5- BAŞKASINI DA'VÂ ETMEYE SALİH OLAN VE OLMAYAN KİMSELER DÂVAYI DİNLEMESİ ŞART OLAN VE OLMAYAN KİMSE

Rehin bırakan şahsın da, kendisine rehin bırakılan şahsın da, ayn olan   rehin   da'vasında  ve  ödünç  verme-alma  davasında,   kiralama davasında —rehin gibi— hazır bulunmaları şart kılınmıştır.

Ziraatçının, zarar-ziyan da'vasında, hazır bulunması şart mıdır?

Eğer, tohum ziraat yapan şahıs (— çiftçi, ziraatçı) tarafından ise, o icarcı gibidir ve hazır bulunması şarttır.

Eğer tohum, onun tarafından verilmiyor ve ziraat da bitmişse, hü­küm yine böyledir.

Fakat ziraat bitmemişse, hazır bulunması şart değildir. Bu, mutlak mülk da'vasi hakkındadır.

Fakat başka bir şahsın kendi yerini, zoraki aldığını iddia eder; o yer de ziraatçının elinde bulunursa, o zaman ziraatçının hazır olması şart değildir. Çünkü, o diğerinin fiiline, karşı, dava ediyor demek olur.

Şayet bir ev, satıştan sonra, satıcının elinde bulunur ve bilahare de bir hak sahibi gelerek, ona hak kazanırsa o ev, ona hükmedilmez; ancak, satan ve alanın huzurunda hükmedilir. Hulâsa'da da böyledir.

Fâsid şekilde bir şey satın alan kimsenin müddeî için, da'vaci olması satılan şeyi teslim aldığı zaman da, —almadan önce de— uygun olur. Çünkü, hasım yalnız satıcıdır.

Eğer bir kimse, muhayyerlik şartıyla bir şey satın alır; başka birisi de çatın aldığı şeyi iddia ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre satıcının ve müşterinin huzurda olmaları şart kılınmıştır.

Bâtıl satışın müşterisi, rnüstehık için, davaya elverişli değildir. Fii-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir şahsın yanında bir cariye bulunduğunda, başka bir şahıs, "hazırda bulunmayan filan oğlu filan benim mân ortağım idi.

O ortağım, bu cariyeyi, ortak olduğumuz bin dirhemle satın aldı. Bu cariyenin yarısı benim, yarısı da o ortağımmdır." diye iddia eder; bu cariyeyi yanında bulunduran şahıs da: "Ben, o gaib filanı tanıyorum. Bu cariyeyi ortak malınız ile satın aldı. Yarısı senin, yarısı da onundur. Yalnız o gaib zat, bana "Bu. cariyeyi, Bağdad'a götürüp, orada satmamı emretti." derse; Şeyhu'l-İnnam Zahîrü'd-Dîn: Bu durumda müddeînin onu Bağdad'a gitmekten men etme yetkisi yoktur." buyurmuştur.

Keza, o gaib mudareb e ortağı olsaydı yine böyle olurdu. Eğer ara­larındaki ortaklık mülk orf ;aklığı olup akid ortaklığı olmasaydı o zaman, onunla müsafereten gitmekten ve tasarrufdan men etme hakkı olurdu. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, üç tane hayvan icarladıktan sonra,, bu, hayvanların sahibi, hayvanlardan birini başka birisine kiraya; birisini ariyet verse, birisini de bağışlasa veya satsa; kiralayan şahıs, bu hayvanları o şahıs­ların elinde bulsa; eğer, sahibi bir özürden dolayı satmışsa, bu satışı caizdir.

Eğer özürsüz satmış; sa, icarlayan zat, o hayvanı satın alan şahıstan geri alır. Onu alınca, mü; jteri muhayyerdir: Dilerse, icare müddeti bitene kadar sabredip,sonra o hayvanı alır; dilerse pazarlığı fesh eder, (akdi bozar)

Hayvan sahibi, onu başkasına bağışladı veya ariyet bıraktı yahut başkasına icara verdi ise; şayet, önceki icare ma'rufe ise, o icarcı, . diğerlerinin ellerinden c hayvanları alır.

Eğer önceki icare ma'rûfe olmaz ve mal sahibi beyyine isterse; hay­vanın kendisine bağış ananın yanında olması, jcarlay anın da beyyinesi bulunması halinde ha? ıvam ondan çekip alır.

Eğer bağışlanan iat gaib olur, adamda hayvanı alıp icare müddetide geçmiş bulunursa, kf;ı ıdisine bağışlanan zat, artık o hayvanı alamaz.

Keza,  eğer  m iterinin  elinde ise,  müşteri  —beyyinesi  varsa— da'vacı olur.

Eğer hayvan,  ariyet alanın veya icarlayanıri yanında ise, davacı onlardan beyyine ister. İkinci icarcı ister zahir olsun, isterse olmasın farketmez.

İkinci icarcı ve ariyetti, ariyet ve icare üzerine beyyine ibraz ederler ve hayvanların sahibi de hazırda bulunmazsa önceki icarcmın beyyinesi, —onlara göre— kabul edilmez. FüsûHi'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir hayvanı icarlayıp, tesliıtn aldıktan sonra, mal sahibi kaybolur ve o hayvana da, başka birisi sahip çıkarak, "İcare müddeti bitti." diye iddia ederse,Fahru'I-İslâm Pezdevî "Gerçekten, bu iddia kabul edilir." diye fetva vermiştir.

Bu, doğruya çok yakındır.

Ve "Fiiline karşı dava olmadan, davacı nasbedilmez." denilmiştir.

Şöyleki: "onu bana teslim etti ve sen be:tıden aldın." ve "onu, sana .icare sebebiyle teslim etti. Sen, benden sonra idin." derse, sözü kabul edilmez.

Zahîrü'd-Dîn bununla fetva vermiştir.

Serahsî: "Sahih olan, mal sahibinden ariyet alıcı gibi adem-i inti-sabdır." buyurmuştur.

