15- İSTİHKAK DA'VÂLARI

Bir müşteri, satıcıya karşı; "satın alman şeyi" iddia eder ve satı­cıya, "satın aldığı şeyin parası için" müracaat etmeyi murad ederse, bu durumda  elbette,   iddiasının   sebebini  beyan  etmesi  ve  haklılığını açıklaması gerekir.

Bundan sonra, istihkak (ona hak sahibi oluş) sebebini beyan edip onu tashih eder ve satıcı da "ona sattığım" inkar ederse; bu durumda müşteri satıcıya karşı beyyine ibraz etmesi halinde— parasını almak için rücu hakkı vardır.

Bazı alimlere göre; müşterinin, bu beyyineyi dinlemek için hazır bulunması şart değildir.

Zahîrii'd-dîn el-Mürğînânî bununla fetva vermiştir.

Bu durumda, iddiacının, parçasını, sıfatını ve parasının miktarını söylemesi yeterlidir.

Müşterinin beyyihesi kabul edilince; —hakimin hükmüyle— parası için, satıcıya müracaat eder.

Bu durumda satıcı da onun olur.

Şayet satıcı, müşteriye sattığının parasını ibra veya bağış yapar; sonra da müşterinin elinde iken, satılan bu şeye, müşteri müstehlik ( = hak sahibi) olursa, bu durumda satıcıya hiç bir şey için müracaat edemez..

Keza satılan şeyin, bir kısmı kalmışsa; bu şahıslardan bazısı diğer bazısına müracaat edemez. FusûIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Müşterinin elinde iken, satılan şeye, bir hak sahibi çıkar ve müşteri henüz parasını vermemiş veya bir kısmını vermiş bulunursa, birinci durumda paranın verilmesi cebredilir. İkinci durumda ise, kalan paranın verilmesi cebredilir. Çünkü, hakimin müstehıkkm beyyinesiyle hükmetmemesi ihtimali veya müstehıkkm satışa izin vermesi ihtimali mevcuttur. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri, satıcıya müracaat etmeyi murad eder; satıcı da, parasını vermeye söz verir ve eğer, yazılmadan Önce hakkı doğrularsa; parayı ödemesi cebredilir.

Eğer hakkı doğrulamaz; önce va'd eder de, sonra va'dmdan dönerse, bu durumda cebredilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Müşteri satıcıya müracaat ettiğinde satıcı, onunla az bir şey karşılığında anlaşma yaparsa; bu durumda satıcı kendisine satan şahsa müracaat ederek, parasının tamamını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahıstan, bir köle karşılığında, bir ev satın alır, karşılıklı teslim-tesellüm yapıldıktan sonra da, bu evin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda evi satın alan şahıs muhayyerdir: İsterse, evin yarısını, kölenin yarısı karşılığında ahr; isterse, terk eder.

Bu durumda, köleyi satın alan şahsa muhayyerlik yoktur.

Buna göre, evin değil de, kölenin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda da evi satın alan şahsa muhayyerlik yoktur.

Eğer, hem evin, hem de kölenin yarısına hak sahibi çıkarsa; kitap da bu müşterilerden her birinin muhayyer olacağı ister alıp; isterse terk edebilecekleri zikredilmemiştir.

Bazı alimler ise: "Her birisi, muhayyerdir: Dilerse dörtte biri karşılığında dörtte birini alırlar; dilerlerse, terk ederler." demişler; bazı alimler de: "Dilerlerse, yarısıyla yarısını alırlar; dilerlerse, terk ederler." demişlerdir.

Şayet, onlardan birisi muhayyer olur ve hak sahibi de, kölenin yarısına izin verir veya müşteriye o kölenin yansını hîbe veya sadaka olarak verirse; bu durumda kölenin müşterisinin muhayyerliği batıl olur. Evin müşterisinin muhayyerliği ise baki kalır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka bir şahıstan, satın aldığı bir köleyi başka birisine sattıktan sonra, onu önceki müşteri geri satm alır ve köle onun yanında iken, ona bir hak sahibi gelirse, önceki şahıs kendine satan satıcıya mü­racaat eder ve parasını ondan alır.

Keza,  Şemsü'l-İslâm Mahmud el-Evzecendî,  Fetvalarında şöyle buyurmuştur:

Bu cevap, rivayetlerin en doğru olanıdır."

