsedilir ve kefil de, bu durumda, onu talibe —hapishanede— teslim ederse; âlimlerimiz: "Bu şahsın, ikinci hapsi, ticaret veya benzeri bir şey sebebiyle olmuşsa, kefilin, onu, talibe bu şekilde teslim etmesi sahih olur ve bu kefil kefaletten kurtulmuş bulunur. Şayet ikinci hapsi hükümdar tarafından yapılmışsa; bu durumda, kefil, kefaletten berî olmaz." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mekfûl, (= kendisine kefil olunan şahıs), bir borç sebebiyle veya başka  bir  sebepten dolayı, hapsedilmiş   bulunursa,   borçtan,   kefil sorumlu tutulur. el-Asl'da da böyle söylenmiştir.

Âlimler: "Bu hüküm, mekfûî'ün başka bir şehirde hapsedilmiş olması hâlinde böyledir.

Ancak, mekfûl, kefaletin aktedildiği şehirde ve davaya bakan hs âmin hükmü ile hapsedilmiş olursa; kefil olan şahıstan, onu teslim el nesi talep edilmez.

Bu durumda hakim, mekfûlü hapishaneden çıkarıp, davacı şahsa g jsterir; sonra tekrar hapseder.

Fakat mekfûl, kefalet akdinin yapıldığı şehirde başka bir hâkimin hükmü ile hapdedilirse; (ki, bir şehirde birden çok hâkim bulunabilir veya bu şahsı vali hapsetmiş olabilir) kıyâsen kefil olan şahsın, bu şahsı teslim etmekle sorumlu tutulur.

İstihsân'da ise, kefil, bu durumda da sorumlu tutulmaz. Sanki, bu mekfûlün hapsedilmesi ile ilgili hüküm, o borçtan dolayı verilmiş bir hüküm; hapishane de, davaya bakan hakimin hapishanesi —gibi olmuş— olur. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Mekfûlün bi'n-nefs (= Nefsine kefil olunmuş bulunulan şahıs), başka bir hakimin hapishanesinde hapsedilmiş bulunur; iddia sahibi de, aynı şehirde başka bir hakime dava açmış olursa; bu durumda, bu hakim, mekfûlün bi'n-nefs'i talep eden bu davacıya "Diğer hakime gidip, davasını onda açmasını" söyler. Muhıyt'te de böyledir.

Mekfûlün bi'n-nefs (= Nefsine kefil olunmuş bulunulan şahıs) hapsedildiği zaman, kefili, bu şahsı, talibe, hapishanede teslim ederse; bu durumda da, kefaletten berî (= kurtulmuş) olmaz.

Âlimlerimiz: "Bu hüküm, bu mekfûlün bi'n-nefs'in başka bii hâkimin hapishanesinde bulunmakta olması halinde geçerlidir." demişlerdir.

Bu mekfûlün bi'n-nefs'in davasına bakan hakimin hapishanesinde bulunması halinde hükmün ne olacağı hususunda ise, alimlerimiz ihtilaf etmişlerdir.

Bâzı alimler: "Kefil, bu durumda, kefaletten berî (= kurtulmuş) olur."; bâzıları ise: "... berî olmaz." demişlerdir. Esahh olan kavil ise, bu kefilin kefaletten berî (= kurtulmuş) olmasıdır.

Bu mes'elede kıyâsa uygun olan hüküm şudur: Bu mekfûlün bi'n-nefs, kefaletin akdedildiği şehirde hapsedilmiş bulunursa, istih-sânen, ister başka bir hakimin, isterse valinin hapisânesinde hapsedilmiş bulunsun, kefil kefaletten berî (= kurtulmuş) olur.

Keza âlimlerimiz: "Bu hüküm, bu mekfûlün bi'n-nefs'in tâlip'den dolayı değil de, başka bir şahıstan dolayı hapsedilmiş olması hâlinde geçerlidir. Şayet, talipden dolayı (yani talibin açtığı davadan dolayı) hapsedilmiş olursa; bu durumların hepsinde de, kefil, kefaletten beri ( = kurtulmuş) olur. Zehryre'de de böyledir.

