2- ŞAHİDLERİN SORUMLULUĞU, ŞAHİDLİĞİN EDASININ HADDİ VE ŞAHİTLİKTEN KAÇINMA

Bir kimsenin, şehadeti kabul etmekten kaçınmasında bir beis yoktur.

Bunu, Ayn Babında, Kerâhiyat hususunda zikrettik.

Bir kimse, başka bir şahsı şahit göstermek ister veya bu kimsenin bir akde şahit olmasını talep eder; o şahıs da, buna razı olmazsa, talibin başka bir şahit bulabilmesi halinde, o şahsın şehadeti kabul etmemesi caizdir; durum böyle değilse, bu şahsın şahitlikten kaçınmasına ruhsat yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu, şahidin adil olup olmadığını öğrenmek için yapılan işe göredir.

Bir kimseden, "şahidlik yapacak kimsenin, adalet durumu" sorulduğunda, o kimseden başka, bu şahidin adaletini bildirecek bir kimse yoksa, onun cevap vermemesine ruhsat yoktur. Çünkü, o kimse öyle yapınca hakkın ibtaline sebep olmuş olur. Cevap verecek başka bir kimse bulunması halinde, o şahıs cevap vermeyebilir. Muhıyt'te de böyledir.

iddia sahibi istediği halde, şahit, şahitliği edadan sarf-ı nazar ederse; (yani şehadeti gizlerse) günahkar olur. Bu şahsın, bu durumda şehadette bulunması lazımdır.

Şahitliğin lazım gelmesi şahidin ancak, ve ancak, kendisinin şahitliğini, hakimin kabul edeceğini bilmesi ve hakkın yerine getirilme­sini, hakimin bu şahitliğe göre tayin etmesi halindedir

Eğer bu şahıs, hakimin, kendisinin şahitliğini kabuletmiyeceğini Jbilir veya bir toplum içinde bulunur da,- başkalarının şehadetleriyle de, hak yerini bulacak olursa, o zaman, şahitlik yapmamakla günahkar olmaz.

Şayet, —başkasının şehadetiyle değil de ancak, kendisinin şehade-tfyje hükmedilecekse bu şahıs, şahitlik yapmamakla günahkar olur. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer, bu şahitten başka birisi daha, sür'atle şahitlik yapmak isterse, bu şahsın o şahidin şehadetini edadan men hakkı yoktur. Kerderfnin Vecizi'nde de böyledir.

Eğer şahidin bulunduğu yer, hakimin- olduğu yere uzak olursa; (Şöyleki: Gidip, şahitlik yapıp da, akşama evine yetişemeyecelç kadar' uzaklıkta bulunursa) alimler: "Bu şahıs şahitlik yapmaya gitmese de günahkar olmaz." demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir davalının şahidinin, adil olmayan bir hakimin huzurunda, —adil bir hakimin huzuruna çıkana kadar— hilafı hakikat söylerse, buna ruhsat vardır.

Hadlerle şehadet hususunda, şahitler muhayyerdir. İsterse, giz­lerler; isterlerse, açıklarlarlar. Gizlemek daha efdaldir.Ancak bu şehadet mala dair ve hırsızlıkla ilgili olursa, bu durumda şahit: "Çaldı." demez; "aldı.'' der. Hidâye'de de böyledir.

Tahammül-ü Şehadet, iki nevidir:

Birincisi: Satışı ikrar gibi, şahitsiz ve kendi nefsine hükmün sübû-tudur. Hakim, ona göre hükmeder.

Gasb (= zoraki almak), kati (= adam öldürmek), gibi...

Bu durumda şahit, satıcının ikrarını duyduğu; zoraki alanın, aldığını ve öldüreni öldürdüğünü gördüğünde, onun şehadet yapmasına ruhsat vardır. Ve bu şahit: "Ben, onun sattığına şahidim.'* der. Yalan söylememek için: "Beni şahit tut." demez.

İkinci Nevi: Binefsihî şehadetiyle hüküm olunmayandır.

Şahid bir şey işittiği zaman, onunla şehadet etmesi ve ona göre hü­küm verilmesi caiz olmaz. Ancak, şahidin aracı olmaksızın, bizzat kendi şehadeti gerekir. Kâfi'd e de böyledir.

Bir kimse, perde arkasından bir şey işitmiş olsa; onun şehadetine ruhsat yoktur. Çünkü, o işittiği ses, bir başkasının olabilir. Zira ses, sese benzer. Ancak, perde arkasında tek bir kişi bulunur; şahit de oraya girer, ondan başka hiç kimseyi bulamazsa; "orada duyduğu ikrar" makbul olur.

