2- Inân Ortaklığında Kâr-Zarar Ve Malın Zayi Olmasının Şartı

Inân ortaklığında, sermâye, ortaklardan ikisinden olur, emek (çaiışma) ise, bu ortaklardan sadece birine ait bulunur ve kân herkesin sermayesine göre paylaştırmayı koşarlarsa; bu caiz olur.

Bu durumda, ortaklar kârdan hisselerine düşecek miktar alacakları gibi; zarardan, hisselerine isabet eden miktarı da çekerler.

Inân ortaklan, sözleşmede, çalışan ortağın, sermayesinden fazla bir kâr almasını şart koşarlarsa, bu da caizdir.
Bu durumda, fazla sermâye veren ortağın malı çalışan ortağın yanında niüdârebe[31] olur.

Bu ortaklıkta, çalışmayan ortağa, sermâyesinden fazla kâr vemek şartı olsa bile, bu şart sahih olmaz.

Diğer ortağın yanında, çalışmayan ortağın malı, sermâye hük­münde bulunur ve bunlardan her biri, malının kazancını alırlar. Sirâ-ciyye'de de böyledir.

Sözleşmede, bu ortaklardan her ikisinin de çalışması şart koşulmuş olsa, bu şart da caiz olur.

Bu durumda, bu ortaklardan birinin sermâyesi çok, diğerininki az olsa bile hüküm böyledir.

Keza, kârı, aralarında eşit olarak veya fazialı noksanlı taksim etmeyi şart koşmuş olsalar bile, yine bu hüküm değişmez.

Inân ortaklığında, kârın taksim edilmesi, şarta bağlı olduğu halde, zarar, dâima, herkesin sermayesi nisbetindedir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklardan birisi çalışır; diğeri ise, —bir özrü olsun veya olmasın— çalışmazsa;  bu durumda da,  bunlar beraber çalışıyor gibidirler. Müzmerât'ta da böyledir.

İnan ortaklığında, kârın tamamının, ortaklardan birine ait olacağı şartı koşulursa, bu caiz olmaz. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklardan biri bin, diğeri ise iki bin getirir ve sözleşme de "kâr da, zarar da, yarı yarıya..." derlerse; bu sözleşme   . sahih olur; ancak, "zararın, yan yarıya olma şartı" bâtıl (= geçersiz)

olur.

Şayet, bu ortaklar, beraber çalışıp kazanırlarsa; kâr, koydukları şartlara göre dağıtılır.

Ancak, zarar ederlerse; zarar, herkesin kendi sermâyesi nisbetin­dedir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Inân ortaklığı sözleşmesinde, ortaklardan birinin sermâyesinin, diğerinin sermayesinden aşağı olması caizdir. Inâye'de de böyledir.

Her hangi bir şey satın almadan önce, ortaklık malı veya ser­mâyelerden biri zayi olursa, bu ortaklık bozulmuş olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir şey satın alınmadan önce, sermâyelerden her hangi biri, ister sahibinin, ister ortağının elinde olsun helak olursa; helak olan mal, sahibine aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan her biri, biner dirhem getirip, bunları birbirine katarak ortaklaşsalar, karışan bu sermayeden zayi olan, her iki ortaktan zayi olmuş sayılır. Bunlar, geride kalana da ortak olurlar.

Ancak, zayi olanın ve geride kalanın kime: ait oludğu biliniyorsa, bu durumda, —lehine olsun, aleyhine olsuin— sahibi bilinen şey, o şahsa aittir, mebsût'ta da böyledir.

Inân ortaklarından biri, kendi malı ile bir şey satın aldıktan sonra, diğer ortağın malı zayi olsa, satın alınan mal , —şartlarına göre— ara­larında taksim olunur. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Sözleşmede, vekâleti tasrih etmemiş (açıklamamış) olsalar bile, hüküm böyledir. Müzmarât'ta da böyledir.

Bu durumda, —malı zayi olan— ortak, hissesi için diğer ortağına müracaat eder. ihtiyar' da da böyledir.
tmâm   Muhammed   (R.A.)'e   göre,   ınân   ortaklığı,   müşteri hakkında, akid ortaklığıdır.  Ortaklardan her biri,  şirkette tasarruf sahîbiu.r. Nehrn'1-Fâık'ta da böyledir. Sahih olan da budur.           

Bu durum, ortaklardan birinin, bir mal satın almasından sonra, sermâyeden birinin helak olması halindedir.

Şayet, bir mal satın alınmadan önce, sermâyenin biri helak olur, daha sonra, diğer ortak, kendi malı ile bir şey satın alırsa, bu durumda bakılır: Eğer, bu ortaklar) ortaklık sözleşmesi yapılırken, vekâleti tasrîh etmişlerse, satın alman şeye, bu vekâlet sebebi ile ortaktırlar.

