4- EMÂNET, HÎBE, İCÂRE, MÜDÂREBE VE REHİN HUSUSLARINDA SULH

Emânet sahibi, bir şey karşılığında anlaşma yapar, mal sahibi de emaneti iddia eder ve kendisine emanet konulan şahıs: "Sen bana, bir şey emanet etmedin." der; sonra da belirli bir şey üzerine anlaşma yaparsa, alimlerin kavillerine göre, bu anlaşma caiz olur.

Mal sahibi, emaneti iddia ederek, onun geri verilmesini ister, emanet edilen zat da, emaneti ikrar eder veya susup bir şey söylemez, mal sahibi ise, "onun zayi olduğunu" iddia eder; sonra da belirli bir şeye karşı anlaşma yaparsa, alimlere göre, bu anlaşma da caiz olur.

Mal sahibi, zayi olduğunu iddia eder; emanet bırakılan şahıs ise,, ya geri verdiğini veya zayi olduğunu söyler; sonra da bir şey üzerine anlaşma yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bu husustaki kavlinin ne olduğunda alimler ihtilaf ettiler. Sahih olanı, bunun caiz olma­masıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de bu caiz değildir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alimler: Önce mal sahibinin: "Sen onu zayi ettin." deyip, ondan sonra da emanet edilen zatın: "O zayi oldu." veya "Ben, onu geri verdim." demesi ile önce emanet edilen zatın: "Zayi oldu." veya "Onu geri verdim." deyip, sonra da mal sahibinin: "Sen, onu zayi ettin." demesi arasında bir fark görmemişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

İcma şunun üzerinedir: Emânet alan şahıs yemin ettikden ve geri verdiğini veya zayi olduğunu söyledikten sonra, anlaşma caiz olmaz.

Ancak sulh yeminden önce yapılıp, kendisine emanet edilen zat "geri verdiğini" veya "zayi olduğunu" iddia eder ve mal sahibi de onu doğrulamaz ve aynı zamanda yalanlamaz, sükût ederse; Kerhî "İşte bu anlaşma caiz değildir. buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavli budur.

İmâm Muhammed (R. A.)e göre bu sulh caizdir.

Şayet mal sahibi, zayi olduğunu iddia eder, emanet edilen zat da onu doğrulamaz ve yalanlamaz ve bizim söylediğimiz bir şeyle anlaşma yaparlarsa, işte bu anlaşma caiz olur.

Bundan sonra, ihtilaf ederler ve kendisine emanet edilen zat: "Ben anlaşmadan önce, o helak oldu." veya "Ben, onu geri verdim; dedim." derse, bu sulh sahih olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Şayet mal sahibi: "Sen böyle söylemedin." derse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur ve sulh batıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Emâneti alan şahıs, onu aslen inkar ettikten sonra anlaşma yaparsa, sulh sahih olur.

Ariyet olduğunu ikrar eder de, geri verdiğini ve zayi olduğunu iddia etmezse, mal sahibi ise, onun zayi olduğunu iddia ederse sulh sahih olur,

Eğer mal sahibi helak olduğunu, emanet sahibi de zayi olduğunu iddia ederlerse, mes'ele bu hilaf üzerinedir.

Mudârabt hakkında da cevap böyledir.

Aslı emanet olan her mal böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer, iki yüz dirhem olan emanet, bizzat durmakta olur ve ikrardan veya inkardan sonra, yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Emanete karşı beyyine getirilmesi halinde bu böyledir. Eğer, emanet bırakan şahsın beyyinesi bulunmaz, emanet konulan zat da bunu inkar ederse, bu durumda da anlaşma caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Emanet koyan şahsın, onu fazla söylemesi helal olmaz. Bunun ne kadar olduğu Allah ile kendi arasındadır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir yer karşılığında —on dirhem bedelle— anlaşma yapmak caizdir.

Şayet, inkardan dolayı anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma sahih olur.

Dinarları teslim aldıktan sonra ister hazırda olsun (sulh meclisinde), ister sulh meclisinin haricinde olsun müsavidir. Fakat, kendisine emanet bırakılan zat, emaneti ikrar eder ve o emanet mecliste hazır bulunursa, bu sulh caiz olur. Eğer emanet mecliste yoksa sulh batıldır. Hulâsa'da da

böyledir.

