Gizli Tezkiye

Gizli Tezkiyenin Şekli Şudur:

Hakim, bir elçi göndererek müzekkiden sorar. Veya ona mektup yazar. Bu mektubunda şahidin kimliğini, mahallesini, sokağını bildirir. Böylece müzekkinin, onu iyice tanıması ve onu komşularından, dost­larından sorması sağlanmış olur. Nihâye'de de böyledir.

Hakim güvenilir kişinin eüne, yazısını kapalı ve mühürlü olarak verip müzekkiye böylece gönderir. Bunu, kimse durumu bilmesin ve bir hile yapılmasın diye böyle yapar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bundan sonra, hakim dilerse, gizli veya aşikar olan müzekkîleri toplar;  dilerse,  toplamaksızın,  iktifa eder.  Zamanımızda tezkiyeler açıktan yapılmakta ve gizli tezkiyelerde ise, içtima bulunmamaktadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Önce, alenî tezkiye, tek kişi tarafından yapılıyor ve onunla iktifa ediliyordu.

Şimdi ise, fitneden kaçınmak için, tezkiyede gizlilik uygulanıyor ve bu kafi geliyor. İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayet'edildiğine göre, O: "Aleni ( — açık yapılan) tezkiye fitne ve beladır." buyurmuştur. Hidâye'de de böyledir.

Muaddile uygun, olan tezkiyenin bulunup bulunmadığını, şahit­lerden sormasıdır. Böylece o, vasıflara sahip olup olmadîkarı anlaşılır. Nihâye'de de böyledir.

Şemsü'I-Eimme el-Halvânî şöyle buyurmuştur:

Ancak bu şahitlerin kendilerinden değil de; —Şayet komşuları ile aralarında düşmanlık yoksa ve komşusunun ondan her hangi bir kor­kusu bulunmazsa— komşularından sorulur.

Bu AH en-Nesefi'nin de seçtiği kavildir.

Bunu, İmâm Muhammed (R.A.), rivayet eylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Onun,  "adaletini" söyleyecek komşusu bulunmazsa, durumu mahalle ehlinden sorulur. Her ne kadar onlar güvenilir olmasalar bile onlardan sorulur. Tevatür olan haber budur.

Keza, mahallesindeki komşusu siga ehli değilse; onların ta'dil ve cerhlerin de ittifak vardır. Hakimin kalbinde, onların doğru oldukları vaki olur. İşte bu tevatür menzilinde olur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer muaddil, şahidi tanımazsa, onları, iki adil kimseden sorar. O zaman, onlar, o şahidin adaletini söylerlerse; bu daha isabetli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer müzekkî veya muaddil, şahidin adaletini yazarsa; yazısının altına isminide yazarak: "Adildir; şehadeti kabul edilir." der; Nihâye'de de böyledir.

O takdirde, onun adaletine itimad edilir ve şehadeti kabul olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: O zatın yazısının altına: "Bu, benim indimde adildir. Kendisinden razı olunur. Şehadeti caizdir." demesi uygun olur.

Bizim alimlerimiz, bu görüşü kabul etmişlerdir:

Bazıları ise: "Bu sözler, ta'dil olmaz. Çünkü, benim indimde" demesi vehmi gerektirir." buyurmuşlardır.

Görmüyor musun ki: Gerçekten şahit: "Hak, benim yanımda böyledir." dese, iddia sahibi bunu geçersiz sayar. Zahîriyye'de de böyledir.

Fakiyh Ebû el-Leys şöyle buyurmuştur:

"Benim yanımda demesi" hakikaten zayıftır ve bu, bana göre bir şey değildir. Çünkü, hakikatları bilen, ancak Allahu Tealadır.

O şahıs, gerçekten bildiği hususu söylemeye mecbur edilir. Ve onun içtihadı, —ayrıca- belirlenir. Mııhıyt'te de böyledir.

Eğer müzekkî, şahidin fışkını bilirse; onun aybını açmamak için bir şey yazmaz. Veya: "Allah bilir." der, Ancak, bu şahıs, hakimin istemediği başka birisini tezkiye ve ta'dil ederse, hakim onun şehadetiyle de hükmeder. Müzekki de, o şahit hakkında açıklama yapabilir. Inâye'de de böyledir.

Eğer müzekkî, şahidin adaletini de, fışkını da bilmiyorsa; isminin altına "mesturun" diye yazar. Böyîece, bir hile olmamış ve müzekkî eza görmemiş olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Muaddil, şahidin adaletini kesinlikle yazar; yoksa "bana göre adildir." demez.

