8- MÜKÂTEBÎN ACZİ VE ÖLÜMÜ, EFENDİNİN ÖLÜMÜ, KÖLENİN EFENDİSİNE VEYA EFENDİNİN KÖLESİNE KARŞI SUÇ İŞ

Bir mükâtep, kitabet bedelinden ödemesi gereken, aylık taksidi-ni ödemekten âciz kalırsa; hâkim, onun hâline bakar: Eğer onun, ala­cağı veya malı varsa onu alır. Ve ona iki-üç gün mühlet verir; acele et­mez. Bu üç gün müddet özrünü tamamlasın için verilir. Hâkim daha fazla mühlet vermez.

Onun durumunda bir değişiklik olmaz ve efendisi de aczini talep ederse, kitabet feshedilir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu böyledir.

Şayet, bir mükâtep aylıklarını ödeyemezse; onun rızâsı ile, efen­disi kitabesini reddeder (= kaldırır). Eğer köle razı olmazsa, bu kitabe­tin feshi için, hâkimin hükmü gerekir. Kâfî'de de böyledir.

İkâle yoluyla da kitabet feshedilebilir.

Efendisi razı olmasa bile, köle: "Kitabeti fesh ettim veya kırdım, kestim." derse kitabet feshedilir. Bu durum kitabetin sahih veya fâsid olması fark etmez.

Efendi, kölenin rızâsı olmadan, kitabeti feshe yetkili değildir.

Efendinin ölümü sebebiyle kitabet fesh olur mu?
Efendinin ölümü sebebiyle, bi'1-ittifak kitabet fesh olmaz. Çünkü köle kazanır ve kitabet bedelini onun vârislerine verir ve azâd edilmiş olur.

Eğer kölenin elinde bir kazancı yoksa, kazanıp öder ve azâd olunur.

Şayet tamamen âciz kalırsa, köleliğe avdet eder. .

Efendisi sağ iken ölmesi hâlinde nasılsa, öldükten sonra da öyledir.

O takdirde erkek, vârislerin velâsı olur. Âciz kalıp, tekrar köle olur ve sonra da vârisler yine kitabete bağlarsa, bu defa borcunu ödeyince azâd olunur. Velâsı ise, vârislerin hissesi nisbetindedir.
Mükâtep kendisi ölürse; duruma bakılır: Eğer köle ödemişse, ki­tabet bozulmaz; ödememişse bi'1-ittifak kitabet bozulur.

Bir kölenin efendisinin mürted olmasıyla, kitabet bozulmaz.

Şöyle ki: Bir müslüman, kölesini mükâtep ettikten sonra, bu köle­nin efendisi irtihad eylese kitabet bâtıl olmaz. Hakikaten öldüğünde böyle olduğu gibi, hükmen ölmüş sayılmış olsa da böyledir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep kitabet bedelini ödemeden ölür; geride de çocuk bı­rakmazsa, kitabetin devam edip etmiyeceğinde ihtilaf vardır:
İsk&f: "Bozulur. Hatta bir adam nafile olarak onun kitabet bedelini verse, bu kabul edilmez." buyurmuştur. Ebû'1-Leys ise: "Aczine hükme­dilene kadar bozulmaz. Hatta, bir adam onun kitabet borcunu ödese, bu kazaen (= hükmen) kabul edilir ve o, son anlarını azâd olunmuş -olarak yaşamış sayılır." demiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Hür bir oğlu bulunan bir mükâtep; içinde kitabet borcu da bu­lunan bir miktar borç bırakarak ölür; —tek vârisi olan— oğlu da deli-rirse; o borcu öderler. Bu durumda, mükâtebin aczine hükmedilmez.

Şayet ana tarafından akrabaları ile baba tarafından olan akrabala­rı da'vâ ederler de, onun velâsı, anâtarafı akrabalarına hükmedilirse, bu ödemekten acz olur. Hidâye'de de böyledir.

Ölen bir mükâtep, kitabet borcunu ödememiş olduğu gibi, onun başka borcu da kalır; tedbiri ve bir başkasına vasiyeti olur; bir de hür oğlu ile cariyesinden olma bir oğlu bulunursa; terekesinden yabancının borcunu ödemeye öncelik verilir. Sonra efendisine olan kitabet bedeli verilir. Geride bir şeyi kalırsa, vârisleri arasında taksim edilir ve vasiye­ti bâtıl (— geçersiz) olur. Çünkü o, teberrû'dur.

