12- ALACAK DA'VASI

Bir kadın, kocasına karşı mehrinden kalan alacağını isbat etmek isterse; böyle yapma hakkı vardır. Her ne kadar bu kadının hali hazırda, mehrinin kalanını isteme hakkı olmasa bile, bu böyledir.

Keza, vadeli alacağı olan bir kimsenin de, onun isbatını isteme hakkı vardır. Her ne kadar hali hazırda, isteme hakkı olmasa bile bu böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kadın kocasının varisine karşı, "Mehr-i mislinden fazlasını" iddia ettiğinde; bu varis, nikahı ikrar ederse; hakim, ona: "Bu mehir, mehr-i  mislinden  fazla mıdır?"  diye  sorar;  eğer varis:   "Hayır." karşılığını verirse; hakim, varise: "Hakime gelene kadar, mehr-i misil bu kadar mıydı?" dedikten sonra, varis:  "Hayır." derse bu durumda hakim, mehr-i mislin miktarını varise mal eder ve fazlasına karşı da yemin verir.                                                          

Bu,, o kadının mehr~i mislini hakimin bilmekte olması halinde böyledir.

Eğer hakim bilmiyorsa, emin kişilere "bilenlerden sormalarını" emreder veya davacıdan (~ iddia edenden) beyyine ikame etmesini ister. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, kocasının terekesinden mehrini iddia ettiğinde, varisler nikahı inkar eder; kadın ise, hem mehri, hem de nikahı hakkında beyyine ibraz ederse; ikisi de sabit olur.

Şayet varisler, —beyyine ikame ederek— "kocası ölmeden, bu kadının, mehrini ona teberru ettiğini" söylerse; —tenakuzdan dolayı— varislerin bu beyyineleri kabul edilmez. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın, hazır bir adama karşı iddia ederek "Kocam filan oğlu filanda, benim şu kadar mehir bakıyyem vardı. Sen, onu, "eğer beni üç talak ile boşarsa, ve kendisine haram ederse, ^-bana ödeyeceğini" söyledin. Ben de, buna razı oldum. Kocam da, beni nefsine üç talak ile haram eyledi. Bu durumda, benim mehrimin bakıyyesi, —zimnına alman sebebiyle— senin üzerine vacip oldu." der ve ödemesini ister; davalı da (- iddia olunan da) bunu ikrar ettiği halde, hürmet-i galîzanm vukuunu bilmez; şahitler de hürmet-i galîzanın (= kocasının, onu üç talak boşadığının) vukuuna şehadette bulunurlarsa; hakini, hazırda olan bu şahsa, kadının mehir bakıyyesini; gaib kocaya karşı da, hürmet-i galî­zanın vekûunu hükmeder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Hişam, Nevâdiri'nde şöyle demektedir:

İmâm Muhammed (R.A.)'e sordum:

Benim bir adam da, o adamın da, bir kadında bin dirhem alacağı var. İkisi de dava ediyorlar. Kadın, benim adamda bin dirhem alacağımın olduğuna iki şahit getirdi. Halbuki ben, "onun, kadının malı olduğunu" ikrar eylemişim. Bu nasıl olur?

İmâm:

—Bu caiz olan bir iştir ve şehadet kesilmiştir." buyurdu. Muhiyt'te de böyledir.

Ölüye karşı, varisin veya vasinin huzurunda, alacak isbatı caizdir. Her ne kadar, ellerinde terekeden bir şey bulunmasa bile bu böyledir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, varislerin birini yanında ölen bir şahsa karşı, alacak iddiasında bulunduğunda, o varis de bunu ikrar ederse; ikrarı sahih olur. Ve borcun tamamını, mirastaki kendi hissesinden öder.