Bir kimse, hapishanede olmayan bir şahsın nefsine kefil olduktan sonra, bu mekfûlün bi'n-nefs hapsedilir; hak sahibi olan şahıs da bu durumda kefili dava eder; kefil ise, hakime: "Ben ona kefil oldum; ancak, sen, onu başkasının alacağından dolayı hapsettin." derse; İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durumda hâkim, matlûb olan (= istenilen) şahsın, —kefilin, talibe teslim edebilmesi için— getirilmesini emreder. Sonra da, bu şahıs geri hapsedilir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir hâkim, borcu yüzünden hapsedilmiş bulunan bir mekfûlün bih'i, talibin davası için hapishaneden  çıkardığında; kefil, talibe, hâkimin huzurunda: "İşte, sana veriyorum." derse, kefaletten berî ( = kurtulmuş) olur.

Kefil, bu sözü, hakimin bulunmadığı bir mecliste söylediği zaman, kefaletten berâet etmiş (= kurtulmuş) olmaz. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir şahsın nefsine kefil olduğunda, kendisine kefil . olunan bu şahsı, başka bir şahıs, hapishaneden çıkarıp hâkimin huzu­runa getirince, kefil talibe, teslim ederse; bu durumda kefaletten berî olmuş (= kurtulmuş) olmaz.

Bir kefil, kefaleti sebebiyle; mekfûlün bih (= kendisine kefil olduğu şahıs) da dem (= kan) sebebiyle hapsedilmiş bulunursa; kefilin, mekfû­lün bih'in nefsini teslim etme imkânı yoktur.

Şayet kefil, kefaleti sebebiyle hapsedildikten sonra, mekfûlün bih'in bir şehirde saklanmakta olduğunu anlarsa; bu durumda hâkim, talibe "ondan kefil almasını" emreder ve kefili hapishaneden çıkarır ki,, kefil olduğu şahsı getirsin.

Keza, mekfûlün bih (= kendisine kefil olunan şahıs) bir borcu yüzünden hapsedildiğinde, sual karşılığında, "malının o şehirde değil de, Horasan'da olduğunu" söylerse; bu durumda hapisten çıkarılır ve kendisinden nefsi için bir kefil alınır. Bu mekfûlün bih de, Horasan'a gidip malını satarak borcunu öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir başka şahsın nefsine kefil olan kimse, talibe: "Onu, sana teslim ettiğim zaman, ben kefaletten berîyim." demese bile, kefü odîuğu şahsı talibe teslim edince kefaletten berî ( = kefillikten kurtulmuş) olur. Hîdâye'de de böyledir.

Bir kefil, mekfûlün bih'i ya talip talep etmeden önce veya talip talep ettikten sonra teslim etmiş olabilir.

Şayet kefil, mekfûlün bih'i, talibin talebinden önce teslim etmiş olursa; "kefaletin hükmünü yerine getirdim." dememiş olsa bile, kefa­letten berî (= kefillikten kurtulmuş) olur.

Ancak kefil, mekfûlün bih'i, talip talep etmeden önce, ona teslim ederse; "Kefalet yönünden teslim ediyorum.!* demedikçe, kefaletten berî olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir   kefil,   mekfûlün   bi'n-nefs'i   (=   kendisine   kefil   olmuş bulunduğu şahsı), talibe teslim ettiği halde, talip kabul etmek istemezse; kabul etmesi için cebredilir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, bir ay sonra teslim etmek üzere Kefil olduğu bir şansı, bir ay dolmadan önce teslim ederse; —alacaklı kabul etmese bile— kefaletten berî (= kefillikten kurtulmuş) olur» Hulâsa'da da böyledir.

Matlûbun (= istenilen şahsın) kendi nefsini teslim etmesi halinde de, kefil kefaletten kurtulmuş olur.

Mekfûlün bih'i kefilin vekilin veya elçisinin teslim etmesi halinde de, kefil kefaletten kurtulmuş olur. Kenz 'de de böyledir.

Ancak, bu durumlarda, kefilin kefaletten kurtulması için vekil veya elçinin: "Kefaletin hükmünü, sana teslim ettim." demeleri şarttır. Tebyîn'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), bu mes'eiede vekil veya elçinin: "... filanın kefaletinden..." demelerini de şart koşmuştur.

Şeyhu'I-lslâm Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:

Âlimlerimiz, kefalette, teslimi yerine getirilmesi lâzım bir şart kılmışlardır.

Teslimin şartı da, "Filanın kefaletinden dolayı teslim ediyorum." demektir.

Bu şart, bir kimsenin, iki kişiye kefil olmuş bulunması hâlinde geçerlidir.