Şayet mükâtcp ölür; bin dirhem de mal bırakır; efendisine de kita­bet bedeli olarak bin dirhem borcu bulunursa, istihsânen, önce kitabet bedeli ödenir.

Kıyâsda ise, başka borcu varsa, önce ona verilir. Şayet, bu mükâ-tep mal bırakmadan borçlu olarak öldü ise, oğlu kitabet borcunu öde­meye çalışır.

Şayet, mükâtebin ondan başka borcu olmaz ve oğlu onu ödemek­ten âciz kalırsa; köleliğe avdet eder. Mebsût'ta da böyledir.

Mükâtep ölür; üzerinde de hem borç, hem kitabet hem de cina­yet borcu; kadının da mehir alacağı olursa; önce, —efendisinden izinsiz— aldığı karısının, borcu ödenir; sonra, cinayet borcu; daha sonra da ki­tabet borcu ödenir. Sonra da sıra mehre gelir. Bunlar kuvvet derecesi yönünden birbirinden kavidirler.

Eğer, ölen mükâtep bırakmaz da, evlâd bırakırsa; çocukları — sıraladığımız gibi— borcunu öderler.

Vârisler, borç ödemede, mîrasdaki hakkı nisbetlerinde sorumludur­lar. Hızânetü'l-Müffin'de de böyledir.

Bir mükâtep oğlunu satın aldıktan sonra ölürse; oğlu ona vâris olur.

Keza bir mükâtep oğlu ile birlikte mükâtebe olmuş olurlar; mükâ­tep ölür ve mal ile birlikte oğlunu bırakmış olursa; oğlu da, onunla bir­likte mükâtebe olur. Veya, bu mükâtep, oğlunu kitabete bağlayıp, va­siye, "onun kitabet bedelini ödemesini" vasiyet eyleseydi, öyle olurdu, yani vasî, onun terekesinden, oğlunun kitabet bedelini öder; oğlu da, kendinden bir parça olduğundan, azâd edilmiş olurdu. Kalan diğer ma­lına, vârisleri vâris olurlardı.

Vasî, urûzu satabilir; fakat, akar, dirhem ve dinarları satamaz. Kitabet bedeli ödenmeden, mükâtebin hür olan oğlunun oğlu da vâris olamaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir mükâtep, efendisine tasaddukda bulunur ve kendisi kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o tasadduk, efendisine helâl olur.

Şayet mükâtep, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; İmâmeyn'e göre, bu sadaka tîb (= temiz, helâl) olmaz.

Sahih olanı, bu tasaddukun biM-icma temiz olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir köle, bir cinayet (- suç) işler ve efendisi bu durumu bilme­den onu kitabete bağlar; sonra da, bu köle âciz kalıp, kitabet bedelini ödeyemezse, bu durumda efendisi, ya onun cinayet fidyesini öder veya onu bu fidyeye karşılık ojarak verir.

Keza, bir mükâtep cinayet işler ve âciz olana kadar da cinayet cezası hükmedilmezse, yine yukardaki gibi olur.

Kitabeti halinde ceza hükmedilir; sonra da mükâtep âciz kalırsa; o borcuna mukabil satılır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)un son kavli de budur.

Bir mükâtep, kasden öldürdüğünü ikrar eylediği bir kimse için kan bedeli anlaşması yapar ve bu sulh bedelini de ödemeyip, âciz kala­rak, köleliğe avdet ederse; yaptığı anlaşma, efendisi için geçerli sayıl­maz ve ondan bir şey alınmaz.

Ancak, azâd edildikten sonra, ondan alınır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, hemen alınır.

Bir mükâtep ikrar ederek, "hür bir kadının veya bir cariyenin, yahut küçük bir kız çocuğunun parmağını kırdığını" söylerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.V)'ye göre, bu ikrar sebebiyle, —mükâtebe halinde de olsa bile— fidyesi alınır. Bunu ödemekten âciz olursa, o zaman fidye alınmaz.