Bazı alimler de: "Gerçekten mülk, hak sahibine hükmedilince, bü­tün alım-satımlar feshedilmiş olur." buyurmuşlardır.

Zahirü'r-rivayede ise, hâk sahibine hükmedilse bile alım-satımiar fesholmazlar.

Bu durumda birinci müşterinin alımı da satımı da baki kalır. Ve en son satın alan şahıs, kendine satan şahsa müracaat ederek, parasını alır. O da kendine satan şahsa müracaat ederek parasını- alır. FüsûlüM- Imâ-diyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir ev satın alıp, onu teslim alır; bu ev elinde iken de, ona bir hak sahibi çıkar ve bu hak sahibi, müşteriye: "Satıcıdan paranı al, bana ver." der ve sonra da, bu müstehık, müşteriden aldığını ona geri vermek isterse; bunu yapmaya hakkı var mıdır?

Bu hususta, "bir rivayete nazaran, hakkı yoktur. Ve, hakimin mülkü hak sahibine hükmetmesiyle, alım-satımlar feshedilmiş olur." denilmiştir.

Zahirü'r-rivayeye göre böylece istirdat eder. Şayet müşteri, satıcıya müracaat edip parasını ister; hak sahibi de, müşteriye: "Parasını benden al." der; sonra da onu geri vermek isterse; bunu yapmaya hakkı olmaz.

Rivayetlerin ittifakı budur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât kitabında şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden bir köle satın alıp onu da teslim alır; bir başkası da müşteriye, "onun, köleye verdiğini" öder ve müşteri de bu köleyi bir başkasına satar ve ona teslim eder, o müşteri de, bir başkasına satıp ona teslim eder; sonra da, o köleye bir hak sahibi çıkar ve beyyine ibraz ederek, bu kölenin, kendine ait olduğunu" isbat eder; hakirn de böylece hükmederse; bu hüküm, son müşteriye karşı ve bütün satıcılara karşı verilmiş olur.

Şayet son müşteri ve satıcılardan birisi, hak sahibine karşı beyyine ibraz ederek, "Onun mutlak mülkleri olduğunu" iddia ederlerse; bu durumda beyyineleri kabul edilmez.

Bu   durumda   her   müşteri,— beyyineye   ihtiyaç   kalmadan — kendisine satan şahsa müracaat ederek parasını alır.

Fakat, her müşteri, —ancak— kendine satan şahsa müracaat ede­bilir. Ortanca müşteri, kendisinden sonraki müşteriden önce, müracaat yapamaz. Önceki müşteri de, ortanca müşteri müracaat etmeden, mü­racaat edemez.

Keza, birinci müşteri, kendisine tazminatta bulunan şahıs kendisine müracaat etmedikçe, satıcıya müracaat edemez.

Bu durumda her müşteri satıcıya müracaat edebilmek için beyyine ikame etmeye muhtaç mıdır?

Duruma bakılır: Eğer hakim rücûyu bilmiyor ise (Meselâ: Rücû başka bir hakimin yanında yapılmışsa) o zaman, beyyine ibrazına ihtiyaç vardır.

Şayet hakim rücûu biliyorsa, (Meselâ: Rücû aynı. hakimin yanında yapılmışsa) o zaman beyyine ikamesine ihtiyaç yoktur.

Eğer, bu köleye bir hak sahibi çıkmaz, fakat köle, ikinci müşteriye karşı, "aslen hür olduğunu" belgeler, hakim de böylece hükmederse; bu durumda her müşteri, satıcısına müracaat ederek, parasını ondan alır. Önceki müşteri ise, kefile müracaat eder.

Şayet köle, aslen hür olduğunu isbat edemez, fakat "filanın kölesi olup da, onun kendisini bir sene önce azad eylediğini" belgeler, hakim de buna göre hükmeder ve azad tarihi de, satım tarihinden önce olursa; bu durumda da bütün müşteriler, satıcılarına müracaat ederek, verdik­leri paralarını geri alırlar.

Şayet tarih bilinmez köle hür olduğunu veya azad edildiğini" isbat eder; hakim de buna göre hükmederse, yine her müşteri satıcısına mü­racaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Ziyâdât kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinden bir cariye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra

da, —belgesiyle birlikte— bir hak sahibi gelirse, bu müşteri, satıcıya müracaat ederek, verdiği parasını geri alır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer müşteri, hak sahibini ikrar eder veya kendine yemin veri­lince, yemin etmekten kaçınır ve hakim de, hak sahibine hükmeder; sonra da müşteri, satıcıya müracaat etmek isterse; bunu yapmaya da hakkı yoktur.