Hakimin bu şahidin kendiliğinden tefsir (açıklama) yapması halinde; onu kabul etmemesi uygun olur. Tebyîn'de de böyledir.

Alimler, örtülü (=* ytfzü perdeli) kadına karşı yapılacak şehadette ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimler:"Yüzünü görmedikçe, bu durumdaki bir kadına karşı yapılan şehadet, sahih olmaz." demişler; bazıları ise: "Eğer tanıyorsa, şahidin ona göre şehadeti sahih olur." demişlerdir.

Bu nikahlı (= yüzü örtülü) kadını, bir kişinin tanıması kafidir. Tanıyan iki kişi olursa, bu daha ihtiyatlı olur.

Hâher-Zade, bu görüşe meyletmiştir.

İmâm Şemsü'l-İslam el-Evzecendi ve Şeyfifu'f-înıâm Zahîrüddin ise önceki kavle meyletmişlerdir.

Bize göre, şehadetin kabulünde, bu kadının yüzünün tanınması ve ona bakılması caizdir.

Bundan sonra, İmâmeyn'in kavline göre, eğer iki adil kişi: "O kadın, fîlane idi. "derlerse; bu kafi gelir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, nesebi; üzerine, cemaat tarafından ismi söylenmezse, helal olmaz. Fakat, bir cemaat adını söylerse yalan tasavvur edilmez; o tevehhüm kalkar. Zahîriyye'de de böyledir.

Fakıyh Ebû Bekir el-İskaf (R.A.), İmâmeyn'in kavliyle fetva vermiştir.

Bu aynı zamanda, Necmüddin en-Nesefî'nin de ihtiyarıdır. Fetva (la buna göredir.'

İki adil kişi, o kadının adını bilir nesebini tanırsa; onların şeha­dette bulunmaları uygun olur.

Bunların, hakimin yanında, o kadına ismiyle, nesebiyle hitap etnie-leri bila hilaf (= ihtilafsız olarak) caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Ebû'I-Leys şöyle buyurmuştur: Duvar arkasında bulunan bir kadın, şahitlerin şehadetini ikrar ederse; onun ikrarını işiten şahsın ikrarı, şehadet olmaz. Ancak, onu şahsen görmesi gerekir. Ö takdirde, onun ikrarına şehadeti caiz olur. Şahsım görmesi, yüzünü görmesi demek değildir. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet bu kadm, yüzünü açar ve: "Ben füane kızı filaneyim." derse, onu şahitlerin tanımasına ihtiyaç kalmaz. Eğer ölür ve yüzü belli olmazsa, iki şahitte "gerçekten, o filan kızı filanedir." derlerse, bu şekilde şehadette bulunmaları onlara helal olmaz.

Fakat, onların: "O, bir kadındı. Şöyle şöyle söyledi.*' diye şeha­dette bulunmaları caiz olur.

Veya: "Onun, filan kızı filana olduğuna dair, yanımızda iki şahit vardı." demeleri caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

îki kişi, bir kadın hakkında, şahitlik yaparlar ve adını, nesebini söylerler, bu kadın da huzurda bulunur; hakim, şahitlere: "Siz, iddia olunan kadını, tanıyor musunuz?" deyince, onlar: Hayır derlerse şeha-detleri kabul edilmez. Şayet kadının "Biz, kadını adını ve nesebini tanı­yoruz. Fakat bu kadın mıdır, bizzat onu bilmiyofuz." derlerse; şehadet-leri, o isminin, nesebini söyledikleri kadın hakkında sahih olur. îddia eden kadın, "ismi ve nesebi söylenen kadın, işte budur." diye şahit din­letirse; mes'ele kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Ve dahi şahitliği salih olmayan kimsenin tarifi de, kadının lehine veya aleyhine olsa, sahih olur.

Bazı alimler: "Eğer şahitliği salih değilse, tarifi de sahih olmaz." buyurmuşlardır.

Necmiiddin en-Nesefî önceki kavli seçmiştir. Füsulü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Ahmed (R.A.)'den soruldu:

—îki kişinin yanında yaptığını ikrar eden kendisinin cariyeliğinin kaldırıldığını" söyleyen bir kadında, azad edilmişlik alameti görülmez,ve bu iki kişi tanımadıkları halde buna şahitlik yapabilirler mi?

İmam şu cevabı verdi:

"—Hayır; yapamazlar."

