6- ŞİRKETLERLE İLGİLİ MUHTELİF MES'ELELER

Ortaklardan birisi, izni olmadan, diğer ortağının malının zekâtını veremez, ihtiyar'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre: Ortaklardan her biri, diğerine, kendisinin zekâtını ödemek hususunda  yetki verince, bilerek veya bil­meyerek, her ikisi de zekâtları verseler, her bir ortak, diğerinin nasibini tazmin eder. Kâfî'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi,'zekâtları ödedikten sonra, diğer ortakda, onu müteakip, bilerek veya bilmeyerek, zekâtları verirse; ikinci ortak, birincinin hissesini tazmin eder.

Bu da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Buna göre, zekât veya keffâretleri ödemek üzere vekil tâyin edilen şahıs varken, onu tayin eden kimse, bizzat kendisi, onunla beraber veya ondan önce ödeme yaparsa, mes'ele yukarıdaki gibidir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, ıhsar kurbanı kesmekle me'mur edildikten sonra; ıhsar kaldırılır ve âmir hac yaparsa, me'mur bunu bilsin veya bilmesin, bu ıhsar kurbanını keserse, onu tazmin etmez. Bu, bi'1-icma' böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Hakiki olsun, hükmî olsun, bir şahsm yüzünden diğerinin de borçlandığı ve ikisinin ödemesi gereken her borç, aralarında müşterektir.

Bu şahıslardan her hangi birinden alınan miktara, diğeri de ortaktır. Muhıyt'te de böyledir.

îki şahsın, ortak bulundukları bir köleyi satmalarından dolayı, bir kimsede bulunan alacakları; ortak oldukları ve ödünç verdikleri, bin dirhemleri; ikisine ait ve helak olmuş kumaşları veya bu iki şahsın, veraset yolu ile bir şahısta alacakları olduğu zaman, bunlardan birisi, hissesini veya hissesinin bir kısmını alırsa, diğeri, ona ortak olur ve aldığının yarısın* alır.

Bu alacakların yeni veya eski olması da müsavidir. Sirâcü'I- Veh-hâc'da da böyledir.

Borç olan şahıs, onu, ortağının malından vermek isterse, buna hakkı yoktur. Ancak, bu ortağının razı olması hâli müstesnadır.

Keza, diğer ortağın, borç alan şahsın aldığı kadarını, ondan almaya hakkı yoktur. Ancak, o razı olursa alabilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir of tak, alacağı, borçluya bırakmak yani almamak isterse, ortağına müracaat eder; o da, böyled yapılmasına razı olursa, yapar.

Bu ortağın, o borçludan aldığı helak olursa, ortak, onu tazmin etmez; bunun bir mislini de, diğer ortak borçludan alır. Kunye'de de böyledir.

Şirket-i deyn ortaklarından birisi, alacakları tahsil etmesi için, bir vekil tayin eder; vekil de, alacağı alır; fakat, bu yanında zayi olursa; bu mâl, müvekkiline karşı, helak olmuş olur. Şayet duruyorsa, buna ortağı ile müşterektir.

Alacağı alan ortak, bunu bağışlamak,bununla fborcunu ödemek veya çeşitli şekilde zayi etmek gibi bir yolla elinden çıkarırsa, aldığı bu alacak miktarının yarısını ortağına öder.

Bu mal, birinin elinde duruyor olsa bile, alan şahsın ortağının, onu, ; o şahıstan alma hakkı yoktur. Sirâcü'I-VehhâcMa da böyledir. Bir ortağın, diğer ortaktan aldığı miktarı, veren ortak, borçluda olan alacağın   içinden alır. Geri kalan alacak, bu ortakların arasında, yarı yarıya taksim edilir.

Meselâ: Bm dirhem alacakları olan ortaklardan birisi, bunu beş yüz dirhemini alınca, diğer ortak da gelip, onun yarısını bu ortağından alsa; borçluda kalan beşyüz dirhemin yansı, önceden beş yüz dirhemi olan ortağın olur. Bu ise, iki yüz elli dirhemdir.

Başka alacaklar da, aynen böyledir. Bedâi'Me de böyledir. Hakikaten ve hükmen veya hakikaten olmadığı halde hükmen . ian, ayrı ayrı iki sebepten meydana gelen alacaklar, müşterek olmaz.

Bu durumda, ortaklardan biri, bu gibi bir alacaktan, bir şey alsa; ona diğer ortak, ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir. İki kişi, befiî bir bedelle, bir köle satar ve bunlardan birisi, o , kölenin bedelinden bir şey alırsa, diğer şahıs, bunun aldığına ortak olur.