Bir kadın, kendisinin yanında bulunan başkasına ait bir şeyi bir adama emanet bırakır, sonra da onu geri alıp bir başkasına emanet verir ve ondan da geri alır; bu arada da bu kadının bir şeyi kaybolur ve kadın: "İkinizin arasında gitti; ben kimin zayi ettiğini bilmiyorum." der; o iki kişi de: "Biz kabında ne vardı, bilmiyoruz. Sen onu bize verdin; biz ise teftiş eylemedik ve geri sana verdik." deseler ve bir. mal üzerine anlaşma yapsalar; bu durumda o kadın eşya sahibinin, eşyasını öder.

Kadınla, diğer iki adam arasında yapılan anlaşma caizdir. Sonra da kadın o eşyanın kıymeti karşılığında sulh yapsa, işte bu şu iki yönden hali kalmaz:
1) Kadın, bu anlaşmayı emanet sahibine, eşyanın bedelini ödedikten sonra yapabilir. Bu durumda bedel ne olursa olsun, —ister o eşyanın kıymeti olsun, ister ondan az olsun— fark etmez ve sulh geçerli olur.
2) Bu kadın,  eşyanın kıymetini tazmin etmeden önce anlaşma yapabilir. Bu durumda, sulh bedeli eğer eşyanın kıymeti veya insanların aldanmiyacağı miktarda ondan az bir bedel olursa, o takdirde sulh caizdir ve kadın bu eşyanın bedelini ödemeden kurtulur. Hatta eşya sahibi bundan sonra iddia eylediği eşyaya karşı beyyine getirse bile, bu kadının, emanet bıraktığı o iki adama, müracaat için bir yolu kalmaz.

Eğer insanların aldanmış sayılmayacağı kadar kıymetinden az bir şeye karşılık anlaşma yaparsa, anlaşma caiz olmaz. Bu durumda, eğer beyyinesi varsa, mal sahibi için muhayyerlik vardır: Dilerse, o eşyanın bedleini kadına ödetir; dilerse emanet alan o iki şahsa ödetir.

Eğer, mal sahibi, emanet alan o iki adama ödetirse, bu durumda, bunlar da kadına —verdiklerinin bedelini almak için— müracaat ederler.

Eğer kadına ödetirse, ona karşı sulh geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasının yanında bulunan bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia ettiği zaman, iddia olunan zat: "Bu, filanındır. Benim yanıma emanet olarak bıraktı." der —ve mal sahibi beyyine ibraz ettikten önce veya sonra,— taraflar sulh yaparlarsa işte bu sulh da sahih olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Emanet alan bir şahsın eli altında bulunan bif hayvan harcanır, mal sahibi dç bunun emanet olduğunu inkar eder ve bu durumda emanet alan şahıs, bir mal karşılığında anlaşma yaptıktan sonra emanet alari şahıs, onun emanet olduğunu belgeleyerek: "O harcandı." derse, yapı­lan anlaşma batıl olur.

Bu durumda, mal sahibinin, emanet alan şahsın yemin etmesini isteme hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir. ,

Bir adam, bir hayvanını, bir vakte kadar emanet bıraktıktan sonra, onu ister; emanet bırakılan zat da: "Zayi oldu." der; hayvan sahibi ise, onu yalanlayıp emaneti ikrar ederse; bu durumda emanet bırakılan şahıs, onun bedelini öder; anlaşma yapmaları caiz olmaz. Keza, emanet alan zatın: "Onu sana geri verdim." demesi de doğru olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir mudarıp, mudarabeyi inkar edip sonra da, ikrar sonra yine inkâr eder; sonrada bir mal karşılığında anlaşma yaparlarsa hu caiz olur.

Bir mudaribin, başka bir şahsa borcu olur; onu da mudarabe malından öderse; onu te'hir etmek üzere anlaşma yapması caiz olur. Ondan bir kısmını düşürmesi de caiz olur. Bu durumda, o düşürttüğü malı, mal sahibine Öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir şâhsa karşı, iddiada bulunarak: "Şu köleyi, bana bağış yaptı." deyip onu bağış yapanın elinden alır; bağış yapan şahıs da onu inkâr eder ve o kölenin yarısına anlaşma yaparlarsa (Şöyîeki: Bu kölenin yansı davacının yarısı da davalının olmak üzere) işte bu anlaşma da caiz olur.

Bundan sonra, kendisine bağış yapılan şahıs, bu kölenin kendisine hîbe edildiğini ve onu teslim aldığım belgelese bile, bu belgesi kabul edilmez. Bununla beraber, birisi diğerine dirhemler vermeyi şart koşarsa, bu da caizdir.

Keza, bu şahıslar kölenin tamamı birisinin olmak ve bu şahsın diğerine dirhemler vermesi üzerine anlaşma yapsalar bu da caiz olur.

