10- KÜFÜR EHLİNİN ŞEHADETİ

Kafirin, müslümana karşı şehadeti kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir,

Zimmet ehlinin, bir kısmının, diğer bir kısmı hakkındaki şehadet-leri kabul edilir. Bunlar, ayrı milletlerden olsalar bile, adaletlerinden sonra, bu böyledir. Bedâi'-'de de böyledir.

Zimmet ehlinin, müste'menler hakkındaki şehadetleri, hilafsız olarak caizdir.

Müste'menlerin zimmet ehli hakkındaki şahitlikleri de kabul edilir.

Dâr-i islam'a emanla girenlerin bazılarının, bazıları hakkındaki şahitlikleri de —memleketleri bir olursa— kabul edilir.

Eğer memleketleri ayrı olursa, Rum ile Çin gibi, o zaman birbiri hakkındaki şehadetleri kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Mürtedin mürtede karşı yaptığı şahitlik, ihtilaflıdır: Bazı alimler: "Kabul edilir." demişler; bazıları da "...edilmez." demişlerdir. Esahh olan;  her halde,  şahitliklerinin kabul olunmamasıdır.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir kafirin, diğer kafire karşı şehadetine, iki müslüman şahitlik yapsalar; iki kafir de, o iki müslümanın şahitliklerine karşı şehadette bulunsalar; bir hak veya bir hüküm hususunda yahut Müslüman bir hakimin hükmü hususunda, şehadetleri caiz olmaz.

Şayet müslümanlar, kafirlere karşı şahitlik yaparlarsa; şehadetleri caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kafir, elinde bulunan bir cariyeyi, bir müslümana satsa; iki kafir de buna şahitlik yapsalar; şehadetleri caiz olmaz. Keza elinde bağış veya sadaka olsa yine böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli de, Önce böyle idi; sonra bu görüşünden döndü ve: "Onunla, kafire hükmedilir." buyurdu. Mebsût'ta da böyledir.

Müslüman olan bir zimmînin üzerine, iki zimmînin şehadeti caiz olmaz. Çünkü o iki zimmiye göre, o şahıs din değiştirmiştir. Zimmîlerin de,   mürtedlere  şehadeti   caiz  değildir.   Serahsî'nin   Muhıytı'nde  de böyledir.

Müslümanlardan bir erkek  ve  iki   kadın,   bir   kimsenin müslümanlığma şahitlik etseler; o da bunu inkar etse; zamanın hüküm­darı, ona müslüman olması için, onu cebreder ve onu habseder; fakat, öldürmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir zimmî öldüğünde, on hıristiyan, "onun müslüman olduğuna" şahitlik yapsalar;  onların şehadetiyle, ölenin üzerine cenaze namazı kılınmaz.

Keza, "onun müslüman olduğuna" fasık müslümanlar şehadet eyleseler; yine, bunların şehadetleri kabul edilip de, onun cenaze namazı kılınmaz. Şayet ölen şahıs, müslümanların sevdiği bir kimse ve dininin ehli bir kafir ise; müslüman olan dostu iddia edefek: "O müslüman oldu ve vasiyyet eyledi. Mirasının alınmasını söyledi." der; buna da küfür ehlinden iki kimse şahitlik yaparlarsa; onların şahitliklerine göre, o ölenin malını, dostu olan o müslüman alır ve müslüman olan dostu adil kimse ise; onun şehadetiyle de üzerine cenaze namazı kılınır.

Şayet dostu olmayan başka bir müslüman onun müslüman olduğuna şahitlik yapmasa bile, dostunun şehadetiyle, namazı kılınır. Fakat, mirası verilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka birisiyle birlikte, karısının irtidad eylediğini söylese; kadın da onu inkar ve islâmiyetini ikrar eylese; derakap aralan açılır -^eğer kocası ona dahil olmamışsa— ve kadına nısıf (= yarım) mehir verilir. İslâmiyetini îrkarı tevbe sayılır; inkarı ise riddet kabul edilir.