Ancak, bunlardan her biri, —hisselerini— ayrı ayrı alacaklarını   . söyleseler ve bu durumda birisi bu kölenin bedelinden bir şey alsa, jzâhiru'r-rivâyede diğer arkadaşı, ona ortak olamaz. Zahîriyye'de de İböyledir.

îki şahıstan birinin kölesi, diğerinin de cariyesi bulunur ve bun­ların ikisini birlikte bin dirheme satarlarsa, bedellerini müştereken alırlar.

Ancak bu şahıslardan her biri, memlûkeleri için birer bedel tayin ye tesbit etmişlerse, zâhiru'r-rivâyeye göre, bu durumda, birinin aldığına diğeri ortak olamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, iki şahsa, "kendisine , bir.câriye satın almalarını'* emreder; onlarcla satın alırlar ve bedelini ortaklık maldan veya ayrı ayrı maldan öderlersevâmirden aldıkları mala ortak olamazlar. Muhıyt'te de böyledir.             

Bir şahsın, başka bir şahsa, bin dirhem borcu olur; alacaklı, borçludan iki kişiyi kefil alır; bu kefiller de, o bin dirhemi, —aralarında ortak bulundukları maldan— öderlerse; bu kefillerden biri, bilâhare borçludan bir şey alınca, diğer kefil de, alınan bu şeye ortak olur. Hızâ-netü'l-Müfttn'de de böyledir.

Bu kefillerden biri, borçludan bir şey alır ve bu aldığı şeyle de —kendisi için— kumaş satın alırsa, aldığı bu kumaşın yarı parasını, ortağına verir. Ortağının, bu kumaşta bir hakkı yoktur.

Ancak,   bu   kumaşa,   aralarında   ortak   olmaları   da   caizdir. Sirâcü'i-VehhâcMa da böyledir.

Bu kefil, hissesi ile kumaş satın almaz da, borçlu île anlaşıp, alacağına mukabil kumaş alır, sonra da, ortağı talepederse; kumaşı olan şahıs muhayyerdir: İsterse, ortağına, o kumaşın yarısını; isterse onun bedelini verir ve alacaktan düşer. Bedâi"de de böyledir.

Bu iki ortaktan birisi, borçludan bir şey almak ister ve bu alacağı şeye de, diğer ortağını, ortak etmek istemezse, bunu çâresi şudur: Borçlu olan şahıs, bu alacaklısının hissesi kadar olan borcunu, ona hîbe edip teslim eder. Böylece, onun alacağı hisseden kurtulmuş olur.

Bu durumda ise, diğer ortağın, bu ortağa bağışlanmış şeyde, ortaklık hakkı olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şâhsın, bir kimsede, bin dirhem alacakları bulunur; bu şahıs­lardan birisi, kendi hissesini, bunda diğerinin hakkı olmadan almak isterse, ne yapabilir?

Bu hususta, Nasıyr şöyle demiştir: Bu şahıs, alacaklı bulunduğu şahsa, bir avuç kuru üzümü, ondaki alacağına bedel olarak satar ve bu üzümü ona teslim edip, bedelini bu borçludan talep eder; alacağını istemez.

Böylece, borçlu borcundan kurtulmuş; alacaklı da alacağını almış olur ve aldığı bu şeye, diğer arkadaşı ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bu alacaklılardan birisi, hissesini borçluya bağışlar veya ondan vaz geçerse, diğer ortağına bir şey ödemez.

Bu alacak* bin dirhem olur ve ortaklardan biri, yüz dirheminden vaz geçtikten sonra, bu alacağa mahsuben bir şey alırsa, herkes hakkı nisbetinde alır.

Borçlu, dokuz yüz dirhemin dört yüzünü, yüz dirheminden vaz geçen şahsa; beş yüz dirhemini de sükut edene öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Eğer, bu vaz geçme işi, borç alındıktan sonra ve taksimden önce ise bu böyledir. Eğer, almanı eşit şekilde taksim etmişler ve bundan sonra, ortaklardan biri, bu borçluya bir şey teberru etmişse, önceki taksim şekli bozulmaz. Tatarhânîyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alacaklılardan birinin kendi hissesini te'hir etmesi caiz değildir.

Bu alacaklının, ortağının hissesini te'hir etmesinin caiz olmadığında ise, ihtilâf yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Alacağını  te'hir etmeyen ortak, bunu  tahsil edince, diğer ortağının, borç çözülene kadar, bu alınan şeye ortaklığı yoktur.

Borç çözülünce, öncekinin aldığı mal elde duruyorsa, buna, diğeri de ortak olur.

