7- Müfâveda Ortaklarının İhtilafları

îki ortaktan birisi, diğerine karşı,  "ortaklıklarının müfâveda olduğunu" iddia eder; diğeri ise bunu inkâr eder ve sermâye inkâr eden ortağın yanında bulunursa; söz, yeminle birlikte, inkâr eden ortağın sözüdür.

"Ortaklıklarının müfâveda olduğunu" iddia eden şahsın, beyyine getirmesi gerekir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

îddia eden şahsın, davasında haklı olduğuna dâir şahit dinletirse, bu durumda bazı vecihler vardır:
1) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve sermâyenin aralarında müşterek bulunduğuna" şahitlik yaptırabilir. Veya,
2) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve elindeki malın, ortaklık malı bulunduğuna" şahitlik yaptırabilir.

Bu iki durumda, şahitlerin şahitlikleri kabul edilir ve "malın ikisi arasında taksim edilmesine" hüküm verilir.
3) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve sermâyenin de ortağının elinde bulunduğuna" dair şahitlik yaptırır.

Bu durumda da, "sermâyenin, yarı yarıya taksim edilmesine" hükmedilir.

Bu şekildeki şehâdetin, ortaklıktan ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra olması halleri de müsavidir.
4) Bu şahıs, "ortaklıklarının, müfâveda olduğuna" dair şahitlik yaptınr ve fazla bir şey söylemezse;  bu  durumda,  Şemsü'l-eimme

Serahsî: "Bu şehâdet kabul edilir. Mal, aralarında taksim olunur." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.) de buna işaret etmiştir.

Şemsü'l-lslâm:  "Eğer,  şahitlik, dava meclisinde yapılmışsa, bu şehâdet kabul edilir. Mal, aralarında taksim olunur. "Mal, aralarında yarı yarıyadır." diye şahitlik yapılmasa veya "sermaye ortaklıktandır."

diye şehadette bulunulsa; yahut, inkâr eden, ikrar etse veya şahitler

böyle şehadette bulunsalar yine hüküm böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Hâkim, "yarı yarıya taksim" hükmünü verdikten sonra, mal elinde bulunan kimse, "o malın, kendisine ait olduğunu, mîras, bağış veya sadaka yolu ile ona sahip olmuş bulunduğunu; durumun dava edildiği gibi olmadığını" iddia ederse; bu mes'elede de bazı vecihler vardır:                                                                            .   -
1) Eğer, ortaklık iddiasında bulunan şahsın şahitleri, "ortaklığın müfâveda ve sermayenin ikisinin arasında —müşterek— olduğunu" söylerlerse; veya     
2) "Ortaklığın, müfâveda ve sermayenin de ortaklıktan olduğunu söylerlerse;

Bu durumlarda, diğirinin dâvası dinlenmez ve kabul edilmez.
3) Eğer, bu şahitler, "ortaklığın müfâveda olduğunu, malın ise, onun elinde bulunduğunu, söylerlerse; veya
4) "Ortaklığın müfâveda olduğunu" söylerler; fazla, birşey söyle-mezlerse;

Bu durumlarda davası dinlenir ve beyyinesi kabul edilir. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)l'e göredir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaliftir.

îddia olunan şahıs, elinde bulunan şeyi, iddia sahibinden aldığını iddia ederse; bu dört hâlin hepsinde de, davası dinlenir ve beyyinesi kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

îddia olunan şahıs, "iddia sahibinin müfâveda ortağı olduğunu" ikrar edip, elinde bulunan şey hakkında hüküm verildikten sonra;; "elinde bulunan bu şeyin —kendisine— mîras veya hîbe olduğunu iddia: eder ve bu hususta, beyyine ibraz ederse; —beyyinesi— kabul edilir ve davasına bakılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sermâye, bu iki şahsın yanında bulunur; her ikisi de "ortaklık­larının müfâveda ortaklığı olduğunu" ikrar ederler; sonra da, bu ortak­lardan birisi, "bu maldan, bir kısmının, kendisine babasından mîras kaldığını iddia edip, bu hususta beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu ortaklardan birisi ölür; mal da, geride kalan ortağın yanında bulunur;   ölen  şahsın  vârisleri,   "bu  ortaklığın  müfâveda  ortaklığı olduğunu" iddia ettiği halde, sağ olan ortak bnu inkâr eder; vârisler ise, "babalarının müfâveda ortağı olduğuna; o malın, sağlığında baba­larının elinde bulunduğuna veya aralarında ortak olduklarına" beyyine getirirlerse; bu durumda, malın yahsı, bu vârislerin lehine hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

Sağ   olan   şahıs,   bu   hüküm   verildikten   sonra,   "o   malın, babasından mîras kaldığını" iddia eder ve bu hususta beyyine getirirse; bu kabul edilmez.