İki kişi, bir kadın hakkında şahitlik yaparak: "Onun müslüman olduğunu'* söylediklerinde, o bunu inkar eder; asıl dini de nasrânilik olursa, bu iki şahidin şehadeti kabul edilir.  Nasraniliğe riddeti yü­zünden, nısıf mehirden uzaklaştıramaz. Muhiyt'te de böyledir.

Amr bin Ebû Amr, îmanı Muhammed (R.A.)'in el-İmlâ'da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Zimmet ehlinden birisi ölür; adil bir müs­lüman erkek veya kadın, "onun, ölmeden önce, müslüman olduğuna" şehadette bulunur; ölenin yakınları da bunu inkar ederek, mirasına sahip olmak isteseler; müslümanlara düşen görev, onu yıkayıp, kefenleyerek, üzerine namaz kılmaktır.

Bu şahit, kazf cezasını aldiktan sonra, tövbe etmiş biri olsa bile, böyle yapılır. Zehiyre'dede böyledir.

Biri müslüman, diğeri ise nasrani (= hıristiyan) olan iki oğlu bulunan, bir nasrânî Öldüğünde, müslüman olan oğul, nasranî bulunan kardeşine, "babasının müslüman olarak öldüğünü;" nasrani olan ise, müslüman olan kardeşine, "babasının nasrani olduğunu" söylerse; bu durumda,   müslüman   içinde,    miras   vardır   ve   öyle   hükmedilir. SerahsFnin Muhıyti'nde de böyledir.

Keza,  nasrani,  babasının nasraniliğini  isbat etse bile hüküm böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir ölü üzerine, onu müslüman olan oğlunun, "o, müslüman olarak öldü." diye şehadeti yapması halinde namaz kılınır.

Böyle bir halde, iki nasraninin şehadetine itibar edilmez. Şayet müs­lüman olan oğlu: "Babam ölmeden önce, müslüman oldu. Ben, onun varisiyim." derse; nasrani oğul da: "Babam, müslüman olmadan öldü." diye iddia ederse; müslüman oğlunun iddiasına göre, ölenin üzerine namaz kılınır Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Müntekâ'öa şöyle zikredilmiştir:

Nasranî şahsın, müslüman oğlu, "babasının, ölmeden önce müs­lüman olduğunu" isbat edemez; hatta, bir adam, o ölende, alacağı olduğunu iddia eder ve onun nasraniliği hakkında isbatta bulunursa; ona, alacağı ile hükmedilir.

Sonra da, müslüman olan oğlu, beyyine ile "babasının ölmeden önce müslüman olduğunu" kanıtlarsa; İmâm Muhammed (Rn^.): "Eğer, alacaklı müslüman ise ve zimmet ehli de şahitlik yaparlarsa; alacak batıl olmaz ve hüküm reddedilmez. Eğer alacaklı zimrnî ise hü­küm reddedilir. Ve, bu şahsın müslüman olan oğlu mirasın tamamında hak sahibi olur.

Şayet, ölen bir şey bırakmamış ve müslüman oğlu, beyyine ile, "onun müslüman olarak öldüğünü isbat edip, küçük kardeşlerini almak isterse; beyyinesi kabul edilmez." buyurmuştur.

Bu hüküm,  bu yere mahsus değildir.  Belki de bütün yerlerde böyledir.

Eğer zimmet ehli, "onun müslüman olduğuna şehadette bulunur; ölü de bir şey terk etmemiş olursa, —bu hususta beyyineleri bulunsa bile— şehadetleri kabul edilmez. Ve onun müslüman olduğuna hükme­dilmez. Zehıyre'de de böyledir.

İbnü Semâa şöyle buyurmuştur:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

Müslümanlar, bir müslümanın borcu üzerine şahitlik yapsalar ve şahitlikleri de kabul edilse; bu da, bir bir nasrani oğlunun huzurunda olsa; sonra da, bu müslümanın oğlu, zimmet ehlinden "Bunun babasının müslüman olarak öldüğüne," bir beyyine getirse; durum ne olur?