Rehin ve ariyet da'vaları da böyledir! İcarcmın da, müşterinin de davaya salahları yoktur. Kendisine bağış yapılan şahıs, bunların her biri için davaya salâh (= yetki) sahibidir. Ebû Bekir bu görüşe meyletmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir evi, iddia eder ve "Bu, benim icarhanemdir. Onu filana icara verdim." der; evi elinde bulunduran şahıs da: "O, benim icarhanemdir. Onu başka birisine icara verdim." derse; iddiacının davası dinlenilir.. Evi elinde bulunduran şahıs, bir davacı nasbeder.

Müddeî mutlak mülk iddiasında bulunduğu halde, evi elinde bulunduran şahıs, —icarcı da, icara veren de huzurda olmaksızın,— icara verdiğini iddia ederse, onun davası da kaibul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir idmse: "Gerçekten bu ev, filan gaibindir. Bu evi, elinde bulunduran şahıs, ondan satın aldı ve teslim di; aldı. Ben de, bu evin şefîiyim, şüf a hakkımı istiyorum." diye iddia eder; evi; elinde bulun­duran şahıs da: "Bu, benim evimdir. Hiç kimseden satın almadım." derse veya iddiacı: "Ev senindir. Onu filana sattın. Fakat, teslim etmedin. Ben ştif'a hakkımı istiyorum." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e İmâm Muhammed (R.A.)'a göre, sözü, —birinci fasılda satıcı ve ikincide alıcı hazır olmadıkça— kabul edilmez. İkinci İmâm {= İmâm Ebû Yûsuf) (R.A.), evi elinde bulunduran şahsı davacı kılmış ve ona karşı, şüf'a hakkını hükmeylçyip, parasını alarak yed-i emine teslim eylemiştir.                            

Eğer müşteri aelir, satın aldığını inkar ederse, bu durumda, İmâm Muhammed (R.A.) şefiâ, şüf'ayı hükmeylemiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir evi satın almaya vekil olan zat, bu evi satın alıp, teslim aldıktan sonra, şefî gelerek, vekilin elinden bu evi almak isterse, onun bu evi alma hakkı vardır. Bu duijumda vekil tayin eden şahsın hazır olması şart değildir. Şayet müşteri vekil olur; evi de almazsa; şefi, müvekkil veya onun vekili olmayınca, evi alamaz. Bu, satın alma vekilinin elinde­kine, müşterinin hak sahibi olduğu zaman böyledir. Müstehık açısından mahkemede vekil tayin edenia bulunması şart değildir. Vekilin,bulun­ması ile iktifa edilmiştir. Füsûlül-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam  evini  icara verip  teslim  ettikten  sonra,  icarcmın elinden,birisi bu evi, zoraki alırsa; müste'cir olmaksızın, mal sahibini davası sahih olmaz. Kerderî'ni'n Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, bir ev satın; aldığında, onu teslim almaz ve bu evi, satıcının yanında iken birisi jgasbederse; -eğer müşteri parayı nakden ödemişse veya bedeli va'deli ise davacı müşteridir; değilse, satıcıdır. Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir satıcı, satılacak biri şeyini önceki müşteri parasını vermeden önce, başka birine satarsa, zalhirü rivayede, öncekinin, ikinci müşteriye karşı davası dinlenir. Çünkü, jmülkü nefsine mal etmektedir. Evi elinde bulunduran ise, ona muarız oluyor. Fakat bedelini teslim etmeden ev elinde olandan onu geri alamaz.

Bir adam, diğerinden bin dirheme bir cariye satın ahr,-parasını ödemez; satıcının izni olmaksızın da, onu alıp başka birisine yüz dinara satar ve karşılıklı teslim tesellümde yaparlar; bilahare önceki müşteri kaybolur ve satıcı gelerek, ikinci müşteriden "cariyesini geri vermesini isterse; ikinci müşterinin işin satıcının dediği gibi olduğunu ikrar etmesi halinde, birinci satıcıya, cariye reddedilir. (= geri verilir.)

Eğer, ikinci müşteri satıcıyı yalanlar veya: "Ben, senin haklı konuştuğunu bilmiyorum." derse, —önceki müşteri gelene kadar— aralarında dava olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin, kölesinin gözünü çıkardığını" iddia eder köle de sağ olursa, —bu köle gelmedikçe— davaya ve beyyineye bakılmaz.

Şayet köle sağ olmaz ise, davası dinlenir ve ona karşı diye hükme­dilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir,'

Eğer köle küçük ise, onun gelmesine lüzum olmadan, hakim kör eden şahsı fidye ödemesine hükmeder. Eğ;er davalı, göz çıkardığını ve kölenin de o adamın olduğunu ve köleninde: gaybolduğunu ikrar ederse o takdirde, fidye olarak onun için hükmolunur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, beyyinesiyle birlikte gelerek, birisinin, kendi yük hay­vanının gözünü çıkardığını iddia ederse; beyyine kabul edilir. O hayvanın huzura getirilmesi —hakim için— ş sıhhatinin şartı değildir.

Hakim gözünün çıkıp çıkmadığını gart değildir. Yani, bu davanın örsün diye, o hayvan huzura getirilmiş olsa, o zaman hakimin görmesi gerekir.

Adam, gözü çıkarılan hayvanını getirirse, hakim, hayvan sahibine "Beyyinesiz diyet hükmedilmez." der.

İddia olunan zat, o gün, gözünü çıkarmişsa, hayvan sahibinin beyyineşi sebebiyle, diyet-i ayn (= göz diyeti) hükmedilir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Bir adam, diğer bir şahsın, "hayvanlını yaraladığını veya elbisesini yaktığım" iddia ederse; bu beyyinenin kabiul edilmesi için hayvanın veya elbisenin huzura getirilmesi şart değildiir. Hıaânetü'1-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, üç bin dirhem terkederek ölür, bîr de varis bırakır;

başka bir adam da, ölen zatın, malının "ti^te birisini kendisine vâsiyyet eylediğini" iddia ve bu hususta beyyine ib raz eder; varis de onu inkar ederse, bu durumda hakim, varise karşı,    diğerinin beyyinesini kabul ederek vasiyyetin yerine getirilmesine hükmeder .Varis de bu terekenin üçte birisini ona verir.