Bu şahitler, o kadın azad edilinceye kadar, onun yanından ayrıl-mazlarsa, o zaman, şahitlik yapmalarına ve azad edildiğini söylemele­rine, ruhsat vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, diğerinde hakkı bulunur; o şahıs da, bunu gizli yerde ikrar ettiği halde, herkesin içinde inkar eder; hak sahirii hakkını almaya yol bulmazsa, buna şu çare vardır:

Bu şahıs adil olan kişilerden bir topluluğu evinin bir yerine gizler; sonra da, o adamı huzura alarak, hakkını talep eder; o da, orada bunu kabul edip, ikrar eder ve şahitler de. açığa çıkarlarsa, bu şahitlerin duyduklarına şehadet etmeleri helal olur. Bu, bizim alimlerimize göre böyledir. Çünkü, bilgi hasıl olmuştur. Bazıları ise; "Bu helâl olmaz. Çünkü, burada hile ve kandırma vardır." demişlerdir.

Fakat, doğru olanı bunun caiz olmasıdır.

Şahitler, onun yüzünü görünce, diyecek kalmaz.

Eğer yüzünü görmez de, sesini duyarlarsa, şahitlikleri helal olmaz.

Bunlar, şahitlik yapar ve hakim için açıklamada bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilmez. Ancak, bilgi ile, onu ikna ederlerse, bu müs­tesnadır. SerahsTnin Muhıyü'nde böyledir.

Bir mülkün, sahibi tarafından hududu belirtilir ve bir kimseye nisbet edilirse; o adam, simaca tamnmasa ve nesebi de bilinmese bile esahh  olan, bu hususta  şahitlerin şehadeti,  kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Mülk ve sahibi bilinmez, fakat, insanlardan duyulur; durumu bilenler de: "Filan oğlu filan, filan köyde, şu şu hududu olan yerin sahibidir." derlerse, bu durumda o mülk için şehadet helal olmaz. Sahibi açıklamış olur ve bir adam, "apaçık tanıyor ve onun köydeki tarlasını biliyor; yalnız, bizzat hangi tarla olduğunu tanımıyor" olursa; işte bu şahsın şahitliğine de ruhsat yoktur.

Eğer, bir şahide, o mülkün sahibi, mülkü tanıtır ve bu şahit, mülk sahibinin yüzünü, ismini, nesebini tanır ve mülküinde hududunu gösterir ve mülk sahibinin elinde tasarruf eylediğini de iddia eder ve kalbi de buna mutamin olursa, o zaman, bu şahidin, o mülk için şahitlik yapması helal olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, birisinin elinde bir eşya veya ev görüp, kalbinden de "bu bunundur." diye geçtikten sonra, o şeyi bir başkasının elinde görse; bunun önceki şahsın olduğuna dair şehadette bulunmasına ruhsat vardır.

Bu şahıs, önceki için şahitlik yapmak isteyince, onun yanından, ondan daha adil ikisi: "Bu eşya veya ev, bu gün için, bu adamın elinde emanettir." derse; artık o adam için, şehadete ihtiyaç yoktur.

Şayet böyle söyleyen bir kişi ise, kalbinden de onun doğru söylediği geçse işte bu, cami i sağîr'de zikredilmiştir. Sahih olan, Münteka'da da böyledir.

Keza, açıkta yapılan her işe, (ölüm gibi, nikah gibi, neseb gibi) duygu ile şehadet caizdir. Eğer, şahidin kalbinde, duyduğu haberin hak ve doğruluğuna dair bir duygu bulunur ve yanında adalet sahibi iki kişi konuşmuş olursa, bu böyledir.

Eğer kalbine, böyle bir duygu gelmezse; o zaman, sana şahitlik yapma ruhsatı yoktur. Yalnız, o dinlediğin kimselerin yalan söyledikle­rine kani isen, şahitlik yapamazsın. Eğer onu, (yapılan işi) yanında adil bir kişi söylerse; ve o kişinin doğruluğu hâdisenin de vukuu kalbine düşerse, yine amir şahitlik yapmanda, ruhsat vardır. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Uygun olan, el muayenesiyle elde edilen bir bilgiyle yapılan şeha-deti reddetmektir. Kâfî'de de böyledir.

Kâdî'İ-lmâm şöyle buyurmuştur:

Bîr kimse, bir şahsı elinde bulunan bir şeyi tasarruf ediyor görür, bu durumda insanlarda, "bu, bunun malıdır." dedikleri halde, onu gören şahsın kalbine, "bu, başkasının malıdır." diye bir duygu düşer ve: "Bu adam, asıl mal sahibinin namına tasarrufatta bulunuyor." derse; bu şahsın: "mülk onundur." (yani elinde olanındır.) diye şahitlik yapması helal olmaz.