İmâm Muhammed (R.A.), şu cevabı verdi:

O varisdir. Nasraninin terk eylediği mala ve alacaklıya bir şey hükmedilmez.

îbnü Semâa: Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'e şöyle dedim:

Eğer borçlu ve müslüman olan oğlu, her birine, iki zimmî şahit getirirse, borçlunun beyyinesi varislere karşı kabul edilir mi? O, şöyle buyurdu:

Eğer varis müslüman ise, zimmet ehlinin şehadeti, onun üzerine hüccet olamaz. Borçlu da bir şeye müstehak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

İki oğlundan birisi, "babasının müslüman olduğuna" şehadet ederek: "Ben de, öylece müslümanım." dese; diğer oğlu da: "Ben, babamın ölümünden önce müslüman oldum." dese; diğeri" de bunu inkar etse; bu durumda ölenin mirası, ikisi de müslüman kabul edilerek taksim edilir. Ve onun babalarının, hayatında müslüman olduğuna hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet ölen adamın müslüman olan oğlu: "Babam, müsîümandı,"; nasrani olan oğlu da: "Babam nasrani idi." derse; müslümanın sözü geçerlidir.

Eğer, her ikisi de beyyine getirseler, yine müslümanın beyyinesi kabul edilip, o biri reddedilir.

Eğer müslümanın şahitleri, müslüman olurlar ve onun babasını, "ölmeden önce müslümandi." diye vasıflarlarsa; yahut, müslüman-lardan, yalnız iki şahit şehadette bulunurlarsa hüküm yine böyledir.

Ölenin islamiyetle vasıflandırıldığı zaman hakkında Kadı'I-İmâm Rüknü'l-İslâm Ali es-Sağdî, Siyer-i Kebîr Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:

Gerçekten şahitler, eğer alim olurlarsa; onu, islamiyetle vasiflania-salar bile, şehadetleri kabul edilir. Eğer cahil olurlarsa; islamiyetle vasıf-lamadan şehadetleri kabul edilmez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir müslüman kadın: "Benim kocam müslüman idi." der; Çocukları ise: "Hayır, o kafir idi." deseler; kocanın müslüman kardeşi de, kadının sözünü tasdik ederse; bu durumda ölenin mirası kadına ve kardeşine düşer. Eğer, bu şahsın geride kalan oğlu kafir olurda, kızı müslüman bulunursa, babaları da müslüman olarak ölür, ölenin müs­lüman olan kardeşi de, bunu doğrular; oğlu ise: "Hayır, babam kafirdi." derse söz kızındır ve miras onun olur.

Ölenin karısı olmaz. Fakat kardeşi ve oğlu bulunur ve kardeşi, yalnız başına, "onun müslüman olarak öldüğünü" söyler; oğlu da, aksini iddia ederse; miras oğlunun olur.

Ölenin, kızı ve kardeşi bulunursa, burda ihtilaf vardır; ancak, müslüman olduğunu iddia eden şahsın sözü geçerlidir.

Keza, ölenin babası ile oğlu bulunursa; yine, müslüman olduğunu iddia edenin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam ölür; bir ev bırakır; ölenin oğlu müslüman olur ve babasının da "müslüman olarak öldüğünü" söyler ve "bu evi, yalnız bana miras bıraktı." der; ölenin zimmî olan kardeşi gelerek, "kardeşinin de zimmî (yani kafir) olarak öldüğünü" söyler ve: "Bana da borcu vardı."  derse; bu durumda oğlunun sözü geçerli olur ve miras da onundur.

Şayet her ikisi de sözlerini beyyinelerlerse; müslümanın beyyinesi kabul edilir.

Şayet kardeşi, zimmet ehlinden şahit getirir de, oğlu beyyine ( = şahit) getiremezse yine de, kardeşinin şahitleri kabul edilmez.

