8- TEREKENİN TAKSİM EDİLMESİ; BU TAKSİMDEN SONRA; ÖLENİN VEYA KENDİSİNE VASİYYET EDİLEN ŞAHSIN BORÇL

Vârislerden birisi, ölenin borçlu olduğunu ikrar ettiği hâlde; di­ğerleri onu inkâr ederlerse; tereke aralarında taksim edilir ve ölenin borçlu olduğunu ikrar eden vârise, "borcun tamamım vermesi" emredilir. Bu, eğer hissesi borca kâfi geliyorsa — bize göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Vârisler, ölen şahsın evini veya arazisini taksim ettiklerinde; bu Ölünün borcu olur ve alacaklı gelip alacağım isterse bu durumda varis­ler bu taksimi; —borç ister az olsun isterse çok olsun—bozarlar.

Vârisler, kadı efendiden, terekenin taksimini istediklerinde,., ölen şahsın üzerinde borç bulunur ve kadı, bunu bilir; alacaklı da huzurda bulunmaz ve bu borç, terekeyi tamamen kaplamakta olursa; bu durumda kadı, taksimi terk eder. Çünkü onun malı yok demekdir. Dolâyısiyle bu taksimde bir fayda olmaz.

Eğer borç, terekeyi kaplamıyorsa; bu durumda kıyâs, taksim yap­mamaktır. Bilakis, terekenin tamamını bekletmekdİr.

îstihsân ise,|borç mikdannı bekletip;|kalanım taksim eylemek|dir.On-lardan bir kefil de alınmaz. Bu, İmim EbÛ Hinîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn, buna muhalif dir.

Şayet kadı, borcu bilmiyorsa; onlara: "Ölenin borcu varım?" diye sorar. Eğer onlar: "Evet var.'* derlerse; bu durumda onlara." borcun miktarım sorar. Çünkü hüküm muhtelifdir.

Şayet onlar: "Borcu yoktur." derlerse; onların bu sözü geçerli olur. Çünkü, vârisler, ölenin yerindedirler.

Sonra da, kadı: "Vasiyyeti var mıdır?" diye sorar. Eğer onlar: "Evet vardır." derlerse; bu durumda da kadı: "Vasiyyeti, belirli bir şeymi-dir?" der. Zira, burda da hüküm değişiktir.

Şayet vârisler: "Vasiyyeti yoktur." derlerse; o takdirde kadı, ara­larında terekeyi taksim eder.

Eğer bu taksimden sonra, ölenin borcu ortaya çıkarsa kadı taksimi bozar.

Şayet kadı, varislerden, ölen şahsın borcunu sormadan, arala­rında, terekenin taksimini yaparsa; sûret-i zahirede, bu taksim caiz olur.

Sonradan, borç meydana çıkarsa, o zaman yine hâkim, bu taksimi bozar.

Ancak vârisler, kendi mallarından, o borcu öderlerse, o takdirde, kadı (= hâkim) taksimi bozmaz.

Bu her iki hâlde de böyledir.

Alacaklılar, alacaklarından vaz geçseler bile, taksim, yine de bozulmaz.

Bunların tamamı, vârislerin, borcu terekeden çıkarmadıkları zaman ve ölenin başka malı bulunmadığı hâllerde böyledir.

Fakat, ölenin borcunun karşılığını çıkarırlar veya ölenin başka malı olursa; kadı efendinin taksimi bozulmaz.

Başka vâris meydana çıkarsa, hüküm yine aynıdır.

Şahitler onu tanımaz veya kendine üçte bir veya dörtte bir vasiyyet edilen şahıs gelirse; bu durumlarda, kadı efendi, o taksimi bozar. Son­ra yeniden taksim eder.

Şayet vârisler: "Biz, bu vârisin hakkını, (veya kendisine vasiyet edi­lenin hakkını) veririz." derlerse; hâkim, taksimi bozmaz. Onların, bu sözlerine de —bunlar; vârisi veya kendine vasiyet edileni bu sözlerine râvi edene kadar— itimat etmez.