Sonradan bir adam daha gelir ve "ölenin/ malının üçte birisini, kendisine vâsiyyet ettiğini" belgeler; varis de meydanda olmazsa; ken­disine vaşiyyet olunan şahıs, hakime çıkar. Hakim de onu davacı kılar ve beyyinesini kabul ederek, diğer iddiacının yanında bulunan vâsiyyet malının yarısının,ibu şahsa verilmesini emreder.

Eğer öncekinin elinde bir şey kalmamışsa, (onun yok olması zayi olması gibi...) o zaman, ikinci adam varisi getirip öncekinden bir şeyler almasını ister; varis de ona yapılan vasiyyeti inkar ederse, ikincinin varise karşı beyyine getirmesi teklif olunmaz. Bu durumda ikinci adam için, varisin yanında olanın beşte birisini almak hakkı vardır.

Sonra, varis ve ikinci adam, onu takib ederek, birinci adamdan, aldığının.yarısını alırlar. Onları alınca, beşe bölerler. Onun beşte birisi, ikinci adamın; beşte dördü de varisin olur. Bu dava, ister birinci hakimin, ister başka hakimin yanında görülsün fark etmez. Birinci adam kaybolur ve ikinci adam, varisi hakime getirerek iddiada bulunursa; bu durumda, hakim, varise karşı hükmeder. Varisin aleyhine olan hüküm, önceki adama karşı olmuş olur.

Eğer hakim, öncekinin vasiyyetiyle hükmeylemişse, ikinci onu dava edene kadar ona bir şey vermez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse geride mal ve bir de varis bırakarak ölür, başka bir adam da beyyineşi ile gelerek, "ölenin kendisine bin dihem borcunun olduğunu söyler; hakim de onu varisin aleyhine hükmeder ve onun bin dirhemini verir ve bilahare varis kaybolur; başka bir alacaklı da gelerek, o da "bin dirhem alacağı bulunduğu iddiasında bulunursa; önceki ala­caklı, ikinci alacaklıyı dava edemez.

Şayet önceki alacaklı kaybolursa, ikinci alacaklı, varisi getirerek onu dava eder. Sonra hakim varise karşı hükmeder.

Şayet önceki, alacaklı değil de kendisine vâsiyyet edilmiş bir zat olsaydı ve o, üçte bir hakkını aldıktan sonra varis kaybolmuş bulunsa; ikinci adam da beyyinesiyle gelerek alacağını iddia etseydi; bu durumda vâsiyyet olunan şahıs, ona hasım olmazdı. Zehiyre'de de böyledir-

Bir adam, ölen şahsın varisine karşı, beyyinesiyle gelerek; ölenin, kendisine kıymeti terekenin üçte biri kadar olan belirli bir cariyeyi vasiyyet eylediğini söyler; hakim de öylece hükmeder ve cariyeyi iddia­cıya verir; bilahare varis kaybolur ve sonra da, başka birisi elinde beyyinesi ile gelerek, Ölen şahsın "o cariyeyi, kendisine vasiyyet eylediğini" iddia ederek öncekine yaptığı vasiyyetten döndüğünü söylerse; bu durumda hakim, cariyeyi ikinciye hükmeder.

Eğer döndüğünü söylemezse, o zaman, cariyenin yarısını ona hükmeder. Bu hüküm, varise karşı (onun aleyhinde) olmuş olur.

Şayet önceki adam da'vasmı ibtâl ederse, bu cariyenin tamamı ikinci şahsın olur.

Şayet hakim, cariyeyi birinciye vermiş, o da kaybolmuş da, varis huzurda ise, varis ikinci adama karşı hakime baş vuracak bir da'vacr nasbedemez.

Eğer hakim, önceki adama cariyeyi hükmeder ve ona teslim etmezse bu durumda ikinci adam, varisi dava eder. Eğer önce hüküm vermiş olan hakimin huzurunda da'valaşırlarsa, bu hakim, o şahsı davacı yapmaz.

Fakat, başka bir hakimin huzurunda mahkeme olurlarsa, o hakim, iddia sahibini davacı kılar. Sonra hakim, ikincinin beyyinesini kabul eder ve cariyenin yarısını ikinci iddiacıya hükmeder.

Bu durumda şahitlerin, "öncekine vasiyyetinden döndü." demeleri veya dememeleri müsavidir:

Önceki iddiacı gelir; ikinci iddiacı ise, beyyinesiyle ölenin birinci vasiyyetten döndüğünü belgelerse, cariyenin tamamını alır. Aksi tak­dirde yarısını alır.

Eğer önce, ölenin malının üçte birisini, kendisine vasiyyet eylediğini "isbat eder; hakimde ona hakkını verir; sonra da, ikinci adam," ölenin, birinciye yaptığı vasiyyetinden döndüğünü" belgeler ve "malının üçte birisini, kendine vasiyyet eylediğini" isbat ederse, işte o zaman hakim, o malı öncekinden alır; ikinciye verir.

Varis hazır olur; hakim de --öncekine yapılan vasiyyetten dönüldüğü bilinmeden— ikinciye hükmederse; bu hüküm geçerli olur.

Şayet, öncekine yapılan vasiyyet belirli bir köle olur ve bu köle, hakimin hükmüyle ona verilmiş bulunur; sonra da, başka birisi beyyine getirerek "ölenin malından kendisine yüz dirhem vasiyyet eylediğini" söylerse; kendisine köle vasiyyet edilen şahıs, ona davalı olmaz. Varis huzurda olduğu halde önceki vasiyet olunan şahıs huzurda olmazsa, o zaman, varis ikinci zata davalı olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğerinde ödünç vermek veya zoraki alınmak yahut emanet bırakılmak suretiyle bin dirhemi bulunduğunda, bu dirhem biz­zat gasbedenin veya emanet bırakılanın yanında durmakta olur; başka bir adam da, beyyinesi ile gelerek, "mal sahibinin öldüğünü ve o bin dirhemi kendisine vasiyyet eylediğini" iddia eder; ilk şahıs da bunu kabul ve ikrar ettiği halde, yalnız: "Ben bilmiyorum, o adam öldü mü, yoksa ölmedi mi?" derse; hakim bunları, —ölenin varisi veya vasisi gelene kadar— muhakeme yapmaz.

