17- ŞÜF'A İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER

İmam Muharamed (R.A.), Câmi'nl-Kebîr kitabında şöyle buyurmuştur: Bir şefi', şüf a sebebiyle hak kazandığı yerinin bir kısmını sattığın­da, o yer taksim edilmiş bir yer olmazsa; şüf'ası bâtıl olmaz.

Keza bir kimse, taksim olunmuş yerinin, bir kısmım satarsa; şüf'­ası batıl olmaz.

Satılmış yeri takip eden taksimli yerinin bir kısmını satarsa; o yüz­den şüf ası bâtıl olur. Yolları bir olan iki yer bulunur ve bu iki yerin birisi, iki adamın; diğeri de bir adamın olur ve bir adamın olan yeri sa­hibi satarsa; diğer iki şahıs, o yola şefi' olurlar. O yeri, ikisi aralarında taksim etseler ve yerin bir kısmiyle, yol, birisinin sehmine düşse, oralar onun olur.Diğerîne yol kalmaz. O zat da, ana caddeye karşı, yolunu açıp, kapısını o tarafa çevirir satılan o yere ikisi de komşu olurlar.Yal-nız, yolu olan, şüf'aya daha hakllıdır. O şüf asını teslim eder ve diğer komşu, komşu şüf'ası olarak alırsa; önceki taksim sebebiyle şüf ası bâ­tıl olmaz. Mnhıyt'te de böyledir.

Şefi', bir arsayı şüf ası sebebiyle alıp, onun içine ev yapar veyt ağaç diker; sonra da oraya bir hak sahibi çıkıp, bu hak sahibi, şefi'a, "evi yıkmasını, ağaçlan sökmesini" teklif ederse; bu durumda şefi', pa­rası için müşteriye müracaat eder; o binanın ve ağaçların kıymeti için ilk satıcısına da müracaat edemez. Yâni sökme masraflarını hiç birinden alamaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bize göre şüf a aded-i rüûs üzerinedir.

Bir yer üç kişinin olduğunda, yansı birinin; üçte birisi de, diğer birinin; altıda biri ise üçüncü kişinin olur ve yarı hissesi olan şahıs, hisse­sini satınca, diğer ikisi şüfa isteseler; satılan yer onların arasında yan yarıya hükmedilir.

Şayet altıda biri sahibi hissesini satarsa; o da diğer ikisine yan ya­rıya taksim edilir.

Şayet içlerinden bazısı sakıt olursa; kalanlara hükmedilir.

Ortaklardan bazısı huzurda bulunmazsa; hazırda olanlara aded-i rüûsa göre hükmedilir.

Tamamı, hazırda olan için hükmedildikten sonra, diğer ortaklan gelirse; ona da yarısı hükmedilir.

Sonra da üçüncü gelirse, ona da üçte biri hükmedilir. Huzurda olana tamamı kendisine hükmedildikten sonra, önceki tamamını almaz; an­cak, yarısını alır. Kâfi'de de böyledir.

Bir adamın, bir şahsın bir yerini, filân şahsa şu kadar fiyatla sat­mış ve parasını da almamış olduğunu zannederek, ona: "Senin satın al­dığını ben alacağım." der; o da şefi' olursa; -satıcının, sattığını ikrar etmesi halinde, şüfa hakkı ile o yeri alabilir. Eğer, satıcı satmış oldu­ğunu inkar ederse, bu durumda şefi'in, müşteriyi dâva hakkı olmaz. Mh-hıyt'te de böyledir.

Bir adamın yerinin yanı satıldığında; komşu "onu, satanın, o yeri Öz sahibi olduğunu zanneder ve dâva edince şüf asının kaybolmasından korkarsa; şüfa istemesi mümkün olmaz; o takdirde ne yapacaktır?

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu şahıs: "Bu yer benimdir." der ve "Benim değilse, şefi'siyim." diye -durmadan- ilâve eder. Şayet, bu arada susarsa; şüfa talebi hakkı­nı kaybeder. Fetâvâyi Kitfhân'da da böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İddia eylediği zaman: "Beyyinem kayboldu; fakat ben şüfamı alacağım" der ve bu ikrar olur. Eğer oraya, sahibi mâlikse beyyinesi geçersizdir ve şüf ası yoktur.

Şayet yansım iddia ederek: "Beyyine ikâme ederim" der ve ortağı olarak, yansım alırsa bu caizdir. Tatırkuüyye'de de böyledir.

Bir adamın, bir yerini bir kimse gasbeder ve o yer onun yanında satılır; bu durumda gâsıp ve müşteri şüf ayı inkâr ederlerse; bu şüf a-nın temiz olması umulur. Hatta, sahibine karşı beyyine ibraz ederse; şüfa sabit olur. Gâsıbın hasmı, hâkime şikâyet edip, durumu olduğu gibi ha­kime haber verirse; o takdirde duruma bakılır: Eğer beyyine ikâme ederse, hem o yer; hem de o yerin şüf ası, ona hükmedilir. Çünkü, beyyine mevcuttur.

Şayet beyyine ikâme edemezse: hepsine de yemin verilir. Eğer di­ğerleri yemin ederlerlerse, ona birşey hükmedilmez. Eğer yemin edemez­lerse, her iki yer de o adama hükmedilir.

