Kasden Öldürmede Sulh

Bir adam diğerini kasden öldürür; ölenin de iki oğlu olur ve onlardan birisi, kendi hissesi için yüz dirheme anlaşırsa, işte bu caizdir; kardeşi ona ortak olamaz. Eğer ölüm hataen olur; ve oğullardan birisi, bir mal üzerine anlaşma yaparsa, diğeri ona ortak olur. Mebsût'ta da böyledir.

Tarafların kasden ölümde bir deve karşılığında anlaşma yapma­ları caizdir.

Bu durumda katil, orta halli bir deve verir.

Kasden öldürme işinde, taraflar belirli bir köle karşılığında sulh olurlar ve bu köle de hür çıkarsa; budurumda katile, diyet lazım gelir.

Şayet katil ile ölenin velisi arasında ihtilaf çıkar ve katil "Seninle şu köle karşılığında anlaştık." dediği halde, veli: "Hayır, şu köleye anlaştık." derse, anlaşma caiz olur. Bu durumda yeminli olarak katilin söylediği söz geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kasden öldürülen bir kişi için, iki köle üzerine anlaşma yaptığında, bu kölelerden birisinin hür olduğu_ anlaşılırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o kölenin kıymeti ile diğer köle diyet olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise köle ile dirhemlerden diyetin tamamı olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin, kasden öldürülmesinden dolayı, (öldürenin yakın­ları) bir evde oturmak veya bir köleyi, bir sene hizmet ettirmek üzere (katil ile) sulh yapsalar, bu caiz olur.

Cariyenin onlara devamlı hizmet etmesi veya bu cariyenin karnındaki çocuğun yahut bir hurmalığın devamlı gelirinin onlara verilmesi şartıyla sulh yapsalar, bu caiz olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Kasden öldürülen bir adam için, koyunların karnındaki yavrular veya memelerindeki sütler yahut hurmalığın hurmaları, yirmi sene (onun velîsine ait) olmak üzre anlaşma yapsalar, bu durumda katile diyet gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hurma ağaçlarının üzerindeki hurmalara karşı anlaşma yapılırsa, bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Ölen kişinin velisinin, katil ile, "Onun başka biri üzerinde kısası gerektiren hakkını affetmesine karşılık, kendisinin de onu affetmesi" üzerine anlaşma yapması caiz olur.

Bu anlaşma, hakikatte bedelsiz af dır.

Sonra, bu velî, eğer katilin af etmesinden dolayı af ederse, bu durumda, katile hiç bir şey için müracaat edemez.

Eğer affetmezse, işte bu iki vecih üzredir.

Şayet kısas katil için vacip ise, (Affedicinin babası, oğlu veya bun­lara benzeri gibi) o zaman, affedici diyet için katile müracaat edebilir.

Yok; eğer kısas katil için yabancıya ait ise, o zaman affedici, bir şey içinkatile müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa'nın Müntekâsı'nda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerinin sağ elini keser; eli kesilen de, elini kesenin sol elini kesmek üzere anlaşma yapar ve keserse, bu bir afdır; ne sol eli kesene ne de sağ eli kesene bir şey gerekmez.

Şayet sol elini kesmeden önce davalaşırlar; sonra da anlaşma yaparlarsa, bu durumda sol eli kesme yoktur. Eli kesilen şahıs, elinin diyeti için, elini kesen şaHsa müracaat eder.

Eğer eli kesenin elini ve ayağını kesmek üzere, veya eli kesenin kölesini öldürmek üzere anlaşma yaparlar ve elini ayağını keserse, bu durumda kesilen zat, eli ve ayağının diyeti için, kesen şahsa müracaat eder.

Eğer kölesini Öldürürse, köle sahibi kölesinin kıymetini alır, kestiği elin diyetini öder.

Şayet bir hürrün elini kesmek veya filanın kölesini öldürmek üzere anlaşma yaparlar ve bunu yerine getirirlerse; o takdirde, elini kestiği hürrün elinin bedelini veya kölenin kıymetini borçlanır. Eli kesilen de elinin diyeti için elini kesene müracaat eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Taraflar, cinayet işleyenin ayağını kesmek üzere anlaşma yapar­larsa, bu meccânen af olur. Eğer öldürmek hataen olmuşsa, ona diyet gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Taraflar kasden el kesmeden dolayı, ayak kesmek üzerine anlaşma yaparlarsa; bu anlaşma batıl olur. Bir şey için de müracaat edilmez.

Bu, meccânen af olur. Ekseri rivayetlerde böyledir.

Bazı rivayetler de ise: "Diyet için müracaat eder." denilmiştir.
Şayet cinayet hataen olmuşsa, bi'1-umum rivayetlere göre, eli kesilen, elin diyeti için müracaat eder. -

Keza, kasden öldürmede de diyet için müracaat eder. Ve, "şu, şu-kadar miskal altın, gümüş..." diye anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Her birinden yarı nisbetinde alır. Muhıyt'te de-böyledir.