Fakat kardeşi, şahitlerini müslümanlardan getirir ve "kardeşinin" zimmi olarak öldüğünü" kanıtlar; oğlu da iddiasını isbat edemezse; miras kardeşine hükmedilir. Muhıyt ve Zehiyre'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir nasrani ölür; iki oğlu kalır; onlardan bifisi, babasının Ölü­münden sonra müslüman olur ve sonra da, beyyinesiyle, babasının öldüğü zaman, nasraniliğini isbat ederse; mirasda kardeşine ortak olur.

Şayet, diğer kardeşi, onun, babası ölmeden müslüman olduğunu isbat ederse; o zaman, bu müslüman, kardeşinden hisse alamaz. Ve mirasta ona ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ölen adam, iki oğul bırakır; onlardan birisi, babasının ölümünden sonra müslüman olur; sonra da nasranî olan oğul, "onun, babasının oğlu olduğunu" söylediği halde, müslüman olana, ölenin malı olmadığı için, bir şey verilmiş olmasa; sonra da ölenin malı çıksa, malın tamamı müslüman oğlun olur.

Şayet müslüman ölür ve iki kardeşi kalır; onlardan birisi, "müs­lüman olarak ölen- kardeşinin" ölümünden sonra, miras ister; ölenin oğlu da zimmî bulunursa; İbnü Semâa: "Gerçekten bu mes'elede, ölenin bir de müslümân oğlu varsa; aralarında çıkan anlaşmazlık şöyle bir mes'eledir: Bu mes'elede, eğer oğlu, babasının ölümünden önce müs-îüman olmuş, nesebi de sahih ve sabit olduğu halde, babasının müs-lürnan olarak öldüğünü isbat edemiyorsa; mirasda hakkı olmaz." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Ölen bir nasraninin karısı: "Ben, onun ölümünden sonra müs-lüman oldum." der ve miras ister; varisler de: "Hayır, sen daha önce müslümân oldun." derler ve mirasdan vermek istemezlerse; onların sözü geçerli olur.

Keza, bir müslümân ölür; nasrani olan karısı: Ben, müslümanım der ve davadan önce de müslümân bulunur; diğer vereseler de, buna itiraz ederler ve: Nasraniye olan bu kadın, kocası öldükten sonra müs­lüman oldu." derlerse; onların sözü geçerli olur. (Yani bu kadına miras gitmez.) Timurtaşi'de de böyledir.

Bir zimmînin elinde bulunan bir evi, bir müslümân ve bir zimmî, miras-yoluyla iddia ettiklerinde, zimminin şahitleri müslümân; müslü-manın şahitleri ise, zimmî olsalar; hakim bu evi, aralarında taksim eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir zimmînin zimmî üzerine şahitlik yaptığı şehadetlerden hiç birini, hakim geçerli saymaz.

Zimminin şehadetinde, meşhudun aleyh müslümân olursa, hâkim, bunların şehadetlerini kabul etmez ve geçerli saymaz. Şayet üzerine şahitlik yapılan şahıs (= meşhudun aleyh) hükümden sonra müslümân olmuşsa bu hüküm geçerlidir ve hak sahibinin hakkı ondan alınır. Ancak, hadler müstesnadır. Kısasda istihsanen sahih olur.

Nefs ve mâdûnü'n-nefs'de kısasa gelince, bu kiyaseti geçerli olur.

İstihsanda ise, geçerli ve sahih olmaz. Sirkatte, hırsız hüküm aldığı halde, eli kesilmeden önce, müslümân olursa; hakim, ona malı tazmin ettirir; elini kestirmez.

Şayet, üzerine şahitlik yapılan kimse, müslümân olur; sonra da şahitlerden birisi veya ikisi birden müslümân olurlarsa; hakim bu husus­ların hiç birinde —başka şahit bulunmadıkça— hakim hükmetmez.

Şayet, önce şahitler müslümân olursa; Hakim malda, kısasda ve kazf haddinde hükmeder. Sadece Allah için olan, hadlerde hükmey-lemez. Şerhu Edebü'l-Hassaf li Sadri'ş-Şeiîîd'de de böyledir.