Bir şahıs, bir kimseye kefil olmuşsa; bu durumda "... filanın kefa­leti..." demeye ihtiyaç yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Mekfûlün bi'n-nefs'i (= Kendisine kefil olunan bir şahsı), talibe, —kefil, vekili veya elçisi değil de— yabancı bir kimse, "... kefilin yerine teslim ediyorum." diyerek teslim eder; talip de, bunu kabul ederse; kefil, kefaletten berî (= kefillikten kurtulmuş) oîur.

Ancak, bu durumda tâüp susar ve "kabul ettim." demezse; kefil, kefaletten berâet etmiş (= kurtulmuş) olmaz.

Şayet hâkim veya hakimin vekili, müddea aleyh'den (- borçlu olduğu.iddia olunan şahıstan), nefse kefil aldığında, —müddeî'nin ( = alacaklı olduğunu iddia eden şahsın) talebi olsun veya olmasın—, kefil, onu hâkime teslim ederse; kefaletten berî olur.

Ancak, bu durumda kefil; o şeyi, talibe teslim ederse; kefaletten berî (= kefillikten kurtulmuş) olmaz.    .    .

Bu hüküm, hâkim veya onun naibinin, kefaleti, sahibine izafe etmemeleri hâlinde böyledir.

Şayet hâkim veya onun emîni, müddeâ aleyh'e: "Müddeâ, (= iddia eden şahıs) senden kefil istiyor." derler; o da bunu kabul ettikten sonra, mekfûl'ü hâkime veya onun eminine telim ederse; bu durumda, kefa­letten berî' (= kurtulmuş) olamaz.

Ancak, mekfûl'ü talibe teslim ederse; bu durumda kefaletten berî olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "matlûb'tan, kendi nefsi için kefil alması maksadiyle" l>aşka bir şahsı vekil tâyin ederse; bu durumda iki vecih vardır:
1) Vekil, o kefili, kendi nefsine izafe edebilir. Bu vecihte, kefilden, mekfûlün bih'i isteme hakkı bu vekile âit olur.
2) Vekil, o kefili, müvekkiline (- kendisini vekil tâyin eden kim­seye) izafe edebilir. Bu durumda ise, talep etme hakkı müvekkilindir.

Şayet kefil,matlûbu müvekkile teslim ederse; istihsânen, her iki durumda da, kefaletten berî olur. ZefuyreMe de böyledir.

Fakat, kefil, matlûbu vekile teslim ederse; vekilin, kefaleti kendi nefsine izafe etmiş olması hâlinde, kefaletten berî (= kurtulmuş) olur.

Vekilin, kefaleti müvekkile izafe etmiş olması hâlinde ise, kefil, matlûbu vekile teslim etmesi ile, kefaletten berî (= kefillikten kurtulmuş) olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir topluluğun, bir nefs için kefil olması hâlinde, bu cemâatten birisi, toptan kefil oldukları zâti getirince, cemâatin tamamı kefaletten berî olurlar.

Ancak, bu cemâattekilerin her biri, ayrı ayrı kefil olmuşlarsa; teslim edenin dışında kalanlar, kefaletten berî olamazlar. Bedâi"de de böyledir.

Mekfûlün bih (= kendisine kefil olunan şahıs) öldüğü zaman* nefse kefil olmuş bulunan şahıs, kefaletten berî olur. Hidâye'de de böyledir.

Mekfûlün bih'in hür veya köle olması arasında bir fark yoktur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Keza, kefilin ölmesi hâlinde de, kefalet sona erer. Hidâye'de de böyledir.

Bir nefse kefil olan kimse, talibe, başka bir kefil daha verirse; mekfûlün anh (= asîl = teslim edilmesi gereken.şahıs) ölünce; bu kefil­lerin ikisi de, kefaletten berî olurlar.

Keza, böyle bir durumda, birinci kefil ölünce, ikinci kefilden <te kefalet mecburiyeti kalkmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın nefsine kefil olduğunda, talibin ölmesi hâlinde de, nefse kefalet devam eder.

Kefil, bundan sonra, matlûbu vasîye teslim ederse; kefaletten berî (= kefillikten kurtulmuş) olur. Bu durumda, tereke hakkında borç olup olmaması da müsavidir.

Kefilin, matlûbu vârislere teslim etmesi hâlinde, terekede borç varsa; kefil kefaletten berî olamaz. Bu durumda da, borcun dağınık veya toplu olması müsavidir.

Şayet, terekede borç yoksa, kefil, sadece, ödenenin hissesinden berî (= kurtulmuş) olur.