Bir kimse,  kasden adam öldürür;  ona karşılık bin  dirheme anlaşma yaparlar; onu da ödemezse, ona bir şey gerekmez.

Bu kimseler, bir köle karşılığında anlaşma yaparlar; bu köleye de bir hak sahibi çıkarsa, yine bir şey gerekmez. Yalnız, maktulün velîsi, kölenin kıymeti için, katile müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Fuzûli bir adam, kasden ölüm yerine, bin dirheme anlaşma yapıp, onu da ödediğinde, bu bin dirheme bir hak sahibi çıkarsa, ölenin velîsi, anlaşma yaptığı adama, onun misli için müracaat eder. Sonra da fuzûli anlaşma bedelini öderse, onun, katile müracaat hakkı olmaz.

Eğer katil: "Anlaşma yap." demiş fakat: "Ödeme yap." dememiş, fuzûlî de ödeme yapmışsa, o takdirde katile müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle ile hür bir şahıs, bir adamı kasden öldürdüklerinde, o kölenin efendisi ile hür adam, bir başkasına anlaşma yapmasını söyle­seler; o adam da onların yerine bin dirheme anlaşma yaparsa, katil olan köle ile hür, bu bin dirhemi yarı yarıya ortak olarak öderler.

Bazı rivayette böyle zikredilmiştir. Hataen de olsa böyledir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir köle, bir adamı kasden öldürdüğünde, maktulün iki velîsi olur ve bunlardan birisi, katilin kölesi üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Ve, bu durumda o köleye.sahib olan velîye: "Kölenin yarısını ortağına ver. Veya diyetin yansım öde." denilir.

Şayet bununla beraber, başka bir köle üzerine de anlaşma yaparsa, ortağının onda hakkı olmaz.

Eğer, bu velî, katilin kölesinin yarısına anlaşma yaparsa, bu da caiz olur. O köle, anlaşma yapanla, kölenin efendisinin arasında yarı yarıya ortak olur. Sonra da diğer velînin nasibi mala çevrilir.

Eğer dirhemler veya tartılan yahut ölçülen şeyler üzerine —peşin veya va'deli— anlaşma yapmışsa, bunda diğer velînin hakkı olmaz. O da diyetin yarısı için, katilin efendisine müracaat eder.

Kasden adam öldürmede, ölenin iki velisi olursa, onlardan birisi, kendi hissesi için diyetin yarısı karşılığında yarı cariye, müdebbere veya ümm-ü veled almak şartıyle anlaşma yapabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Ticârete izinli bir köle, kasden bir adam öldürse, onun, kendi başına anlaşma yapması caiz olmaz. Onun kölesi bir adam öldürse, o zaman anlaşma yapması caiz olur. Kenz'de de böyledir.

Bir köle bir adamı kasden değil de hataen öldürse, kölenin efendisi de ölenin yakınları ile diyetten noksana veya bir yer yahut belirli bir hayvan karşılığında anlaşma yapsa, işte bu anlaşma caiz olur.

Ortaklar, o anlaşma yapılan malı aralarında pay ederler. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle,  kasden birinin elini  kestiğinde,  efendisi,  o köleyi, —hükümle veya hükümsüz olarak— eli kesilen şahsa verir, eli kesilen de onu azad eder; sonra da bu şahıs, elinin kesilmesi sebebiyle Ölürse, bu durumda o köle, cinayet sebebiyle anlaşma yapabilir.

Eğer azad edilmemiş olsaydı, efendisine geri verilir; sonra da, ölenin velîlerine: "İster onu öldürün, ister affedin." denilirdi. Camiu's-Sağîr Şerhî'nde de böyledir.

Bir cariye,  hataen bir adam öldürdüğünde, ölenin iki velîsi bulunur; .sonra da bu cariye, bir oğlan doğurur; cariyenin sahibi, o iki velîden biriyle, "diyetten hissesinin yerine, o çocuğu vermek üzere" anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Diğer velinin efendide beşbin dirhemi vardır.

Şayet cariyenin üçte birini vermek üzere anlaşma yaparlarsa; bu da caiz olur. Bu durumda diğerine, cariyenin yarısını veya diyetin yarısını verir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müdebber, kasden bir adam öldürdüğünde, onun efendisi, bu müdebberin kıymeti olan bin dirheme anlaşma yaparsa bu anlaşma da caiz olur. Bundan sonra, aynı müdebbere, bir başkasını daha hataen öldürürse, efendisinin onun kıymetini vermesi gerekir. Eğer, önceki hata ile olsaydı da, efendisi kıymeti olan bin dirheme, anlaşma yaptıktan sonra, aynı müdebber bir başkasını daha öldürmeydi, işte o zaman efendi ikinci kıymeti ödemezdi. Bilakis önceki kıymete, ölenlerin velîleri ortak olurlardı. Muhıyi'te de böyledir.