Dört nasrani bir müslüman cariye hakkında, "zina etti" diye şahitlik yaptıklarında eğer zinanın zoraki yapıldığına şahitlik yaparlarsa; erkeğe had cezası verilir.

Eğer: "Kadın da razı oldu." derlerse; her ikisinden de had kaldırılır ve bu şahitlere tazir cezası verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'rîa da böyledir.

İbnü Sem a a. İmam Muhammed (R.A.)'in şöyİe buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki nasrani hakkında, bir nasrani, bir de müslüman şahitlik yaparlar ve: "Bunlar, bir müslümanı kasden öldürdüler." derlerse; ben, müslü-mana karşı bunların şahitliklerini tecviz eylemem. Nasraniye def eylerim. Müslümana- da "malından diyet vermesini" söylerim. Mtıhıyt'te de böyledir.

İbnü Senıaa, şöyle buyurmuştur:

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu duydum:    -

Bir müslüman bir nasraninin elini keser ve onu, bir nasraninin kölesi sanarsa; eli kesilen de iddiada bulunup "hür olduğunu" söyler ve bir erkekle, iki müslüman kadını "onu, efendisi bir senedir, azad etti." diye şahit dinletse, durum ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

Onu hür kabul eder; kısas yaparım.

Eğer, eli kesilen şahıs, iki nasraniyi şahit gösterip hürriyetini isbata çalışır; şahitler de, "onu efendisi bir aydır, hür bıraktı." deseler ve diğerinin elinin kesilmesini irade eyleseler; bunların şahitlikleriyle köle azad edilmiş sayılır. Fakat, kısas yapılmaz. "Azad olmasına hükmedilin" sözü, İmameyn'in kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli değildir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), —davasız— kölelikten azad edildiğine dair şehadetlerini uygun görmüyor. Burada da kölenin davası yokdur. "Bu çirkin bir iştir." diyor. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman: "Eğer, filan nasrani karısını boşamış ise, benim kölem hür olsun." .der; iki nasranî de: "Gerçekten, filan karısını boşadı." derler ve bunu bu sözden sonra söylerlerse, bu müslümanm kölesi hür olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müslüman: "Eğer benim kölem, şu eve girerse hürdür der; bir nasrani de karısına: "Eğer, o köle eve girerse, sen üç talak boşsun" der; sonra da iki nasrani, "köle eve girdi." diye şahitlik yaparlarsa; o köle müslürnan ise, onların şahitlikleri geçersizdir.

Eğer köle nasrani ise, şahitlerin nasraninin karısını boşaması hakkındaki şehadetleri caiz; kölenin hürriyeti hakkındaki şehadetleri ise caiz değildir. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Bir nasraninin elinde sarık bulunur ve müslümanlar "bu, onun müslüman olduğuna" nasranîler de, "nasraniliğine" alamettir." derler; o adam da, "taylasanm (= sarığın) kendisine ait olduğunu" söylerse; ben, o taylasanı müslüman için hükmederim. Muhıyt'te de böyledir.

Bir nasrani erkek, bir nasraniye kadın hakkında, belge ibrazı ile: "Onu filan zaman nikahladım." der; böylece hükmedildikten sonra da, bir müslüman onun hüküm olmasından sonra, beyyine getirerek, "o kadını kendisinin nikahladığını" söylerse; ona hükmedilmez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, müslüman hükmedilir, (yani kadın müslümana verilir.)

Her ikisi birlikte belge gösterirlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre müslümana; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, nasraniye hük­medilir.

Ölen nasrani üzerinde, bir müslümanın alacağı bulunur, buna da nasranî şahit olur ve yine, bir nasraninin şehadetiyle, ölen bu nasraninin bir  de  nasraniye  borcu  olursa;   İmâm  Ebû  Hanîfe  (R.A.),   imâm Muhammed (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'e göre, önce bu nasraninin müslümana olan borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıyti'hde c!e böyledir.