Eğer malı yanındabulunduran zat: "Bu benim malımdir. Ölen şahsın benim yanımda bir şeyi yoktur." derse; o zaman, bu şahıs, iddiacı için davalı olur. Ve iddia olunan şahsın yanında bulunan malın üçte birisi, o zata hükmedilir.

Ancak, iddiacı "ölen zatın, bu bin dirhemden başka, iki bin dirhem daha terk ettiğini" isbat ederse, o zaman hakim, o bin dirhemi bu zata hükmeder.

Şayet varis: "Ben ölenin malından bir şey almadım." derse; bu sözüne iltifat edilmez.

Eğer kendisine vasiyyet olunan şahsın yerinde alacaklı olmuş olsaydı; malı elinde bulunduran şahıs, bu malı ikrar da etse, inkar da etse davacı olamazdı. Eğer o iddiacı, beyyinesiyle, "gerçekten filan öldü. Varis de bırakmadı ve bana da filanın yanında bulunan bin dirhem emanetini veya gasbolunmuş malını vasiyyet eyledi." der; şahitler de: "Bir varis olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak malı biliyoruz." derlerse; bu durumda hakim, o malı vasiyyet olunan şahsa hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Ölen bir şahsın varislerinin, vasiyyetleri isbat etme hakkında veya kendisine variyet olan şahıs yahut ölenin, üzerinde alacağı olan şahıs hakkında dav a etme haklan vardır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam ölür; onun iki oğlu bulunur; ancak, bunlardan biri huzurda bulunmaz,hazırda olan  oğlu, "babasında,   bin   dirhem alacağının olduğunu" iddia eder; ölenin de bin dirhemden başka malı olmazsa; hazı ırda bulunan bu oğulun, babasına karşı iddia ettiği alacağı, nasıl tesbit olunur?

Bu oğulun, babasına karşı olan beyyinesi, kabul edip bin dirhem ona hükmedilmez. Mes'ele kardeşi gelene kadar durdurulur. Mubıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birinin, elinde bulunan evi iddia ederek: "Filan gaib adam, bu evi, senden benim için satın aldı." der evi elinde bulun­duran şahıs da bunu inkar ederse; müddeâ aleyhin (= iddia olunanın) beyyinesi kabul edilir.

Keza, müşteri hazır olduğu halde, satın alışı inkar ederse; bu bir şahsın, başka birinin yanında bulunan bir evi iddia ederek: "Ben, bunu filan, şahıstan satın aldım. O şahıs da senden satın almış." demesi gibidir.

Münteka'nın Dava kitabında şöyle zikredilmiştir:

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Şayet ev elinde bulunan şahıs: "Gerçekten ben, bu evi seni vekil tayin ettiğini sandığım, filan şahıstan satın almıştım. O da burda yok." dese; onunla, evi elinde bulunduran şahsın arasında bir dava olmaz." buyurmuştur.

Keza, şayet: "Sen, bunu filana satmıştın. Ben de ondan satın aldım. Şimdi ev dese ve —parası verilene kadar veya onu emanet edene kadar— benim yanımdadır (elimdedir.)" derse, aralarında dava olmaz. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir şahıs, başka birisinin adına yazılmış bir kağıt getirerek: "Bu kağıtta yazılı mal, ismi yazılı olan filan şahsın, senin üzerinde olan malı imiş. Bu malı, filan şahıs, benim için ikrar eyledi. Bu hususta beyyinem de vardır." der; iddia olunan zatta (= müddeâ aleyh de) bunu inkar eder ve o "adamın, kendisinde malı olmadığını" söylerse; işte o zaman, kağıtta adı   yazılı   zat   gelene  kadar, beyyinesi   kabul   edilmez. Hizânetü'l-MüftîiTde de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)ln şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, diğerine "On dinarı, yüz dirheme almasını" söyler; o adam da öyle yaparak, dinarları teslim alıp, dirhemleri verir; başka bir adam da gelerek, bu dinarları İddia ederse; müşteri o şahsı dava eder.

Bu durumda, müşterinin: "Filan emreyledi ve bu dinarlar onun için satın alındı." demesi kabul edilmez.

Şayet iddiacı, dinarları ikrar ederse,  o zaman aralarında dava kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, "Gerçekten o. bu köleyi, onun efendisi olan fülanın emriyle bin dirheme sattı.' der; iddia olunan da: "Ben, onu sahibinin emri olmadan satüm." derse bu kölenin müşteriye verilmesine hükmedilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi iddia eder ve onu kendisinin sanarak: "Bu gün yanımda değildin." der; köle de: "Ben, filan gaibin kölesiyim." diyerek, buna göre beyyine de ibraz ederse; onunla, iddiacı arasında bir dava olmaz.

Eğer köle beyyine ibraz edemezse, iddiacının, —iddiası ile ilgili— beyyinesi kabul edilip köle ona hükmedilir.

Bundan sonra, kendisi için ikrar olunan zat gelse bile, onun için, o köleye karşı bir yol yoktur. (Yani o, bu köleyi alamaz.)

Şayet beyyinesi varsa, o kabul edilir ve daha öncekine hükmolunan köle, bu durumda o adama hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kölenin yanında bulunan başka bir köleyi veya onun üzerinde alacağı olduğunu yahut ona bir şey sattığını iddia ederse, bu durumda o davacı olur.

Ancak iddia eden şahıs, o kölenin alım-satımdan men edilmiş olduğunu ikrar ederse; aralarında dava kalmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın elinde bulunan bir evi, başka birisi iddia eder ve: ''Bu ev filanın evidir. Gerçekten o, bu evi bir aydır yanında olan bin dirhemime karşı, bana rehin bıraktı. Ve onu bana verdi. Ben de ondan teslim aldım. Sonra o, benden ariyet olarak aldı. Ben de ona, ariyet olarak verdim." der ve beyyinesini ibraz eder; ev sahibi huzurda bulunmaz;ev elinde olan v şahıs ise:"Bu evin kendisinin olduğunu ve dün, iddiacının iddia eylediği adamdan satın aldığım" belgeler veya "On gün önce satm aldım." dediği halde, iddiacı: "Rehindir." derse; ona hak sahibi olur.