Alimlerimizin çoğu, buna göre fetva vermişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin hizmetinde, bir köle ile bir carinin bulunduğu jgörülür ve bir kimse, bunların köleliklerini bilirse, bunu bilen kimsenin, "onların, o şahsın mülkü olduğuna" şahitlik etmesi caizdir.

Onların, küçük veya büyük olmaları müsavidir.

Eğer o şahıs, bunların köle olduklarını bilmiyorsa; onlar da küçük iseler, ilann nefislerinden, nitelikleri sorulmaz. Eğer büyük iseler; onlardan sorulurlar. Onların akıllı—sabi olup olmamaları müsavidir. Onların aleyhlerine ve lehlerine şehadet helal olmaz. Fethû'l-Kadîr'de de böyledir.

Vâkiat'ta şöyle zikredilmiştir:

Şahidler "bu evin, iddia sahibinin olduğunu bildikleri halde, iki £ahid'de bunların yanında "iddia sahibinin, bu evi sattığına" şahitlik yaparlar ve: "Ev, elinde bulunanındır." derlerse, İmâm Muhammed (R.A.): önceki sabitler, bildiklerine şahitlik yaparlar. Sonrakilerden duyduklarına iltifat etmezler." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Natıfî şöyle buyurmuştur:

îki adam, bir kişinin, nikahına veya bir şey sattığına veya bir adamı öldürdüğüne muttali olsalar ve bu hususta şahitlik yapmak isteseler; bunların huzurunda ise, iki adil şahit: "Gerçekten, o damın karısını üç talak boşadığına" veya "kölesini satmadan önce azad ettiğine" veya "ölenin velisinin, ölümden sonra, öldüreni affettiğine" şahitlik yap­salar; önceki şahitlerin, nikah ve diğerlerine şehadette bulunmaları helal olmaz.

Eğer şehadette bulunan tek ve adil kişi olura, bunların şehadetlerini terk etmelerine ruhsat yoktur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, başka birinin yanında malının,, (borcunun) olduğunu ikrar ettikten sonra, bunun inkâr eder; lehine irkar da bulunulan şahıs da durumu, iki adil şahidin yanında söyler ve onun bir şey sattığını veya bağış yaptığını anlatırsa; İmam: "O şahitler duyduklarına göre şehadette bulunurlar." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse,bir toplumun yanında, "filan adama karşı, bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar ettikten sonra iki adil kişi veya üç adil kişi, bu adamın ikrarına şahitlik yapmamalarını söylerlerse; o topluluk muhayyerdir: İsterlerse, şahitlik yaparlar; istemezlerse, yapmazlar.
Şeyhu'1-îmam    Ebû    Bekir    Muhammed    bin    Fadl    şöyle buyurmuştur:

İki adil kişi, iki şahidin yanında şehadette bulunarak: "Mal sahibi borcunu ödedi." veya:"Alacakh, alacağından teberri etti. (vazgeçti)" derlerse, bu durumda şahitlerin, "hak sahibinin bizzat kendisinden, alacağından vaz geçtiğini veya onun ödendiğini duymadıkça" şahitlikten vaz geçmelerine ruhsat yoktur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan da, böylece rivayet olunmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zamanımızın bazı alimleri, bu mes'elelerini hepsini de ihtiyar etmişlerdir: Şöyleki, gerçekten bir şahidin yanında, iki adil kişi şehadette bulunsalar ve bu şahsın kalbine, o iki kişi kişinin doğru söyledikleri düşse bile, o kişinin, şahitliğini terk etmesi gerekir.

Eğer şehadette bulunan bir kişi veya iki adil kişi ise, ancak, kalbine onların doğruluğu düşmezse, asli hakka göre, şahitlik yapar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir koca, şahidin yanında "karısım-boşadığını" veya bir efendi, "kölesini azad ettiğini" ikrar eder (= söyler) sonra da o adamı nikaha veya köleyi satmaya davet ederse; işte o adam, şehadetten kaçınır ve onun şahitlik yapması helal olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü MukâtiPden soruldu:

—İki kişi aralarında bir cemaatın bulunduğu yerde hesaplaştılar ve o cemaate hitaben: "Bizden duyduklarınıza şahitlik yapmayınız." dediler. Sonra da, onlardan birisi, diğerine karşı, iki şahit göstererek, duyduklarına şehadette bulunmalarını istedi. Bu ne olur?

İmâm şöyle buyurdu:

—Şahitler, duyduklarına şehadette bulunurlar.

Bu, îbnü Sirî'nin de kavlidir.