Çünkü, istenilen şey onun adaletidir.

Şayet: "Ben, bilmiyorum. Ancak o adamın hayırlı bir kişi olduğunu biliyorum." derse; esahh olan, bu da ta'dil olur.

Eğer: "Tahminim onun adil olmasıdır." derse; işte bu, ta'dil olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Edebii'l-Kadî'de şöyle zikredilmiştir:

Eğer müzekkî: "onlar adildirler." derse; işte bu ta'dil olmaz.

Keza: "Onlar güvenilir kişilerdir." derse; hakim, bununla da yetinmez.

Şayet, gerçekten o adam (müzekkî): "Ben,, onu bilmiyorum. Ancak, bir çok hayırlarını biliyorum." derse, işte bu ta'dil olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bazıları da: "O adildir. Çünkü hürriyeti sabittir ve ev bark sahi­bidir" derse: fazla bir şey söylemeye lüzum kalmaz." demişlerdir. Esahh olan da budur. Fethu'l-Kadîr ve Kâfî'de de böyledir.

Eğer:   "O   adildir;   içki   içmez."   derse;   bu   ta'dil   sayılmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer müzekkî şahitleri adaletle tanıyor; iddia sahibinin davasını ise, tanımıyorsa, işte bu geçersiz olur.

Veya müzekkî, şahidin bazı hallerinde vehm ediyorsa; layık olanı bunları hakime bildirmesidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, hakimin bulunduğu yere, elli fersah uzakta olur ve bu şahıs, bir hadiseye şahit bulunursa; hakim, ona güvenilir bir kimse göndererek, muaddilden, şahidin halini sorar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer şahitler had ve kısas hakkında şahitlik yapacaklarsa; hakim onlardan inceden inceye sorar. Çünkü, çok kerre olurki onlar hadden düşerler.

Bu ha!, Sadru'ş-Şehid'in Hassâf tarafından şerh ediien Edebü'l-Kadi kitabında vardır.

Ta'dil   mektubu   gelince,   hakime   ihtiyat   olan,   onu   aynen başkasından da sormaktır.

Böylece hakim, şahitlerin isimlerini yazarak, ikinci defa da bir başkasından sorar. Eğer mektup aynı şekilde, gelirse, hükmü infaz eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Eğer  muaddil  şahitlerin  birininkini  ta'dil  diğerininkini  cerh etmişse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Cerh evladır. İkisini de ta'dil veya cerh ederse; cerh evladır." buyurmuşlardır.

Eğer, birini cerh, ikisini ta'dil etmişse; adalet sabit olmuş olur.

Eğer ikisini cerh etmiş, onunu da ta'dil etmişse, yine cerh evladır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hakim sorduğunda, onların içinde ta'n olunan varsa; hakimin, iddiacıya müddeînin şahitleri cerh etmesini sorması uygun olmaz. Bilakis ona: "Şahidini artır." veya: "Şahitlerine razı mısın?' der. Mutayt'tede böyledir.

Eğer iddia sahibi: "Ben, bunlardan daha güvenilir, daha adil şahit getiririm." derse veya hakime: "Sana, bazı isimler vereyim. Onlardan sor." der ve salih bir toplum ismi verirse; işte o zaman, hakim onun sözünü dinler.

Eğer adil bir toplum şahit getirirse; hakime layık olan, onlardan sorar. Şayet hem hakim, hem de muaddil tarafından şahitlerin adaleti

Ya şahitler adil olduklarını açıklarlar ve içlerinde mecruh bulunmadığını söylerler.

Veya mecruh olduklarını söylerler.
Birinci halde, hakim adaletlerini kabul eder. İkinci halde ise mecruh olduklarını kabul eder. Hassaf m Edebü'1-Kadı şerhı'nde de böyledir.

Fetâvâyi  Kâdîhân'da,   Zahîriyye'de,  Vakıât'ta,  Muhıyt'te ve Uyfin'da da böyledir.

Müzekkî, şahitleri ta'dil eder de, üzerine şahitlik yapılacak olan zat, hakime bir toplumun ismini vererek: "Bu şahitlerin halini onlardan sor." derse; gerçekten hakim, onlardan sorar. Eğer o topluluk, şahitleri cerh ederler veya mecruh olduklarını açıklarlarsa; işte o takdirde onların cerhi evla olur, F?tâvâyi Kâdîhân, Muhiyt ve Uyûn'da da böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Ona sorulmuş:

—Hakim, kendisi için şahitlik yapılana: "Şahitlerini ta'dil ettir." der mi demez mi? diye sorulduğunda.