Şemsü'l-Eimme bu, hakim varisin bu ikrarına hükmeylediği zaman böyledir. Fakat, sadece ikrarıyle, hissesinden borç ödemesi lazım gelmez." demiştir. FetâvâyiKâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâyi Fadlî'de şöyle zikredilmiştir:

Varislerin bir kısmı, murisine karşı, alacak iddia eder; onu da varis­lerden bir kısmı tasdik eder bir kısmı da yalanlarsa; tasdik edenler, kendi hisselerinden, o borcu, öderler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, varislerden birisinin yanında, ölünün bir adam üze­rinde, alacağı olduğunu iddia ederse, o alacak, hepsi hakkında sabit, olur.

Keza, varislerden biri "ölen şahsın başka birinde alacağı olduğunu" iddia edip, beyyine de ibraz ederse; bu da tamamı hakkında sabit olur. Bu durumda borçlu, hazırda olan varisin hakkını, ona verir. Hazırda olmayan veresenin hakkını, hazırda olana vermez, elinde tutar. İmâmeyn: Bu yed-i emine teslim edilir.'' buyurmuşlardır.
Eğer, ikrar etmişse, bi'1-icma gaib olan varisin hissesi zi'1-yedden alınmaz.

Bu, akar ve menkûl (= taşınır mallar) hakkındadır.

Eğer inkar ederse, o zaman, yed-i emine teslim edilir. Eğer ikrar ederse yanında bırakılır. Hazırda olmayan varise gelince, yeniden beyyineye hacet kalmaz.

Esahh olan budur. HızânetüI-Müftîn'de de böyledir.

Akdiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahıs hakkında, iddiada bulunarak: "Gerçekten onun filana bin dirhem borcu olduğunu, o filanın da, onun kendisine verilmesini emreylediğini" söyler ve "bu bin dirhemin emanet olduğunu" bildirir; yanına emanet konulan da bunu (emri) inkar eder; davacı da (= müddeî de) o bin dirhem emanet hususunda beyyine biraz ederse; hakim, ona hükmeder.

"Gerçekten bu, gaibe karşı hüküm ve gaibin yerine hazırı davacı nasbetmektir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, borçlu olarak ölüp, bin dirhem terkesi ve iki de oğlu kaldığında, oğlunun birisi: "Bu bin dirhem emanettir. Babamın yanında duruyordu. Filana aittir." der; o filan şahıs da gelerek, "onun, kendi­sine ait olduğunu iddia eder ölenin alacaklıları da, bunu doğrulayarak "Bin  dirhem  filanındır."  veya onu yalanlayarak:   "Bu.bin  direm, ölenindir." derler veya ne doğrularlar, ne de yalanlarlar ve: "Biz kimin olduğunu bilmiyoruz." derlerse; bu durumda hakim, ölenden kalan bu bin dirhemi, alacaklılara hükmeder.

Bu durumda emanet bıraktığını iddia eden şahsa bir şey verilmez. Fakat önceki vecihde (yani, alacaklıların, o emaneti tasdik etmeleri haiinde) hakim, alacaklılara hükmedince, emanet sahibi onlara başvurarak, bu bin dirhemi onlardan geri alır. Çünkü, onların ikrarları bulunmaktadır.

Bu hüküm ikrar eyledikleri zaman geçerlidir.

Ölenin oğlu, emaneti inkar ederek: "Bu bin direm, babamındır." der; veya ikrar da, inkar da etmez ve "Ben bunun kime ait olduğunu bilmiyorum." derse; bu mes'ele de öncekinin aynıdır. Eğer emaneti iddia eden şahıs, bu ikinci halde, oğlanın yemin etmesini isterse; —o inkar eylemişti— onun yemin etmesi gerekmez.

Emanetle ilgili cevap iyice anlaşılmalıdır. Çünkü müdârebe, Bidâa, ariyet, icare ve rehin —hepsi de— böyledir.
Ölen şahsın, elinde bir ayn (= belirli bir mal) olsa da, taraflar, yukarıda saydığımız şeylerden biri olduğunu ikrar eyleseler, bu durumda da mes'ele yukardaki gibidir. Edebü'1-Kâdİ Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, ölenin üzerinde alacağı olduğunu iddia ettiğinde, varis­lerin büyükleri huzurda olmasalar da, küçük varisleri huzurda olsalar, o zaman hakim, o küçüklerin yerine bir vekil tayin eder; ona karşı dava yapılır.   Hakim   vekile  karşı   hükmederse,   hüküm   varislerin   hepsi hakkında geçerli olur.