İrtidad eden (- İslâm'dan çıkıp, din değiştiren) bir müslümanın bir kölesi bulunur ve bu adamın oğlu, o köleyi mükâtep yapar; bu mür-ted de öldürülürse; bu kitabet akdi bâtıl (= geçersiz) olur.

Bir mükâtep irtidat edip, dâr-i harbe iltihak eylese (= karışsa, girse); ölmesi hâlinde, malından onun kitabet bedeli ödenir.

Geride malı kalırsa, o, vârisleri arasında taksim edilir. Şayet, bu mürted ölmez ve tekrar İslâm'a dönerek, dâr-i İslâm'a gelirse; malı kendisine geri verilir. Kâfi'de de böyledir.

Mükâtep olan bir köle, hatâen birini öldürse; ya onun fidyesi ve­rilir veya bu mükâtep onun vârislerine verilir.

Bir adamın kölesi, kasden birisini öldürürse; onun vârisleri anlaş­ma yapılır ve köle o hak sahibine —diyetini ödeyene kadar— verilir. Bu köle yine sahibinin mülkiyetindedir. Eğer, bu köle, diyeti ödemekten âciz kalırsa, kendisi alınır.

Bir adamın cariyesi, hatâen bir cinayet işlediğinde, sahibi onu satar veya ona cima ederse; onun cinayet işlediğini bilerek böyle yapmış ol­ması hâlinde, diyet, bu cariyenin efendisine âit olur.

Efendisini öldüren köle de, bir yabancı gibidir; ona kısas hükmü aynen tatbik edilir.

Mükâtep de öyledir.

Bir mükâtep, kasden bir adamı öldürürse; burada şu üç durum söz konusu olur:
1- Eğer efendisine bedelini ödememişse, kısas yapılır.
2- Eğer bedelini ödemiş bulunur ve efendisinden başka vârisi de olursa, ondan fidye alınır ve bu katile iştibâhından dolayı kısas yapılmaz.
3-  Şayet mükâtep bir adam öldürür ve efendisinden başka vârisi de olmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, efendisine misilleme gerekir.

Şayet, bir mükâtep efendisine veya onun kölesine karşı bir cina­yet işlerse, bu cinayeti muteberdir.

Efendinin, mükâtebine ve kölesine karşı işlediği cinayet de mute­berdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtebin kölesi, onun bir malım zayi ederse, o köle, onun yerine satılır. O şey, köle için bir borçtur.

Bir adamın kölesi, bir cinayet işledikten sonra, sahibi onu azâd eder­se, o köle muhayyerdir.

Eğer kitabet bedelini ödemekten aciz kalırsa, bu durumda muhay­yerlik efendisine ait olur.

Bir koca ve karısı, tek bir kitabet akdi ile mükâtep yapıldıkların­da, bu kadın, bir çocuk doğurur; efendisi de onu öldürürse; efendi, fazla olan bedelini, anasına öder. Ana da —onun yerine ödediği için— baba­ya müracaat eder.

Eğer, çocuk da, anasıyle birlikte mükâtebe olmuş bulunsa; efendi­si de onu öldürse ve sonra da kitabet bedeliyle helâlleşselerdi, bu du­rumda kadının helâl etme hakkı vardır.

Şayet, helâl etmezse, kıymetinden kalan fazlalığı, çocuğun vârisle­rine Öder. Baba ve ana, bu kıymeti aralarında taksim ederler. Sonra da kalan kışımı vârislere, Allah'ın farz kıldığı şekilde taksim edilir. Ana ve baba da, diğerleri gibi vâris olurlar.

Bir mükâtep, hatâen bir cinayet işlediği zaman, cinayet diyeti­nin kıymetinin en azını öder.

İkinci bir cinayet daha işlerse; —önceki cinayet sebebiyle, kendisi­ne kıymetinin en azı hükmedildiği hâlde— yine diyet kıymetinin en azı ile hükmedilir. Önceki cinayeti ile ilgili hüküm verilmeden önce, üçün­cü bir cinayet daha işlerse, artık ona bir defa kıymetin hükmünden başka bir şeyle hükmedilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâkep, yol üzerine bir kuyu kazar ve bu kuyuya bir insan düşerse; kuyuyu kazdığı günkü kıymeti, ne ise, bu diyet olur.