"Satın aldım."  diyen şahıs haklı olmaz. Ve bey'leri (=   ahm-satımlan) geçersiz olur. Bu evin bedeli, iddiacıdan alınır. Ve bu ev, onun yanında emanet kalır. Ev ona teslim edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişâm şöyle diyor:

Ben İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

Bir, adam: "Ben, bir adamdan bir cariye satın aldım. Parasını verdim. Cariyeyi de teslim aldım. Bir şahıs benden, onu dava etti. Beyyinesiyle haklı çıktığından hakim, hükmü ona verdi. Ben de satıcıyı getirdim. Satıcı: "Benim müstehıkkın, o cariyeyi bana sattığına dair beyyinem vardır." dedi ve bana sattığını da ikrar eyledi. Durum ne olur.

İmâm şu cevabı verdi:

— Bu durumda, hakim müşteriyi muhayyer bırakır. O isterse bizzat davayı devam ettirir. İsterse, cariyeyi geri vererek parasını geri alır.

Eğer müşteri: "Ben, işimi bekletiyorum. Satıcı davasını takip eylesin." derse; buna hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir şahıs, belirli bir köleyi, başka bir şahsa karşı iddia ederek beyyine de ibraz eylesin; —ister tezkiye yapsın isterse yapmasın—elinde bulunan zat:  "O hürdür." demedikçe veya başkasına sattığını veya bağışladığını iddia etmedikçe, iddiacı hakkında o kölenin hür olması, sahih olmaz.

Fakat, ikrar edici hakkında bu tasarruf sahihdir. Hatta, şahitlerin adaleti zahir olmasa bile, bu şahsın ikrariyle amel olunur.

Keza, tek şahit gösterirse, bundan sonra, müddeâ aleyhin tasar-rufatı, iddiacı hakkında —iki şahitte olduğu gibi— caiz olmaz.

Fakat iddia olunan, böyle bir tasarrufatta bulunmaz ancak iddia .olunanın kölenin, iddia edene ait olduğunu ikrar ederse, bu durumda hakim, ikrara göre mi, beyyineye göre mi hükmeder?

Akdıyye kitabında: "İkrara göre hükmeder." diye yazılmış; Câmi-i Kebîr kitabında ise: "Beyyine ile hükmeder." buyrulmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, başka birinin yanında bulunan bir aynı, iddia ederek, "onun, kendisine ait olduğunu" söyler; iddia olunan da, bunu inkar ederse, bu durumda, iddiacınin beyyinesi kabul edilir.

İddia olunan şahıs, o aynı, bir başkasına satıp, bu işleme de şahit tutar; iddiacı da, beyyinesini bundan sonra getirir;.onun iddiası üzerine, hakim de, o aynı o zata hükmeder; müşteri de beyyine ibraziyle, "O aynın kendisinin olduğunu ve elinde bulunduğunu, haksız hükmedildiğini" söyler ve o ayn kendisine hükmedilir; bundan sonra da ikinci hükmedilen (yani müşteri) onu satıcısına geri satar veya ona bağışlarsa, bu caiz olur. Ve bu ayn ona geri dönmüş olur. Halbuki, bu bir hiledir. İnsanlar, bunu zulmü def için yapıyorlar. Ancak bu hilenin sahih tarafı da vardır. Şöyleki: Önceki hükmedilenden şahıs, satış iddia eylemez; ancak, mutlak mülk iddia eder.

Fakat, satış iddiasında bulunursa, müşterinin davası dinlenilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Akdıyye kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başka birisinin elinde olan evin yansını iddia eder; iddia olunan şahıs da bunu ikrar ettiği halde, evi ona vermez ve kendi de kay­bolur; başka bir adam da gelerek, o yarıyı, iddia ederse; önceki ikrar olunan şahıs davacı olmaz. Şayet ikrar olunan kaybolur da. ikrar- eden huzurda bulunursa, işte o davacı olabilir. Hıilasa'da da böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir ev hakkında: "Gerçekten bu ev, filan gaibindir." deyip, o gaibin adını da söyleyerek ikrar eder ve.bu zat, bir şahsa emrederek "o evi muhafaza etmesini" söyledikten sonra, bu adam, ev elinde iken ölürse; o evi iddia edenler,- tamamen hasm ( = davacı) olurlar.

Ancak, filan oğlu filan gaib hakkında beyyine getiren müstesnadır. O beyyine ikame edince, aralarındaki husumet (- dava) kalkar.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'ın kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre ise, uygun olan, her şeyde vasinin olmasıdır.

Bir adam, filan şahsa karşı, "bin dirhem alacağının olduğunu" iddia eder; o adam da borcunu ödemeden ölür; bir başkasından da, "sende,  onun malından bin dirhem var."  diyerek  onu  isterse,  bu durumda hakim, onun davasını da beyyinesini de kabul etmez.

İddia olunan şahsa, hakimin yemin vermesini isterse, bu durumda da hakim, ona yemin vermez. Muhıyt'te de böyledir.

Müdarabe malına bir müstehık (= hak sahibi) çıksa; o maida|kâr bulunursa, davacının davası, mudanbm kârı kadardır.

Burada asıl mâl sahibinin, davada hazır olması şart kılınmamıştır. Eğer kâr yoksa, mal, mal sahibinindir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Hişâm şöyle buyurdu:

Ben İmâm Muhammet! (R.A.)'den sordum:

Bir adam, müslümanlarm gelip geçtiği yolu kazdı. İçine bir bina yaptı veya ekin ekti. Sonra da ordan çıktı ve onu birisine verdi. Yol ehli. geldi. Onu dava eylediler. O da kendinden öncekinin burayı kendisine verdiğini belgeledi. Bu mes'eİe hakkında ne dersiniz?

İmâm şöyle buyurdu:

Eğer o yolun, yol olduğu bilinmez; ancak belge ile bilinirse, —orayı veren gelene kadar— aralarında dava olmaz.