Keza, Reşîdü'd-Oîn şöyle buyurmuştur:

Alacaklılar, alacaklarım hazırda olandan alırlar. Sonra da o hazırda olmayanlar gelince; hazırda olanlar, onlara müracaatla, hisselerini onlardan alırlar. Füsûlü'irlmâdiyye'de de böyledir.

Eğer huzurda bulunan varis büyük olur ve, murisinin üzerinde borç   olduğunu"  ikrar eder; bu   ikrarla   birlikte, alacaklı da —beyyinesiyle— "terekenin tamamında hakkı olduğunu" söylerse bu durumda hakim, ikrar eden şahsa karşı, "davacının (= müddeînin) beyyinesini kabul eder ve hükmeder* Bu hüküm ise, hepsi hakkında geçerli bir hükümdür.

Keza, davacı ölenin vasisine karşı iddiada bulunduğunda, vasi borcu ikrar eder ve alacaklı da alacağı hususunda beyyine ikame ederse; o, onun olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, Ölen bir şahsa karşı alacak iddiasında bulunduğunda, varislerin tamamı onu ikrar eder; talip de, beyyine ikame eylemek isterse, bu kabul edilir. Çünkü, onlar hakkında, alacağını isbata ihtiyaç vardır.

Zira çok zaman olurki, ölen için başka alacaklıda bulunur. Varis­lerin ikrar eylediği ile yetinilmez. Alacaklının alacağını beyyine ile isbat etmesi gerekir.

Keza varislerin tamamı vasiyeti ikrar edip beyyine de ibraz eder­lerse, beyymeleri kabul edilir. Füsûlü'N Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, hazırda olmayan bir şahsa karşı, alacak iddiasında bulunduğunda, "huzurda bulunan bir adamın, o hazır olmayan şahsın vekili olduğunu" söyler da'valı da (= iddia olunan şahıs da) bunu ikrar ederse; bu ikrarı sahih olmaz.

Eğer gaibde bulunan alacağı beyyinelerse; bu beyyinesi de kabul edilmez.

Keza, "hazırda olan şahsın, ölenin vasisi olduğunu" iddia eder; davalı da (= iddia olunan da) bunu ikrar eylerse, bu ikrarı sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vekil hazır olur ve "hazırda olmayan filan oğlu filanın vekili olduğunu" iddia ederek: "alacağını almaya ve yanında olan emanetini almaya" vekil olduğunu söyler; da'valı da (= iddia, olunan da) bunu ikrar ederse; ona borcunu vermesi, emredilir; fakat emaneti yermesi emredilmez.
Vasi hazır olur ve: FiIan oğlu filan Öldü. Ve bana bu adamın zimmetinde ne varsa, onu almamı, vasıyyet etti" der; davalı da (= iddia olunan da) bunu doğrularsa, o zaman, ayn, deyn ne varsa hepsini teslim etmesi emredilir. Hassâf in Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Vasî borçlunun borçlusuna karşı, beyyine ibraz ederse, bu kabul edilmez. Ve ondan bir şey almaya gücü yetmez.

Fakat, hakimin yanında, ölenin terekesinden alacak tesbit edilir; adam da hakimin yanında "gerçekten ölende bunun alacağı vardı" diye ikrar ederse, o zaman, alacak sahibine onu vermesi emredilir.

Uyun Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir:

Şayet ölene karşı, bin dirhem hükmedilir; Ölen de onu, onun emri olmaksızın vasiyet ederse; tmâm Muhammed (R.A.): "Eğer bin dirhemi verirken: "Bu senin, ölen adamdaki bin dirhemindir." derse, bu caiz olur. Eğer.böyle bir şey söylemez, fakat ölenden yerine bin dirhemi öderse, işte bu teberru olur. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer, küçük ve büyük varisler bulunur ve büyükler, babanın bor­cunu ikrar ederlerse; bu durumda da alacaklının -—küçüklere karşı, alacağının sabi tolması için— beyyine  ibraz etmesi gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adanı, varislerin huzurunda, ölen şahısta alacağının olduğunu iddia ederek: "Gerçekten ölen zat, terekesinden varislerin elinde, alacak cinsinden şeyler terkeyledi." der. Buna göre de beyyine ibraz ederse, şüphesiz bu kadarı, varisler için kâfi gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.                                                                  .