Şayet, satıcının "hak sahibine ait olduğuna dair" ikrarını belge­lerse; o zaman satıcıya müracaat eder. Eğer, bu hususta beyyinesi yoksa, hak sahibinin ikrarı hususunda, ona yemin verir. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer yemin etmezse, bu durumda satıcı, müşterinin parasını geri verir. Zehıyre'de de böyledir.

Satıcının ikrar veya yemininden sonra, müşteri: "Ben, cariyenin hak sahibine ait olduğunu isbat ederim." der ve satıcıya parasını almak için müracaat ederse; beyyinesi kabul edilmez. Bu durumda, bu cariyeye de kimse sahiplik yapamaz.

Fakat cariye, "aslen hür .olduğunu" iddia eder; müşteri de bunu . ikrar eder veya yeminden kaçınır; hakim de o cariyenin hür olduğuna hükmederse; bu durumda müşteri, parasını almak için satıcıya müracaat edemez.

Şayet satıcı huzurda bulunup, müşterinin dediğini inkar eder; müşteri de: "Ben, satıcıya karşı cariyenin aslen hür olduğunu beyyine ile isbat ederim." derse, bu durumda, onun beyyinesi kabul edilir.

Eğer hak sahibi, müşteriye karşı iddia ederek: "onun, kendi cariyesi olduğunu ve onu azad eylediğini veya müdebbere yahut ümm-ü veled eylediğini iddia edder; müşteri de bunu ikrar ederse; ,bu durumda müşteri satıcıya müracaat edemez.

Eğer müşteri satıcıya karşı beyyine ikame eder ve böyle olduğunu söylerse, satıcıya müracaat ederek parasını alır.
O zaman, duruma bakılır: Eğer "mutlak azad olduğunu ve azad1 olduğu tarihinde satın alış tarihinden önce olduğunu" belgelerse; bu belgesi kabul edilir ve parasını alır. Fakat, bu tarih sonra ise, beyyinesi kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâöât kitabında şöyle buyurmuştur: Abdullah isimli bir şahsın elinde bir cariye bulunduğunda, İbrahim

isimli şahıs Muhammed isimli şahsa: "Ey Muhammed Abdullah'ın elinde bulunan cariye, benim cariyemdi. Onu, sana, bin dirheme satmış ve teslim eylemiştim. Sen de onun parasını vermemiştin. Ancak, Abdullah galebe çalıp, senin elinden, onu zoraki almış.'' der; Muhammed'de, bunu böylece kabul ettiği halde, Abdullah bunu inkar ederek:  "Bu cariye, benim cariyemdir." derse; bu durumda cariye hakkında Abdullah'ın sözü geçerli olur.

Cariyenin parasını, Muhammed'in İbrahime verilmesine hükme­dilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bu cariye Abdullah'ın elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa, o zaman, Muhammed İbrahim'e bir şey almak için müracaat edemez.

Şayet Muhammed, hak sahibine karşı, beyyine ibraz ederek, "bu cariyeyi, İbrahim'den satın aldığını" iddia eder ve ona malik ve teslim aldığını söylerse; bu durumda, cariye ona hükmedilir.

Eğer hak sahibi, doğanın beyyinesini Muhammed'e iade ederse, o zaman, onu Muhammed'e hükmeder ve Muhammed, İbrahim'e parasını almak için müracaat eder ve alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer bu cariyeye, bir hak sahibi çıkar; fakat bu cariye Abdullah'a karşı, beyyine ikame ederek, "aslen hür olduğunu" iddia eyler; hakim de onun hürriyetine hükmederse; bu durumda Muhammed, parası için, İbrahim'e müracaat eder. Keza, eğer bu cariye Abdullah'a karşı beyyine ibraz ederek, "Kendisinin, azad edilmiş veya müdebbere edilmiş yahut ümm-ü veled olduğunu" iddia eder; hakim de öylece hükmederse; bu durumda da Muhammed, İbrahim'e parası için müracaat eder. Bu cariyenin azad edildiğini veya müdebbere edildiğini yahut ümm-ü veled olduğunu iddia eylediği ve iddianamesinin de tarihsiz olduğu zaman böyledir.