Şayet fazla bir şeyi bulunursa, diğer nasraniye olan borca ödenir Muhıyt'te de böyledir.
Sağ olan bir nasraninin elinde bulunan bir köelyi bir müslüman, bir de nasrani iddia ederler ve her ikisi de iki ayrı nasraniyi şahit göste­rirlerse; bi'1-icma, o köle müslümanın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir zimmî ölür ve yüz dirhemi bulunur; bir müslüman iki zimninin şehadetiyle, "o yüz dirhemin kendisinin olduğunu söyler; yine bir müs­lüman ile bir de zimmî, iki zimmînin şehadetiyle, "o yüz dirhemin ken­dilerinin olduğunu" söylerlerse; bu durumda o yüz dirhemin üçte ikisi önceki müslümana; üçte biri de, diğer ortaklara verilir.

Şayet bir zimmî, iki zimmîyi şahit gösterir; müslüman ve zimmî de, iki zimmîyi şahit gösterirlerse, terk edilen yüz dirhem her birinin arasında üçte bir olarak takdim edilir.

Keza, iki ortak, iki müslümanr şahit gösterir; yalnız zimmî de iki zimmiyLşahit gösterirse, yine bu yüz dirhem, üçe taksim olunur.

Şayet yalnız zimmî iki müslümanı şahit gösterir; diğer iki ortak da iki zimmî veya iki müslümanı şahit gösterirlerse; bu yüz dirhemin yansı, yalnız olana; diğer yarısı da iki ortağa verilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir hıristiyan iki yüz dirhem bırakarak ölür; iki de oğlu olur; bun­lardan birisi müslüman olur ve sonradan bir adam gelerek,  "ölen adamda, yüz dirhem alacağı olduğunu" iddia ederek, iki nasranî şahit dinletirse; o zaman, hakim, onun nasibini kafir olan oğlunun hisse­sinden verir ve öylece hükmeder. Müslüman olan oğlunun hissesine dokunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Nasrani ölür ve bir mülk bırakır; (cariye köle) sonra da iki nasrani şahit, şehadette bulunarak "gerçekten onun efendisinin, onu azad ettiğini söylerler ve "ondan başka da bir malının olmadığını" beyan ederler bir müslüman da iki nasraniyi şahit göstererek, "gerçekten ölen o şahısta bin dirhem alacağının olduğunu" söylerse; İmâm (R.A.): Ben, hepsinin şahitlerini kabul edip, köleyi azad eder ve bu kölenin, müslü­mana ait olmasına genişlik verir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Rehin Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir zimmî öldüğünde; diğer bir zimmî de, onun eşyalarını iddia eder ve "rehin olduğunu" söyler ve zimmet ehlinden de şahit gösterir; bu arada, bir müslümanda, "alacağının olduğunu" iddia ederek iki müs­lüman şahit gösterir veya zimmet ehlinden şahit dinletirse; "Gerçekten ben, "müslümamn beyyinesi sebebiyle, önce onun alacağını veririm. Müslüman hakkını aldıktan sonra, artan mal olursa; onu da zimmeye veririni.

Yine İmâm Muhammed (R.A.): Rehin müslümana verilmeden, eğer müsiümanın, şahitleri zimmi veya  müslüman   ise;   zimmî  rehni   almaya  daha  elyaktır.   Böylece, alacağını almış olur." buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir müslüman, bir kafire karşı mal iddiasında bulunup, bir müs­iümanın kefil olduğunu da iddia eder; buna beyyinesi de bulunur; bu şahitler de kafirlerden olurlar ve "kefil de değil de, asıl da alacağına" şahitlik yaparlarsa; hakkı asilden alınıp, bu müslümana verilir.

Keza malın aslı kafirde olur; iki şahid de müslümana karşı şehadette bulunur bir kafir de, kefili olursa, o mala şahitlerin asil üzerine olan şehadetleri kabul edilir. Kafir olan kefilin kefaleti caiz olmaz.

Bir müslüman, diğer müslümandan mal iddiasında bulunduğunda, davalı bu, malı inkar eder; davacı da kefaleti iddia eder; kefil ise ehl-i zimmetten olur ve o da inkar eder; alacaklı ise, iki zimmîyİ şahit göste­rirse; şehadetleri kefile karşı caiz olur; müslümana göre caiz olmaz.