Eğer yol olduğunda hiç bir şüphe yoksa, işte o zaman dava vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Nevâdir isimli kitabında İbrahim, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, kölesini azad edip kendisi de ölse; başka bir adam da gelerek "kendisinin, kölesini azad eyleyen ve ölen zatın oğlu olduğunu ölenin de bir vasisinin bulunmadığını iddia etse; bu şahıs davacı olur mu?

İmam şöyle buyurdu:

Eğer hastalığı halinde azad eyledi ise, davacı olur. Sıhhatli halinde azad eyledi ise, davacı olmaz Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir köle satın alır; karşılıklı teslim tesellüm yapmazlar; bu alış-verişi ikrar eden başka bir şahıs da gelerek, "bu kölenin kendisine ait olduğunu iddia eder; satıcı ve alıcı hakimin huzu­runa gelirler ve bu durumda iddiacı: "Benim beyyinem yoktur." derse, hakim ikisinden de yemin etmelerini ister.

Bu durumda satıcı yemin eder, satın alan şahıs yemin etmez ise; o zaman, bu kölenin bedeli müşteriden alınır ve köle iddia sahibine teslim edilir.

Eğer, müşteri yemin eder de, satıcı yemin etmekten kaçınırsa, bu durumda kölenin kıymetinin tamamını, satıcı, iddiacıya öder. Bu satış geçerlidir."O da bu kölenin bedeline razı olur. Zehiyre'de de böyledir.

Elinde bir ev bulunan bir şahıs, "Bu ev filanındır. O öldü ve bu evi miras olarak bıraktı." diye ikrarda bulunur ve varislerin isimlerini sayar; bu varislerden bir kısmı hazırda olmaz ve bu şahıs "hazır olmayanların hisselerini satın aldığını" iddia ederek, elinde olan hisseleri, hazırda olanlara vermek isterse; bunu terk edemez. Eğer, satın aldığına dair beyyine getirirse, şahitleri kabul edilir. Fakat, satış geçerli olmaz, bu durumda hazırda olmayana karşı, bir hüküm verilmez. Ancak, bir kefil, —gaib gelene kadar— senet yaparak teslim eder. Gelince, dava onunla görülür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisini dava etmek için iki kişiyi vekil ettiğinde, müdeî o vekillerin birine karşı bir şahit, diğerine karşı da başka bir şahit gösterse, bu caiz olur.

Keza, müddeî bu vekillerin birine karşı bir şahit, diğerine karşı iki şahit dinletse, yine caiz olur.

Keza, diriye karşı bir şahit, ölümünden sonra müddeînin veresele­rine karşı bir şahit dinletseier bu da caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Hişam, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nak­letmiştir:

Bir adamın elinde, bir ev olur; o ev bulunan şahıs, başka bir şahsa: "Bu ev senindir. Kardeşin filandan sana miras kalmıştır." der; kendisi için ikrar olunan şahıs ise: "Hayır, başka bir adamın evidir. Ve ona, kardeşinden miras kalmıştır." derse; —ikrar edenin sözü mevsul ise— ikincinin ikrarına göre hük nedilir. Önce ikrar eden şahıs yok iken, sonra ikrar olunan gelse ve o, ev elinde olana karşı, gaibin ikrarına ait belge de getirse, bu durumda belgesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir meyte (= İaşe) veya kan yahut içki veya domuz karşılığında bir şey satın alır; müşteri onu teslim alınca da, —beyyinesi ile— bir hak sahibi gelirse; İaşe ve kan bedeli satın alınan şey hakkında müşteri   davacı   olamaz.   Bu   husustaki   beyyinesi   de kabul edilmez. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İçki ve domuz karşılığında satın alman şey hakkında, müşteri davacı  olur  ve  bu  husustaki  beyyinesi  kabul  edilir. Muhıyt'te  de böyledir.                                                   .

İmâm Muhammed (R.A.), Cami* kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adanı, diğerinden iki dinara, gümüş bir ibrik satın alır ve bu ibriği teslim ahp, dinarın da birini nakden ödedikten sonra taraflar bir­birinden ayrılırlar ve diğer dinarı ödemeden ibriğin yarısı hakkındaki sözleşme bozulursa, bu diğer yarısına geçerli olmaz.

Şayet ibriği satan şahıs kaybolunca, bir adam gelip, "bu ibriğin yarısının kendisine ait olduğunu" iddia ederse, müşteri onu dava eder. Bundan sonra satıcı gelir, hak sahibi de beyyinesiyle gelerek kendisine ibriğin yarısı hükmedilirse, müşteri ibriğin dörtte birini satıcıya geri verir- Satıcı da müşterinin yarı hissesini verir.

Keza, bir kimse, başka bir adamdan, bir pazarlıkla bir köleyi yarısı yüz dinara peşinen, yarısı da ileri de verilmek üzere yüz dinara satın alır ve bu müşteri köleyi teslim alır; satıcı da kaybolur; bu durumda beyyinesiyle birlikte bir adam gelerek, "o kölenin yarısının, kendisine ait olduğunu" iddia ederse, mes'ele ibrikte olduğu gibidir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet yarısını satar, yarısını emanet eder ve sonra da, kaybolur; bir  adam  da  gelerek  yansını  iddia  ederse;  müşteri  davacı  olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, başka bir 'şahıstan, bir kölenin, önce yarısını, sonra da 4iğer yansını satın aldığında, bu satın alışlardan birisi sahih, diğeri fasid veya her ikisi de sahih veya her ikisi de fasid olur; bilahare de, başka bir şahıs, beyyinesi ile gelerek, bu kölenin yansının kendisine ait olduğunu iddia ederse, müşteri onu dava eder. Hakim o kölenin yarısını, hak sahibine hükmedip, ikinci satışı ona geri çevirince, şayet önceki satış sahih; ikinci satış ise İaşe, kan, içki karşılığında yapılmış ise, bunların aralarında —satıcı gelene kadar— bîr dava söz konusu olmaz.
Çünkü, müşteri o -şeye, İaşe, kan ve içki karşılığında, —bi'1-ittifak— sahip olmuş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kocası hazırda olmayan bir-kadın hakkında "benim cariyemdir." diye iddiada bulunsa; davası sahihdir; kocanın hazırda bulunması şart değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın, hata ile, kölesinin elini kestiğini" iddia ederse, o adamın bu kölenin kıymetinin yarısı olan beşyüz dirheme diyet ödemesi gerekir.