Bir müdebber, bir adamı hataen öldürüp, başka birinin de hataen gözünü çıkarsa, bu durumda onun efendisi, onun kıymetinin üçte ikisini öldürdüğü şahsın velisine, üçte birini de gözünü çıkardığı şahsa verir. Şayet bu müdebberin efendisi, onun gözünü çıkarttığı şahıs ile yüz dirheme anlaşma yapar; müdebberin kıymeti de altı yüz dirhem olur; gözü çıkan da o yüz dirhemi alır ve diğer yüz dirhemden de vaz geçmezse, işte o zaman, o yüz dirhemi ikisi arasında taksim ederler; üçte ikisini ölen adamın velisi alır, üçte birini de gözü çıkan alır.

Şayet taksimden sonra, o yüz dirhemden vaz geçerse taksim değişmez.

Eğer gözü çıkan zat, yüz dirheme anlaşma yapıp, kalanından vaz geçerse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o yüz dirhem aralarında üçte ikisi ölene, üçte biri de gözü çıkarılana olmak üzere taksim edilir. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir müdebber, hataen birini öldürür; birinin de gözünü çıkarır, bu müdebberin  efendisi  de  anlaşma yaparak,  bu  müdebbereyi  onlara verirse, bu sulh caiz olur.

Şayet ihtilaf ederler ve velilerin her biri: "Ben, ölenin velisiyim." dediği halde beyyineleri bulunmazsa, bu durumda, bu köleyi aralarında yan yarıya taksim ederler.

Şayet müdebberin efendisi, onlardan birine: "Sen, ölenin velisisin.'* diğerine de: "Sen de gözü çıkanın sahibisin." derse; onun, —yeminle birlikte söylediği— sözü geçerli olur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer müdebber, öldürdüğünü ikrar ederse, ikrarı caiz olur. Şayet efendisi,  ölenin velîlerinden birisi ile,  bir  elbise üzerine anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur. Diğer velî ise, efendiden, mü­debberin yarı kıymetini alır.

Eğer beyyine ibraz eder veya efendi "onun, ölenin velisi olduğunu" ikrar ederse, bu böyledir. Aksi takdirde bir şey lazım gelmez. Mebsût'ta da böyledir:

Bir adam, kendi karısını yaraladığında, bu kadın, bu yaradan dolayı mal mukabili boşanmak üzre anlaşma yaparsa, işte o yaralama üzerine boşanmış olur. Şayet kadın, yaralanma davasından vazgeçerse, bu durumda boşanma ve tesmiye caizdir; diyet muhâlea bedeli talâk ise, bâin olur. Talak ister hulû' sözüyle olsun, ister açık sözle olsun müsa­vidir.

Bunların tamamı, kadın yaralama davasından geçtiği halde yaranın yeri kalırsa, o zaman böyledir.

Fakat, yaralama davasından vazgeçer de, yaranın izi kalmazsa, talak boşyere vaki olur. Bu durumda kadının, mehrini kocasına vermesi —her ne kadar, yaralama boşanmasında söylemiş olsa bile— gerekmez.

Bu vazgeçtiği zaman böyledir.

Fakat kadın, o yaradan ölürse boşanma caizdir. Mehir tesmiyesi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıldır. Tesmiye batıl oluncada, kıyasda, kısas gerekir. Istihsanda ise, diyet gerekir; diyet de kocanın malından olur.

Sonrada bakılır: Eğer muhâlea sözüyle talak vaki olmuşsa, bu talak, bain olur.

Eğer sarih sözle talak vaki olmuşsa, bu talak ric'î olur.

İmâmeyn'in kavline göre, hulû' baki kalır ve kocaya diyet gerekmez; o af olur.

Sonrada talaka bakılır.

Eğer hulû' sözüyle talak vaki olmuşsa, bu durumda talak bain olur.

Eğer talak sarih olarak vaki olmuşsa; Ebû Süleyman'ın rivayetine nazaran, talak ric'î olur. Ebû Hafs'ın rivayetine göre ise, talak bain olur.

Bu söyledilkerimiz, —başka değil— yalnız yaralamaya karşı muhâlea yapmış olmaları halinde böyledir.

Fakat, yaralamadan meydana gelecek şey üzerine muhâlea yapılmışsa, cevab İmâmeyn'e göre yalnız cerahat üzerine yapılan mü-hâlea gibidir.

Bu, yaralama kasden olduğu zaman böyledir.

Şayet, yaralama hataen olmuş ve —başkasına değil— yalnız yara­lamaya karşı muhâlea yapılmış ve davadan vaz geçilmiş, yaranında eseri kalmışsa, bu durumda muhâlea da, mehir tesmiyesi de caizdir; Talâk da baindir.