İddianame tarihli ise, (Şöyleki: Cariye beyyine ibraz ederek, "gerçekten, Abdullah'ın kendisine bir seneden beri malik olup azad eylediğini veya müdebbere yahut ümm-ü veled eylediğini beyyineler; hakim de ona göre hükmederse,) İbrahim ile Muhammed arasındaki akid tarihine bakılır.

Şayet o tarih, iki senelik ise, Muhammed, İbrahim'e müracaatta bulunamaz. Şayet bu cariye, Abdullah'a karşı beyyine ibraz ederek, "onun, kendisini mükatebe eylediğini" söyler; hakim de böylece hük­mederse; bu durumda Muhammed, İbrahim'e, para için müracaat edemez.

Ancak cariye, kitabet bedelini öderse, o takdirde azad edilmiş olur.

Ve bu durumda Muhammed, İbrahim'e müracaat ederek parasını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer Abdullah, ikrar ederek "O cariyeyi, Muhammed'den yüz dinara satın aldığını ve onu teslim alıp, parasını da nakden ödediğini" söyler; Muhammed de, onu tasdik eder; sonra da, bu cariye, Abduüh'ın elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa, o zaman Abdullah parası için Muhammed'e, Muhammed de, parası için, İbrahim'e müracaat eder.

Eğer cariye Abdullah'ın elinde iken, hak sahibi çıkarsa, bu durumda Abdullah, parası için Muhammed'e müracaat eder fakat Muhammed parası için, İbrahim'e müracaat edemez.

Keza Abdullah, "bu cariyeyi, Muhammed'den satın aldığını" ikrar eder; Muhammed de, hazırda bulunmaz veya hazırda bulunur da Abdullah'ı doğrulamaz ve aynı zamanda da yalanlamaz; cariye Abdullah'in elinde iken, ona bir hak sahibi çıkar; o sonra da Muhammed, onu tasdik ederse; eğer Muhammed, "İbrahim'e karşı beyyine ikame eder ve Abdullah'ın cariyeyi kendisinden satın aldığını ve parası için de İbrahim'e müracaat eylediğini" söylerse; beyyinesi kabul edilir.

Keza, Muhammed beyyine ibraz ederek, "Abdullah'ın ondan satın aldığım" iddia eder ve bunu da, o cariyeye hak sahibi çıkmadan yaparsa; beyyinesi kabul edilir ye Muhammed, parası için İbrahim'e müracaat eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bin dirheme bir cariye satın alıp, parasını da nakden ödediği halde, bu cariyeyi teslim almaz ve bir adam, —beyyinesiyle— "onun kendi cariyesi olduğunu" söyler; müşteri de, satıcı da hazır bulunurlar ve hakim, bu cariyeyi hak sahibine hükmeder; sonra da satıcı veya müşteri "gerçekten satıcının, bu cariyeyi müşteri satın almadan önce, hak sahibinden satın almış olduğunu" iddia edip buna dair de beyyine ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilir.

Şayet müşteri, hakime, —bu cariyeye, bir hak sahibi çıktıktan sonra—: "Satıcıya söyleyiniz de, satılanı bana teslim eylesin. Aksi tak­dirde, aramızdaki alım-satımı bozunuz." derse; bu durumda hakim, satışıbozar.

Müşteri de, parası için satıcıya müracaat eder.

Şayet hakim, alıcı ile satıcı arasındaki satışı fesheder ve sonra da satıcı, —beyyine bularak— "hak sahibinden, bu cariyeyi satın aldığını" söylerse; bu satış, zahiren de, batınen de fesholur.

Bunlardan hiç birinin satışa izin verme hakkı yoktur.

Şayet, müşteri satıcıdan, bu cariyeyi teslim aldıktan sonra, o müşterinin elinde iken bir hak sahibi çıkar ve onun elinden, o cariyeyi alırsa; bu durumda müşteri, satıcıya müracaat ederek, parasını ondan alır. Sonra, bu satıcı, "hak sahibinden, bu cariyeyi satın aldığına dair" beyyine bulup, bu beyyineyi hak sahibine ibraz eder ve bu cariye satıcıya hükmedilir; satıcı ise, onu müşteriye ilzam ederse; İmâmeyn'e göre, onun bunu yapmaya hakkı vardır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre ise buna hakkı yoktur. Ve bu alış-veriş de geçerli olmaz.