Keza, bir kimse, diğer bir şahsın cariyesi fülanenin kocası olduğunu" iddia ederse; o şahsın mehir ödemesi gerekir.

Ancak köle ve cariye sağ ve gaib olurlar; davalı da: "Evet, fakat ben diyet vermem, mehir de vermem. Çünkü, köle üe cariye gelince, senin malın olmadıklarını söylemelerinden korkuyorum." derse; bu durumda hakim, ikrarı sebebiyle, diyeti ve mehri hükmeyler.

Bu durumda mehir, bir tarla ise, cevap aynısıdır.

Bu adamın yanında, o kölenin bin dirhem emaneti veya ondan zoraki yahut ödünç almış olduğu bin dirhemi bulunsa ve bunu da ikrar eylese, o adamın kölesinin malını, o adama verir. Bunu, kendisi için ikrar olunan şahıs tasdik ederse; bu durumda ikrar olunan için, o adama karşı bir yapılacak, başka bir şey kalmaz.

Şayet mal yanında bulunan şahıs "gerçekten bu mal, bu adamındır. Bunu ondan bunu kölesi zoraki aldı ve buna verdi." der; adam da ikrar ederse, durum yine böyledir.

Eğer "Gerçekten, filan, kölesine "cariyesini satmasını emretti. O da sattı ve parasını almadı." diye ikrar eder; kölenin sahibi de bunu ikrar ederse; böylece, efendisine o bedeli vermekle cebredilmez.

Bunların tamamı, mal ikrar eden şahsın yanında duruyorsa, o zaman böyledir.

Eğer mal zayi olmuşsa, ikrar olunan şahıs onu alabilir.

Eğer gaib gelir ve "kendisinin, o adamın kölesi olduğunu" inkar ederse veya başkasının bir şeyini gasbeylediğini inkar ederse; onun sözü geçerii olur.

Bu durumda ikrar eden şahıs, ikrarı sebebiyle aldığı şeyi geri öder.

Bundan sonra, ikrar eden şahıs ikrar olunan şahsa müracaat ede­bilir mi?

Eğer, kendisi için ikrar olunan şahıs, ikrar edenden diyet veya mehir aldıktan sonra gaib gelip de kendisinin köle olduğunu inkar etmişse; o takdirde kendisi için ikrar olunan müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Şu mes'elelerin tamamında, ikrar edici: "Ben gaib bunun kölesi midir, değil midir? bilmiyorum." demiş olsaydı, efendisinin gaib köle hakkındaki beyyinesi kabuî olunmaz ve ikrar ediciye, köle gelinceye kadar bir şey hükmedilmezdi.

İddia edenin iddiasına göre, iddia olunana gaibin mülkü hakkında yemin verilmez.

Cinayetde ve mehirde: "Billahi, cinayet ve mehir yönünden, onun bende.malı yok." der.

Her hangi bir mal hakkında yemin istenmez. Ancak müddeî, "Gerçekten köle, onun için bin dirhem aldı ve ona ödünç olarak verdi." veya "Köle, benden bin dirhem aldı; o da onu gasbeyledi. İşte bu ondandır ve onu zayi eyledi. İstiyorsa işte bu..." der ve dava olunan da: "Gerçekten ben, filandan borç aldım." veya "Gerçekten filandan bin dirhem gasbeyledim. Onu da zayi ettim. Bilmiyorum, bu onun kölesi midir, değil midir?" derse, işte o zaman, yemin etmesi istenir.

Bir adam diğerine: Bu, elimdeki bin dirhem senindir. Çünkü ben, onu senin kölenden zoraki almıştım. Kölenin malı ise senindir." der veya: "Senin köîen, bana emanet bırakmıştı." derse; efendi: "Bin dirhem benimdir." demesi halinde, onu alır.

Ancak, ikrar edenin gasb veya vedia olduğuna dair beyyinesi gerekir. Eğer beyyinesi bulunmaz; efendi de malı aldıktan sonra, köle gelip inkar ederek, kendisi için ikrar olunan şahsın kölesi olmadığını söylerse, efendinin de, "onun kendi kölesi olduğuna dair" beyyinesi yoksa, ikrar eden şahıs, köleye bin dirhemi öder.

Eğer gasbını ikrar ve emanet olduğuna ikrar ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir tazminatta bulunmaz. İmânı.Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu iki halin ikisinde de, tazminatta bulunur.

Elinde mal olan şahıs: Bu bin dirhemi, senin kölen, bana emanet bıraktı." veya "ondan, ben zoraki aldım; bu senindir. Zira kölenin malı, senindir." derse; efendi de alır ve: Bilmiyorum, filan bunu, emanet koydu mu? veya ondan bunu, zoraki aldı mı? dedikten, sonra gaib köle gelir ve onun kölesi olduğunu inkar ederse; o zaman, o efendiden bin dirhemi alır. Ve efendiye: "Bu köle seninse beyyineni getir." denir. Ve, ikrar sahibi, bir tazminatta bulunmaz.

Şayet ikrar eden şahıs: "Bu bin.dirhem, benim yanmadadır. Gasb yönünden veya emanet yönünden, senin filan kölenindir." der.

Efendi de: "O filan benim kölemdir. Bu bin dirhem de, benimdir." derse; ondan bir şey alamaz, onun, bir çıkar yolu da olmaz. Ancak, beyyine getirmesi lazımdır.

Bir adam, diğeri hakkında cariyesinin mehri veya kölesine cinayeti yahut emaneti veya gasbı veyahut da başka bir cihetten iddia da bulunur ve kölenin de öldüğünü söyler; iddiaolunan şahıs da bunu doğrularsa, onu ödemesi hükmolunur.

Bu durumda iddia olunan zat: "Köle de, alacağım vardı." dese bile, ona iltifat edilmez.

Eğer iddia olunan ikrar etmez, efendi de ona karşı beyyine getirirse, ona da iltifat edilmez. Câmi'i Kebîr Muhtasarı'nda da böyledir.