Şayet malda fazlalık varsa ve ölen de, malın üçte birini vasıyyet etmişse; kefil, kefil olduğu malı, vârislere veya vasîye yahut borçluya verirse, kefaletten berî olamaz.

Şayet kefil, malı bunların üçüne birden teslim ederse, kefaletten berî olur mu?

Şemsü'l-Eimme Şerahsî: Bize göre, sahih olan kefaletten berî olmamasıdır." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Vârislerin  borcu  ve  vasıyyeti  ödemeleri  hâlinde,  caiz  olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıs için, bin dirheme kefil olduktan sonra, tâlib ölse; bu kefil, ölen şahsın varisi ise, kefaletten berî olur. Mal ise, mekfûlün bih'de (= kendisine kefil olunan şahısda) hâli üzere kalır.

Bu kefalet, izinsiz vâki olmuşsa, matlub da berî olur. Zira, tâlib ölünce, mal vârisin oîur.

Şayet kefil, talibin sağlığında bu mala hâkimin hükmü veya hîbe yolu ile sahip olursa; kefaletin borçlunun emri ile vâki olmuş bulunması hâlinde, kefil, bu borçluya müracaat eder; onun emri ile kefil olmamışsa, ona müracaat edemez.

Kefilin irsiyet yolu ile mala sahip olması hâlinde de hüküm böyledir.

Bu hâl, talibin ölmesi, kefilin ise, ona vâris olması hâlinde vâki olur.

Şayet talip (= alacaklı) ölür, mekfûlün bih (= kendisine kefil olunan şahıs) da, (~ borçlu da) ölenin vârisi olursa, bu durumda kefil, kefaletten berî olur. Çünkü, bu durumda borçlu, zimmetinde bulunan şeyin mâlikidir. (= sahibidir.) Ve asilin beraatı (= borçtan kurtulması), kefilin berâati (= kefillikten kurtulması) olur.

Şayet talibin ikinci bir oğlu daha varsa, bu durumda, borçlu ile bir­likte kefil, diğer oğulun hissesi kadar olan borçtan berâet eder. (= kur­tulur.) Diğer oğlunu hissesine isabet eden malın kefaleti ise, kefilin üze­rinde baki kalır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mekfûlün anh'in (=  asîl'in   =  borçlunun) borcunu ödemesi hâlinde, kefil, kefaletten kurtulmuş olur.

Asîl'in (=mekfûlün anh'in = borçlunun), talip tarafından berâet ettirilmesiyle de, kefil, kefaletten kurtulur. Kâfî'de de böyledir.

Bu durumda, asîl'in (- borçlunun = mekfûlün ahn'in) teberrüu kabul etmesi şarttır.

Borçlu (mekfûlün anh = asîl), alacaklının (= mekfûlün leh'in = alacaklının) teberrûunu reddederse; bu durumda, alacaklının alacağı, hâli üzere kalır.

Âlimlerimiz, bu borcun, kefile avdet edip etmiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: "Avdet eder."; bazıları ise: "Avdet etmez." demişlerdir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Tâlib (=  Alacaklı - mekfûlün leh), borçluya (=  mekfûlün anh'e) bağış yaptıktan sonra; borçlu bunu reddetmeden önce, alacaklı ölürse; bu durumda borçlu borcundan berâet etmiş olur.

Borçlu, borcunu ödemez ve hîbeyi de reddederse; bu reddedişi sahih olur. Mal ise, matlûbun (= asilin = borçlunun = mekfûlün anh'in) üzerinde bulunur. Yani, borçlu yine borçlu ve kefil de, yine kefildir. Muhiyt'te de böyledir.

îbrâ etme (= borçtan vaz geçme) veya hîbe (= borcu bağışlama), borçlunun (=  mekfûlün anh'in  =  asil'in) ölümünden sonra olursa; bunu, vârislerin kabul etmesi sahih olur-

Şayet varisler, bağışı reddederlerse; bu ibra (— alacaklının alacağından vaz geçmesi) bâtıl (= geçersiz, hükümsüz) olur. Bu, İmâm Ebû Yftsuf (R.A.)'un kavlidir.

Çünkü, ölümden sonra, ibra yetkisi vârislere aittir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Onların reddetmeleri ile, ibra red­dedilmiş olmaz. Şayet, hayatta iken ibra edilse de, onu kabûletmeden ölmüş olsaydık bu red'le; red vâki olmuş bulunurdu." buyurmuştur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Kefile ibra yapılmış olması hâlinde, —kefil bunu kabul etse de, etmese de— bu ibra sahih olur. Asîle' (= mekfûlün anh'e - borçluya) müracaat edilemez.