Alacaklı veya kendisine vasiyet edilen şahıs, "bin dirhem alacaklı olduğunu bildiren bir yazı ile' ortaya çıkar; vârisler de: "Biz bunların haklarım, kendi mallarımızdan öderiz." derlerse; taksimleri bozulur. Çünkü, kendine vasiyet edilen şahıs, —terekenin aynından— üçte biri veya dörtte bir hakka sahîbtir. Vârisler de, onu verecek olunca, diyecek bir şey kalmaz. Bunlar, onun nasibini satın almış olurlar. Yalnız, bu­nun için, onun rızâsı da şarttır.

Alacaklının durumuna gelince; —terekenin aynında değil de— te­rekenin manâsında hak sahibidir. Hangi çeşit malı varsa, borcu ondan Ödenir.

Şayet, vârislerden birisi, onun alacağını, kendisi şahsî malından, —terekeye müracaat etmemek üzere— öderse; bu durumda da, kadı efen­di taksimi bozmaz.

Bu vâris, alacaklının alacağım kabul ederse; borç düşer; diğer vâ­rislere karşı yapacağı bir iş kalmaz. Çünkü onlara müracaatı gerekmez. Fakat, onlara müracaatı şart koşar veya bu hususta susarsa; tak­sim reddedilir.

Diğer vârisler, kadıya, kendi mallarından, borçlarını öderlerse bu böyledir. Çünkü, kadının alması, alacaklının alması demektir. Bu ce­vap, zahirdir.

Eğer, rücûu şart koşar veya susarsa, uygun olanı onu tatavvu ka­bul etmektir.

Şayet susarsa, ben, onu tatavvu kabul etmem. Çünkü o, hüküm­den muzdardır. Görümüyor mu ki; alacaklı, hâkime gider de hâkim, ona, bütün alacağını hükmeder sonra da vârisler mirası taksim ederler; daha sonra da bir vâris veya kendisine üçte bir veya dörtte bir vasiyet edilen şahıs gelirse; ya üçte bire veya dörttebire artık bu durumda kadı efendi, taksimi bozar

Zîrâ mîras, alacaktan sonradır. Bunların tamamı tarafların taksi­mi; hâkimin taksiminden Önce olursa böyledir. Eğer sonra olursa, bilâ--hare de alacaklı veya kendisine vasiyet edilen şahıs, çıkıp gelirse; o tak­dirde; vâris taksimi bozmaz ve hakim de kendine vasiyet edilenin hak­kını ayırırsa; bu mes'elede âlimler ihtilâf eylediler: Ba'zıları: "Taksim bozulmaz." dediler.

Buna, İmâm Muhımmed (R.A.) işaret eylemiştir. Ve bu, sahihtir.

Ba'zıları da: "Taksim bozulur." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ölen zatın borcunu, bir insan teberru ederse; bu durumda ala­caklıların taksimi bozma hakkı kalmaz. Zebiyre'de de böyledir.

Teberrük edilen şeyi, —onda borç olması hâlinde— taksim et­mek isterlerse; bunun çâresi:

Bir yabancı, öleni berî kılmak şartiyle, alacaklıdan —onu tazmin etmek için izin alır. Eğer, öleni ibra şart olmaz veya bunu şart koşmaz­sa; bu durumda, ölem'n berî olması hâli, taksim edilen şeyde geçerli ol­maz. Çünkü, ölünün beraat etmesi şartı, o şeyi borcuna havale etmek olur. O takdirde tereke, borçtan hâli olur. Kodeıî'nin Veda'nde de böyledir.

Vârislerin bir kısmı borcu öderse; alacaklının, kalan kısım için diğerlerine müracaat etmesini, —Ödeyenin— şart koşması gerekir.

Şart koşmaz'da, alacaklı bu alacağım teberru eylerse; bu teberru, vâriserin tamamına âit olur.