İmâm:                                                        .

—Hayır, demez." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet şahitlerin adaleti, hakimin indinde sabit olmuşsa, bu durumda onların şahitliklerine göre hükmeder. ,

Sonradan, o şahitlerden birisi, başka bir hadise anlatır; o da, şahitler hakkında şüpheye sebeb olursa; hadde ara verilir mi, verilmez mi?

Bunda ihtilaf olunmuştur.

Sahih olan, iki kavildir:

Birincisi: Altı ay ertelenir.

İkincisi: Hakimin reyine havale edilir.

Sahih olan hakimin re'yi ile hükmün infazı veya adem-i infazıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki adil şahit,  şehadetlerinden sonra ölseler, hakim, onların şehdetine göre hükmeder.

Keza kaybolsalar, yine böyle yapar.

Şayet onlar, ahras veya kör olurlarsa, hakim onların şehadetin göre hükmeylemez. Hızânetü'J-Müftîn'de de böyledir.

Şayet tek olan şahidin adaleti meşhur olur; oda kaybolup tekrar geli ve muaddil: "Onun, gaybubetinin az zaman olduğunu" söylerse, (Ebt H'anîfe ve İbnü Ebu Leyla gibi,..) onlar için adalet vardır.

Şayet   kaybolan   meşhur   değilse,   muaddil   onu   ta'dil   edemez Muhıyt'te de böyledir.

Şayet sabi buluğa erişse; onun hükmü de garibin hükmü gibidir Bir yere misafir olan, (garip), tanınmış bir şahs, doğruluğuna kanaa hasıl olunca, ta'dil edilir. Fetva da buna göredir.

Eğer bir nasrani müslüman olur; sonra da şahit olursa; hakim onu önceden nasranilik halinde adil tanıyorsa şehadetini kabul eder. Eğei böyle tanımıyorsa; onu tanıyanlardan sorarak, vakit geçirmeden onun durumunu öğrenir. Zehıyre'de de böyledir.

Akdiyye'de İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayeten şöyle zikre­dilmiştir:

îki nasrani iki nasraninin üzerine şahitlik yapsalar ve bunlar adil olsalar; sonra da üzerine şahitlik yapılanlar bilahare de bu şahitler müs­lüman olsalar, bu durumda hakim önceki şehadetfe hükmeylemez.

Şayet islamiyetten sonra şahitlik yaparlarsa, bu durumda hakim, müslüman bir rnuaddilden onların adaletini sorar. Her ne kadar, önce, adaletleri tesbit edilmiş olsa bile, sonraki ta'dil muteberdir. Hakim, ona göre hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, fışkı bilinen bir şahit kaybolur; bir sene veya daha fazla, bir zaman sonra da gelir;  onun ıslâh-i hal ettiği bilinmezse; muaddile sorulur. Eğer adaletine  kail  olursa,  önceki  fışkına itibar  ediimez. Hulâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammet* (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, büyük günahlardan birisi sebebiyle şehadetten düşer; sonra da tevbe eder; zaman geçmeden de, hakimin huzurunda şahitlik yaparsa; muaddile layık oİan, kalbi kanaat getirene kadar, onu ta'dil etmemektedir. Taki, tevbesi sahih olsun. Muhıyt'te de böyledir.

Şeriat yönünden ceza almış ve yaralanmış olanların, kölelerin, fasiklann, zina edenlerin ve faiz yiyenlerin, içki içenlerin veya onları kabul ve ikrar edenlerin ve yalancı şahitlerin veya şehadetlerinden dönenlerin veya onları kabul edenleri şehadetlerini müddeî kabul etmek istemez ve hakim de bunların şehadetini kabul etmez. Fethû'I-Kadîr'de de böyledir.

İddia olunan adam, kul hukuku hususunda, şahitlerin şehadetten düşmelerine beyyine getirerek, onların zina ehli olduklarını veya içki içtiklerini ve hırsızlık yaptıklarını; veya sözlerinde durmadıklarını, yahut köle olduklarını veya birinin köle olduğunu veya iddia edenin mal ortağı olduğunu   veya  namuslu  kadına  iftira  edici  yahut  iftira  olunmuş olduğunu veya kazf cezası almış ve tatbik edilmiş bulunduğunu isbat ederse; bu isbatı kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

İddia olunan zat, beyyinesiyle, iddia edenin şahidinin kazf cezası aldığım isbat ederse; hakim şahitlerden, pnun had cezası alıp almadığını sorar. el-Asl'da da böyledir.