Fakıyh Ebû'I-Leys: Bu kavil,, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)Men rivayet .olunmuştur. Biz de bunu aldık." buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir,

Bir adam iki şahidin huzurunda belirli bir mehirle bir kadın nikahlar; aradan da seneler geçer; çocukları olur ve yine aradan seneler geçer; sonra, bu adam ölür bilahare de, o kadın, şahitler göstererek, vaktinde söylenilen mehir üzerine, şehadetlerini isterse; önceki kişiler, olduğu, gibi şehadette bulunacaklardır.  Fetva da bunun üzerinedir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, "bir hayvan, diğerini emiyor." deyerek gelince, bunu böyle gören şahidin, olduğu gibi söylemesi helal olur. Eğer, başka bir adam,  o  hayvanı emenin kendisine ait olduğunu iddia ederse,  bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir devesini yavrusu ile birlitke satıyr; fakat, o devenin, o yavruyu doğurduğuna şahidi yok; bu durumda, o yavrunun o deveyi emdiğini gören şahıs, buna şahitlik yapar. Yenâbi"de de böyledir.

Bir kadın, başka varislerin zararı için kendisinde babasının veya kardeşinin alacağı olduğunu söyler; şahitler de bunu böylece bilirlerse; alimler: "Şahitlerin, olduğu gibi söylemeleri gerekir. Kadının böyle yapması ise, doğru değildir; mekruhtur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

İkrar olunan hükümdar olur; ikrar eden de: "Ben, korkumdan söyledim." der; şahitler de bunun korkusuna vakıf olurlarsa, buna şahitlik etmezler. Eğer, vakıf olmazlarsa, şahitlik yapar ve hakime olduğu gibi söylerler. Kerderf'nin Vecizi'nde de böyledir.

Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

— Bir adam, cariye ve köle satılan yerden, her ay için, hükümdar tarafından bir miktar dirhem alıyor; bu caiz midir? Ve buna karşı şahitlik yapmak helal olur mu? îmam şöyle buyurdu:

—Alan da, veren de sapıktır; yolunu kaybetmiştir. Buna şahitlik yapana da, lanet olunur. Denildi ki:

—Şahitler, alman dirhemlere şahit olsalar da, sebebini bilseler, onların şehadeti caiz olur mu?

İmâm şöyle buyurdu.

—Sebebini bilirlerse, şahitlik helal olmaz. Lanet olunurlar. Böyle bir şeye şahitlik yapılmaz. Nevâzil'de de böyledir. Sebebi haram ve batıl olan her şeyin ikrarı böyledir. Muhıyt'te de böyledir.                                                                             

îki kişi hakimin bir adam hakkında: "Senin için, şu adama şöyle hükmeyledim." dediğim duysalar ve onun mahkemesinde, hakime karşı: "Biz, hakimden şöyle duyduk. "Ben, bu adama karşı, sana böyle hük-meyledim." dedi; fakat, ne hükmeylediğine şahit olmadık." deseler, bununla bir şey gerekmez. Şayet işittiklerini açıklarlar ve bunu da, başka bir yerin hakimine söylerlerse; şehadetleri kabul edilmez. Zaten, bu durumda şahitlik yapmalar* da uygun düşmez. Zehıyre'de de böyledir.

Ebû Hamid ve Ali bin Ahmed'den şöyle soruldu:

—Bir hakim, şahitler tutsa ve onlara:"Ben, filan için, filana karşı, şöyle hükmeyledim." der ve bu şahitler, hüküm meclisinde bulunmuş olmadıkları halde, bunu başka bir hakimin huzurunda söylerlerse, bu şehadetleri kabul edilir mi? Ali bin Ahmed şu cevabı verdi:

—Bu şehadet batıldır." (= geçersizdir.) Buna itibar olunmaz.

Ebû Hamid de aynı cevabı vermiştir.

Hüküm de, huzur şarttır. Şahit tutmanın şartı da odur. Yetime'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kisme, yazısını görse, fakat hadiseyi hatırlamasa; veya şahit­lerin yazılarını hatırladığı halde, malı hatırlayamazsa; şahitlik yapma­sına ruhsat yoktur.

İmâm Muhammed (R. A.)'e göre ruhsat vardır.

Halvâni,    İmâm    Muhammed(R.A.)'e göre fetva  vermiştir.

Kerderî'nİn Vedzi'nde de böyledir.

Nevfizİl'de şöyle zikredilmiştir:

Yazısını tanır da, şehadetini unutursa, İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'e göre şahitlik yapmasına ruhsat vardır.

Fakıyh Enu'l-Leys: "Biz, bununla amel ederiz." buyurmuştur.