Hatta, bu alacaklı hâkime gider ve borcun tamamı ona hükmedi-lirse, zaruri olarak alacağını alır. ancak, teberruu kasd ederse onların hiç birine müracaat etmeyecektir.

Vârislere taksim edilen evde, ölenin karısı oturuyor olur ve bu kadın, taksimden sonra mehrini iddia ederek, beyyine de ibraz ederse; bu durumda taksim bozulur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Vârislerden bir kısmı, taksim tamam olduktan sonra, terekede borç bulunduğunu iddia ederlerse; bu da'vaları sahih olur ve kabul edi­lir. Ve bundan dolayı, taksim bozulur. Mohıyt'te de böyledir.

Bir topluluğa düşen mîrasda borç ve vasıyyet bulunmaz; vâris­lerden biri ölmüş olur; ikinci vâris de borçlu bulunur veya bir vasiyyeti olur; yahut onun vârislerinden hazırda olmayan biri, veya küçük bir ço­cuğu olursa; bu durumlarda, önceki ölenin mîrâsı taksim edilir; bunun hükme ihtiyacı yoktur, tkincİ ölenin alacaklısı, alacaklarını borçlunun vârislerinden ister veya kendisine vasiyet edilen şahıs hakkını ister; ha­zırda olmayan şahısla küçük de böyledir. Tittrhâniyye'de de böyledir.

yârislerden birisi, kendisinin küçük oğlu için, Üçte bir vasiyyet edildiğini iddia eder ve beyyinede ibra^ ederse; ev taksim edilmiş olsa bile, onun hakkı bakidir.

Ancak, oğluna yapılan vasiyyetii babası alamaz.

Bu taksim de batıl olmaz. Çü'nkt/kısmet tamam olmuştur. Tamam olan, bir bir taksimi ibtal etmeye gay/et edenin, bu sayı bâtıl olur. Onun, önceki taksime dönmesi, "Çocuğuna bir vasiyetin yapılmadığını" iti­raf olur.                                    

Bu, borca benzemez. Çocuk büyüyünce hakkını ister ve onun hak­kı ona verilir. Z»hîriyye'de de böyledir.

Bir topluluğa, babalarından bir yer mîras kalıp, herkes hissesi kadarını aldıktan sonra, birisi, "ana-bababir kardeşinin olduğunu" iddia ederse; o da babasına vâris olur. Bu evlâd babasından sonra Ölmüş olursa;

onun vârisleri mîrasmı ister.

Birisi: "Ben babamın mîrasmı taksim ettim ve hisseleri yazılmadı," derse; o takdirde, birinin başkasında hakkı yoktur. Bu, dâvayı nefye-der. "Yazılmadı." sözünden murad, müşkili izâle etmek; cevap da bu iki durumu açıklamadır:

Keza, kardeşlerden birisi, babasından, kaplarım sağlığında satın aldığını beyyineler veya onları kendine bağış yaptığını isbat eder ve on­ları alır; anası da ona vâris olursa; beyymesi kabul edilmez* l&sbsAî'ta da böyledir.

Varisler, borcu aralarında taksim ederler ve bu borç, ölenin bor­cu olursa; borcu da, eşyayı da eşit olarak taksim ederler.Borcu, filan ödesin; filan eşyayı, filan alsın demek, borçta da, eşyada da bâtıl (ge­çersiz) olur.

Önce eşyayı taksim edip, sonra da borcu taksim ederlerse; bu du­rumda borcun taksimi bâtıl olur. Zira borç, her şeyden önce ödenecektir.

Ölenin üzerinde borç bulunduğunda, herkes hissesine düfecek bor­cu, bir defada tazammun eder ve taksimi yaparlar; diğer borçlan da birisi tazammun ederse; bu taksim fasid olur.

Borç ödenmeden yapılım taksim, fâsiddir; geçerli delildir. Ölenin mîrasi bulunmaz alacaklı da alacağından vaz gd;er ve diğer alacaklılar da onun tazminvaî:ma razı olurlarsa, işte bu caizdir.

Şayet alacaklılar, Öienvn borcunu, birinin teberrusunu kabul et­mezlerse; taksim bozulur.    