Sermâyesi zayi olan şahıs, diğer ortağına,hissesi için müracaat eder.

Ancak, sözleşme, mücerred yapılmış ve bunda vekâletten söz edilmemişse, bu durumda, satın alınan mal, satın alanındır. Tebyîn'de de böyledir.

Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimseye, çalıştırması ve kârının çalıştırana ait olması üzere, bin dirhem verilse» bu durumda, bundan doğacak zarar da, bu parayı çalıştırana ait olur.

Bu şahıs,--hiç bir şey satın almadan, bu bin dirhem zayi olsa, onu sahibine tazmin etmesi gerekir.

Eğer, paranın sahibi: "Bu bin dirhemi çalıştır; kârına da, zararına da ortağız." der ve çalıştıracak şahıs bir şey satın almadan, bu bin dirhem zayi olursa; bu durumda, bu bin dirhemi alan şahıs, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunun yansını tazmin eder.

îmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre ise, bu şahsa tazminat gerekmez.

Şayet, bir mal satın almış ve sonra da, bu malın bedelini ödemeden önce, bu mal zayi olmuşsa, bu durumda, bu malın yansını, emreden-, yarısını da diğeri tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından birinin sermâyesi dirhemler, diğerinin ser­mâyesi ise, dinarlar olur; ancak, bunlar, kıymet bakımından birbirleri kadar bulunur ve dirhemlerin sahibi, bunlarla bir köle; dinarların sahibi ise, bunlarla bir câriye satın alıp, bedellerini nakden öderler ve bu durumda, köle zayi olur, câriye ise ellerinde kalırsa; ortaklardan her biri, sermâyesinin yapısı için, diğerine müracaat eder.

Bu ortaklar, sermâyelerinin tamamında bir şey satın alırlar ve alı­nan bu şey de helak olursa; birinin diğerine müracaat etmesi, söz konusu olamaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Inân ortakları, dirhemlerle sonrada dinarlarla eşya satın alıp, birinin kârını diğerine ilâve etseler; bunlar kâra da, zarara da , sermâye­leri nisbetinde, satın aldıkları sırada ortak olurlar. Sahih olan da budur. Mebsût'ta da böyledir.

Inân ortakları, bir takım eşyalarla veya ölçülebilen şeylerle ortak olup, bunlarla da, her biri kendi eşyasının kıymeti kadar, bir şeyler satın alırlar; sonra da bunları satıp, taksimini isterlerse; bu durumda, bu ortaklık, söylediğimiz şekilde kurulmuşsa, o malın, satın alındığı gün­deki kıymetine itibar edilir.

Asıl'da: "Bu durumda, o mal, taksim edildiği gündeki kıymetine göre paylaşılır." denilmiş; İmlâ'daise: "Bu malın, satırı alındığı gündeki kıymetine itibar edilir." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Inân ortaklarından her birinin, peşin veya veresiye satma hakkı vardır. Sîrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu ortaklardan her birinin, borç verme, borç alma ve icârlama hakları da vardır. Tehzîb'de de böyledir.

Ortaklık sözleşmesine, böyle bir şart koymamışlarsa, ınân ortak­larından hiç biri, bir başkasını ortak edemez.

Inân ortaklarından her biri, kendi reyi ile alış-satış yapabilir. Sahih olan budur. Zehıyre'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, başka bir şahısla ortak olsa; bu üçüncü ortağın satın aldığı şeylerin yarısı kendisine, diğer yarısı ise ınân ortak­larına ait olur. Bu ortakların, o maldaki hisseleri yarı yarıyadır.

Bu durumda, ınân ortağı bir şey satın alırsa; bu şey, bu ınân ortak-larınındir. Bundan, o üçüncü ortağa bir pay yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Inân ortaklarından birisi, ortağının huzurunda, başka bir şahısla,

müfâveda ortaklığı yaparsa; bu yeni ortaklığı sahih; öneki mân ortaklığı ise, bâtıl (= geçersiz) olur.

Ancak, bu şahıs, bu yeni ortaklığı, ınân ortağının bulunmadığı bir yerde yapsa, bu durumda, bu müfâveda ortaklığı sahih olmaz. Zahîriy­ye'de de böyledir.

Inân ortaklarından hiç biri, bu firkete ait bir köleyi, mükâtep -edemez. Bunda hilaf yoktur. Muhıyt'te de böyledir..

Inân ortaklarından hiç biri, bu şirkete ait bir köleyi, bir mal karşılığında, hürriyetini verip, azâd da edemez.

Bu durumda, kendi reyi ile amel edip etmemesi de müsâvîdir.