Bu, hakimin, müşterinin parasını satıcıya karşı hükmeylediği zaman böyledir.

Bundan sonra, satıcı beyyine ikame ederek, "hak sahibinin, bu cariyeyi kendisine müşterinin parası hükmedilmeden önce satıldığım" söylerse; bu durumda cariye, müşteriye döndürülür.

Eğer, hakim satıcıya karşı parayı hükmettikten sonra, satıcı beyyine ibraz ederse, hilaf yukarıda geçtiği gibidir.

Şayet bu müşteri, bu cariyeyi almak ister; satıcı ise, vermek iste­mezse, o cebredilmez.

Eğer satıcı ona ilzam ederse, bunu yapmaya hakkı vardır.

Şayet müşteri ile satıcı davalaşmaz; fakat müşteri satıcıdan parasını isterse; satıcı, ona parasını verir veya ahm-satımın feshini kabul eder.

Sonra satıcı, —beyyinesiyle— "hak sahibinden, bu cariyeyi satın aldığını" iddia eder ve cariye ona hükmedilirse; cariyenin sahibi, ikisine de ilzam edemez.

Eğer satıcı, bu hakka dair beyyine ibraz edemez, fakat "yanında doğum yaptığını" belgelerse; bu takdirde beyyinesi müsavî olur. Hulâsada da böyledir.

Bir adamın satın aldığı bir cariye doğum yapar veya satın aldığı bir ağaç, meyve verir, meyvesi de üzerinde olur; bir adam da —beyyinesiyle— o ağaca sahip çıkar; veya çocuk müşterinin yanında olursa, bu durumlarda çocuk ve meyve, cariye ve ağaca tabi olurlar.

Bunun için çocuk ve meyve hakkında hüküm şart mıdır?

Bu hususta ihtilaf vardır: Eğer cariye müşteriden doğum yaparsa, bu çocuk, davalaşma günü, kıymet bakımından hürdür ve satıcıya mü­racaat eder. Eğer çocuk ölürse, müşteriye bir şey icap eylemez. Eğer, onu öldürürse, ondan —onun kıymeti olarak— onbin dirhem alınır. Eğer ölür de, çok mal bırakırsa; bunun tamamı müşterinin olur. Ve satıcıya bir şey borçlanmaz. Cariyenin mehri de müşteriye aittir.

Şayet, bu cariye bir kazançta bulunur veya ona bir şey bağış yapılırsa, kazancı ile birlikte onu hak sahibi alır. Müşteri ise, satıcıya, ancak verdiği parayı almak için müracaat eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden satın aldığı bir bağ veya bir hurmalığı teslim aldıktan sonra, o yere bir hak sahibi çıkarsa; bu durumda müşteri ağaçları da satıcıya geri verir ve verdiği parayı tamamen geri alır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, eğeri ile birlikte bir at satın aldığında, onlara bir hak sahibi çıkarsa; verdiği paraların tamamını, müşteri, satıcıdan geri alır.

Eğer, ata eğersiz olarak sahip çıkarsa, bu durumda atın parasını geri alır.

Eğerin sahibi hazır da iken, müşteri, satıcıdan parasının tamamını isterse, onun, kabul etmeme hakkı vardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, satın aldığı bir yeri eker ve oraya ağaç diker; ağaçlar büyüdükten  sonra da,  o yere bir hak sahibi  çıkar ve müşteriye: "Ağaçlarını sök." derse; eğer ağaçların sökümü o yere zarar verecekse, bu yerin sahibine:  "İstersen ağaçların kıymetini öde, ağaçlar senin olsun.  İstersen, emreyle ağaçlar sökülsün ve yerin zararı ödensin." denir.

Şayet ağaçların sökülmesini emrederse; müşteri, ağaçları söker ve satıcıya yerin bedeli için müracaat eder. Ağaçların kıymeti için müracaat edemez. Ve satıcı, yerin zararını da ödemez.

Eğer hak sahibi, ağaçların kıymetini müşteriye vermek isterse; bu ağaçlar kalır; yer sahibi kıymetini verir.

Bu durumda da, müşteri, satıcıya müracaat ederek, yerin parasını alır. Yine ağaçların kıymetini isteyemez.

Yer sahibi satıcıya da, müşteriye de yerin noksanı için baş vuramaz.

Bunların tamamı İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavilleridir.