Şayet gâsıp, yemin eder de, müşteri yemin edemezse; gasbedümiş bulunan yer hükmedilmez ve şüf ada ona hükmedilir.

Eğer bunun aksi olursa; yâni gâsıp yemin edemezse, hüküm de ak­si olur. Çünkü, yeminden kaçınmak diğerini ikrar olur. Tamamın ikra­rı da hasseten hakkının senedi olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, bir yer satın aldığında, o yerin de şefi'i olur ve bu ye­rin bitişiği satılır ve müşteri şüfa talibinde bulunursa: ona hükmedilir; sonra da, şefi' gelirse, onun yanındaki, ona hükmedilir; ikincisi ise, müş­teriye hükmedilir.

Eğer şefi', her iki yerin de şefi* ise; mes'ele yine hâli üzeredir; ön­ceki yerin tamamı, ikincinin de yansı ona hükmedilir. Bedâi'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir adam, bir yerin yansını satın aldıktan sonra, kalan yansını baş­kası satın alır ve önceki müşteri, -ortaklık şüf asından dolayı- dâva ederse; ona hükmedilir. Sonra da komşu, iki şüf ayı da dâva ederse; komşu ön­cekinin satın alınmasına daha haklıdır; ikincide hakkı yoktur. Çünkü hâkimin hükmü olmuştur. Keza, bir kimse, bir yerin yarısını satın alır; diğer yansını da başka bir müşteri satın alırsa; önceki yarıyı, komşu al­madan önce dâva açamazlar. Komşu önceki yarıyı alınca, ikinci yarıyı almaya da daha haklı olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şüf ada aslolan;, mülke,-tam satış sırasında- hak sahibi olmak­tır. Sonradan ihdas mâlik olamaz.

Çünkü, şüf anın sebebi, mülklerin bir birine ittisali (bitişik olması) dır-Bu da satış zamanında mu'teberdir. (geçerlidir)

Şefi' o yeri aldığı zaman, isbtihkakı sebebiyle almış olur. Eğer, bu hâkimin hükmüyle olursa, herkesin hakkı sabitleşir. Eğer kendi rızaları ile olursa; bu haseten kendi hisselerine ait olur.

Bir adam, iki bin dirheme bir yer satın alıp, karşılıklı teslim te­sellüm yaptıklarında: bir başkası, orayı iddia eder; müşteri de onunla beşyüz dirheme anlaşma yaparsa; şefi; o yeri, müşteriden önceki aldığı ikibin dirhem üzerinden satın alır. îddia sahibinin beşyüz dirhemini red­dedip kabul etmez. Çünkü, hakim, o yerin, sahibine ait olduğuna hük-meylemiştir. Bu durumda dâvâcı ile aralarında dava konusu kalmamış­tır ve davacının aldığı o yeri haksız olarak aldığı meydana çıkmıştır.

Bu durumda, sulh da bozulur.

Şayet şefi' o yeri hükümsüz aldı ise, yine o beşyüz dirhemi vermez. Çünkü, o ikisinin (müşteri ile davacının) aralarında, kendi rızaları ile yapılan bir iştir. Kendi aralarında hücettir; başkaları ile ilgisi yoktur. Şefi' ile aralarında husûmet (dava) yoktur. Serahâ'nin Mubıyt'ınde de böyledir.

Bir adam, bir yere vâris olduğunda; o yerin yanındaki bir yer de satılır ve şüf'a hakkiyle, orayı da satın aldıktan sonra, o satın aldığı ye­rin yanındaki yer de satılır; bundan sonra da o şahsın vâris olduğu ye­re, bir hak sahibi çıkar ve o şahıs şüf a hakkını da isterse; bu şahıs ikin­ci yeri de alır. O vâris, ancak üçüncü yere mâlik olur. Kudûri, böyle söy­ledi; fakat, müstehak şüf a istemezse; durumun ne olacağını söylemedi.

Müntekâ'da ise: "İkinci yer, kendisine hükmedilene -şüf ası sebebiyle-verilir. Üçüncü yer ise, elinde bulunduğu şahsın elinde kalır." denildi. Zahîrriyye'de deböyledir.

Bir adam, bir yer satın alıp, orayı teslim aldığında; şefi orayı almak ister; müşteri de: "Ben, onu fülana sattım; elimden çıktı. O son­radan bu yeri bana emânet bıraktı." derse; onun bu sözüne inanılmaz.

Şefi' onu mahkemeye verip, bu hususta beyyine de ibraz etse, ona itibar edilmez.

Keza şayet: "Ben, onu filan şahsa bağışladım; o da teslim aldık­tan sonra, bana emânet bıraktı." derse; bu sözü kabul edilmez. Beyyi-nesine de bakılmaz.

Şayet birinci bölümde, müşteri huzurda bulunur; ikinci bölümde de kendisine bağış yapılan şahıs huzurda olur ve bunlar, hâkim hükmü­nü şefi'a verdikten sonra olursa; beyyinesi kabul edilmez.