Ancak, alacağın borçluya (~ mekfûlün anh'e = asîl'e) bağışlan­ması veya ona tasadduk edilmesi hâlinde, onun kabul etmesine ihtiyaç vardır. Hidâye Şerhı'nde de böyledir.

Kefil hakkında, ibrâ'm ve hibenin hükümleri ayrı ayrıdır. İbra' hakkında, kabule ihtiyaç yoktur.

Hîbe ve tasadduk hakkında ise, kabule ihtiyaç vardır.

AsîPde (= mekfûlün anh'de) ise, ibra, hîbe ve tasadduk'un hü­kümleri aynıdır; hepsinde de kabule ihtiyaç vardır. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Hasta bir kimse, nefse kefil olmuş bulunan vârisini ibra etmesi (= kefaletten berî kılması, kurtarması) caizdir. Çünkü, borçlunun ve vâris­lerin hakların tealluk  etmeyen durumlarda,  maraz-ı mevt [15]sıhhat yerindedir.

Nefse kefalet de, borçlunun ve vârislerin hakkına tealluk etmez; çünkü o, mâl değildir. Bunun içindir ki, nefse kefil olan şahıs, yabancı biri olursa; hastanın ibrası, malının üçte birinde muteber değildir.

Keza, nefse kefil olan şahıs vârislerden biri olmaz ve hastanın üze­rinde de borç bulunursa, hüküm yine böyledir.

Ancak, bunu kefile ibra eder; sonra da bu hastalıktan ölürse; böyle yapması caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet talip, kefili ibra ederse; o kefaletten beri (= kurtulmuş) olur; asîl ise, hâli üzere kalır.

Bir kefil, kefaletini gerektiren şey hakkında, talip ile sulh olursa; bu durumda asîl berâet edemez."Kâfî 'de de böyledir.

Kefil veya asî!, talip ile; bin dirhem olan alacağının yerine beş yüz dirhem'e yaparlar ve bu anlaşmanın akdi esnasına her ikisinin de berâeti söyîenmişse; bu durumda, borçlu da, kefil de berâet etmiş olur.

Bu sulh anlaşmasının akdedilişî sırasında, sadece asilin berâeti şart koşulmuş olsa bile, yine hem asıl, hem kefil berâet etmiş bulunur. Böyle bir şart koşulmamış olsa bile, hüküm böyledir.

Bu anlaşmanın yapılışı sırasında, sadece kefilin berâeti şart koşulmuş olursa; bu durumda, sadece kefil, beşyüz dirhemden berâet eder; bin dirhem borç ise, asilin üzeinde baki kalır. Tebyîn'de de böyledir.

Bu durumda, alacaklı muhayyerdir: Dilerse, alacağının tamamını asîlden alır; dilerse, beşyüzünü asilden, beş yüzünü kefilden alır. Kefil ise, verdiği beş yüz dirhem için, asîl'e (= mekfûlün anh'e = borçluya) müracaat eder.

Bu durumda, anlaşmanın asîîin emri ile veya onun emri olmadan yapılmış olması halleri de müsavidir. Tahâvî Şerbı'nde de böyledir.

Şayet kefil, alacaklıyı, başka bir şahsa havale eder; alacaklı da, kendisine havale olunan şahisda bunu kabul ederlerse, bu durumda, kefil de, borçlu  da  borçtan berî (=  kurtulmuş) olurlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın nefsine kefil olduktan sonra; talip ( = mekfûlün leh), mekfûlün bi'n-nefs'de (= nefsine kefil olunmuş bulu­nulan şahısda) bîr hakkının bulunmadığını ve onda başkası yönünden de, ana-babası yönünden de, vasıyyet ve vekâlet yönlerinden de bir hakkının olmadığını söylerse; bu durumda kefil, kefaletten berî ( = kefillikten kurtulmuş) olur. Hulâsa'da da böyledir.

Talip (=  mekfûlün leh):  "Onda, (mekfûlün bi'n-nefs'de) bir hakkım   yoktur."   derse;   yine   kefil,   kefaletten   berâet   etmiş   ( = kurtulmuş) olur.  Bu şekildeki bir ikrarla, bütün haklar sakıt olur. Zehıyre'de de böyledir.