Şayet, şahitler, "ortak iken de, bu malın, bu şahsın yanında olduğuna" şahitlik ederlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre şahitlikleri kabul edilmez; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda, şahit­likleri kabul edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mal,  ölen ortağın vârislerinin yanında bulunur;  bunlar ise, "ortaklığı"   inkâr   eder;   sağ   olan   ortak   da,   "müfâveda   ortağı olduğuna"beyyine ibraz ettiği hâlde, diğerleri de, "babalarının ölüp, o malı kendilerin mîras bıraktığına dâir" beyyine getirirler ve "bu malın, ortaklık malı olmadığını" söylerlerse; biz, onların bu sözlerini kabul etmeyiz.

Şemsü'l-eimme de, bu kavli sahihlemiş ve: "Bu, âlimlerimizin kavlidir." demiştir.

Şayet, bu vârisler: "Dedemiz öldü; bu malı babamıza mîras bıraktı." derler ve bu hususta beyyine getirirlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu sözleri, —yine— kabul olunmaz; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Eğer, eşya,»bu ortaklardan birinin yanında olur ve o da, "müfâveda ortaklığını" inkâr ederse; bu inkâr sebebiyle, bu iki şahıs, ortaklıktan ayrılırlar.

Müfâveda. ortaklığını inkâr eden şahıs, elinde bulunan şeylerin tamamının yansını tazmin eder.

Keza, bu şahıs Öldükten sonra, vârisleri, "müfâveda ortaklığını" inkâr etmiş olsa; hüküm yine aynıdır.

Şayet, bu ortakların ikisi de ölür ve her biri, bir şahsı vasî yapmış bulunursa; bu vasilerin, yapılan vasıyyeti almaları hâlinde, bunu tazmin etmek gerekmez. Mcbsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, diğerine, üç bir'Ie ortak olduğunu • söyler; iddia olunan şahıs, da, —bunu kabul edip— üçte ikinin kendisine ait olduğunu dava eder ve ikisi de, "ortaklıklarının, müfâveda ortaklığı olduğunu söylerlerse; bütün malları, yarı yarıya olur. Ve, "müfâveda olarak" hükmedilir.

Ancak, elbiseleri, evlerinin eşyaları, ailelerinin ve cima'" ettiği cariyelerinin nafakaları müstesnadır.

Bunlar, hangi ortağın yanında ise, ona mahsustur.

İstihsânen, bu ayrıldıktan sonra böyledir.

Bunlar, ayrılmış olmazlar; ancak, birisi ölür ve sonra da, ortakhk-lanndaki miktar ve nisbet hususunda ihtilaf ederlerse yine böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerinin "müfâveda ortağı olduğunu ve onun yanında bulunan malın,  üçte ikisinin de kendisine ait bulunduğunu"  iddia ettiği halde, iddia olunan şahıs, kat'î surette müfâveda ortaklığını inkâr eder; iddia sahibi ise, durumun iddia ettiği gibi olduğunu belgelerse; bu belge ve şahitler kabul edilmez. Bu kryâsen böyledir.

İstihsânen ise, bunlar, müfâveda üzere kabul edilirler. Mumyt'te de böyledir.

İddia sahibi, müfâveda ortağı olduğunu hem de, nısıf (= yarı yarıya) ortak olduğunu iddia eder; şahitler de, "üçte bir" dedikten sonra;  iddia sahibi,   "...  böyledir."  derse;  istihsânen  kabul  edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.                

Müfâveda ortaklar ayrılınca,  birisi  "malın tamamının diğer ortağının yanında olduğuna" beyyine getirirse; beldenin hâkimi, ara­larında yarı yarıya hükmeder.

Diğer ortak da, aynı şekilde, aynı hâkime veya başka bir hâkijme beyyine getirirse; hakim aynı olur ve hükümlerin tarihini bilinse, son verdiği hükmü icra etmez.

Şayet, hakim, hükümlerin tarihini bilmezse veya bu iki hüküm, iki ayrı hâkim tarafından verilmiş olursa; bu hükümlerden her biri, verildiği şahsa karşı infaz edilir. Çünkü, bu hükümlerin ikisi de sahihtir.