Inân ortağı, müşterek maldan masraf ederek, evlenemez. Veya, bu şekilde, bir cariyeyi nikâhiayamaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Bedâı'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, "şirkete ait bir cariyenin, başka bir şahsa ait olduğunu" haber verse; bu haberi, ortağının hissesi hakkında, caiz olmaz.                                            

Ortağı: "Reyinde hürsün; ne yaparsan yapı" demiş olsa bile, hü­küm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mân ortağı, ortağının izni olmadan, —borcu sebebiyle— âret malından, bir rehin de bırakamaz. Senıhsî'nih Muhıytı'nde de

Inân ortaklarından birinin, ortaklık maldan, her ikisine ait olan bir borç için, bir malı rehin bırakması da caiz değildir. Böyle yapması halinde, o ortağın, bu rehni tazmin etmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhâri'da da böyledir.

Ancak, buna ortağının izni   bulunması veya borcun sözleşmeli olması  hâlinde,  rehin bırakması caiz olur.   Sirâcü'l-Vehhâc'da  da, böyledir.

Keza, ınân ortaklarından her hangi biri, şirketin borcuna karşılık, ortağının nasibinden, rehin bırakamaz.

Ancak, bu borç sözleşmesinden sonra olmuş veya bu ortağın ken­disi, böyle yapılmasını emretmişse; bu durumda, onun malı rehin bırakı­labilir.

Rehin yahut onun kıymeti veya alacak, elinde zayi olursa; bu, rehin alan ortağın hissesidir. Bu durumda, ortağı muhayyerdir. İsterse, borçluya müracaat edip, borcunun yarısını, ondan alır. Borçlu ise, rehin bıraktığı şahsa müracaat ederek, bu rehnin kıymetinin yarısını ondan alır. Dilerse, hissesini ortağından alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir ınân ortağının, "rehin aldığım" veya "rehin verdiğini" ikrar etmesi, bu husus, sözleşmede varsa caizdir; aksi takdirde caiz değildir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, bu ortaklık bozulduktan sonra, rehin aldığını veya verdiğini ikrar eder ve ortağı da bunu yalanlarsa, ikrar eden ortağın bu sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, ticâret için borçlanmış olursa; bu borcu beraberce öderler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kudûrî Şerhi'nde şöyle denilmiştir:

Inân ortaklarından her biri, diğerine: "Reyinle hareket et." demişse; rehin verme, rehin alma, başkası; ile ortaklaşma ve benzerleri gibi ticarî işlerden, hangisini yaparlarsa yapsınlar, bu, ikisi hakkında da caiz olur.

Hîbeye, borçlanmaya, malı telef etmeye, mala karşılıksız sahip olmaya gelince; işte bunlar caiz değildir.

Ancak,  bunlar hakkında da, sözleşmede bir açıklık varsa;  bu-j durumda, bunlar da, caiz olur.

Yine, Kudûrî Şerhi'nde şöyle denilmiştir:

Şayet, ortağı: "İstediğini yap; reyinle hareket et." dememişse; bu durumda, ortaklık malı, şahsî malına katamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Inân ortaklan, müdârebe şirketinde, sermâye sahibi olan şahıslar gibidirler. Mudârib yani ortağının sermayesini alan şahıs, bu mallarla, sefere çıkabilir ve yol masrafı yapabilir.

Sahih olan da budur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in yoludur. Hulâsa1 da da böyledir.

Ançak< ortak bulundukları bir mala, diğer ortağın şahsî malı karışmışsa, bu şahıs, o ortağının izni olmadan yola çıkamaz.  Şayet, bu malla yolculuk yapar ve o zayi olursa; onu tazmin eder. Bu mal, hayvan olur; ona yük yükletmiş.ve zahmet vermiş bulu­nursa; onu tazmin eder. Böyle yapmamışsa tazminatta bulunması lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, arkadaşının yolculuk için izin vermesi veya: "Reyinle hareket et." demesi üzerine, mal ile sefere çıksa; İmâm Ebû  Hanîfe (R.A.)  ile İmâm Muhammed  (R.A.)'den  gelen  sahih rivayetlere göre, sefere çıkan ortak, ortaklık maldan, kendisinin nafa­kası, kiralamaları, yemesi-içmesi, ekmeğinin katığı, bu sermayeden karşılanır.

Bu kavli, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den Hasan bin Ziyâd rivayet etmiş; İmâm Muhammed (R.A.) de: "Bu, istihsândır." demiştir.. Bedâî' de de böyledir.

Kâr varsa, bu masraflar kârdan karşılanır; kâr yoksa, sermâyeden ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Sefere çıkan ortak, temekkün edip kaldığı yerden, ailesi ile gece­lemek için aynlırsa, bu masraf ortaklığa âit olmaz; şahsî masraf olur. Tehzîb'de de böyledir. [32]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..