Bir yer, bir adamın elinde olduğunda, "onu fülandan aldığını" iddia ederek "parasını verdiğini de söyler ve o yerin de o filan şahsın olduğu bilinir; o şahıs da, o yeri iddiacıya bağışladığını söyleyerek, bu hibesinden vaz geçmek istediğini bildirirse; bu durumda, onun sözü ge­çerli olur.

Şayet hâkim, bağışlayan için hüküm vermez ve o yerin şefi'i de ge­lirse; o, bağış yapandan daha haklı olur.

Şayet şefi' gelmez; hâkim, vâhibin (hîbe eden şahsın) dönüşüne hük­mettikten sonra, şefi' gelirse; hüküm bozulur ve yine şefi'a hükmedilir.

Yer yanında bulunan şahıs, "onu, filandan satın aldığım" iddia. ederek: "O muhayyerdi." der ve "parasını verdiğini de" söyler; o şa­hıs ise, o yeri bağış yaptığını ve teslim ettiğini anlatır ve şefi' gelerek o yeri alırsa; muhayyerlik batıl olur. Çünkü yer sahibi, onu bağış yaptı-' ğını ikrar eylemiştir.                                          

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Yer satıcının elinde bulunur; hâkim de o yeri, -şüf ası sebebiyle-şefi* a hükmeder. Şef i' de o yerin satışını kaldırmasını, satıcıdan ister: satıcı da satışı kaldırırsa: bu ikâle (satışın kalkması) caiz olur. O yer, yine asıl sahibinin mülküne dönüşür; müşterinin mülkü olmaz. Satıcı, o yeri şefi' den geri satın almış gibi olur.

Şayet mülk müşterinin yanında olur ve -şefi', o yeri müşteriden teslim almadan önce- hâkim, hükmünü şefi'a vermiş olur ve bu şefi' mal sahibiyle ikâle yaparsa; ikâlesi sahih olur. Mülk yine eski sahibinin olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Hâkim hükmünü vermeden önce şefi' ölürse; o yer, şefi' in vârislerinin  olur.   Çünkü,   hakimin  hükmü,   -şüf'a  hakkında-,   satış hükmündedir.

Şefi', o yeri satın aldıktan sonra, ölürse, o yer vârislerindir.

Hâkim, -şüf ası sebebiyle- bir yeri şefî'a hükmeder; müşteri de, şefi'den daha fazla vererek, o yeri, geri vermesini isterse; (müşterinin verdiği bedelin cinsinden veya cinsinin gayrisinden, biraz fazla vermek üzere) bu durumda o yer, eski verdiği bedel karşılığında, müşterinin olur; o fazlalık ise bâtıl olur. Çünkü o, müşteriye karşı, ikâle gibidir. İkâle ise, önceki fiatla olur.

Şayet hâkim, şüf ası sebebiyle o yeri şefî'a hükmeyledikten son­ra, müşteri daha fazla para ile, o yeri eski sahibine vermesini, şefi'den isterse; o da öyle yaparsa; işte bu da bir ikâle olur. İkâle, satıcı ile alıcı arasında olduğu gibi; şefi ile satıcı arasında da olur. Felâvâyi Kâdîkân'da da böyledir.

Şayet şefi, satış tan< sonra ve şüf asını almadan önce ölürse; bize göre, onun vârislerine şüfa hakkı yoktur.

Şayet satış ölümden sonra olursa; vârisler için, şüfa hakkı var­dır. Mebsot'ta da böyledir.

Satıcı ve alıcı ölüp, şefi' kalırsa; bu durumda şüfa hakkı sabit­tir. Feiâvâyi Kâfihân'da da böyledir.

Müşteri ölür; şefi' ise hayatta olursa; şefî'in şüfa hakkı vardır. Eğer ölü borçlu ise, o yer satılmaz; şefi' şüf asını alır.

Eğer o yerde, hem alacaklının hem de şefî'in ilgisi varsa; şefi' hak­lıdır. Muhıyl'te de böyledir.

Şayet ölen zatın yerini, hâkim veya vâsisi borcu için satarlarsa; şefi', o satışı ibtâl eder ve şüf asını alır. Bu, müşterinin sağlığında sattı­ğı gibidir.

Keza orayı vasiyyet ederse; şefi', şüf asım alır; vasiyyet bâtıl olur.

Şüfa iki taleble sabit olur; şefî' de Ölürse vârisler, şüfa alamaz­lar. Sirâciyye'de de böyledir.

Şayet şefi', müşterinin o yeri kendisine teslim etmesi ile sahip ve malik olduktan sonra ölürse; oraya, vârisler vâristirler.

Satıcı, müşteriden, fiattan  bir kısmını düşürürse; bu miktar şe-fi'iden de düşmüş olur.

Keza şefi', parasıyla aldıktan sonra, satıcı bedelin bir kısmını dü­şürürse, o düşürülen miktar, şefi'den de düşmüş olur ve şefi', o düşü­rülen kadarı için müracâcaat eder.

Keza, satıcı, müşteri namına, parasının bir kısmından vaz geçer veya bağışlarsa; bunların hükmü de fiatı düşürmenin hükmü gibidir; şefi', onu geri alır.

Şayet satıcı, parasının tamamını düşerse; işte o zaman, şefi'in hak­kı yoktur.