Zayi olmuşsa, önce alan, bu şahsın hissesini tazmin eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Şayet, te'hir etmeyen bir şey almadan, te'hir edilen zaman da tamam olmuşsa, iş önceden olduğu durum üzerine döner.

Bundan sonra, birinin aldığına, diğeri de ortak olur. Bedâi"de de böyledir.

Eğer   borçlu,   borcundan   yüz   dirhemi,   aceleten   (=   vadesi gelmeden   ortaklardan birine öderse, diğer ortak, ondan, elli dirhemi alır. Bunu alınca da, kendisine, yüz dirhem, aceleten ödenmiş olur. Ve borçluya müracaat ederek, aceleten elli dirhem daha alır.

Görmüyor musun ki, borçlu, te'hir edilmiş olan, beş yüz dirhem borcu, acele olarak ödese, bunun yarısını, borcunu te'hir etmeyen ortak alıyor. Ve borcunu te'hir eden de, ortağının aldığı kadarı almak için, borçluya müracaat ediyor. Bu da, böyledir.

İki kişinin, bir şahısda, uzun vadeli alacakları olur ve borçlu, bunlardan birinin hissesini, aceleten öderse, bunu aralarında yarı yarıya taksim ederler. Geri kalan alacakları ise, tecilli olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, alacaklı bulundukları bir kadını, kendi his­sesine karşılık olarak nikahlarsa; diğer ortağı, ona bir şey için müracaat edemez.

İmâm Muhamnıcd (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu ortaklardan biris, beş yüz dirhem yollayarak, bu kadını nikah­larsa, diğer ortağı, ondan, beş yüz dirhemin yarısını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bu  ortaklardan birisi,   hissesine  düşen  alacak   mukabilinde, borçluyu ücretle çahştınrsa, İmamların kavillerine göre, diğer ortak, ona müracaat edebilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ortaklardan birinin, bir şahısta alacağı bulunur,fakat, bu alacak, ortaklık  anlaşmasından önceye ait olur ve borçlu da,  bunu böyle söylerse, diğer ortağın bu durumda, bu ortağa müracaat hakkı yoktur.

Şayet, borç, ortaklık anlaşmasından sonraya ait olur ve borçlu da bunu böyle anlatırsa, bu durumda, o ortak, müracaat ederek, alacağın yarısını alır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, borçlunun, kendi şahsına olan borcunun, ikisine ait olan borcundan önce olduğunu ikrar ederse; bu durumda, diğer ortağın, buna karşı yapacağı bir şey yoktur.

Keza, bu ortaklardan birisine karşı, başka bir şahıs, bir cinayet işleyip, beş yüz dirhem diyet bedeli verse; diğer ortağın, bunda bir hakkı olmaz. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Alacaklı olan iki kişiden birisi, borçluya karşı, bir suç işler ve alacağına karşı sulh olurlarsa, diğer ortağına bir şey gerekmez. Çünkü o, bu şahsa, bir şey teslim etmiş değildir. Bedâi"de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle denilmiştir:

Alacaklı olan iki kişiden biri, borçlunun, bedeli alacakları kadar olan, bir malını zayi eder ve alacaklarını buna sayarlarsa, diğer ortak, hissesi için, ortağına müracaat eder.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Alacaklı olan, iki ortaktan birisi, borçlunun bir malını ifsâd eder veya onun bir kölesini öldürür yahut bir hayvanını boğazlar ve bu da, borcuna mukabil olursa» diğer ortağın, borçluya müracaat etme hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu ortaklardan biri, alacağı aldıktan sonra yakar veya onu gasben alırsa, ortağı, bi'1-icma' bu ortağa müracaat eder.

Keza, bu ortak, borçlunun bir malını fâsid bir satın alışla alır ve onu satarsa yahut hu şekilde aldığı şey köle olur ve onu azâd eder yahut o, yanında zâyı olursa, diğer ortak, bu ortaktan hissesini alır.

Bu ortaklardan birisi, alacaklı oldukları şahıstan, alacakları mukabilinde, bir rehin alır ve bu rehin bu ortağın yanında zayi olursa, bu ortak, diğer ortağının hissesini tazmin eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu ortaklardan birinin, fâsid bir şekilde satın aldığı mal veya mürtehînin yanında bulunan rehin, semavî bir âfetle, helak olursa, bu şahsın, ortağına, hissesini tazmin etmesi gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Nevâdir'de, Ibn-i Semâ'a, İmâm Muhammed   (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

İki ortağa borçlu bulunan bir kimsenin kölesini, bu ortaklardan birisi öldürüp ona kısas gerekince, borçlu olan şahıs, beş yüz dirheme sulh olsa; bu caiz olur. Bu durumda, borçlu, katile olan borcundan kur­tulur. Katilin ortağı ise, bu beş yüz dirheme ortak olur ve bunun yarısını alır. Bedâi"de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

Alacaklılardan birisi, borçluya,, kısas olarak, bir ödeme yapsa, ortağına, bundan bir şey yoktur.

