A'mâl Şirketi

Bu ortaklık, —iki terzi veya iki boyacının yahut bir terzi ile bir boyacının veya yaşmak dikicinin— sermayesiz olarak, işlerini kabul etmek üzere, ortak olmalarıdır.

Bu ortaklık caizdir ve bu ortakların kazançları müşterek olur. Muzmarât'ta da böyledir.

Bu ortaklardan her biri, diğerine, yapılan işleri kabul etmek hususunda, vekil tayin edilmiş hükmolunur.

Bu vekilin, yapılan işleri kabul etmesi caizdir. Bu vekil, işleri ya güzel görür veya güzel görmez.

Bu ortaklık, bazen müfâveda, bazen de inan ortaklığı olur.

Bu ortakların ortaklaşma akdi (= sözleşmesi) yaptıkları esnada, ;müfâveda sözü söylenmiş veya bu anlamda konuşulmuşsa; bu durumda, bu ortaklık, müfâveda ortaklığı olmuş olur.

Meselâ: İki san'atkar, bütün işleri veya tazminatı kabul etmeyi; kârın  veya  zararın,  yarı  yarıya  olmasını;   ortaklardan  her  birinin . diğerinin vekili olacağını; şirketle ilgili işlerde, birbirlerini temsil edecek­lerini şart koşarlarsa; bu, müfâveda ortaklığı olur.

Fakat, aralarında bir üstünlük olacağını söylerlerse; bu durumda, bu şirket, ınân ortaklığı olur.

Meselâ: Bu ortaklardan biri, işin, üçde ikisini, diğeri de, üçde birini yapacağını; kârın ve zararın, bu nisbette olacağını söylerlerse; bu durumda bu ortaklık, mân ortaklığı olur.

Keza, söz olarak "Inân ortaklığtyapacağız." demeleri hâlinde de, ortaklık, mân ortaklığı olur.

Keza, mutlak şekilde hiç bir şey söylemeden ortaklaşırlarsa; bu ortaklık da, mân ortaklığı olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bunlar, müfâveda ortaklığı kurmaz, fakat mutlak ortaklık kurar­larsa; bu ortaklık, bazı hükümler bakımından, mân ortaklığı olur.

Bu ortaklardan birisi, zayi olmuş sabun veya esnan bedelinden, :nakliyat işlerinden, amele ücretinden veya geçmiş aylara ait ev kirasından, beyyinesiz olarak, borç ikrar ederse, buna, ortağı inanmaz ve bu borcu, şahsen kendisinin ödemesi lâzım gelir.

Bu ortaklar, bazı hükümler bakımından da, müfâveda ortağı gibi olurlar.                                         .

Şöyle ki: Bir şahıs, bu kimselerden birine veya ikisine, iş verirse; bu iş veren, bu ortaklardan, hangisini isterse, onu sorumlu tutar.

Bu ortaklardan her hangi biri, iş ücretini isteyebilir. îş veren de, ücreti hangisine verirse versin, bu caiz olur.

Tazminat gerekince de, bu ortaklardan hangisini dilerse, tazminatı ondan alır.

Bu ortaklıkda, istihsânen, bu hükümlerde, müfâyedaya itibar edilir.

Bunların hâricinde, müfâveda hükümlerine itibar olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, ticarî bir suç işlese, tazminat, ikisine ait olur. îş sahibi, bu ortaklardan hangisini dilerse, onu sorumlu tutabilir. Muhıytte de böyledir.

Bu ortaklık, ınân ortaklığı olduğu zaman, bu tazminat ortağından değil, o hataya başlayandan talep edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, diğerinin hâricinde, bir iş yaparsa;   onun kazancına ortaktırlar. Bu durumda, bu ortaklığın, müfâveda —gibi— veya mân ortaklığı—gibi— olması da, müsavidir.

Bu durumda, kârda fazlalık şart koşmuş olmaları da caizdir. Biri, diğerinden fazla çalışıyor olsa bile, bu böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu ortaklardan birisi, hasta olur, yolculuğa çıkar veya çalışamaz olursa, diğer ortağın kazancı, bu iki ortak|arasında paylaşılır.

Bu ortaklardan her hangi birisi, iş ücretini alabilir. İş yaptıran şahıs, bu işin ücretini, dilediği ortağa verebilir. Ortaklıkları müfâveda ortaklığı olmasa bile bu böyledir. Bu, istihsândır. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.