Çünkü, had ikamesi, hükümdar tarafından veya naibi tarafından hasıl olur. Ve, onun şehadetini düşürür.

Eğer onun tebaası tarafından yapılırsa şehadeti batıl olmaz. Onun için gerçekten sormak lazımdır.

Şayet: "Hakim, köyde had yaptı." derse; hakim bunun ne zaman yapıldığını sorar mı?

imâm Muhammed (R.A.) bu mes'eleyi el-Asl'da yazmamıştır. Akdiyye'de ise: "Gerçekten hakim, öğrenmek, öğrenmek için sorar. O zaman, kendisinin hakim olduğunu bilmesinden dolayı böyle yapar." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Savpt Havan- Ren zamanın hakiminin ikrarını ishaf der; gerçekten o'daona had yapmamış olur veya şahitlik yapmadan Önce ölmüş bulunur yahut hakim: "Ben o zaman bu şehirde yoktum." derse bunların iç birisi kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer şahitler: "Müddeî onları, on dirheme icarladı ve benim yanımda bulunan malımdan da. onu verdi." veya: "Şu kadara sulh olduk. Ben, ona mal ödedim." der ve onun şahitlerine karşı böyle söylese; batıl olur.

Bir adam, şahit olsa veya onlardan malını istese veya ikrarlarına şahitlik yapsa onlar da meclîste hazır bulunsalar; bu iş ve müddeînin ikrarı onların fasık olduğunu beyan otursa şehadetleri batıl olur. Fethû'İ-Kadîr'de de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmiştir:

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve bunun üzerine de şahitlerini dinletir veya üzerine şahitlik yapılan şahıs beyyine-sini ibraz eder ve: "Gerçekten bu şahit mecrûhdur." derse; hüküm verilmez.

Keza: "Bu şahit ortaklık iddiasında bulunuyor." derse; yine hük­medilmez. Muhiyî'te de böyledir.

Üzerine şahit dinletilen zat, beyyinesiyle: "Gerçekten bu şahitler, bu davadan öncedeki davada da şahitlik yaptılar." derse; onların şeha­detleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Üzerine şahit dinletilen zat: "Bu iki şahit köledir." der; onlar da: "Biz hürleriz. Kat'iyyen köle değiliz." derlerse, hakim onları tanıyor ve hür olduklarım biliyorsa, o takdirde meşhudun aleyhin iddiasına iltifat etmez. Şayet, hakim onları tanımıyor ve onlar bilinmiyorlarsa, üzerine şahitlik  yapılanın  (meşhudun  aleyhin)  sözünü  kabulederek, onların şahitliklerini kabûletmez. Ancak müddeî, onların hür olduklarını isbat ederse; o takdirde hakim, onların şehadetlerini kabul eder.

Şahitler: Bizden sor." derlerse; hakim sözlerine itibar etmez.

Eğer sorar da, onlar da: "Hür olduklarını" söylerlerse, hakim şehadetlerini kabul eder ve bu da güzel olur. Hızânelii'î-ÎVfuftîîTde de böyledir.

Eğer hakim, onlardan beyyine isterse; bu daha güzel olur.

Şayet bir adam gelip, o iki şahidin köleliğini iddia ederse; bu hususta kitaplarda bir yazı yoktur.

Fahru'l-İslâm Ali el-Bezdevî: "Burada, şüphe vardır. Onların şehadetini dinlememek gerekir." buyurmuştur. Eğer hür olduklarını isbat ederlerse; beyyineleri olmasa bile, bir genişlik vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, şahitler: "Biz köle idik; azad edildik." deseler; hakim, beyyineler olmadan bunların şehadetlerini kabul etmez. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Keza şahitler: "Biz aslen hür kimseleriz." deseler, hakim, bun­ların şehadetlerini de beyyinesiz kabul etmez.

Müzekkîler: "Bunlar filanın köleleri idiler. O, bunları azad eyledi." derlerse, bu durumda da hakim, onlar azad edildiklerine dair beyyine getirmedikçe, onların şehadetiyle hükmeylemez.

Eğer kendisi için üzerine şahitlik yapılan kimse, beyyine ile: "Gerçekten filan, onları azad eyledi. O, şahitlerin efendisiydi." derse; hakim onların hür olduklarına hükmeder.
Hatta o adam hazır olsa da, azad ettiğini inkar etse; onun üzerine beyyine gerekmez. Çünkü, üzerine şahitlik yapılan efendisine intisab eyler. Mtıhıyt'te de böyledir. [33]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..