Eğer, yazı iddia edenin elinde ise, onunla şahitlik yapmak helal olmaz. Muhtar olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müteahhirindn olan  alimlerimiz:   "Eğer,  şahidin yazısından şüphesi yoksa; her ne kadar hadiseyi hatırlayamasa bile onunla şahitlik yapması caizdir. Bu yazı, ister davalının elinde olsun; isterse, davacının elinde olsun eşittir." buyurmuşlardır. Fetva da buna göredir. el-İhtiyar Şerhu'l-Muhtar'da da böyledir.

Bundan sonra, şahit kendi yazısına itimad ederse, fetva verilen kavil, onun şahitlik yapmasıdır.

Hakim: "Önceki filane göre, bir diyeceğin, bilgin var mıdır?' diye sorar; eğer "Bilgim var" derse, onu söyler, değilse, yazısını kabul eder. Bahru V-Raık'ta da böyledir.

Şahit yazısını tanır; ikrarını hatırlar ve İrkar denin ikrarını da hatırlar ancak vaktini ve yerini hatırlayamazsa; onun şahitlik yapması helal olur.. Vâkıatü'l-Hüsâmiyyc'de de böyledir.

Bir kimse, vasiyyetini bir kağıda yazar ve şahitlere de: "Bunda olana şahitlik yapınız." dediği halde, yaptığı vasiyyeti okumazsa; alim­lerimiz: Bu şahitlerin, ona şehadetleri caiz olmaz." buyurmuşlardır.

Sahih olan da budur.

Ancak şahitler, huzurunda yazdığını okur veya başka birisi yazar da, o okur; vasiyet sahibi de: "Buna şahit olunuz." der; şahitler de, neler yazıldığını bilirlerse, o zaman, şahitlik yapmaları helal olur.

Şayet, yazar veya yazdırır; okur veya okutur da, "şahit olunuz." demezse; o zaman, "şahitlerin şahitlik yapmamalarına ruhsat vardır." denilmez; ruhsat yoktur, şahitlik yapacaklardır.

Ebû AH en-Nesefî şöyle buyurmuştur: Bu, bu yazı resmen yazıl­mamışsa, böyledir. Eğer resmen ve şahitlerin huzurunda yazılmış; şahitler de bu yazı da neler yazılmış olduğunu biliyorlarsa, —her ne kadar katip: "Bunda olana şahit olunuz." dememiş olsa bile şahitlik yapmalarına ruhsat vardır.

Müstahsen vecihler yardır.:
1) Yazılan yazının bilinmesi:

Şöyleki: Yazıyı, sahifenin üzerine yazıp ve hazırda olunmayan birinin adresine havale etmek. Eğer, o yazıda talak'a niyet edilmemiş veya onunla bir borç ikrarında bulunulmamış, kendisi ile Allahu Teala arasında olan bir borç, hükümle kimseye borçlu olduğu da yazılmamışsa; şahidin, o yazıyla şehadette bulunması caizdir, tster, şahide, onu yazan: "Buna şahit ol." desin; isterse, demesin müsavidir. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Münteka'da şöyle zirkedilmiştir:

Bir kimse, diğerine bir mektub yazıp ve fijan oğlu filandan, filan oğlu filana... Allah'ın selamı üzerine oslun... Bundan sonra: Gerçekten sen, bana senin üzerinde olan benim bin dirhem alacağımı, ödediğini yazıyorsun. Ben, onun beşyüz dirhemini aldım ve sende beşyüz dirhemim kaldı." demiş olsa; bunu böylece bilen bir şahsın onun üzerine şahitlik yapması da, yapmaması da caizdir.

İmzasız (mühürsüz) mektuba gelince; (Meselâ: Yere veya bir parça kağıda, bir bez üzerine, bir tahta üzerine, yazar veya mürekkebsiz yazar; ancak bunun yazı olduğu bilinir ve hazırda olanlara: "Buna şahit olunuz." derse, buna şahitlik yapmaya ruhsat var mıdır, yok mudur?

Onu, o şahsın, bir diğer şahsa yazdığını, bir topluluk onu görürse bunlar, onun üzerine şahitlik etmeyebilirler.

Çivi ile yazılan yazı üzerine şahitlik etmek, uygun olmaz.

Bir kimse, yazısını inkar eder; ona karşı da bir şahsı beyyine ibraz edip: "Onu, o yazdı." derse, bu caiz olur.

Bir şahsın ikrarını inkar etmesi de böyledir.

Keza, diğer tasarruflar hadlerin ve kısasın hilafınadır; imzalı olsun, olmasın, yazı bilinirse; ona göre hükmedilir.

Bir kimse, imzalı bir mektubu (yazısı) ile sirkatini (hırsızlık yaptığım) ikrar ederse; çaldığı malı tazmin eder (= öder) ancak, onun eli kesilmez.