Bu durumda, bu iki ortağın her birinde olan mal hesap edilir. Fazla olandan alınır; az olana iade edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Müfâveda ortakları ölüp, terekelerinin tamamı, vârislerine taksim edildikten sonra; bir yerde, çok miktarda mal bulurlar ve bu ortaklardan birinin vârisleri: "Bu, bizim hakkımız." derlerse; sözlerine inanılmaz; beyyine ibraz etmeleri gerekir. Diğer vârisler yemin ederlerse, o mal, aralarında yarı yarıya taksim edilir.

Ancak, mal yânlarında olur ve bu malin kendilerine ait olduğunu isbât edebilirlerse; bu vârislerin sözlerine inanılır.

Bunu isbat edemezlerse, bu durumda bu mal, varislerin aralarında yarı yarıya taksim edilir. Ancak, bu durumda taksim, diğer vârisler yemin ettikten sonra yapılır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, bu mal, ortaklar birinin vârislerinin yanında bulunur ve bunlar: "Bu mallar, müfâvedadan önce, babamızın yanında idi." der; diğer ortağın vârisleri ise, onları yalanlarsa; bu mal, aralarında taksim edilir.

Bu mal, ortaklık malı değilse, husûsî bir maldır.

Bu mal, başkalarının yanında ise, bu durumda bu iki ortağın vâris­lerinin müşterek mallarıdır. Ancak, bir tarafın beyyine getirmesi hâli müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şahitler, bu kişilerin, on seneden beri, müfâveda ortaklığı yaptık­larına şehâdet ederlerse; hâkim bu şehâdetlerini kabul eder ve on senelik müfâveda ortağı oldukları tesbit edilmiş olur. Böylece, elinde bulunan malın, yarı yarıya taksim edilmesi hükmolunur.

Eğer, on seneden beri, müfâveda ortaklığı kurmuş olduklarına şahitlik ederlerse; bu on seneden öncesi için, hüküm verilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, iki kişiye emrederek, bir köle satın almalarını ister ve bu kölenin cinsini, fiatını söyler; bunlar da satın alır ve ortaklar birbirinden ayrıhrsa; ayrıldıktan sonra da, "köle alın" diyen ortak: "Bu, benim şahsıma ait." der; diğer ortak ise: "Bunu, biz ayrıl­madan satın aldırdın; ona ortağız." derse; yeminle birlikte, köleyi aldı-ramn sözü geçerli olur. Diğer ortağın, iddiasını isbat etmesi gerekir. Şayet, isbat ederse, bu köleye ortak olurlar. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Ortaklar: "Bu kölenin, ne zaman satın alındığını bilmiyoruz." derlerse; bu durumda,  o köle, hassaten satın aldıran ortağın.-olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Eğer, satın aldıran ortak: "Ayrılmadan önce satın alındı."; diğer ortak da: "Ayrıldıktan sonra satın alındı" derse; söz, sonrakinin sözü­dür. (Yani, sonrakinin sözü geçerlidir.) Satın aldıran ortağın, iddiasını isbat etmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, bir köleyi azâd ederse, söz müfâveda olmayanın sözü gibidir.

Bu ortaklar ayrıldıktan sonra, birisi: "Ben, bu köleyi, ortak iken, mükâtebe ettim." derse; bu sözüne inanılmaz.

Fakat, onun bu sözü, kendisine ait hisse için sahihtir ve geçerlidir.. Ortağına yemin ettirildikten sonra, zarara uğramaması için, —hissesi— iade edilir.

Şayet, bu ortak: "Ifk (= azâd) ettim." demiş olsaydı, bu sözü de, kendi hissesi için sahih olurdu. Ancak, bu durumda, —kitabetin hilâfına— diğerinin yemin etmesi gerekmezdi. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklan ayrılınca, bunlardan her biri, diğeri ile bütün ortaklıktan uzaklaştıklarına şahitlik yaptıktan sonra, bu ortaklardan birisi: "Ben, şu köleyi, ortak iken azâd etmiştim." der; diğer ortak da, onu doğrular ve: "Ben, bu kölenin tazminatını ihtiyar ettim." derse; o köleyi azâd etmiyen ortağın sözü, yeminle birlikte geçerli olur. Ve, o, köleyi tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu ortak, eğer: "Senin tazminatını ihtiyar eyledim." derse; köleye karşı yapılacak bir şey olmaz. Berâetle birlikte tazminattan uzak olur.