Keza, bu ortaklardan birisi, işini bitirirse; diğerine yardım eder. Çünkü, o işi yapmak, ikisinin de vazifesidir. Ve, beraberce yapmaları îcâbeder.

Baba-oğul, aynı san'atta çalışıp kazanırlar ve ikisinin de sermâyesi bulunmazsa, elde edilen kazancın tamamı, babaya ait olur.

Oğul, babanın ıyâli ise yani yanında duruyorsa, o, babasına yardım ediyor demektir.

Görmüyor musun ki, bu durumda, bir oğul, ağaç dikse, bu ağaç babanın olmaktadır.

Sermâyeleri   yoksa,   karı-koca  arasındaki  hüküm   de  böyledir.

Çalışmaları sebebi ile, bunların mallan artmışsa; bu kocanındır; karısı, ona yardım ediyor demektir.

Ancak, kazançları ayrı ise, bu durumda, herkesin kazancı, kendi­sine aittir. Gunye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının pamuğunu eğirirse ve bezini dokursa, bun­ların tamamı,*kocaya ait olur. Fetâvâyi Hammâdiyye'de de böyledir.

Bu ortaklıkta, iş yarı yarıya; kazanç, üçte birli diye şart koşulsa, bu şart caiz olur. Bu, istihşândır. Kenz'de de böyledir.

Az çalışana, çok kâr şart koşmuş olsalar, esahh olan kavle göre, bu da caizdir. Zabîrîyye'de de böyledir.

Üçte bir'li kâr ortaklığını şart koştukları halde, çalışjma duru­munu açıklamasalar, bu da caizdir. Muzmarât'ta da böyledir.

Zarara gelince, bu ortaklar arasında, fazla veya noksan değil; ancak tazminat miktarında olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir ortaklıkta sermâyenin üçte ikisinin, ortaklardan birine, üçte birinin de, diğerine ait olacağı şart koşulduğu hal'de, "zarar, yarı yarıya olsun." derlerse, bu, "zararın yan yarıya olması şartı" bâtıldır. ( = geçersizdir.)   Bu  zarar,   ortaklardan  her  birinin   hissesine  göredir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, bir terziye, bizzat kendisinin dikmesi için, elbiselik kumaş teslim eder; bu terzinin de bir müfâveda ortağı bulunursa;bunlârın arasında, müfâveda ortaklığı devam ettiği müddetçe, kumaş sahibi, bunu istediği ortağın dikmesini talep edebilir.

Bu ortakların ayrılması veya birinin ölmesi hâlinde, ölen ortak kumaşın teslim edildiği ortaksa, kuma^ş sahibi, elbisenin dikilmesi husu­sunda, diğer ortağı, sorumlu tutamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bu mes'ele, kumaş sahibi, "bizzat sen dik." diye şart koşmamış olsaydı,bunun hilâfına olurdu. Bu durumda, ortaklıktan aynlsalar da, kumaşı teslim ettiği ortak ölse de, diğer ortak, o elbiseyi dikmekle sorumlu tutulurdu. Zahîriyye'de de böyledir.

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.), Nevâdir'de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, iki ortağın yanında, onlardan birinde elbisenin bulunduğunu iddia edince, onlardan biri ikrar, diğeri de inkâr ederse; bu ortağın ikrarı caiz olur. O şahsın elbisesi verilir; dikiş ücreti alınır. Bu, istihsândır. Seransî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, bu elbisede, bir yırtık bulunur; ortaklardan birisi, bunun inceliğinden olduğunu ikrar eder, diğeri ise, inkâr ederse; bu elbise, isteyenin olur. Bize göre, pu elbise, onu inkar edenin olur.

Eğer, inkâr eden ortak, bu elbisenin diğer orağına âit olduğunu, önceki inkarından sonra, ikrar eder ve bunu iddia ederse; elbise hakkında, bunun ikrarı öncekinin ikrarı —gibi— olur. Sözü, nefsi üze­rine doğrulanır.

Bu ortak, tazminat için, diğer ortağına baş vuramaz.

Bu ortaklardan birisi, zayi olmuş (sakatlanmış, yırtılmış) bu elbiseyi kendisinin diktiğini ikrar, diğeri ise inkâr eylerse, ikrar eden ortağın, bu elbiseyi tazmin etmesi gerekir.

Keza, bu ortaklardan birisi, kullanılmış sabun borcu, işçi ücreti veya geçmiş ayların dükkan kirası borcu ikrar eder, diğeri ise, beyyine olmadan, ona inanmazsa, tazminat, ikrar edenin şahsına münhasır olur.