Bu düşürülüşün, bir cümle ile olduğu zaman böyledir. Fakat, bu­nu iki cümle ile söylerse, şefi' ikinci miktara, orayı alır.

Bir adam, bir yeri, müşteriye bin dirheme sattıktan sonra, ona: "Tamamını senden düştüm." derse; şefî'in yapacağı bir şey yoktur. Şefi' bin dirhemi vererek, şüf asını alacaktır.

Fakat, satıcı, müşteriye bin dirheme sattıktan sonra, ona: "Sen­den yediyüz dirhemini düştüm." der; sonra da "...üçyüz dirhemini da­ha düştüm." derse; bu takdirde, şefi', orayı üç yüz dirhem noksanına satın alır.

Müşteri; satıcıya fiatından fazla para verirse; bu şefi'i ilgilendir­mez. Şefi', o yeri önce konuşulan fiata alır. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden, bin dirheme bir yer satın alır; karşılıklı ola­rak teslim tesellü yaptıktan sonra da; onun fiatını, diğerine bin dirhem fazla olarak öder ve tarafların bu ahş-verişi bozulur; bundan sonra da, §efi', onun bedelini iki bin dirhem olduğunu sanıp; b5n dirhem olduğu­nu bilmeyerek; iki bin dirheme satın alırsa; burada iki durum vardır:

Bu, ya hâkimin hükmüyle olmuştur veya hükümsüz olmuştur. Bu şefî' hâkime müracaat ederse; hâkim, onu önceki bin dirhemle hükmeder.

Eğer hükümsüz alırsa, bedel öyle kalır.

Câmhrl-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir yer satın alıp, onu bir başkasına bağışladıktan son­ra, şefi* gelerek, o yeri alıp, parasını âdil bir kişinin yanına bırakırsa; İmâmeyn'e göre, bağışlayan şahıs gelene kadar, orayı almış sayılmaz.

Bir mükâtep, borcunu öderken ölür ve komşusu olduğu bir yer­de satılırsa; onun vârisleri kitabet bedelini ödeyip, o yeri de şüfa ola-raK satın alırlar. Çünkü, o hayıtının sonunda hür hükmündedir. Kili'd e de böyledir.

Bir adamın, satın aldığı bir yerin, bir şefTsi olur ve şefi', bu müş­teriye: "Sana, satma izni verdim. Ben şüf'amı alırım." veya "Satmana razıyım; ben, şüf'amı alırım." Yahut "Satışı sana teslim eyledim; ben şûramı alırım." der ve bunları, kesintisiz söylemiş olursa; şüf'ası Üzerinedir.

Eğer ayrı ayrı söyledi veya Önceki cümleyi söyleyip sustu ve daha sonra da: "Şüf'amı alırım." dediyse, onun için şüf'a yoktur. TaUrbâniy-ye'de de böyledir.

İmânı Mnhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden bir yer satın aldığında, o yerin komşusu olan şefi' gelerek: "Bu yeri, müşteri satın almadan önce, ben satıcıdan satın aldım." dive iddia eder; müşteri de bunu ikrar ederek, o yeri şefi'a tes­lim eder; sonra da başka bir şefi' gelerek, "o şefî'in aldığını inkâr eder­se; müşteri," Önceki şefi'a: "Gerçekten sen, bu yeri, ben satın almadan önce satın aldın mî?" diye sorar; şefi': "Ben satın almadım; şüfamı alıcıyım." der ve şefi', müşteriden o yeri aldıktan sonra da diğeri gelir­se, ona da o yerin yarısı vardır. Muhıyf te de böyledir.

Bir adam, bir yer satın aldığında: Onu,"filan için aldım."der ve buna şahit gösterir; sonra da şefi' gelerek onu dâva etmek isterse; da'vâ edebilir.

Ancak, o zat, beyyinesiyle "filanın vekili olduğunu" isbat ederse; o takdirde, onu da'vâ edemez.

Taraflar, bir yeri, bin dirhem ile bir rıtıl şarap karşılığında alım-satım yaparlar; şefi'de gelerek: "Hayır, yalnız bin dirhemdir." derse; bu durumda şefi'in sözü geçerli olur.

Tataâvî Şerhı'nde şöyle denilmiştir.

Satın alma vekili, bir yer satın aldığında, şefi'de orda hazır bulu­nur ve vekil akid yaparsa: bu durumda müvekkilinin hazırda olmasına lüzum yoktur.

Bir adam, bir yeri, bir köle karşılığında satın alır ve bu köle tek gözlü olur (yâni gözünün birisi görmez) yer sahibi de ona rıza gösterir­se; bu durumda şefi', o yeri sağlam bir kölenin fiatına satın alır.

Şayet, müşteri, köleyi aybı sebebiyle geri gönderirse; şefi' yine, sağlam köle fiatına satın alır. Çünkü pazarlık sağlam köle olarak yapıl­mış; kusurlu köle olarak yapılmamıştır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, dirhemler karşılığında bir akar satın aldığında; bu iki mubayaacı da, dirhemlerin mikdarını bilmediklerinde ittifak ederler ve teslim tesellümden sonra, satıcının elinde, bu dirhemler zayi olursa; şefi' ne yapacaktır?