Hatta kefil, şayet ödemiş, bulunsa bile, müslümana müracaat ederek, bir hak talebinde bulunamaz.

Keza, ikisinin üzerinde bir eşyası olduğunda, önce müslümana sonra zimrniye hükmedilir. Eğer bunlardan birinin vekili varsa —beyyine sebebiyle— sahibinin borcunu o öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müslüman, "bir kâfirin diğer bir kafirde olan alacağı bin dirheme, kefil olduğunu" söyler; asil borçlu olan kafir, kefil olan şahsa: "Öde" diye emreylemez, müslüman kefile, iki zimmiyi şahit getirir; bunlar da: "Gerçekten asil borçlu, kefile ödedi." derler; alacaklı da, "ondan alacağını aldığını" ikrar ederse; işte o zimmî, asil zimmîden verdiğini alır.

Şayet bir müslüman, diğer müslümanda veya bir zimmîde olan alacağı için bir zimminin nefsini kefil alsa ve buna dair de zimmet ehlinden şahidi bulunursa bu durumda müsiümanın kefaleti kabul etmemesi halinde, bu caiz olmaz.

Eğer ikrar ederse, o zaman caiz olur.

Kefilin malı ödemiş olması halinde zimmet ehli buna şahit olurlar ve /'kefil, asilin emri ile kefil oldu." derlerse, o zaman kefil, asîle müracaat ederek, alacağını ister ve alır. Muhıyt'te de böyledir.

Kafirlerin bir kafirin mükatebi için şehadeti caizdir.

Bunların, efendisi müslüman olan izinli köle için şehadetleri de caizdir. Mebsflt'ta da böyledir.

Bir müsiümanın, nasrani oian izinli bir kölesi üzerine, iki nasrani şahitlik yaparlar ve: "O, şu adamı öldürdü." veya "Şu atı öldürdü." derlerse; "adam öldürdü." demelerine karşı şehadetleri caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre, at hakkındaki şehadetleri caiz olur.

îmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Kısas hakkındaki şehadetleri de caiz olur." buyurmuş ve "Hataen olan mal hariç." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet izinli köle müslüman olur; efendisi de kafir olursa; o kölenin üzerine kefalete şehadet caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.        

Bir kafir, ahm-satım hususunda, bir möslümanı vekil yapsa; iki' müslüman   şahit   olmadıkça,   onun   kefaletine  yapılan şahitlik caiz değildir.

Şayet bir müslüman, bir kafiri vekil yaparsa, o da böyledir; denilir mi?

Hayır, küfür ehlinin şehadeti de olsa, onun vekaleti caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kafir ölür ve bir müslümana vasiyyet etmiş bulunur; o ölene karşı da birisi, alacak "iddiasında bulunur ve ehl-i zimmetten de şahit getirirse;  —vasi'nin  müslüman  olması halinde— istihsanen,  onların şehadetleri kabul edilir. Zatıîrivve'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Camimde şöyle buyurmuştur:

Bir müslüman, "filan nasrani öldü ve bana vasiyyet eyledi." der ve nasranilerden de şahit dinletirse; onun alacaklısının olması halinde, ona karşı yapılan şehadet makbuldür. Bu kıyasen de istihsanen de böyledir.

Fakat, alacaklısı müslüman ise, o zaman, onun üzerine yapılan şehadetler kabul edilmez. Bu kıyasdır.

Bu İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. O, önce, böyle: "îstihsanen kabul edilir." dedi.

Keza, bir nasrani nasranilerden şahit getirerek, "filan öldü; ben onun oğluyum ve varisiyim; başka da bir varisi olduğunu bilmiyorum." der; ölen için de bir alacaklı çıkar; o da kafir olursa; onun üzerine yapı­lan şehadetler kabul edilir. Bu kıyasende, istihsanen de böyledir.