Şayet, bu yazı belirli olmaz ise, (su üzerine veya havaya yazı yazmak sonrada, "böylece, benim üzerime şahit olunuz." demek gibi...) bu şahitler, —yazdığı yazıyı bilseler bile— onun üzerine şahitlik yapa­mazlar. Çünkü, yazılan yazı belirli değildir.

Bu, anlaşılmayan söz gibidir. Erkek, kadın müslüman, zimmî bu hususta müsavidir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İki kişinin yanında, bir mektup yazılır ve bu şahıslar okuyamazla! ve yazmazlar, mektubu yanlarında tutarlar ve ona şahitlik yaparlarsa; bu şehadetleri onların yanında caiz olmaz. Hakimin yanında ise, caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, bizzat bir şey satın alır ve satıcıya karşıda, onun kusurlu olduğunu iddia eder; fakat, bu sabit olmazsa; sonra da, onu başka birisine satar; bilahare de, bu ikinci müşteri, o kusuru iddia eder; ikinci satıcı da, onu inkar ederse; daha önce birinci müşterinin iddiasına şahit olup, onu duyanlar, hali hazırdaki müşteriye göre, o kusur üzerine şahitlik yapabilirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, zeytin yağını veya diğer bir yağı yahut sirkeyi döker; o döktükleri de, bir başkasına ait olur; şahitler de bunu görürler; döken şahıs da: "Bunların içinde fare öldü; onun için döktüm." derse, onun sözü geçerli olur.                                                                                

Yalnız bu şahsa, "temizi zayi etmediğine dair" yemin ettirilir. Bu durumda şahitlerin, "temiz olarak döktü." diye şehadet etme .eri gerekmez.

Bir kimse, taze bir eti zayi eder; şahitler de bunu görürler, o şahıs ise: "Laşeidi." derse; sözüne itibar edilmez.

Bu durumda, şahitlerin onun boğazlanmış bir et olduğuna şahitlik etmelerine ruhsat vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şöhret ve duyurmak için şahitlik yapmak şu dört yerde olur; bi'1-icma' bu böyledir.

l) Nikahda,
2) Neseb de,
3) Ölüm de,
4) Kaza da. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimse, insanlardan "falan oğlu filan, bir kadına dahil olmuş." ve yine "filanın  zevcesi (karısı) fülane, dahil olmuş." veya "bir adam, birinin hakkına tecavüz eylemiş de, hakim ona hükmeylemiş." veya "filan adam ölmüş ve ölürken bir şeyler yapmış." diye duysa, bunların hepsine de şahitlik yapmasına ruhsat vardır.

Eğer yatağında doğurduğuna veya nikahı veya birinin hakim tayin olunduğunu ve hükmünü veya öleni bilmiyorsa, bu durumlarda, duy­duklarına göre şahitlik yapar. Zehiyre'de de.böyledir.

Keza, bir kimse bir adamı veya bir kadını, bir evde otururken ve bunları  karı  koca  gibi  davranırlarken  görürse,  bunların  karı-koca olduklarına şahitlik yapması müsaadelidir. Hidâye'de de böyledir.

Vakfa gelince, sahih olan, "aslının duyduğu gibi şehadet ettiği takdirde'' şahitliği kabuledilir. Şartlan hususundaki şehadeti hariçtir.

Vakfın sıhhatine teaalluk eden her şey, aslı gibidir. Şeriatinin üzerinde durulmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Zahîrü'd-dîn el-Mürğînânî şöyle buyurmuştur:

Vakfa göre şahitlik, —açıklama yönündes— şöyle olmalıdır; "Gerçekten o, mescide karşı vakfedildi." veya "Kabristana vakfedildi." şahitler böyle söylemiş olmazlarsa, onların şehadeti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Sadrü'ş-Şehîd ve Hassâf Edebü'1-Kadî isimli kitaplarında şöyle zikredilmiştir:

Şöhret ve duyurmak için şehadette bulunmak caizdir. Bu, Hidâye, Kenz ve Kâfî'de de böyledir.                

Çünkü, bu iş, şöhret bularak nesebde, mehirde, iddette ve namusun sübutunda hükümlere tealluk eder. Nihâye'de de böyledir.

Müntekâ'da "köle azadı hususunda da, şehadette şöhretin caiz olduğu  yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bize göre, köle azadı hususunda, şahitlik yapmakda, şöhret ve tesamu' helel olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Köle cihetinden hasıl olan yakınlıkta, kulaktan duyma ile yapılan şehadet İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre makbul değildir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un ilk kavlidir. Fakat, sonra bu sözden dönerek: "Bu halde şehadet, makbuldür." buyurmuştur. Zahirü'r-rivayede, sahih olanı da budur. Bedâi"de de böyledir.