Kâdî'I-İmâra Ebû Bekir, şöyle buyurmuştur: Şefi', o yeri alır ve tahmini kadar bedel öder. Ancak, müşteri, onun fazlalığını isbat ederse; o kadar ödeme ya­par. Zahîrriyye'de de böyledir.

Bir adam, haracı çok fazla olduğundan, hiç kimsenin satın al­madığı bir yeri satın aldığında; sahibi o yeri, bir adama, içinde bin dir­hem kıymetinde olan bir evle birlekte, bin dirheme satar; o yerin de bir şefi'i bulunur ve hissesini, onun parasından alırsa; -onu sultanın-hükümdarın- adamları satın almakta ise - parası o yer ile evin kıymeti­ne taksim olunur.

Şayet hiç bir kimse oraya rağbet etmiyorsa; diğerinin kıymetine iti­bar edilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) nin kavline göre, o bin dirhemi, o veri asla kıymeti olmadığı zaman, eve mukabil tutmak mümkündür. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre, bir adamın elinde bir yer bulunur ve hâkim de, "o yerin, o adama ait olduğunu" bilir ve yanında bir yer sa­tılınca da şefi' "Bu yerim, filanındır. Ben, seneler önce, onu satmıştım." derse; bu takdirde, beyyine getirmedikçe kendisinede, ikrar edilene de şüf'a hakkı yoktur. Çünkü ikrar, basit bir hüccettir ve ancak, ikrar edi­ci hakkında sahih olur; başkası hakkında sahih olmaz. Serahâ'nin Mu-htytı'nde de böyledir.

Fetâvâyi Attâbiyye'de şöyle denilmiştir;

Müşteri, şefi' için muhayyerlik hakkı tanır ve: "Şüf'an için bana izin verirmissin?" derse bu caizdir. "Şüf'an benim olsun."demezse, bâtıldır.

Uygun olan, satıcının ona izin vermesi veya bir müddet geçmesi­dir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinden önce şüf a hakkı ister; müşteri de onun şefi' , olduğunu bilmez ve onun şüf'asını inkâr ederse; Allah adına, "Ben, bu­nun şüf'a hakkı olduğunu bilmiyorum." diye yemin eder.

Bir adam, bir yer satın alıp, onu teslim almadan, o yerin yanın­daki yer de satılırsa; bu müşteri için, şüf'a hakkı vardır.

Bir adam, bir yerden şüf'a hakkı ister, müşteri de: "Sana ver­dim." derse; şefi' bedelini biliyorsa; o şekilde teslim sahih olur ve o yer, şefi'in olur.

Şayet şefi' bedelini bilmiyorsa; o yer, şefi'in olmaz. Şefi'in o yer­de, şüf'a hakkı bulunur. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kıymeti iki bin dirhem olan bir yer bırakarak ölür ve kendisi de borçlu olup, borcu bin dirhem olur; malının üçte birini de bir şahsa vasiyet etmiş bulunursa; hâkim, o yerin tamamını satar.

Bir vârisi, iki de şefi'i varsa, bunlar şüf'alarını alırlar.

Şayet borcu yoksa; vârislerinin içinde de küçük varsa; hâkim o ye­ri satar ve kendine vasiyet olunan bir kimse ile şefi'ide yoksa; küçük büyüyüp, onu,isteyene kadar, bu bedeli bekletir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den sorulmuş:

Bir adam, dükkanını sattığında, şefi' şüf'a hakkım ister; müşteri de ona, şüf'asını teslim eder; ancak, aralarında parası hususunda nizah çıkar ve bir müddet, şefi' oraya almaz; sonra da gelip almak ister; müş­teri de: "Artık, senin hakkın yoktur. Ancak satılana razı olursan, o müs­tesna." derse; parasının, şefi'in dediği gibi olması hâlinde, onun hakkı vardır; şüf'ası şüf'adır; batıl olmaz ve şefi'in dediği para karşılığında, o yeri alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında bir yer olduğunda; başka bir şahıs gelerek, şüf'a hakkı iddia eder; yer elinde bulunan zat da, ona: "Ben, bunu fi­landan satın aldım." der; satıcı da, onu doğrular; sonra da, yer elinde olan adam: "O, babamdan mîras kaldı." der; şefi' ise, beyyine ibraz ederek, satıcının babasının öldüğünü isbat eder ve satıcıya mîras koy­duğunu söyler; satışına dâir beyyinesi de olmazsa; bu durumda hâkim, yer elinde olana: "Dilersen, şefi' e inan; ondan parasını al; yerini ver." der. O da, onu müşteriye iade eder.

Keza o yer elinde olan zat: "Onu, bana filan bağışladı." der; şefi' de: "Sen, onu filandan satın aldın." der ve satıcı da şefi'i doğrularsa; yukardaki gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Mekkedeki yerlerin satışı yoktur. Ancak, evlerin satışı vardır. Orda şüf'a da yoktur.

Hasan bin Ziyâd'ın İmam Ebû Hanîîe (R.A.) den rivayet ettiğine göre, Mekke'deki yerlerin satılması caizdir vecâiz şüf'ası da vardır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da böyle söylemiştir. Fetuâ'da bunun üzerinedir. Graye'de de böyledir.