Eğer, hak sahibi o yere, ağaçlar meyve verene kadar sahip çıkmaz ve ağaçlar meyve verip olgunlaşınca veya meyveler olgunlaşmadan sahip çıkar ve "müşteriden, ağaçlarını sökmesini" isterse, bunu yapmaya hakkı vardır. Eğer, o yeri satan huzurda ise, müşteri dikili ağaçların kıymeti için de satıcıya müracaat eder ve o*a£açları, satıcıya teslim eder.

Müşteri veya satıcı; hak sahibi isteyince, —ağaçların meyvesi, ister olgun, isterse ham bulunsun,— bu ağaçları sökmeye cebr olunurlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satıcı, parası için, bir adamı müşteriye havale edip, müşteri de satın aldığının bedelini o havale edilen şahsa ödedikten sonra, satılan o eve, —müşterinin elinde iken— bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda müşteri, kime müracaat edecek?

Mecmûu'n-Nevâzil'de, Şeyhu'l-İmânı Şeyhu'l-İslâm es-Sağdı şöyle buyurmuştur:

Bu durumda müşteri, satıcıya müracaat ederek, parasını ondan alır.

Eğer satıcıya galebe çalmazsa, havale olunan şahsa müracaat ede­bilir mi?

—Hayır edemez.                 

Cami kitabında şöyle denilmiştir:

Bu durumda, müşteri muhayyerdir: Dilerse havale olunan şahsa müracaat eder; dilerse, ona emredene müracaat eder.

Eğer vekilden (yani havale olunandan) bir şey satın alır; müşterinin elinde iken de, ona bir hak sahibi çıkarsa, o zaman müşteri, vekile mü­racaat eder.

Eğer müşteri, satın alınan şeyin parasını vekile vermişse, bu böyledir.

Eğer, vekil yapan şahsa vermişse vekile: "Müvekkilden al ve müşteriye ver. denilir. Zehıyre'de de böyledir.

Mecmûu'n-Nevâzirde şöyle denilmiştir:

Bir cariye hakkında, iki kişi arasında, bir alım-satim cereyan ettikten sonra, bu cariyeye bir hak sahibi çıkar; müşteri de, satıcıdan parasını isteyip alır; bundan sonra da, hak sahibinin haklı olmadığı meydana çıkarsa; imamların fetvalarında: "Satıcı, cariyeyi hak sahi­binden geri alır. Bu durumda o hak sahibi, cariyenin geri verilmesini isteyemez." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden belirli bir bedelle, kağıt satın alıp karşılık olarak da> belirli bir eşek verir ve o kağıdın bedeli, yetmiş dirhem, eşeğin bedeli de kırk dirhem olur ve bu kağıda da bir hak sahibi çıkarsa; bu durumda müşteri, satıcıya yetmiş dirhem almak için müracaat eder. Fü-sûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir cariye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra da, bir adam gelerek bu cariyeyi iddia eder; müşteri de onu kabul eder; satıcı da müşteriyi doğrulayarak: "Gerçekten bu cariyenin iddia eden şahsın olduğunu söyler ve müşteri, parası için satıcıya baş vurmak istediğinde de, satıcı, müşteriye: "Bu, iddia edenindir. Çünkü, onu, sen ona bağışladın." derse, onun sözü kabul edilir..

Bu durumda müşteri, satıcıya başvuramaz. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer, bu cariye müşterinin elinde iken, iki adil şahidin şehadetiyle, bir hak sahibi gelirse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A^: "Ben, iki şahidin durumunu araştırırım. Eğer, onlar adil iseler; müşteri, üzerine şahitlik yapılan şeyin bedeli için, satıcısına müracaat ederek parasını alır.

Eğer şahitler adil değilseler, üzerine şahitlik yapılan şey için, şahit­lerin adaletli olmasına hükmedilir. Ve bu takdirde müşteri, satıcıya mü­racaat edemez. Bu, ikrar menzilindedir.'' buyurmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.) Camii Kebîr'de şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden, bin dirheme bir köle satın alır; satıcı da, müşterinin isteğiyle bir kefil edinir ve bu kefil, parayı satıcıya ödedikten sonra kaybolur ve müşterinin yanında bulunan köleye, bir hak sahibi çıkar veya bu köle, hür yahut müdebbere veya mükâtebe olur veya cariye ise, ümm-ü veled olur ve müşteri, parası için, satıcıya müracaat etmek isterse; İmâm şöyle buyurmuştur. Duruma bakılır: Eğer kefil satıcıya verdiği para için, müşteriye müracaat ederse; müşteri de satıcıya müracaateder.