Kefilinin yerine gerekse bile, yine ortağının müracaat hakkı olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu şahıs, ortaklardan birinin hissesi yerine, bir kefil gösterse veya bu borcunu, başka birisine havale etse, bu kefil veya havaleye, diğer ortağı da müşterek olur. Zehıyre'de de böyledir.

İki ortağın, bir şahısta, bin dirhem alacakları bulunur; borçlu ise, bu ortaklardan biri ile, "bütün borcuna karşılık, yüz dirheme anlaşma yapar" ve bunu da alacak olursa; diğer ortağın izin vermesi hâlinde, böyle yapması caiz olur.

Bu yüz dirhemin yarısı, diğer ortağındır.

Alınan bu yüz dirhem, zayi olursa; güvenilir bir adam olması Jıâlinde, bu şahsa tazminat yoktur.

Bu durumda, borçlu da borcundan kurtulmuş olur.

Diğer ortak, "sulh*' için izin vermiş olduğu halde, "yapacağın işe izin verdim." demese; bu durumda, bu ortak borçluya müracaat ederek, elli dirhemini alır.

Bu durumda, borçlu da, kendisinden yüz dirhemi alan ortağa mü­racaat ederek, elli dirhemini alır.

"Sulh olmaya" izin vermek, "o alacağı almaya" izin vemek demek değildir.

iki ortağın, bir şahsın yanında, bir köle veya bir evleri bulunur ve bu ortaklardan —sadece— birisi, o şahısla yüz dirheme sulh olursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Yanında köle bulunan şahıs, bunu ikrar ederse, bu durumda, diğer ortak, bu yüz dirheme, ortak olamaz; şayet, inkâr ederse, ortak olur." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bu durumların her ikisi de müsâvî-dir; ona ortak olamazlar." buyurmuştur.

Ancak, bu köle zayi olmuşsa, o zaman ortak olurlar. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

İki şahıs, bir kişiden, her ikisi de, biner dirhem vererek bir cariyenin yarısını biri, yansını da diğeri satın aldıktan sonra, bu cariyede bir ayıb (= kusur, noksan) bularak, onu geri verseler ve bu şahıslardan birisi, hissesi olan bin dirhemi geri alsa arkadaşı onun aldığı bu bin dirheme ortak olamaz.

Bu, önce verirken karışık vermiş olsalar da her ikisi birden vermiş olsa da böyledir.

Ancak, bu câriye hür çıkarsa ve bu iki kişi de dirhemleri karışık vermiş olurlarsa; ikinci şahıs, birincinin aldığı bin dirheme ortak olur.

Keza, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir kimse, "iki kişiden satın aldığı, bir cariyenin bedelinden, bin dirhem borçlu olduğunu" ikrar eder; o iki kişiden biri: "Doğru söyledin"; diğeri ise: "Yalan söyledin, lâkin senin ikrar ettiğinin beş yüz dirhemi benimdir." derse; borçlu, beş yüz dirhemi öder; diğer ortaîc, buna ortak olamaz. Borçlunun da: "Bu, ikisinin arasındadır." demesine inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahısta, bin dirhemleri olan iki kişiden birisi, b«rçlu adına, ortağına tazminat verse;!bu ödeme bâtıldır.|Şayet,İbunu ödemişse,geri alır.

Fakat, ortağına bir şey ödemez de, borçlu, onun hissesini kefaletsiz olarak verirse; bu sahih olur.

İki ortaktan birinin kazası sahih olunca, ödenen şeye, diğeri ortak olamaz.

Borçlu veya bir yabancı, iki ortaktan birinin hissesini öderse; ödenen bu şeye, diğer ortak da müşterek olur. Zehiyre'de de böyledir.

Ali bin'el-Cu'd, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:.

Borçlu ölür ve alacaklı ortaklardan biri de, onun vârisi bulunursa; ölen şahsın bıraktığı maldan, bu ortağın hissesine düşende, diğer ortağın bir hakkı olmaz. Bedâi"de de böyledir.
Üç kişinin, bir şahısta alacağı bulunur ve bunlardan ikisinin olmadığı bir yerde, üçüncü alacaklı medyun (= borçlu) dan, hissesini isterse; medyun, bunu ödemeye icbar edilir. Suğrâ'da da böyledir. [38]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..