Yanında mai bulunan bir şahsa başka birisi: "Senin kölen, bu malı benden zoraki aldı ve senin yanına koydu." der; yanında mal olan şahıs da bunu doğrular fakat: "Ben, onu sana vermem. Çünkü, bunu kölenin inkar edeceğinden korkarım." derse; onun bu sözüne iltifat edilmez. Ve malı vermesi hususunda cebredilir.

Ona malı verdikten sonra köle gelir de, köleliğini inkar ederse, onun sözü geçerli olur. Hakim, bu malı kendisi için ikrar edilen şahsa hük­meder ve mal duruyorsa, alıp sahibine verir. Ancak, kendisi için ikrar olunan şahıs, bu malın, kendi malı olduğunu belgelerse o müstesnadır.

Kendisi için ikrar olunan şahıs bu malın, kendi malı olduğunu bel­gelerse o müstesnadır.

Kendisi için ikrar olunan şahıs almış olduğu malı o zayi etse, gaib zat da, o malı ikrar edene ödetmek istese; ödetir.

Şayet ikrar eden kimse: "Bu malı fülan kölem emanet bıraktı. Fakat bilemiyorum, bu mal senin midir, değil midir?" der; iddia sahibi de beyyinesiyle malın kendisinin olduğunu söylerse; hakim onun beyyi-nesini kabul eyleyip, malı ona verir.

Eğer gaib gelir ve "köle olduğunu" inkar ederse, malını alır.

Davacıya ise: "Beyyineni yenile; aksi takdirde, bu mal senin hakkın değildir." denilir.

Eğer ikrar eden ve mal kendi yanında bulunan zat: "Bu senin malındır. Onu filan ve filan senin için emanet bıraktı. Benim kölem değildir." der; iddiacı da beyyinesiyle: "Gerçekten filan, senin kölendir." derse; beyyinesi kabul edilmez ve davaları da yürümez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birinin kölesine, bir şey bağışladıktan sonra bu bağıştan dönmek ister; kölenin efendisi de hazırda olmazsa; şayet köle, mezun ise, o adamın rücû (= dönme) hakkının bulunduğuna hükme­dilir.

Eğer izinli değildi, —ticaretten— men edilmişse, —efendi olmadıkça— rücu' hakkının bulunduğuna hükmedilmez.

Eğer köle: "Ben izinsizim." der; bağış yapan da: "Hayır, sen izin­lisin." derse; —yeminle birlikte— bağış yapanın sözü geçerli olur.

Eğer, köle, efendisinin yanında, "izinsiz olduğunu" belgelerse» işte o zaman davacı olur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Eğer efendi: "Bu cariyeyi, bana filan kölem emanet bıraktı. Ben de ona bağışlanıp bağışlanmadığını bilmiyorum." der; iddiacı da "bağışladığını" belgelerse; bu durumda efendi, dava eder. Hakim,, bu cariyeyi bağışlayan şahsa hükmeder. Bağışlayan şahıs da onu teslim alır.

Bağışlayanın yanında vücudunda bir artma olduktan sonra, kendi­sine bağışlanan şahıs gelerek, "kendisinin köle olduğunu" inkar ederse, onun sözü geçerli olur ve onun cariyeyi almak hakkı vardır.

Sonra dan, bağış yapan şahıs, bağıştan dönemez.

Eğer, bu cariye, bağışlayan şahsın yanında ölürse; bağışlanan zat muhayyerdir: Dilerse, emanet bıraktığı zata ödetir; dilerse, —kıymetini— bağışlayana ödetir.-

Eğer emanet yapılana ödettirirse, o tazminatı için bağış yapana müracaat edemez.

Keza eğer efendi: "Ben gerçekten biliyorum ki, sen, bana emanet edilen o şeyi bağış yaptın; ancak, benim kölem yoktur." der; müddeî de, ona karşı beyyine getirerek: "Filan gâib, senin kölendir." derse; —eğer köle sağ ise— beyyinesi kabul edilmez.

Şayet bağış yapan: "Benim beyyinem yok." der ve emanet bırakılan şahsın "Billahi, gerçekten gaib, bunun kölesi değildir." diye yemin etmesini isterse; bu durumda hakim yemin verir. Eğer yemin ederse, davadan kurtulur.

Yemin etmezse, dava gerekir.

Şayet.müddeî, efendinin "filan onun kölesidir." diye, ikrarına beyyine getirirse beyyinesi kabul edilir ve rücû* ile hükmedilir.

Şayet müddeî, "o gâib, gerçekten bu adamın kölesidir ve o öldü." diye beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilir ve mal elin de bulunan şahıs davacı olur.

Eğer müddeî, "gaib onun kölesidir ve onu filana bin dirheme sattı." diye beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilmez. Hibeden de dönemez.

Şayet cariye elinde bulunan şahsın ikrarı hususunda beyyine getirir ve "onu, filan gaib, filana sattı." derse, bu durumda hakim, onun beyyinesini kabul eylemez ve cariye elinde olanı davacı kılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında bir köle bulunur ve bu şahıs", onun kendi kölesi olduğunu söyler; köle de "gerçekten, filan gaibin, onu bu efendi­sinden, bin dirheme satın almış ve bedelini de peşinen ödemiş olduğunu ikrar ederse; bu durumda onun bu sözü kabul edilmez.

Şayet, "Filan gaibin, onu efendisinden satın almış ve onu dava için —kendi nefsini elinde bulunduran şahıstan teslim almaya vekil etmiş olduğunu iddia ederse, bu durumda, onun bu beyyinesi kabûledilir.

Çünkü, kölenin, kendi nefsini kabzetmek (— almak) hususunda dava etme salahiyeti, vardır.

Eğer köle: "Ben filanın kölesiydim. O, beni sana-bin dirheme sattı ve parasını almaya da beni vekil eyledi." der ve bunu da belgelerse; beyyinesi kabul edilir.

Yalnız, efendisinin, onu davadan men etme hakkı vardır.
Eğer men etmezse, kölenin vekâleti caizdir ve parasını alır; efendisi ondan kurtulur. Şayet: "Ben filanın kölesiyim: -Beni, kendi nefsim hakkında sana davacı olarak vekil eyledi." der ve beyyine de ibraz ederse; beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [14]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..