Eğer kefil müracaat etmezse, —satıcıya verdiği nakit parasını almak için o takdirde, müşteri de satıcıya müracaat edemez.

Sonra da kefil gelirse; dilerse verdiği nakit için satıcıya müracaat eder; dilerse, müşteriye müracaat eder.

Şayet satıcıdan alırsa, bu durumda satıcı, müşteriye müracaat edemez.

Eğer müşteriden alırsa; müşteride satıcıya müracaat ederek ondan alır. Eğer müşteri, kefil geldikten sonra satıcıya tabi olmak isterse, bu kabul edilir.

Şayet bizim bu vasfeylediklerimiz sebeblerden hiç birisi kefalet bahsinde olmaz; fakat, teslim almadan önce köle Ölür; kefil de parasını nakden vermiş ve kendisi de kaybolmuş bulunursa, o zaman müşteri, parası için satıcıya müracaat eder. Kefil verdiği nakd için müşteriye mü­racaat etsin etmesin müsavidir.

Kölenin ölümü halinde kefil huzurda olursa, bu durumda kefil, parasını almak için, satıcıya müracaat edemez.

Şayet köle, ölmemiş ve âlım-satım her hangi bir sebeble, feshedilmiş olursa; o zaman; eğer fesh,_ teslim almadan önce, ayıbı sebebiyle geri vermeden dolayı ve hakimin hükmüyle olur veya teslim aldıktan sonra geri verme, yine hakimin hükmü ile olur yahut hükümsüz geri verilir veya red, görme muhayyerliği yahut şart muhayyerliği ile olursa, cevap, köle teslim alınmadan öldüğü halin cevabı gibidir.

Keza, eğer müşteri, başkasına emrederek, parayı, ona nakden ver­dirir; sonra da köle —teslim almadan önce, satıcının yanında— ölürse, bu durumda müşteri, parası için satıcıya müracaat eder.

Eğer, kefalet müşterinin emri olmaksızın olur; sonra da pazarlık bozulursa, bu durumda kefil, verdiği para için, satıcıya müracaat eder. Kefilin, müşteriye müracaat hakkı yoktur.

Eğer satıcı ile müşteri arasındaki pazarlık, herhangi bir sebebden dolayı bozulursa; (teslim almadan önce, kusuru sebebiyle hüküm olmadan geri vermek veya ikale gibi...) o takdirde, kefilin hiç bir halde satıcıya müracaat hakkı yoktur. Almak hakkı, müşteriye aittir. Ve alı­nan şey kefilin olur; müşterinin olmaz.

Şayet kefalet olmasa da müşteri adma, müşterinin emri olmadan, bir adam,' ödeme yapsa; cevap yine aynıdır.

Eğer, kefalet müşterinin emriyle olur; kefil de satıcı ile bedeli elli dinara anlaşma yaparlarsa; bu durumda kefil, müşteriye dinarlarla değil de, dirhemlerle müracaat eder.

Eğer, bu köleye, bir hak sahibi çıkar; kefilde hazırda olmaz; sonra da çıkar gelirse, o takdirde, satıcıya dinarları için başvurur. Ve bu. durumda kefilin, müşteriye-müracaat hakkı yoktur. Hak sahibinin aynı mecliste meydana çıkmasıyla, meclis dağıldıktan sonra meydana çıkması arasında bir fark yoktur.

Keza, şayet satıcı, kefile müşteri adına verdiği'dirhemleri, dinarlar mukabilinde sattıktan sonra, köleye bir hak sahibi çıkarsa, alım-satım batıl olur.

İmam Muhammed (R.A.) meclisten ayrıldıktan sonra alışverişle sulh arasındaki müsaviüği, murad etmiştir,

Fakat, aynı mecliste iken, hak sahibi çıkarsa, alış-veriş batıl olmaz. Ancak, bu durumda, sulh batıl olur. Hak sahibi çıkmadığı halde, köle —satıcının elinde olduğu halde— ölür; kefil de satıcıya, dirhemleri elli dinar karşılığında satar; onu da satıcı teslim alırsa; bu durumda müşterinin satıcıya, bin dihemi almak için müracaat hakkı vardır. Kefilin ise, satıcıya müracaat hakkı yoktur. Keza, kefil, satıcı ile elli dinara anlaşma yaparsa; bu durumda satıcı muhayyerdir:'Dilerse, kefilin elli dinarını dilerse, bin dirhemi geri verir. Bin dirhemi, muhayyer olmasa bile verir.