Şayet, alacaklı müslüman ise, kıyasen ona karşı yapılan şehadet caiz olmaz. İstihsanen ise, caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman, "bütün hakları için, bir nasraninin vekaletini" iddia eder ve bunu da Küfe de yapar; bir alacaklı müslüman da, "iki nasraninin  şehadetiyle,  "alacak" iddiasında  bulunursa;  şehadetleri kabul edilmez.

Eğer alacaklı nasrani ise, şehadetleri kabul edilir.

Şayet hakim, şahitleri kabul eder ye onun vekaletini hükme bağlarsa; bütün alacaklılara karşı —müslüman olsun veya olmasın— vekaleti geçerlidir. Hatta, bir müslüman alacaklı gelip, onun vekaletini inkar eylese; hakim, beyyine teklifinde bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müslüman, bir nasrariiye köie satar; nasrani de, iki nasraninin şehadetiyle hak  kazanırsa;  ona hükmedilir.  Müslümandan,  kölenin bedelini almaya müracaat ederse onu alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İbnü Semâa, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir? 

Bir nasrani, bir müslümandan bir köle satın alıp, onu da teslim alır ve onu bir başka nasraniye sattıktan sonra, bu ikinci müşteri o kölede, onu teslim aldıktan sonra bir kusur bulur ve "bu kusur müslüman satıcının yanında iken vardı." diye, şahit dinletirse; onu, bu ikinci satı­cıya geri verebilir.

Hakikaten o kusur, müslümanın yanında ve önceki müşteriye sat­madan önce mevcut ise; bu beyyine ile birinci müşteri ilk satıcısı olan müslümana reddedemez. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir nasrani, bir köleyi, diğer bir nasraniye sattıktan sonra, onu, o nasrani, başka birine satar; sonra da bu köle, on el değiştirir; hepsi de nasrani olur; bilahare birisi o, köleyi teslim alır ve asil satıcısını iddia edip şahitler dinleterek, "o kölenin hür olduğunu" isbat ederse; İmâm Ztifer (R.A.): "Beyinesi kabul edilmez." buyurdu. İlk satıcısı, müs­lüman olsa da, olmasa da, müsavidir. Hatta, en sonraki veya arada birisi müslüman olsa; hatta müslümanlardan iki de şahitleri bulunsa, yine böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Şayet son müşteri müslüman ise, —öncekiler de müslüman olsalar bile— beyyine kabul edilmez. Kölenin hür olduğuna hükmedilir ve birbirlerine müracaat ederek, verdikleri paralarını, —ilk satıcıya varana kadar— alırlar.

İlk satıcı müslüman ise, ona verilen bedel geri alınmaz. Ondan öncekinden de alınmaz.

Eğer köle, kendisinin hür bırakıldığını beyyinelerse; bu, böyledir.

Eğer, önceki satıcının kendisini azad eylediğini iddia ve isbat ederse, gerçekten önceki satıcıya teslim edilir.

Şayet şahitler, nasrani iseler, beyyinesi kabul edilmez.

Keza, ortadaki müslüman ise, beyyinesi kabul edilmez. "Onun azad eylediği" ve "ondan sonrakilerin azad eylediği" sözüne itibar olunmaz.

Fakat, ortadakinin, öncekine dair beyyinesi kabul edilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: Her hangi bir satıcı için, beyyinesi olur; o da nasraniden olursa; gerçekten o, müslüman tarafından azad edilmiş sayılır. Ve onun hürriyetine hükmedilir. Ancak beyyinesi müs­lümana karşı ise, kabul edilmez. Eğer diğerlerine karşı ise; —ta müslü­mana varan akadar— birbirlerinden kölenin bedelini alırlar. Fakat, müslümana müracaat edemezler. Ondan öncekine de müracaat ede­mezler. Ancak, müslüman ikrar eder de, onun hürriyetini kabul ederse; o zaman, —en Önce azad edene kadar— köleyi satın alanlar, birbirinden paralarını alırlar. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu Teala'dır. [29]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..