Keza, kendisine bağış yapılan zat, "teslim almadığını" söyler, bağış yapan da bunu inkar eder ve aralarında, köleye yarı yarıya ortak olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma batıl olur.

Bununla beraber, dirhemlerin birisinin olmasını şart koşarlarsa, dirhemlerin bağış yapana karşı olması halinde, bu sulh da caiz değildir.

Eğer dirhemler kendine bağış yapılan şahsa karşı olursa, bu durumda yapılan sulh caiz olur.

Şayet kölenin, sahibine verilecek dirhemleri de bağış yapana karşı olacak diye anlaşma yaparlarsa, bu da batıldır.

Eğer dirhemler bağış yapılanın üzerine olursa, bu caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, bir yeri, ve birisi ana baba bir kardeş; diğeri de baba bir kardeş    olan iki kardeşine bağışladıktan sonra, bu kadın ölür o iki kardeşi varis olursa, o bağış caiz olmaz.

Bazı alimler: "Caiz olur." buyurmuşlardır.

Bundan sonra aralarında anlaşma yapsalar, sonra da ana baba bir kardeş ölse; onun varisleri de "o anlaşmanın batıl olduğunu" söyleseler, —hibenin aslı batıl olduğu için— o mâlı —aralarında— miras kılarlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, belirsiz olarak, "şu evin yansının, kendisine bağış yapıldığını" iddia etse ve onu da teslim almasa; bağış yapan şahıs da, onu inkar etse, bilahare de aralarında anlaşma yaparak, "bin dirhem karşılığında evin dörtte birinin teslim edilmesini" kararlaştırsalar, iştt bu caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia ederek: "Onu, bana filan şahıs tasadduk eyledi." der ve onu teslim alır; o filan şahıs da: "Onu, sana hîbe ettim. Ben de geri dönmeyi arzu ediyordum." der ve aralarında yüz dirheme karşı evi teslim etmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur.

Söylediğimiz bu işlemlerden sonra dönme yoktur. Evi, elinde bulunduran şahıs sulhdan' sonra ikrar ederek "hibe olduğunu" söyler; veya ev sahibi, hem hîbeyi, hem de tasadduku inkar ederse, durum bizim söylediğimiz gibidir.

Eğer ev aralarında yarı yarıya olmak üzere ve ev elinde olanın yüz dirhem vermesi kaydıyla, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur ve şüyu' ma'nası bozulmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Belirli bir buğday karşılığında bir adamı icarlfyan kimse, ile, bu işçi dirhemler üzerine bir anlaşma yapsalar, bu caiz olmaz. Zira buğday belirli olunca, bu satılan bir şey olur. Satılan bir şeyi de, teslim almadan önce, satmak caiz olmaz. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, bir ev kiraladığı zaman bu şahıslar kira müddetinde ihtilaf ederler ve icara veren: "İki aylığını, on dirheme verdim." dediği halde icarlayan  :  "Hayır, üç aylığını on dirheme verdin." der ve aralarında "iki buçuk aylığı, on dirheme olmak üzere" anlaşma yaparlarsa, işte bu da caiz olur.

Şayet üç aylığı onbir dirheme olmak üzere anlaşırlarsa, bu da caiz olur.

Keza, üç aylığını, bir ölçek belirli buğday fazlasıyla anlaşma yap­salar, bu sulh da caiz olur.

Şayet, o evde iki aylığına oturmak, fakat başka odalardan da fay­dalanmak üzere anlaşsalar, bu sulh da caiz olur.

Burada aslolan, fazlalığa bakmaktır. Eğer fazlalık, bilinmeyen bir şey ise, —ister kiraya veren, isterse kiralayan tarafından olsun— bu durumda sulh caiz değildir.

Üç ay oturmak üzere anlaşma yaparken, icarcının belirsiz bir hay­vana binmesi de söz konusu olsa; veya iki ay oturmak üzere anlaşma yapsalar da, başka bir evin kirasının artacağı söylense, işte bu durum­larda da sulh caiz değildir.

Cinsinin hilafına olursa, sulh yine caiz olur.

Üç ay oturmaya, on dirhem vereceği yerde, icarcının bir yer vermek üzere anlaşması caizdir. Bu, istihsandir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İcara veren ve icara tutan, bir müddet için kefil vermek üzere, anlaşma yaparlar; kefil de buna razı olursa, işte bu caiz olur.

Eğer kefil hazırda yoksa, anlaşma batıldır.

Evde oturmakla birlikte, icarcı, icara veren şahsın hayvanına filan yere kadar, bineceğini de şart koşsa, bu sulh da caiz olur.