Bir kimse, ölen de alacağının olduğunu ve onun mal bıraktığını belgelerse, elbette terekenin vasfını da açıklaması gerekir. Tereke akar ise, hududunu beyân eder.

Eğer varislerin vefasını ikrarını iddia eylerse, o zaman terekeyi açıklamaya ihtiyaç kalmaz.

Esahh olanı da terekeyi beyan etmeden iddiasının kabul edilmesidir.

Fetva da bunun üzerinedir.

Birinci alacaklı, terekeyi beyan etmiş ve belgelemişse; ikinci ala­caklının terekeyi isbat etmesine ihtiyaç yoktur. Bunda ihtilaf da yoktur.

Eğer varis ikinci alacaklıyı inkar eder; Önceki alacaklı da onu doğrularsa; onun ikrarı sebebiyle, ikinci alacaklı, alacağa ortak olur. Kerderî'nin VecizFnde de böyledir.

Bir adam vefat ettiğinde, bir toplulukta hakime gelerek: "Filan adam vefat etti. Bizim, onun üzerinde malımız (alacağımız) vardır. O da mal bıraktı. Varisleri malının üzerindedir. Onu taksim ediyorlar." derler ve hakimden ona —-hakları sabit olana kadar— el koymasını isterlerse bu durumda hakimin varislerin elindekine taarruz etmesi caiz değildir.
Eğer o topluluk: "Bizim şahitlerimiz vardır. Bu mecliste hazır kılarız veya ikinci meclise getiririz." derler ve varislerin de telef ve israf etmelerinden korkarlar veya şahitlik ederek: "Gerçekten filan vefat etti ve onun alacaklıları vardır. Bu iddiacılar doğru söylüyorlar. Varisler de israf ve itlaf ehlindendir." derlerse, istihsânda, hakimin malı bekletmek hakkı vardır. Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adamın üzerinde, üç kişinin ^ortak— alacağı olduğunda bunların ikisi huzurda olmasalar da, üçüncü hazır olsa, o hissesini isterse, borçlu vermeye cebredilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı hakime getirerek: "Gerçekten babam filan vefat eyledi. Benden başka da varis bırakmadı. Onun bu adamda, şu kadar malı (alacağı) vardır." derse; hakim, davalıya (- iddia olu­nana) durumu sorar. Eğer, o iddia olunan şeyin tamamını ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur. Ve ona *'ayn, deyn ne varsa vermesi" emrolunur.

Fakat inkar eder ve bu durumda müddet beyyine ibraz ederse, beyyinesi kabul ediliri. Ve iddia olunana: "Ayn, deyn, tamamını ver­mesi" emredilir.

Eğer müddeînin (= davacının) beyyinesi olmaz ve da'valı da (= iddia olunan da) onu, iddiası üzerine yemine davet ederse; Hassâf, bazı alimlerimizden rivayet ederek: "O yemin eylemez." demiştir.

Keza, Hassâf, başka bir kavlinde ise: "Yemin eyler." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Alacak sahibi, beyyine ibraz ederek: "Vârisler, terekeden bir köle sattılar. Halbuki, terekenin tamamı borçtu." der; varisler de: "Bu köleyi, sağlığında babamız sattı ve bedelini aldı." derler ve beyyine de ikame ederlerse; bu durumda alacak sahibinin beyyinesi evlâ olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Borç terekeyi kaplar (borç, tereke kadar veya ondan fazla olur) başka bir alacaklı da gelip, beyyine ile alacağını diğer alacaklıya karşı değil, varislere karşı isbat etmek isterse, bu beyyinesi kabul edilir. Fakat varis, bunun için yemin etmez.