Sonra, o kuyuya bir başkası daha düşerse, kölenin kıymetinden fazla bir şey verilemez. Bu, ister, öncekine hükmedilsin, isterse edilmesin mü­savidir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep, yıkılmaya meyletmiş bir duvarı, birinin üzerine yı­kar ve o adam ölürse, bu mükâtebin kıymeti diyet olur.

Mükâtebin evinde, ölü bir adam bulunduğunda; mükâtebin ölü­nün bulunduğu günkü kıymeti diyet olarak alınır.

Eğer mükâtebin diyeti, ölenden fazla ise, o takdirde onun kıyme­tinden on dirhem düşürülür. Bir mükâtep, bir cinayet işledikten sonra, diyeti ödemekten âciz kalırsa; hükmedilmiş olması hâlinde, bu diyet, onun üzerinde borç olur ve o yüzden satılır.

Eğer hüküm almamışsa, efendisi muhayyerdir: İster fidye verir; is­terse, o mükâtebi verir.

Eğer cinayet, mükâtebin kendisine karşı yapılırsa, onun diyetini al­mak efendisinin hakkıdır.

Şayet mükâtep, kasden bir adam öldürmüşse kısas gerekir.

Eğer mükâtebin oğlu, kölesini öldürürse, katile kısas gerekmez; fa­kat, diyet gerekir. Bu oğul, diyeti ödemekten âciz ise, o takdirde kısas yapılır. O da diğer kazançlarında mükâtep hükmündedir.

Eğer af edilirse, ikisinin affı da bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet efendisi, mükâtebi öldürürse; —ister hatâen isterse kasden olsun— ona kısas gerekmez. Onun ikrarı caizdir.

Mükâteb kitabet bedelini ödemekten âciz olursa, köleliğe avdet eder. Ona hükmedilen de bâtıl olur veya hiç hükmedilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Kitâbü'I-Cinâyet'te, İmâmeyn'in: "Hükmedilse bile, bir şey alınmaz." buyurdukları zikredilmiştir.
Mükâtep, acziyyetinden önce ödeme yapmışsa, bu tekrar geri alın­maz. Bu, bi'1-ittifak böyledir. Mebsûf'ta da böyledir.

Mükâtepten, zina, sirkat, içki içmek, kazf gibi cinayetleri için diyet almak lâzımdır. Bu hususta mükâteb elverişlidir.

Bir mükâtep, efendisinin malından çalarsa, eli kesilmez. Keza, efen­disinin oğlunun malından çalarsa, yine eli kesilmez.

Efendisinin karısının malını çalarsa, yine eli kesilmez.

Yani efendisinin mahreminin malı hakkında hep böyledir.

Keza, bunlardan birisi de mükâtebin malını çalarsa, onun da eli kesilmez.

Şayet mükâtep, bir yabancı bir kimsenin malını çalarsa, eli kesilir. Bedâi"de de böyledir.

Bir mükâtep, bir yabancının malını çaldıktan sonra, köleliğe avdet eder ve malı çajınan adam, onu satın alırsa; elini kesmez.

Keza, bir mükâtep, bir başkasının elini keser ve o adama da borcu bulunursa; eli kesilir.

Eğer mükâtep, aciz kalıp, köle olur; eli kesilen de ondan alacağını isterse, hâkim, o borcundan dolayı, onun satılmasına hükmeder. Şayet efendisi razı olmazsa; kendisi fidye verir; kıyâsda ise, eli kesilir. Bir mü­kâtep, başka bir mükâtebin efendisinin malını çalarsa, —kendi efendi­sinin malını çalmasında olduğu gibi— eli kesilmez.

Keza, kendisi ile başka birinin efendisinin ortak kölesinin malını çalarsa, eli kesilmez; efendisi, kendi hissesini azâd eder. Bir mükâtep, efendisinin müdarabe malını çalarsa, yine eli kesilmez.

Keza, mükâtep, efendisinin olacağı olduğu birisinin malını çalar­sa, yine eli kesilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtebin, efendisi öldüğü zaman, "bu mükâtep, kitabet be­delini, onun vârislerine aydan aya öder." denilmiştir.

Eğer vârisler, ona hürriyetini verirlerse, azâd olmuş olur ve kitabet bedeli sakıt olur.