Şayet, onun tazminatına ye teberrusuna razı olurlarsa, ölen borç­tan kurtulur. Bundan sonra, Ölenin malına müracaat olunur. Mebsûl'ta da böyledir.

Şayet, alacaklı teberrûya şşrt koşmaz ise, taksim geçerli olmaz. Eğer diğer alacaklılar, Ölen şahısta alacağı olanın tazminaıtma razı olurlar; o da vârislerin taksimine izan verir; onlar da aralarında taksim ettikten sonra, alacaklı onu bozarsa; buına hakkı vardır. Zefaıyre'de de böyledir.

Babalarından kalma araziye vâris talan üç kişiden birisi' ölür ve bir büyük oğul vâris bırakırsa; bu durumdiı, bu çocuğun dedisinin ara­zisi, amcaları ile birlikte, aralarında, eşit olarak taksim edilir. Bundan sonra, oğlun oğlu, beyyinesiyle gelerek, babasının babasının (dedesinin), kendisine üçte birini vasiyet eylediğini"isbat ederek, o taksimin ibtâli-ni isterse; tenakuzdan dolayı, bu davası dinlenmez.

Fakat, dedesinin vasiyyetini değil de, onda babısuuh alacağs oldu­ğunu isbat ederse; da'vâsı sahih olur. Çünkli onda tenakuz yoktur.

Alacak, beyyine ile sabit olur. Beyyine ile sabit olunca da, aynen isbat gibi olur. Borç tesbit edilince de, taksim bozulur.

Amcalarının: "Babanın, dedende alacağı yoktu." demeleri, taksi­min bozulmasına mani olamaz.

Bir yer, bir topluluk arasında mîras olduğunda; onu taksim edip, herkes hakkını teslim aldıktan sonra; birisi, diğerinin hissesini satın alır; sonra da, babasında alacağının olduğunu belgelerse; bu durumda her­kes, tasarrufuna devam edemez; borç var iken, tasarruf geçerli olmaz. Mebsût'ta da böyledir,

Bir adam, "birinin öldüğünü ve bir ev mîras bıraktığını" vâris­lere ikrar eder veya onlara bunu söylemez; sonra da "üçte birini, kendisine vasiyet eylediğini" söyleyip, "Ölende, alacağı olduğunu da" bey-yinelerse; bu beyyinesi kabul edilir.

Vasiyet de, borç da münâfî değildir. Her ikisi de terekeden ödenir.

Şayet "...vârisler için..." veya "...onlar için, bıraktı" diye, ilaveli söylemiş olsaydı, hüküm, buna muhalif olurdu.

Eğer "bu evi, onlara mîras bıraktı;" demiş olsaydı veya "Vârisle­rine bıraktı." demiş olsaydı; beyyinesi kabul edilmez; diğerleri hâli Üzere kalırdı. Zehıyre'de de böyledir.

"Babasından mîras kaldı." dedikten sonra; "Başkasından mî­ras kaldı." diye ikrar ederse; tenakuzdan dolayı bu ikrarı kabul edil­mez. Mebsât'ta da böyledir.

Bir topluluk, bir evi, mîras olarak taksim ederler; ölenin karısı da onu doğrular ve kendisine, sekizde bir hak düşer onu da, bir defada ayırdıktan sonra, "ayrılan o yerin, kocasının üzerinde olan mehrine kar­şılık olduğunu" iddia ederek: "Ben, onu satın aldım.*' derse; bu sözü kabul edilmez. Çünkü o, önce taksime müsâade etmiştir. Bunu kocası ölürken iddia etmiş olsa, yine kabul edilmez.

Keza, vârisler bir yeri taksim ettiklerinde, her biri, babasından kendisine düşen mirasını aldıktan sonra, birisi, iddia ederek: "Diğerle­rinde bir ev veya bir hurmalık vardır." derse beyyinesi kabul edilmez. Fetâvâyi KMnân'da da böyledir.
En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [12]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..