Fetâvâyi Attam'yye'de şöyle zikredilmiştir: Bir şefi', bir bina yap­tıktan sonra, o yerde bir kusur bulursa, noksanı için müşteriye müraca­at eder. O da satıcıya müracaat eder.

Önceki satış hakimin hükmü ile yapılmışsa, bu böyledir. Ittiffcl-niyye'de de böyledir.

Bir müşteri, satıcısı her türlü kusurundan berî olmak üzere bir yer satın alır veya müşteri, bir yeri kusurlu olduğunu bilerek ve ona razı olarak satın alır şefi' ise, onun kusuruna razı olmazsa; geri verir.

el-Asi kitabında şöyle zikredilmiştir.

Şefi', bir yer satın aldığında; o yerin bir başka şefi'i daha bulunur ve o şefi' huzurda bulunmaz ve müşteri ona, sattığı yeri bağışlamak is­terse; bunun yolu, kayıp şefi' gelince, onun sadakası bozulur; ancak, şefisi olduğu için, yarısı kalır. Kalan yarıyı da gelen şefi' satın alır.

Kalan yeri de bir başkasına satmışsa: o takdirde gelen şefi' ta-saddukun tamamım bozdurur.

el-Asi kitabında da böyledir.

Satışta, şüf'a bedelini verip, şüf'asını alır.

Hîbe de hibe, karşılıklı olunca, aynısıdır.

Hatta şefi'a satış haber verilir; o da şüf'asını teslim ettikten sonra, satışın olmadığı meydana çıkarsa; bu durumda, karşılıklı bağış için şüfa yoktur.

ister bağış olsun, ister satış olsun, şüf'a hakkı teslim edildikten sonra, şüf'a söz konusu olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam bir yer satın aldığında, o yerin komşusu şefi'si olur; diğer bir komşusu da şüf'a hakkı ister; müşteri de o yerin tamimim, ona terk ederse; o takdirde, bu şahıs -yarısına şüfası sebebiyle, yarısına da satın almak sebebi ile- o yere sahip olur. ZaMrriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin kefiline bir yer satar ve bu kefil hem o yerin parısına almaya kefil, hem de şefi' olursa; bu durumda ona şüf'a hakkı yoktur. Ginye'de de böyledir.

Bir yer karşılığında, bir anlaşma yapıldıktan sonra,âkid taraflar birbirlerinde alacak-borç olmadığını doğrularlarsa, bu durumda o yer için, şefi' a, şüf'a hakkı yoktur.

Eğer orası satılırsa, o takdirde şüfası vardır. Ttardhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bin dirheme bir câriye satın alıp, karşılıklı teslim tesellüm yapıldıktan sonra, bu cariyede bir kusur bulunur ve onun fîatın-dan bir miktar düşürülür ve bu durumu satıcı ikrar veya inkâr ettiğin­den, bir yer karşılığında anlaşma yapsalar; bu durumda şefi' kusuru­nun bedeli kadar vererek, orayı satın alır. Bu, istihsânen böyledir.

Keza, müşteri kusuru sebebiyle geri gönderirse; şefî'a hakkı olmaz. Rızası ile, gönderirse, yine böyledir. Kâfi'de de böyledir.

Önceki haklılık, sonraki akdi bozar. Sonraki haklılık ise önceki akdi bozmaz. Şüf'a hakkı, müşterinin üzerindedir.

Bir adam, bin dirheme bir yer satın aldığında, bu müşteri o ye­rin fiyatını artırır veya bir dava için anlaşma yaparlar ve bu artırmalı olur; sonra da şefi', o yeri, -hâkimin hükmü ile- bin dirheme satın alır­sa: bu durumda müşteri, verdiği fazlalık için, satıcıya müracaat eder. İddiacının, sulh bedelim vermesi gerekir. Çünkü şefi'in, sulhta, önceki hakka istihkakı vardır; o fazlalık, sulhun ibtâlini icabettirir.

Müşteri, aynı zamanda şefi' olur ve böylece o yeri alıp bir adama bağışlarsa; onun ortağı olan şefi', o yerin yarısını alır. O, yansını alın­ca da, hîbe -yarısı hakkında- bâtıl (geçersiz) olur. TaUrhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir yer hakkında şahitlik yaptığında, diğer şahıs onun şahitliğini reddeder; sonra da o şahit, o yeri satın alırsa; onun şefi'i ik­rar olunandan daha haklıdır.

Şayet şefi'i bulunmaz; fakat bir adam, onun emriyle o yeri satın almış olursa; alınmasını emreden şahsın olur. İkrar olunanın olmaz.

Şayet kendi nefsi için alır ve şefi'i de meydanda olmaz ise, ikrar olunan şahıs, o yeri alır.

Bu müşteri, o yeri, ikrar olunan şahıstan -şefi' gelmeden Önce- tek­rar satın alır sonra da şefi' gelirse; bu durumda şefi' muhayyerdir: îs-terse, Önceki satış üzerinden, o yeri şüf'a olarak satın alır; isterse ikinci satış üzerinden satın alır.