Uygun olan kulaktan duyma hadiseleri, hakimin huzurunda tefsir .etmemektir. Şayet tefsire (tafsilata) kalkışırsa, hakim onun şehadetini kabul eylemez. Kâfî'de de böyledir.

İki kişi, hakimin huzurunda şehadette bulunarak: "Biz, gerçekten filan zatın ölümünü haber veriyoruz." derlerse; bu şehadetleri caiz ve sahihdir. Nihâye'de de böyledir.

Kulaktan duyma şehadetin caiz olduğu yerlerde, şahitler şehadette bulunarak: 'Biz görmedik; fakat, bizim yanımızda, bu hadise şöhret buldu." derlerse; bu şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Reşîdü'd-Dîn'in Fetvaları'nda: "Şayet tasrih edip açıklaya bilir­lerse, duyma yoluyla yapılan şehadet vakf için de kabul edilir.* diye yazılmıştır.

Çünkü, şahidin, çok kerre yaşı en az yirmi yıl vaff tarihi ise, yüz yıl olur. Hakim inanır ki, bu şahit, bu bilgiyi kulaktan duyma olarak söylüyor; yoksa, görme yoluyla değil...

Susmakla, açıklamak arasında bir fark olmadığına, Zahîrii'd-din el-Mürğînânî, bu manada işaret eylemiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle zikredilmiştir: Nesebde ve gayrisinde ışöhretle şehadet için iki yol vardır:
1) Hakiki şehadet,
2) Hükmi şehadet.

Hakiki Şehadet: Bir şeyi çok sayıda bir toplumdan duymak ve duyulan bu şeyin şöhret bulmasıdır ki, bunun yalan olmasına ihtimal yoktur.

Burada, şahidin adaleti de şart değildir. Şart olan, o şeyin tevatüren söylenmesidir.

hükmî Şehadet'e gelince: Bir kimsenin yanında iki kişi veya iki kadın ile, adil bir erkek şehadette bulunursa; bu da hükmî şehadettir.

Bu, o şahsın, diğer iki kişiden şehadette bulunmalarını istemeden, onların söylemesidir.

Gerçekten bunu, İmâm Muhammed (R.A.) şehadet kitabında, (böyle yazmış ve şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, iki adil kişiyle |karşılaşır; onlar da, onun nesebi hakkında, şehadette bulunup, onun halini bildirirlerse; o adamın, bu duygularına göre şehadetine ruhsat vardır. Şayet o adamın, yanında başka birisi, onun nesebi hakkında iki jşahid ikame ederse; bu durumda o adama şehadet ruhsatı yoktur.

Bir kimse, bir topluluğun içine girer; onlar, bu adamı tanımazlar; bu şahıs da: "Ben, filan oğlu filanım." derse; İmâm Muhammed (R.A.): "O adamların, bu kişinin nesebine şahitlik yapmalarına, ruhsat yoktur.'' buyurmuştur.

Hatta belde, ehlinden iki adil kişiye raslasalar; onlar, o adamın nesebi hakkında şehadette bulunsa, Cessâb, bu kitabın Şerhinde ve Sadru'ş-Şehîd, £debü'l-Kadî Kitabı'nda: "Yine de, şehadette buluna­mazlar. "buyurmuşlardır.

Ölen bir kişi hakkında, bir erkeğin veya bir kadının haber vermesi kafi gelir.'* denilmiştir. Muhtar olan da budur.

Nafakalarda: "Şehadet ederim.*' sözü şart değildir. Fethu'l-Kadîr de de böyledir.

Bir kimse,  filan kişinin defninde hazır bulunsa veya cenaze namazını kılsa, bu gözle görme mesabesindedir. Hatta, bu hususta taf­silat verse, hakim onu kabul eder. Muzmarat'ta da böyledir.   .

Bir kimsenin, ölüm haberi gelir ve ölüm zamanı yapılan şeyler, bu adam içinde yapılırsa; —onun öldüğüne— inanılır.

Ancak, bir toplum haber vermeden, önce bu şahsın ölüm haberini duyan kimsenin hakime gelip haber vermesine ruhsat yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de Söyledi:

Alimlerimiz: Bu şahsım ölümü aleni olmaz; ancak, onun öldüğünü bir kişi haber verir ve haber verenle, haberi duyan, ikisi birden, şahitlik yaparlarsa;   hakim,   hükmünü   verir.'   demişlerdir.   Nihâye'de   de böyledir.                            
En iyisini bilen Allahu Tealâ'dır. [13]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..