Beklemeye Tahammülü Olmayan Meyveler

Şayet, meyvelerin beklemeye tahammülü yoksa; onu, alıp yemek ruhsatı vardır. Ancak, bu durumda da sahibinin, onu yasakladığının bilinmemesi gerekir.

Bu söylediklerimizin hepsi de, meyvenin yere düşmüş olması hâlinde geçerlidir.

Fakat, meyve ağacın üzerinde ise; efdâl olan, onu dalından kopar­mamaktır.

Ancak, sahibinin izni ile koparılması hâli müstesnadır.

Şayet, meyve pek çok olur ve bir kimse, ondan alıp yemenin, sahi­bine zor gelmiyeceğini bilirse; alıp yemesine ruhsat vardır. Ancak, bu durumda da, alıp götürmesine izin yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet lukata, üzerinden bir veya iki gün geçince bozulacak bir şey olursa; (üzüm tanesi ve benzerleri gibi...) bu durumda bulan şahıs, ister zengin, ister fakir olsun alıp yer.

Şayet, bu şeyin miktarı çoksa; hâkimin emri ile bulan şahıs, onu satar ve parasını muhafaza eder.

Şayet  lükata, nafakaya muhtaç bir şey olursa; bu, yine hâkimin

emri ile icara verilir. Ve geliri ile, nafakası temin edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu şeyden bir menfaat temin edilemez veya ona bir kiracıda bulunamaz ve masrafının da çok olacağından korkulursa; bulan şahıs, bunu satar ve bedelini muhafaza eder. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Şayet, sahibi gelip   —nafakaya muhtaç olan,— bu lükatayı isterse; bulan şahıs, nafakasını almadan bu malı geri vermez. Tebyîn'de de böyledir.

Lükatayı alan şahsm, hâkimin izni ile yaptığı masraf, onun alacağı olur.

Hakimin izni; lükatayı alan şahsa: "Sahibi gelene kadar, buna, infaktabulun;  yedir, içir." demesidir.

Hakim, lükatayı alana emrettiği halde; * 'dönene kadar..." dememişse; yaptığı masraf "alacak" olmaz. Esahh olan budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Hâkim, beyyine olmayınca, infâkla emretmez. Yani  hâkim, o şeyin lükata olup olmadığını bilecektir.

Şayet bu kimse, o şeyin lükata olduğuna beyyine ibraz etmekten âciz olursa; hâkim, bu şahsa; güvenilir kimseler arasında: "Bu şahıs, bu şeyin lükata olduğunu söylüyor. Bense, bunun doğru mu, yalan mı söylediğini bilmiyorum. Buna, infâkla emredeceğim; sizler şahit olunuz." der ve bundan sonra, onu infak etmesini emreder. Çünkü,, sahibinin gelmesi ümidi vardır. Tebyîn'de de böyledir.

Hâkim, o şeyin sahibi üç güne kadar gelmezse; onun satılmasını emreder.

Bu şey satıldıktan sonra da, onu bulup da, üç gün masrafını gören kimseye, yaptığı masrafı öder. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Lükatayı, hâkimin kendisi veya onun emri ile bulan adam sattıktan sonra; onun sahibi gelirse; artık, o mal, onun olamaz; ancak, bedelini alabilir.

Şayet, lükatayı bulan, onu, hâkimin emri olmadan satar ve sonra da sahibi gelirse; bu durumda lükata, satın alan kimsenin elinde ise, mal sahibi muhayyerdir: İsterse, satışa izin verip parasını alır; isterse, satışı iptal edip, bizzat malını alır.

Şayet, satılan bu lükata zayi olmuşsa, sahibi yine serbesttir: İsterse   . satan şahsa ödetir; bu durumda, zâhiru'r-rivâyede, satış geçerli olur. Bütün âlimler, bu görüşü almışlardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bu durumda, o malın, kıymetinden fazlasını tasadduk eder.

Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İsterse, satın alana ödetir. O da, satan şahsa müracaat ederek, verdiğini geri alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir koyunu veya bir deveyi, hâkimin emri ile, ona irifâk etmek üzere aldıktan sonra; bu hayvan ölürse; bu şahıs, o hayvana yaptığı masrafı onun sahibinden alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [2]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..