Şayet, bu ortak: "Ben, bir şey ihtiyar eylemedim." derse; —ortağının hâricinde,— köleyi tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İkrar eden ortak, beyyine getirirse, o köleyi tazmin etmekte muhayyerdir.

Beyyine ile isbât etmek, aynen sabit olması gibidir; köleye karşı, yapılacak bir şey yoktur.

Şayet, ortağı: "O, köleyi, ayrıldıktan sonra azâd etti." derse; bu ortağın sözü geçerli olur.

Eğer, azâd eden ortak, "o köleyi, müfâveda hâlinde iken azâd ettiğini" söyler; bu hususta, beyyine de ibraz eder ve kıymetinin yarısını da tazmin ederse; diğer ortak da, "o köleyi, ortaklıktan ayrıldıktan sonra azâd ettiğini söyler ve o da, bu hususta belge ibraz eder ve o kölenin siâyesini ihtiyar ederse, azâd edenin, beyyinesi geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ortaklıkta iken, bir köleyi bin dirheme mükâtebe yapar ve bu bin dirhemi alır ve köle ölürse; bu gerçekten, berâete (=  bir dava sonucunda, temiz ve ilişiksiz çıkma) girer.

Diğer ortak: "o, bu köleyi, ortaklıktan ayrıldıktan sonra mükâtebe eyledi." dese bile, onu mükâtebe eden ortağın sözü geçerli olur.

Şayet, ölen bu köle, geride mal bırakmış olur ve mükâtib (= o köle ile .mükâtebe yapan kimse): "Ben, onu, ortaklıktan ayrıldıktan sonra mükâtebe eyledim; onun vârisi benim." der; diğer ortak da: "Sen, onu, müfâveda iken mükatep eyledin; ikimiz birlikte, onun vârisiyiz." der ve "mükâtebin, —kitabetinden dolayı— bir şey ödemediğini" söylerse; onu mükâtebe etmiyen ortağın sözü geçerlidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde

de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, mallarından birini, vedîa ( = emânet) olarak, bir şahsa bırakır; bu şâhıs da, bu malı, bırakan şahsa veya ortağına verdiğini iddia ederse; yeminle birlikte, onun sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

İddia olunan şahıs, inkâr ederse; "emânet bıraktım." diyenin sözü ile, o şahsın, ortağına tazminatta bulunması gerekmez. Fakat, "o malı, emânet olarak almadığına" yemin etmesi gerekir.

Keza, müfâveda ortaklarından birisi öldükten sonra, bir şahıs, ölen şahsa, emânet bir mal bıraktığını iddia ederse; bunun vârislerine, bu durumu bilip bilmediklerine dâir yemin ettirilir.

Şayet, bu şahıs, ölen şahsın vârislerine, bir emânet bıraktığını iddia eder; onlarda, böyle bir emânet almadıklarına yemin ederlerse; bu durumda o şahıs, sağ olan ortağın hissesini tazmin eder. Bu miktar, sağ olan ortakla, ölen ortağın vârisleri arasında taksim edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, emâneti veren ölür; emâneti alan da: "Ben, onun yarısını, sağ olan ortağa; yansını da, ölen ortağın vârislerine ödedim." der ve yemin ederse, tazminattan uzak olur.

Eğer, bu iki grubdan birisi, o malm yarısını aldıklarını ikrar ederse; bu mala, diğer grub da ortak olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu iki müfâveda ortağıda sağ Olduğu halde, emâneti alan şahıs: "Ben, onu, ikisine verdim." der; bu ortaklardan birisi, bunu ikrar; diğeri ise, inklr ederse, emânet alan şahıs, muaftır; ona, yemin de gerekmez.

Eğer, bu ortaklar ayrılır ve emâneti alan şahıs: "Ben, onu, bana emânet bırakan şahsa verdim." derse, bu durumda, yine muaftır.

Şayet, bu şahıs: "...Diğer ortağına verdim." der; o da, bu şahsı yalanlarsa, o malın yansını, kendisine emânet bırakan şahsa öder.

Bunu, emânet bırakan şahıs alınca, diğer ortağı ile yan yarıya bölüşürler.
Eğer, emânet alanın sözünü, ortağı tasdik ederse emânet veren şahıs serbesttir: Dilerse, hissesini ortağından alır; dilerse, emânet verdiği şahıstan alır. Mebsût'ta da böyledir. [25]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..