O yeri elinde bulunduran şahsın yanında başka bir yer daha satılir; sonra da şahit, o yeri satın alırsa; şefi', yine muhayyerdir: Eğer ön­ceki satış üzere satın alırsa; ikinci satış bâtıl olur. O şahit, parası için satıcıya müracaat eder.

Alıcı da satıcı da satışın ikrahla olduğunu doğrularlar; veya satı­cı yahut müşteri muhayyer olur; sonra da pazarlığı bozarlarsa; bu du­rumda şefi'in şüf'a hakkı vardır.

Bir adam, belirli bir yeri, belirli bir köle karşılığında, âmirinin emriyle satın alırsa; o satış, âmir hakkında sahih olur ve me'mur, köle­nin bedeli için âmire müracaat eder.

İki kişinin yerleri, birbirine bitişik olur; ve bunlardan her birinin de, birer ortağı bulunur ve onlardan her biri, ortağının hissesini satar­sa; şüf' alan kendilerine âit olur; komşularına ait olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Satılan bir yerin üç şefı'i bulunur ve onlardan birisi huzurda olup, o yeri satın alır; sonra da diğer ikisi gelirlerse, bu yeri elinde bulundu­ran şahıstan, onun yansını alırlar.

Şayet üçte bire sulh olurlarsa; bu da caiz olur.

Sonra da üçüncüsü gelip, üçte birin sahibinden, üçte birini satın alarak diğerinin hissesine ilâve ederse; bu durumda  o yeri yan yarıya taksim ederler.

Bir başka şahıs da, dördüncü ortak olarak, üçte bir hissesi ola­nın elinde bulunanın yansını alırsa; diğerinin elinde olanı, üçte birli taksim ederler. (Üçte birin sahibinin hissesi, yine üçte bir olur.) Serahd'nin Mu-hiylı'de de böyledir.

Bir adam, bir yerinin yarısını satar ve komşusu satın alır hâki­min hükmüyle veya hükümsüz olarak taksim ederler; yol ortaklan ge­lerek, geride kalan yarıyı da o satın alırsa; önceki taksim bozulmaz.

Şu, bunun hilâfınadır: Bir adam, bir yer satın aldığında, o yerin de iki şefi'i bulunur ve o yeri aralannda taksim ettikten sonra da, üçün­cü bir şefi* gelir ve o ikisine değil de birine rasgelip, onun elindekinin -yarısını değil de- dörtte birini alır; müşteri de, o iki şefi' den birisine:

"Ben, senin emrinle satın aldım." der; o da, onu doğrular; diğeri ise,onu yalanlarsa; o yer, iki şefi' arasında ortak olarak kalır.

Şayet müşteri: "Yer senindir." der; "Benimdir." demez veya: "Sen, benden önce satın aldın." der; yahut: "Sana, bağışladım; sen de kabul ettin." der ve bunu ikrar olunan kabul edip doğrular; fakat diğeri ya­lanlarsa; şüf a bâtıl olur ve şüf a, Öncekilerin arasında kalır. Kâfi'de de böyledir.

Bir müfâveda ortağı, kendine has ve mirastan kalma bir yerini sattığında; mîras ortağı, onun şefi'idir. Diğer ortağının bir hakkı yok­tur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Şayet müdârip, kendisi müdârabe malına şefi' olur; o malda da kâr edilir; elinde, başka müdârabe malı olmaz ve hakkını teslim ederse; mal sahibi (sermaye sahibi) onu kendi nefsi için satın alabilir. Şayet ser­maye sahibi şüf a hakkını teslim ederse; müdârip, kendisi için alabilir.

Müdârip, bir yerin bir kısmını satın aldığında; sermâye sahibi de o yerin yanından, kendisi için bir yer satın alırsa; bu durumda müdârip için, müdâraba malından kalan yeri satın alma hakkı vardır. Serahs'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir müdârip, müdârabe malıyla, bin dirheme, iki yer satın aldı­ğında; o yerlerden her biri bin, dirhem değerinde olur ve bu yerlerden birinin yanında bulunan başka bir yer satılırsa; bu durumda, bu müdâ­rip için şüf a hakkı yoktur; burada şüf a, sermâye sahibine aittir. Mü­dârip, onun kârına ortakdır.

Eğer onların birinde kâr yoksa, müdârip da ondan şüf a alamaz. Eğer o yerlerden birisi kâr ederse, o kâra müdârip, sermâye sahibi ile ortak olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müdâribin etinde, müdârabe malından iki bin dirhem bulunur ve bunun bin dirhemi ile bir yer satın aldıktan sonra diğer bin dirhem ile de başka bir yer satın alırsa; bu durumda müdârip, müdârebe yeri­nin -husûsi olan yeri sebebiyle- şefi'i olur. Sermaye sahibinin durumu-da aynıdır; o da kendi yeri sebebi ile şefi' olur.

Bu durumda, o yerin üçte bir şüf'ası, sermâye sahibinindir. Üçte bir hissesi de müdâribindir. Üçte bir hissesi de müdârebeye aittir.

Fetâvâyi Attâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir şefi', şüfasmı istedikten sonra, "o yerin, başka birinin olduğunu" ikrar ederse; bu durumda ikrar olunan şahıs için, şüf a hakkı vardır.