Şayet vârislerden —sadece— birisi azâd ederse, onun itki geçerli olmaz. Kâfi'de de böyledir.

Bir mükâtep, hür bir kimsenin oğlunu öldürür ve bu adam da, onu emânet almaya gelir ve: "İşte oğlumu öldüren budur." derse, bu ikrarı üzerine, o mükâtep, ona verilir. Fakat, velâsı ona ait olmaz. Meb­sût'ta da böyledir.

Bir adam, iki kölesini birden mükâtebe ettikten sonra, bu mü-kâteplerden birisi, âciz kahr ve onu efendisi reddeder; o da hâkime gi­der; hâkim ise, onu —diğerinin onunla birlikte mükâtebe olduğunu bilmeden— reddederse; bu durumda, hâkimin bu reddi sahih olmaz. Şayet, bu mükâteplerden birisi, âciz olduğu hâlde ölürse, bu du­rumda kitabet fesholmaz.

Eğer birisi kaybolur ve aczi sebebiyle de köleliğe döndürülür; diğe­ri gelerek, aylıklarım veya bir aylığını efendisine ödedikten sonra, o da âciz olur efendisi veya hâkim onu da reddederse; buna hakkı yoktur.

İki kişi, bir kölelerini bir defada mükâtebe yaptıklarında, bu şa­hıslardan birisi, kaybolur; kölenin şahidi de hâkime gelerek; "Gerçek­ten bu adam, kitabet bedelini ödemekten âcizdir." derse, hâkim onu —her iki efendisi de bir araya gelmedikçe— köleliğe döndürmez.

Bu, şunun hilafınadır:

İki adamın her birinin, ayrı ayrı köleleri olur ve ikisi birlikte mü-katebe yaparlar; sonra da onlardan birisi aciz kalırsa; onun efendisi, onun kitabetini feshedebilir. Diğer efendi huzurda olmasa da fark et­mez. Muhıyt'te de böyledir.

Efendi bir olur ve o da ölür; vârislerden bir kısmı da, mükâtebe-yi hâkimin hükmüyle köleliğe çevirirlerse, bu sahih olur. Fakat, hüküm­süz çevirirlerse, bu olmaz. Mebsûi'ta da böyledir.

Bir mükâtep, iki çocuğunu bırakarak öldüğünde; mükâtebe hâ­linde, onlardan birisi meydanda yok İken, efendileri diğerini köleliğe dön-düremez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mükâtep, efendisinden veya bir başkasından satın aldığı bir kölede, bir kusur bulursa, o köleyi satıcısına iade edebilir.

Mükâtebin kendisi, kitabet bedelinden aciz olur ve efendisi de kö­lede bir kusur bulur; mükâteb de onu bir başkasından satın almış olur­sa; efendisi onu sahibine iade eder.

Bir mükâtep, bir köle satın alıp, onu efendisine sattıktan sonra; âciz kalır; efendisi de o kölede bir kusur bulursa; bu durumda onu, kö­lesine veya o köleyi satan şahsa geri veremez.

Bu mükâtep acze düştükten sonra ölür; ondan sonra da efendi­si, o kölede bir kusur bulursa; onu sahibine reddeyleyemez. Mebsûi'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kitabet borcunu ödedikten sonra ölür; bîr şahıs da ona kazf etmiş olursa; mükâtebe kazfetmekden dolayı had gerekmez.

Bir mükâtep, efendisinin kızını nikahladıktan sonra, efendisi ölür­se, nikâhları fesholmaz.

Bundan sonra, mükâteb ölür ve şayet borç bırakırsa, yine nikâh fesholmaz. Eğer borç bırakmaz ise nikâh bâtıl (= geçersiz) olur. Eğer bu, duhûlden ( = cimadan) önce olursa, kadının iddet beklemesi gerek­li olmaz. Mehir de gerekmez.

Duhûlden sonra olursa, —üç hayız müddeti— iddet beklemesi ve mehir gerekir. Şayet başka vârisi varsa, hissesi ona verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtebin kölesi ölürse, onun namazını bu mükâtebin kıl­dırması daha uygun olur.
Şayet, mükâtebin efendisi varsa, uygun olan, cenaze namazını onun kıldırmasıdır. [16]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..