Bu başka kitaplarda üa zikredilmiştir.

Kitaplarda varisin kendi hakkındaki ikrarının sahih olup olarmyaçağı... zikredilmemiştir.

Hatta ölen zatın başka malı meydana çıksa, bile, bu alacaklının alacağını, varis hissesinden Öder.

Uygun olanı, ikrarın sahih olmasıdır. Fakat bundan dolayı yemin etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Reşîdü'd-Dîn'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Terekeyi borç kaplamıyor; alacaklı da alacağını varislerden birisine karşı isbat ediyorsa; alacak, kendine tahsis edilen şahsa hükmedilir; diğerlerine hükmedilmez. Onlar hisselerini satabilirler.

Şayet terekeyi alacak kaplıyorsa, o zaman kimse bir şey satamaz.

Ancak alacaklının rızası ile satabilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet tereke üçbin dirhem; alacaklının alacağıda bin dirhem olursa; bu tereke, üç oğlan arasında taksim edilir ve alacaklı hakimin yanında onların tamamına zafer bulursa her birinden, bin dirhemin üçte birini alır. Fakat onlardan birine zafer bulursa, onun elinde olan tere­keden tamamını alır. HızânetüM-Müftîn'de de böyledir.

Varisler borcu ödemekle, terekeden kurtulurlar. Keza, varislerden birisi için, diğerleri imtina ederlerse (kaçınırlarsa) durum böyledir. Yani borcu ödeyip kurtulurlar.

Eğer varislerin tamamı borcu ödemekten imtina ederlerse, onlar cebredilmezler. Fakat, bu durumda hakim, bir vasi tayin eder. Hulâsada da böyledir.                                              

Ölen bir şahsın varislerinden birine karşı, alacak iddia eden bir şahıs terekeyi isbat eder ve bu tereke de yabancı bir kimsenin elinde olursa; da'valı (=  iddia olunan şahıs) o yabancıdan terekeyi ister. Kunye'de de böyledir.

Bir adam bir beldede ölür, malı ve terekesi bir başkasının elinde kalır; bir topluluk da, ondan hak ve mal talebinde bulunur ve o beldede, varisler kalmamış bulunursa; hakim, bir vasi tayin ederek, onun üze­rinde olan alacakları tesbit ettirir.

Böyle olmazsa, hakim da'vacıların (= müddetlerin) şahitlerini dinler ve yanında cereyan eden işleri onlar için hükmetmek üzere, varis­lerin bulunduğu yerin hakimine yazar. Sonra da bu hakim terekeyi onlara teslim için, katibe yazar. Siraciyye'de de böyledir.

Eğer ölen zat, birine vasiyyet eylememiş ve varisleri de küçük ve içlerinde hüccet getirecek birisi yoksa; münasib olanı, hakimin onlar için bir vasi tayin etmesidir. O vasi, onların işlerine-bakar. Eğer alacaklılar, —bu vasinin huzurunda— haklarını tesbit ederek hakimden, "ölenin malından, haklarının verilmesini" isterlerse; hakim onlardan herbirine yemin verir. Onlara daha bir şey verilmeden, onlar: "Billahi, bu maldan bir şey almadım." diye yemin ederler.

Ve hakim, onlara: "Senin için tesbit edilen bu maldan, filanın yerine bir şey almadığına; başkasından da almadığına; bir başkasının senin için almadığına; ondan birşey ibra etmediğine ve bir kimseye havale etmediğine; ölen filan şahıstan hiç bir şey almadığına; hiç bir şeyi rehin almadığına; başkasından da rehi» almadığına" yemin ettirir. Yemin edince de, hakim ona hakkının verilmesini vasiye emreder.

Eğer yemin etmezse bir şey ile hükmetmediği gibi, bîr şeyin veril­mesini de emreylemez.