Keza, bir kimse, yeri sebebiyle bir yer satın aldıktan sonra, onun yanı satılırsa; onu da alır.

Sonra da onun yanındaki hâkimin hükmüyle satılır; en önce aldığı yere de bir hak sahibi çıktığından, onu, ona verirse; diğeri kendinde kalır.

Şayet, her iki yere de hak sahibi çıkarsa; bu durumda şüf'a.bâtıl olur. Ancak, hak sahibi olan şahıs izin verirse caiz olur; o takdirde, bâ­tıl olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, yabancı birine bir yer sattığında, o yerin bir şefi'i bu­lunur ve, bu şefi'in murisi olan satıcı şahıs, müşteriye sattığı fiattan in­dirim yaparsa; bu indirim bâtıl (geçersiz) olur.

Satın alınan şey hakkında âmirin ve oğlunun şehâdeti -yer satıcı­nın elinde ise- kabul edilmez.

Şayet, bu yer, satın alanın eline geçmişse; bu durumda satıcının oğ­lunun şahitliği caiz olur.

Eğer iki kişi, şefi'in şüf asını teslim ettiğine şahitlik yaparlar; şefi' de şüf'a isteğinde bulunursa; bu isteği bâtıl olur.

Müşteri huzurunda olmazsa, o gelene kadar, şefi' şüf'asını alamaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümam, şüfasmı talep etmek üzere vekil tâ­yin ettiğinde; "bu müslüman vekilin, şüf ayı teslim ettiğine dâir" ehl-i zimmetin şahitliği kabul edilmez. Müslüman üzerine, zimmet ehlinin şe-hâdetİ hüccet olmaz.

Şayet vekil zimmî olur; şefi'i de, ona yapacağı şey hakkında izin verirse; şehâdeti kabul edilir; ancak, şüf'ası bâtıl olur. Çünkü vekil, böyle ikrar eyledi ve onun ikrarı caizdir. Şayet müvekkil, bütün işlerine icazet (izin) vermiş olur ve onun üzerine de ehli zimmet şehâdet ederse; bu şe-hâdetleri isbat ve hüccettir.

Şayet satıcı: "Ona bağışladım." der; müşteride: "Ben, onu, şu­na satm aldım." derse; satıcının sözü geçerli olur.

Eğer şefi' hazırda olur ve onu parasıyla satın alırsa; bu durumda ona bir şey gerekmez.

Şayet müşterinin ikrarı ile alır; sonra da satıcı gelip, o satışı inkâr ederse; o yeri geri alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir müdârip, bir yer satın aldığında, oraya sermaye sahibi şefi' olur ve onu teslim eder ve bu müdârip, sonra da o yeri satarsa; bu du­rumda ona şüf'a hakkı yoktur. Çünkü, müdârip, onu, onun için satmıştır.

Bu durumda yer kendisine satılan şahsın da şüf'a hakkı olmaz. Se-rahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Hâkim, vekile şüf ayı hükmeder müşteri de senet yazmadan ka­çınırsa; bu durumda hâkim, hükmünü kendisi yazar ve bu durumda "şüf ayı, ona verdiğine dâir" şahitler edinir.

Şayet, müşteri, o yeri teslimden imtina eder ve inktyaddan kaçınır­sa; aynı şekilde hâkim, şüf ada yaptığı gibi yapar.

Diğer muhakemelerde de, hâkim, hükmünü karara bağlayınca, hüc­cet olsun diye lehine hükmedilen şahsı verir. Mebsût'ta da böyledir.

Yetime'de şöyle zikredilmiştir: AH bin Ahmed'dun sorulmuş:

-Bir adam, bir toplulukla ortak olduğu bir yerden, bir adamın be­lirli olan hissesini, bazı ortakların huzurunda, bazılarının da gıyabında satın alsa; bu müşteriden, şefi' olan zat, o yeri -ortaklardan bir kısmı olmadığı halde- alabilir mi?

İmâm, şu cevabı vermiş:

Evet alır. Eğer ortak varsa; ortak, komşudan daha çok hak sahibi­dir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

îki adam, birisine, bir yeri.bin"dirhem karşılığında bağışlayıp, o bin dirhemi alarak aralarında taksim ederler ve o yeri de, o adama teslim ederlerse, bu caiz olur. Bu durumda, şefi' için şüf'a hakkı var­dır. O yerin, şuyûu olmadığından, temellükü onda birdir. Her biri hissesini aldıktan sonra bin dirhemdeki şüyûun bulunmaması o bin dirhem taksim olmamışsa, caiz değildir.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) nin kavlidir. Her ne kadar, bin dirhe­min taksim ihtimali olmasa bile, bağışın sıhhatini men ettiği gibi, ivazın (karşılığın) sıhhatini de men eder. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh ve hertürlü kemâl sıfatiyle muttasıl" olan Allahu Teâla bilir. [24]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/89.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/89-93.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/93.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/93-103.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/104-114.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/115-117.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/117-118.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/118.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/119-124.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/125-127.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/128-132.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/133-136.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/137-138.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/139-144.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/145-146.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/146-155.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/156-166.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/167-171.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/172-174.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/175-177.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/178-179.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/180-183.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/184-186.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/186-204.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..