15- MİRAS VE VASİYYET HAKKINDA, VÂRİS VE VASİNİN YAPTIĞI SULH

Tereke, varisler arasında ortak olur; bu varisler, mal mukabilinde o terekeden, varislerden birini çıkarırlar; bu tereke bir akar veya uruz olur da verdikleri şey, çıkardıkları o varisin hissesinden az veya çok olursa; şayet tereke altın, verdikleri ise gümüş veya tereke gümüş, ver-dilkeri de altın olursa, bu durumda yapılan sulh sahih olur.

Çünkü, bu cinsin hilafına satışdır ve müsavat şart değildir.

Bu durumda, verilenin ayni mecliste alınmasına itibar edilir.

Şayet, bu varisin elinde, terekeden bir şey kalmışsa —inkar eylediği zaman— onu almak kafi gelir.

Eğer ikrar ediyorsa, onu, —karşılığını vererek— yeniden almak gerekir. O da hakkına dönüş yapar. Kâft'de de böyledir.

Ölen zat, dirhemler veya uruz terk ettiğinde, dirhemler üzerinede anlaşma yapılırsa, bu durumda aldığı dirhemler hissesi olan dirhem­lerden fazla olursa, sulh caiz olur. Zira dirhemler, dirhemlerin misli; fazlası da urûzun karşılığı olmuş olur.

Bu durumda iki bedeli de, aynı mecliste almak şart kılınmıştır.

Şayet verese terekeyi ikrar ederse, nasibini alması hususunda, bir mani yoktur.

Eğer nasibi varislerin üzerinde, alacak ise (Şöyleki: Terekeyi inkar ederler veya onu ikrar ettikleri hâlde, terekeden onun hissesini vermeye bir mani bulunursa) o takdirde nasibini aynı mecliste almasına ihtiyaç yoktur.

Şayet dirhemlerden hissesini almazsa, sulh caiz olmaz.

Dirhemler hissesinden az olursa yine böyledir.
Hakim Ebû'1-Fadl şöyle buyurmuştur:

Dirhemlerden hissesi kadar da olsa, hissesinden az da olsa, anlaşma batıldır. Hissesini bilmezse, yine anlaşma caiz olmaz.

Eğer uruz veya dinarlar üzerine anlaşma yaparsa, bu —her ne kadar az olsa bile— caiz olur.

Şayet tereke dinarlar veya uruz olur ve sonra da dinarlar üzerine anlaşma yapılırsa, işte bu bizim dirhemler hakkında söylediğimiz tafsilat üzerinedir.

Eğer bu durumda dirhemler üzerine anlaşma yapılırsa, her haliyle caiz olur. Mııhıyt'te de böyledir.

Eğer tereke altın gümüş ve bunlardan başka şeyler olur; gümüş veya altın üzerine de anlaşma yaparlarsa, bu durumda, verecek şahsın, aynı cinsten kendi hissesinden fazlasını vermesi gerekir. Ve, bu hissesinin ( = nasibinin) mukabilini (= karşılığını, bedelini) altın ve gümüşten olması halinde, hemen— teslim alması gerekir.

Şayet anlaşma bedeli uruz ise, ribâ korkusu olmadığından bu sulh mutlaka sahihdir. Eğer terekede dirhemler ve dinarlar varsa ve anlaşma bedeli de dirhemler ve dinarlar ise, hangi şekilde olursa olsun, anlaşma caiz olur. Fakat, aynı me:cliste, bu bedeli teslim almak şarttır. Kâfî'dede böyledir.

Bu şahıs, özellikle akar ve eşya (= hissesinden nasibinden) dolayı anlaşma yapsa veya bazılarını hariç tutmak üzere, bazı şeyler için anlaşma yapsa, bu da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Terekede borç bulunmaz, eşyalar da belirli olmazsa, tartılan ve ölçülen şeyler hakkında yapılan anlaşma caiz değildir." diyenler olduğu gibi, "caizdir." diyenler de olmuştur.

Şayet tereke, ölçülen ve tartılan cinsten değilse ve eşya da belirli değilse esahh olan, anlaşmanın sahih olmasıdır. Hidâye'de de böyledir.

Bir kadın, mehir bedelinden dolayı anlaşma yapar; varisler de onun nikahını ikrar eder ve tereke insanlar üzerinde borç olarak bulun­makta olursa, o zaman kadın, ya bütün borçlulara karşı varisler için, hissesi nisbetinde anlaşma yapar; veya terekeden dolayı anlaşma yapar.

Şayet varisler, bu kadının nikahı hakkında bir şey söylemezi erse, bu durumda anlaşma batıl olur.

Eğer varisler, —bunu isterlerse— her birinin alacağı nisbetinde anlaşma yapmaları caiz olur.

Bunun yolu şudur:

Bu kadın, varislerden, —mehir hissesi kadar— belirli bir şey satın alır. Sonra da helalîaşırlar. Daha sonra da oturup, aralarında bir sulh. anlaşması olmaksızın, sözleşme anlaşması yaparlar. Zahîriyye'de de böyledir.

Borçludan almak üzre anlaşma yaparlarda, diğer mallardan kadının hissesini terk ederlerse, bu anlaşma geçersiz olur.

Eğer alacak anlaşmaya dahil olmaz ise, geride kalan tereke hakkında yapılan anlaşma sahih olur. Ve borçlulardaki alacaklarını feraiz üzerine alırlar ve aralarında pay ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet kadın, mehrini veya mehir bedelini almak için belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapar; terekede de görünen ve bilinen bir borç olmadığı gibi, nakit para da olmaz ise; bu durumda anlaşma yine de caiz olur.