Keza, bir adam kimseye vasiyyet etmeden ölür; varis de bırakmaz; ona karşı da bir topluluk mal ve hak iddiasında bulunursa; bu durumda hakim, onun için bir vasi tayin eder. Sonra da onlardan beyyinelerini ister. O vasinin huzurunda, iddiaları istikâmetinde hüccetlerini getirme­sini ister. Hak sabit oluncada yukarıda geçtiği şekilde iddia sahipleri yemin ederler. Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.             

Bunlar ölen şahıs hakkındaki iddiaları üzerine hüccet getirirler. Ve "ondan hiç bir şey almadıklarını" söylerler. Varisler, "ödendiği" iddiasında olmazlarsa bu böyle olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet, iki kişinin, bir adamda, bin dirhem alacakları olduğunda, bunlar, birbirlerine ortak olurlar; borçlu da borcunu inkar eder ve ala­caklılardan birisi gelerek, alacaklı ve ortak olduklarına dair beyyihe ibraz eder; arkadaşı da hazırda olmazsa; Müntekâ'da: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğu zikrolurimuştur:

Hazırda olana beşyüz dirhem hükmolunur. Hazırda olmayan da gelince, yeniden beyyyine getirmesi istenir. Hazırda olan, hazırda olmayan adına —hiç bir şekilde— davacı olamaz. Yalnız, o bin dirhem, aralarında —tek bir şahıstan— miras olur; gaib de gelir ve beyyine iade­sine gücü yetmezse, ortağının aldığı beşyüz dirheme dahil olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, iki kişiye karşı yazılı belgesiyle, mal iddia ettiğinde, onlardan birisi hazır olur, diğeri ise huzurda bulunmaz, hazır olan da, bunu inkar ederse; muhtar olan kavle göre, huzurda olan şahsa malın yansı hükmedilir. Yalnız, bu şahıs, hazırda olmayanın emriyle ona kefil olmuşsa; işte o zaman, malın tamamı bu şahsa   hükmedilir. Hizânetü'l-Müftm'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden alacak iddia ettiğinde, davalı (= iddia olunan) iki tane vekil tutar; davacı da (~ müddeî) de, o vekillerden birine karşı bir şahit, diğerine karşı da bir şahit tutarsa, bu caiz olur.

Bir şahit müvekkile bir şahit de vekile karşı tutar veya iddia olunan mala karşı bir şahit, onun vasisine yahut varisine karşı da bir şahit tutar veya ölü için, iki vasi olduğunda, davacı (= müddeî) biri için, bir şahit, diğeri için de bir şahit tutarsa, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vasî, terekede borç iddia ederse; bu durumda hakim, —ona karşı, iddiada bulunması için— başka bir vasi daha nasbeder. Füsûlü'l- Imâ-diyye'de de böyledir.

Bir adam ölüp, iki oğul bıraktığında onlardan birisi, "Gerçekten, babalarının satılan bir şeyin bedeli olarak, şu adamda bin dirhemi olduğunu" iddia eder; diğeri de "O, Ödünç idi." der ve her birisi de iddialarını belgelerse; bu durumda her birisine beşer yüz dirhem hük­medilir; birisi, diğerine ortak olamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmlâ Kitabı'nda, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Ölen bir şahıs, başkasının yanında, dirhem, dinar, veya akar, köle yahut benzeri şeyleftlen mal bırakır; başka bir adam da, "onun, borç olduğunu" iddia ederek, "ölene emanet koyduğunu" veya "kendinden, ölen şahsın zoraki aldığım" söyler; mal elinde olan da bunu doğrularsa; ölenin küçük veya hazırda bulunmayan varisleri olması halinde hakim, davacıya (= müddeîye) mal elinde olan şahsın ikrariyle, bir şey vermez. Bir müddet bekledikten sonra beytü'l-mâPe alır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Varislerden bazı ortaklar, "ölünün  üzerinde  alacaklarının olduğunu", iddia ederek, beyyine de ibraz ederlerse, bu kabul edilir ve kısmet noksanlaştırıhr. Kısmet borçtan ibra olmaz. Eğer bir eşya iddia etmiş olsaydı, davası kabul edilmezdi. Suğrâ'da da böyledir. [31]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..