îcâr geçmemiş, sabun kullanılmamış olursa, bunu ikrar eden ortağın sözü, diğer ortağı hakkında da geçerli olur ve borçlarını bera­berce öderler.

Bu ortaklardan birisi, —bir şey satın almadan— borcun, ikisine âit olduğunu iddia ederse, onun sözü geçerli olur.

İki kişi, hac kitapları nakletmek ve Allahu Teâlâ'nın vereceği rızkı, aralarında yarı yarıya bölüşmek üzere ortaklaşsalar, bu ortaklık­ları caiz olur. Künye'de de böyledir.

İki muallim {-  öğretmen), çocuklara ezber yaptırmak, kitap okutmak, Kur'ân ta'limi yaptırmak üzere ortaklaşsalar; SadnTş-Şehîd: "Muhtar olan, bu ortaklığın caiz olmasıdır." demiştir. Hulâsa'da da böyledir

Fıkıh öğretmek için ortaklaşmak da böyledir. Nehru'I-Fâık'ta da böyledir.                                                   

Haram bir iş yapmak üzere ortaklık tesis etmek sahih olmaz. Dellallann ortak olmaları da sahih değildir.

Kurrâların da, zemzeme ile okutmak hususundaki ortaklıkları sahih olmaz.

Zemzeme: Bir topluluğu, tek bir sesle (= hep bir ağızdan) okutmak demektir.

Bu şekilde, med yapılmayacak yerde, med yapmak ve bazı kelime-Ieride bölerek okumak ihtimâli vardır.

Bir mecliste, ta'ziyeyi de, böyle, hep bir ağızdan yapmak caiz değildir. Künye'de de böyledir.

tbn-i Semaâ'a, tmâm M un a m m e d (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Ölçücülük işi yapan üç kişi, yiyecek maddeleri ölçmek üzere, aralarında, kazançlarına ortak olmak için bir şirket kursalar; bir yiyecek maddesini de, belli bir ücretle ölçmek üzere alsalar ve bu üç kişiden birisi hastalanıp iş yapamadığı halde, işi, iki ortak yapsa; alman ücret, üçe bölünür.

O ortaklar hasta olunca, diğer iki ortak, onun işini yapmaya razı olmayıp, onun da bulunduğu bir yerde, bu ortaklığı bozsalar veya bu ikisi: "Şahit olunuz biz, aramızdaki ortaklığı bozuyoruz." dedikten sonra, ölçecekleri şeyin tamamını, ikisi ölçseler; bunlara, ücretin üçte ikisi verilir. Üçte birden, bu iki şahsa, ücret yoktur. Bunlar, —bu miktarı— fazladan ölçmüş olurlar. Üçüncü şahıs da, o iki kişinin aldığı ücrete ortak olamaz.

Keza üç kişi, bir şahsın işini yapmayı kabul etseler, bu, ortaklık olmaz.

Sonra, bu işi, o üç kişiden birisi, yalnız başına yapsa, ona, ücretin üçte biri verilir.

Diğer, —üçte iki— işi, fazladan yapmış olur.

Bu işin sahibi, bu üç kişiden her hangi birini, işin tamamının yapıl­masından sorumlu tutamaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Üç kişi, sözleşmesiz ve ortak olmaksızın, bir işi kabul ettikten sonra, birisi gelip, bu işin tamamını yapsa, bu şahsa, ücretin üçte biri verilir. Diğer, iki şahsa, bir şey verilmez. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir terzi ile çırağı, usta biçmek, çırak da dikmek üzre, kazançları yarı yarıya olmak şartıyla, ortaklaşsalar,

Veya, iki çulha (= bez dokuyucu), birisi ipi eğirmek, diğeri de dokumak üzere ortklaşsalar, uygun olur.

Bu ortaklıklar, —bir terzi ile bir boyacının ortaklaşmasının sahih olması gibi—sahih olur. Künyede de böyledir.

Bir san'atkar, dükkanında bulunan bir şahısla, işi onun yapması ve kâra ortak olmak üzere, sözleşme yapsa; bu, istihsânen caiz, âlimler: "Bu işi, çırak kabul etse, bu da caiz olur." demişlerdir.
Bu işte, dükkan sahibinin çalışması da caizdir. Fakat, dükkan sahibi: "Sen, kabul etmesen de, ben kabul ediyorum; sana bıraktığım işin yarısını yap." demiş olsa, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir. [35]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..