İcara tutan bir hizmetçinin hizmet etmesini şart koşsa bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir hayvanı belirli bir yere kadar, belirli bir ücret karşılığında kiraladığında, hayvan sahibi, ücretin daha fazla olduğunu iddia eder; icarcı da daha uzak yere gideceğini iddia eder ve aralarında, hayvan sahibinin tayin ettiği yere, icarcının iddia eyledi ücretle gitmesi Üzerine anlaşma yaparlarsa, işte bu, caiz olur.

Şayet icarcı, hayvanın kaçtığını söyleyerek, icarın aslını inkar eder ve arlarında, o hayvana dirhem ücretle binmek üzere, anlaşma yapar­larsa, bu da caiz olur.

Eğer, icara tutan iddia ederek: "Bu hayvanı, semeri ile birlikte, yükümü Bağdat'a kadar götürmek üzere, beş dirheme kiraladım." der; mal sahibi de, bunu inkar eder ve aralarında Bağdat'a kadar, bu hay­vana, eğeri ile birlikte, bizzat icarlayan şahsın kendisinin binmesi şartıyle anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir köleyi yüz dirheme karşılık, rehin olarak bırakmış olduğunu'* iddia eder; köle yanında olan; da: "Bu köle, benim kölemdir. Sende de yüz dirhemim vardır." der ve aralarında köleyi iddia eden şahsın davasını terk etmesi; rehin bırakan şahsın da, bu rehinden vazgeçmesi şartıyle anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Bundan sonra, rehin alan şahıs, "bu kölenin hakikaten rehin olduğunu" ikrar ederse, bu durum sulhu bozmaz.

Eğer bu köle, rehin alan şahsın elinde bulunur ve bu şahıs: "Sen, onu sende bulunan yüz dirheme karşılık rehin bıraktın." der; rehin veren şahıs ise: "Senin, bende yüz dirhemin var. Ancak, ben köleyi sana rehin olarak bırakmadım." derse bunun üzerine, rehin alan şahsın, kölenin rehin olmasına karşılık elli dirhem fazla vermesi şartıyle yapılan anlaşma da sahih olur. Ve bu durumda köle, yüz elli dirhem karşılığında rehin olmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, kıymeti ikiyüz dirhem olan bir eşyayı, yüz dirheme mukabil rehin bıraktıktan sonra, rehin alan zat: "Rehin zayi oldu." der; rehin veren de: "Zayi olmadı." der; aralarında, rehin alanın elli dirhemi verilmek suretiyle, kalanından vaz geçmesi üzerine anlaşma yaparlarsa, bu sulh İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre batıl olur.

Keza, kendisine rehin bırakılan şahıs, rehni, rehin bırakan şahsa geri verdiğini iddia eder; rehin veren de bunu inkar ederse, cevap yine yukarıdaki gibidir.

Şayet rehin veren şahıs, relinin zayi olduğunu dava eder; rehin alan da, bunu ikrar da, inkarda etmez ve aralarında bir şeye anlaşma yapar­larsa, alimlere göre, bu anlaşma caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Rehnin kıymeti ikiyüz dirhem, borç ise yüz dirhem olur; rehin veren: "Eşyamı sattım.'* der; rehin alan şahıs da, bunu ikrar ve inkar etmez; sonra da aralarında anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet rehin alan ikrar ederek "onun, yüz dirheme satıldığını ve rehin verenin vekilinin sattığını" söyler, rehin veren de: "Ben, satış için vekil yapmadım." der; sonra da "yüz dirhemden vaz geçmek ve rehin alana elli dirhem fazla vermek üzere" anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur.

Bu durumda eşya, rehin alan şahsın yanında çıkarsa, sulh geçerlidir.

Şayet rehin alan şahıs, rehni satar; sonra da rehin veren şahıs ölür ve varisler elli dirhem vermek ve rehinden vaz geçmek üzere anlaşma yaparlarsa, bu sulh da caiz olur.

Başka birisi gelerek: "Rehin benimdir." der ve rehin alan şahısla on dirhem üzerine anlaşma yaparlarsa, bu da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer rehin veren ölür ve bir başka şahıs da "rehnin kendisinin malı olduğunu" iddia edip; "onu ariyet olarak verdiğini" söylerse, bu durumda taraflar sulh anlaşması yapabilirler.

Bu durumda eğer, rehin alan onu doğrularsa, bu anlaşma sahih olur.

Şayet doğrulamazsa, rehin bırakılan bu şey, rehin veren şahsın varislerinindir. Muhiyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [10]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..