Eğer satıcı dirhemleri vermeyi seçmişse, bu durumda, müşteri muhayyerdir: Eğer dinarları vermeyi isterse; onu kefil alır ve bu durumda kefilin, müşteriye müracaat hakkı olmaz.

Şayet müşteri bir adama emrederek —kefaletsiz— "parayı ödeme­sini" ister; memur da, satıcıya elli dinar bedelle satarsa; bu caiz olur.

Keza me'mur, satıcı ile elli dinara sulh olduğunda, eğer kefil müşterinin emri olmaksızın parasına kefil olmuş; sonra da satıcıyla beraber bedeli elli dinara anlaşma yapmış veya bedeli .elli dinara satmış ve sonra da bu bedeli almadan köle ölmüş veya ona bir hak sahibi çıkmışsa, bu durumda müşterinin, satıcıya karşı bir yolu yoktur. Fakat, kefil satıcıya müracaat eder. Ve bu durumda satıcı, dirhemle dinar verme arasında muhayyer kalır. Satış hakkında ise, muhayyer olmaz.

Eğer köle ölürse satıcı muhayyer olur. İsterse, kefile karşı dinarları; isterse, dirhemleri geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir adam, yeni dirhemlerle, katkıntıh dirhemlere kefil olursa, müşteriye yeni dirhemler için baş vurur.

Eğer bu dirhemlere hak sahibi çıkarsa, satıcı veya müşteri katkıntıh dirhemlere uyar.

Eğer katkıntıh dirhemlere kefil olduğu halde, yeni dirhemler vermişse, —ancak— katkıntıh dirhemler için müracaat eder.

Eğer, ona hak sahibi çıkarsa, satıcı veya müşteri katkıntıh dirhem­lere uyar. Ve müşteri, satıcıya, yeni dirhemler için müracaat eder. Kftfi'de de böyledir.

Bir kimse (kefil), satın alma zamanında, —hak sahibi çıkması şaftına bağlayarak— bedeli, müşteri için öderse, bu caiz olur.

Bu bedeli, hak sahibi; —hakimin hükmü ile— müşteriden alır. Ve bu durumda müşteri, satıcıya bedel ödemesi icabettikten sonra, kefile müracaat edebilir.

Bu bedelin, satıcıya verilmesi —satışın feshi sebebiyle— ona müra­caat edilmesi halinde— icabeder. Bu durumda hakim, bu şekilde hük­mederek akdi bozar. Ve satıcıya bedelin verilmesi icabeder.

Bu durumda, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır: Parasını, dilerse kefilden; dilerse satıcıdan alır.

Eğer kefilden almış ve bu kefalet de emirsiz olmuşsa, bu durumda satıcıya müracaat edemez. Fakat, hak sahibi, olmaktan ve hükümden sonra, o satıcıya avdet eder. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Şayet da'vacı, da'valıya bir şey verip, onun karşılığında, ondan bir ev alır; sonra da, bu eve davacı hak sahibi olursa, bu durumda veren şahıs, verdiği şeyi almak için müracaat edemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet bunlar, dirhemler karşılığında dinarlarla anlaşma yaparlar ve karşılıklı teslim de alırlar; sonra da bunlar birbirlerinden ayrılmadan önce, bir hak sahibi çıkıp gelirse, o dinarlar için müracaat eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Taraflar, yarısını yüz dinara anlaşma yaptıktan sonra» bu bedele bir hak sahibi çıkarsa; bu durumda o, mislini almak için müracaat eder. Önceki borcun tamamı için müracaat edemez. Kerderî'nin Vecizİ'nde de böyledir.

Şayet taraflar, bir kürr buğday karşılığında dirhemler verilmesi hususunda akid yaparlarsa, bu caiz olur.

O bir kürr buğdayın bir sahibi olur veya onu alan, bu buğdayın bir kusurunu bularak, onu geri verirse; bu durumda o, asıl hakkı için mü­racaat eder. Bu da, onun, dirhemleri ödemekten kurtulmasıdir. Füsûlü'Hmâdiyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [60]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..