Da'vadan vaz geçilmiş ve yaranın yeride baki kalmamışsa, talak boşa vaki olmuştur. Bu durumda mehri geri vermek lazım gelir. Şayet kadın, o yaralamadan dolayı ölmüşse, bu durumda cevap, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabıdır.

İmâmeyn'e gelince, muhâlea da, tesmiye de caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam başka birinin karısını hataen yaraladığında, bu kadın, Kocasıyle "eğer kocası, yaralayan şahsı tamamen affederse, bir talak boşanmak üzere' anlaşma yapar; sonra da kadın o yaradan ölürse; bu talak bain olur.

Eğer bu yaralama kasden olursa, bu sulhun tamamı caizdir ve talak darıc'îdir.

Bir adam, karısını döver; kadın da, bundan dolayı "bir talak boşaması" üzerine, onunla anlaşma yapmış olursa bu sulh caiz; talak da bain olur. Dişini karartır veya kırarsa, bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir mükâtep, kasden bir adam öldürür ve bundan dolayı, yüz dirheme anlaşma yaparsa, bu anlaşma caiz olur.

Anlaşma bedelini ödedikten sonra, bu mükâtep azad edilse bile, bu anlaşma geçerlidir. Sulh bedelini ödemeden azad edilirse, o zaman, anlaşma bedeli ondan istenir. Anlaşma bedelini ödedikten sonra, aciz kalsa bile, yine sulh geçerlidir. Şayet ödemeden önce aciz kalırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göte azad olunana kadar, ondan bir şey iste­nilmez.

İmâmeyn'e göre ise, sulh bedeli, onun efendisinden istenilir. Ona: "Ya köleyi ver; veya bedelini öde." denir.

Eğer anlaşma dirhemler veya belirli yahut belirsiz yiyecek üzerine yapılır; onu da teslim almadan, anlaşmacılar birbirinden aynlırlarşa; bu anlaşma hali üzere kalır.

Eğer mükatepten kefil alınırsa işte o kefil anlaşma bedeline kefil olmuş olur ve bu kefalet caizdir.

Keza, bedel bir köle gibi veya belirli bir elbise gibi bir şey olursa, bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet anlaşma bir köle üzerine yapılır, bir de kefil alınır; bu köle de teslim edilmeden önce ölürse; bu durumda kefil, kölenin kıymetini öder. Dilerse mükâtebe müracaat eder. Eğer köle —ölmez de—, duruyor olursa, onu teslim almadan satabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer mükâtep, kasden bir adam öldürür; buna da beyyine bulunur ve ona karşılık, —vadeli olmak üzere— bir mal karşılığında anlaşma yapılırsa, bu anlaşma caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâtep,  kan bedelini,  zimmette olan bir mal karşılığında anlaşma yapar ve ölüm de ikrarıyle veya beyyine ile sabit olur; bir adam da ona bedel kefil olduktan sonra, bu mükâtep aciz kalıp köleliğe dönerse, bu durumda anlaşma yapan o zat, azad edilene kadar bu mü-kâtepten bir şey alamaz; —mükâtep azad edilmeden önce— kefilden alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtep kasden bir adam öldürdüğünde, maktulün iki velîsi olur ve onlardan birisi, "yüz dirhem üzerine" anlaşma yapıp onu alır; mükâtep de aciz kalarak köleliğe avdet eder; sonra da diğer velî gelerek, mükâtebe, (—borç olarak— yarı kıymetini hükmettirirse, bunu yap­maya hakkı vardır.

Şayet, bu iki veliden birisi, —anlaşma olmaksızın— affederse, bu durumda mükâtebin kıymetinin yarısı diğer velîye hükmedilir.

Eğer velîlerden birisi, belirli bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Fakat, onu teslim almadan tasarruf edemez.

Eğer belirli olmayan bir şey üzerine anlaşma yapıp, onu da teslim almadan, taraflar birbirinden ayrılırlarsa, bu durumda anlaşma batıl olur.

Şayet belirli bir yiyecek üzerine,.yarı kıymetinden fazla olmak üzere anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur.

Keza, mükâtebin yan kıymetinden fazla olmak üzere, bir arsa veya dirhem yahut dinarlar üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Eğer kıymetinden daha fazla borca anlaşma yaparlarsa, bu da caiz olur. Mükâtebin kıymetinin yarısına bir kefil olursa, bu caiz olur.

Kefil yiyecek veya elbise üzerine anlaşma yaparsa, bu caiz olur ve bu kefil, mükâtebe müracaat eder.

Eğer, mükâtep kıymetinin yarısı için rehin verir; rehin de zayi olursa, bu durumda kıymetinin yarısı ödenmiş olur.

Eğer, rehnin yarıdan fazla kıymeti varsa, işte bu fazlalık batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [20]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..