Asîl (=  mekfûlün anh), borcunu talibe (=  mekfûlün leh'e) Ödemeden önce, kefili, kefaletten berî kılar veyaona bağışta bulunursa, bu caiz olur.

Hatta, kefil, bundan sonra, talibe asîlin borcunu öderse; —ödediğini almak için— asîFe müracaat edemez. İmâm Kadîhan ve İmâm Mahbûbî'de böyle söylemişlerdir.

İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl'da şöyle buyurmuştur:

Nefse kefil olan bir kimse, kefil olduğu kimsenin borcunu öderse. binefsihî kefaletten kurtulur. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu olan şahıs, alacaklının alacağını ödese bile; talip, borçluda, başka hakkının da bulunduğunu iddia ettiği müddetçe, borçlunun nef­sine kefil olmuş bulunan şahıs, kefaletten berî olamaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Nefse kefil olmuş bulunan bir kimse, mal vererek kefaletten düşmek için anlaşma yaptığında, ondan bunun için mal almak sahih olmaz.

Bu şahıs, nefse kefil olmaktan berâet eder mi? Bu hususta iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden birine göFe, kefaletten berî 'olur. Füsûlü'l-Üsteruşniyye'de de böyledir.

Fetva bununla verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bu şahıs, hem nefse, hem de mala kefil olmuş ve nefse kefaletten kurtulmak için sulh yapmış bulunursa, bu durumda, nefse kefaletten berî olmuş (= kurtulmuş) olur. Füsûlü'l-Üsterûşniyye'de de böyledir.

Mekfûlün leh (= Talip ~ alacaklı), kefile: "Sen, bana karşı, maldan berî oldun." derse; bu, "borçlunun o malı ödediğini" ala­caklının ikrar etmesi olur. Bu durumda kefil, asîl'e (- mekfûlün anh'e = borçluya), —onun emri ile kefil olmuşsa— müracaat eder.

Şayet alacaklı, kefile: "Seni ibra ettim." derse, bu bir ibradır. Ve bu, "alacaklının, kefilden bir şey aldığının ikrarı" değildir. Bu durumda kefil, asîl'e mal için, müracaat edemez.

Eğer alacaklı, kefile: "Sen beri oldun." der; ancak "...bana..." dememiş olursa; bu,- İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, "Malı almış olduğunu" ikrardır. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, ibradır. Kâfi'de de böyledir.

Bu mes'elede İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'la beraberdir.

Bu konuda, Hidâye Sâhibi'de bu kavli ihtiyar etmiştir.

İki ihtimalden, doğruya en yakın olan budur. el-İhtiyâr Serhu'I-Muhtâr'da da böyledir.

Aslında, bu kaviller arasında muhalefet yoktur.

Alacaklı, bir yere: "Kefil, kefil olduğu dirhemlerden berî oldu. ( = onlara kefil olmaktan kurtuldu.)" diye yazarsa; bu da, "alacaklının, bu dirhemleri aldığını'' ikrar etmesi olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

raıavayı ttindiyyt

Şayet alacaklı (= talip = mekfülün leh) kefile: "Sen, maldan çözüldün." derse; buda "...berîoldun. ( = kurtuldun.)" demek gibidir. Bu imamlarımızın hepsine göre de böyledir. Çünkü,' "çözülmek" sözü, ibra ve berâet için kullanılır.

Mahbûbîde, böyle zikretmiştir. Mi'râcü'd-Dirâye'de-de böyledir. « Bir kimse, satılan bir şeye kefil olur ve bu şeye de başka bir hak sahibi çıkara; kefil, kefaletten berî (= kurtulmuş) ölür.

Keza, satılan bu şey, bir hâkimin hükmü ile, kusurundan dolayı veya hakimin karan olmadan yahut görme muhayyerliği sebebiyle geri verilirse; bu durumlarda da kefil, kefaletten berî olur.

Bir müşteri, kendisine satılan şeyin satıcısına, ondan alacaklı olan şahsa, bu şeyin bedeli karşılığında kefil olur; daha sonra da satılan bu şeye bir hak sahibi çıkarsa; bu kefil, kefaletten berî olur.
Ancak bu şeyin, bir aybı sebebiyle, hâkimin hükmü ile veya bir hü­küm olmadan geri verilmesi hâlinde, kefil, kefaletten berî olamaz. Bahrû'r-Râık'ta da böyledir. [16]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..