Sonradan, —varislerden bilmediği— belirli borç meydana çıkarsa, veya belirli bir mal meydana çıkar da, varisler onu bilmezse, o belirli mal ve borç anlaşmaya dahil olur mu? İşte burası ihtilaflıdır: Bazı alimler: "Dahil olmaz." demişler ve "o alacak ve mal, varisler arasında feraize göre pay edilir." buyurmuşlardı. Bazıları ise: "Arılaşmaya dahil olur. O alacak da, mal da aralarnda hakları gereğince taksim edilir.'' demişlerdir.

Bu söz, anlaşma fasid olduğu zamana göredir.

"Anlaşmaya dahil olmaz." diyenler, "O alacak ve mal, varisler arasında ortak olursa, anlaşma batıl olmaz." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer ölenin üzerinde borç var ise, kadında nikahı bedeli bir anlaşma yapmışsa, bu anlaşma caiz olmaz. Çünkü o borç, terekeye dahildir.

Eğer "bu tasarrufa mani" derler; varisler de "caiz olmasını" isterse bunun yolu şudur: "Varisler ölenin borcunu, kendii'.eri terekeye müra­caat etmemek şartıyle öder veya bir yabancı, onu, ölüye teberru olarak öder yahut o borç, başka bir maldan verilir; sonra da aralarında feraize uygun bir anlaşma yaparlar. Eğer varisler borcu ödemez ve fakat maldan ayırır sonra da aralarında anlaşma yaparlarsa bize göre bu caiz olur.

Bu, eğer alacaklı —hakkı ona verilmeden önce— anlaşma yapmaya izin verirse böyledir.

Bu durumda o zat, alacağını almak için, varislere müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının malında belirli bir mal üzerine anlaşma yaptıktan sonra, kocasının borcu meydana çıkarsa, bu kadın hissesine düşen borcu Öder ve sulh bedelini alır. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın, ölüp, mirası kalır; o mirasda kocası ile kardeşine kalır; kardeşi, bu kadının kocası ile belirli bir dirhemler ve belirli bir eşya üze­rine anlaşma yaptıktan sonra aralarında ihtilaf çıkar ve bu ihtilaf anlaşmanın-aslından, çıkmış olursa, anfâşma üzerinde görüş birliği yaparlarsa, ne alâ; bir mes'ele kaimaz. Eğer, da'vacı mal taksiminden herkes hakkını aldıktan sonra, diğeri de gasb iddiasında bulunur, diğeri de onu inkar ederse; bu durmmda —yemini olarak— inkar edenin söylediği söz geçerli olur.

Her iki tarafa yemin ettirilmez.

Eğer ihtilaf, üzerlerinde sözleşme yaptıkları şeyden veya onun mik­tarından çıkmışsa, o takdirde her iki tarafa da yemin ettirilir.

Eğer ihtilaf malın sıfatından ve malın zatından çıkmışsa, bu durumda inkar edenin sözü geçerli olur. Bu durumda her iki tarafa da yemin verilmez.

Eğer ihtilâf zimmetten çıkmışsa, her iki tarafa da yemin ettirilir ve hisseleri verilir. Şayet taraflardan birisi, beyyine ibraz ederse, fazla olanın beyyinesi geçerli olur.

Eğer koca, kardeşine: "Ben, seninle şu eşya üzerine anlaşma yaptım. Ancak, sen onu bozup dağıttın." der, kardeş ise: "Ben öyle yapmadım." derse, bu durumda, kadının kardeşinin,- yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerden biri hazırda olmaz; hazırda olanlar ise, kadınla ortaya çıkarlar ve o hazırda olmayanın hissesini bir tarafa çıkarıp, geri kalanı taksim-ederlerse, hisselerine düşen caiz olur.

Eğer o hazırda olmayanın yüzünden, mal tevkif edilirse, hakim aralarında adaletle hükmeder ve hazırda olanlarla gaibin haklarını ayırır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam ölür, iki oğlu kalır; kendisi de borçlu bulunur ve terekesi arazi, borcu ise dirhemler olursa; oğullarından birisi, alacaklı ile, belirli dirhemlere karşılık anlaşma yaparak, "babasının, dirhemler cinsinden olan borcu karşılığında, kendi hissesi alacaklının olsun" ister ve onu öderse işte bu caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), bu sulhun caiz olduğunu Em âlî kitabında zikreylemiş ve "Caizdir." buyurmuştur.

Şayet borç belirli değilse, bu sulh batıl olur. Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.                    ,

Eğer alacak, varislerden bir kişiden iddia edilir, varis de, bunu inkar ederse; terekeden Ödenmek üzere sulh yapılır. Şayet o varis borcu öderse, bu ödeme sahih olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam ölür, iki oğlu kalır; bir adam da babalarından yüz dirhem alacağı olduğunu iddia eder; oğullarından birisi bunu kabul edip: Ben ondan hissemi sana veririm." derse (ki bu elli dirhemdir) alacaklı geri kalan elli dirhemini, o oğuldan alamaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu batıldır. Kalanını da alır." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bir şey alamaz. Kalan elli dirhemini diğer oğlundan alır. Eğer, birinci oğul tamamını öderse, elli dirhemini kardeşinden ister. Oğlun biri huzurda olmayınca da durum böyledir.

Alacaklı, alacağını hazırda olandan tamamen alırsa, yaptıkları anlaşma batıl olur.

İki ev, varislerin tamamının elinde bulunduğunda başka bir adam onlardan hak iddia eder; varislerin bir kısmı hazır, bir kısmı ise gaib olur ve   hazırda  olanlar, iddiacı ile  anlaşma  yaparlarsa,  bu anlaşma tamamının adına yapılmış olursa,  caiz olur. Bu durumda anlaşma yapanlar, huzurda olmayanlara müracaat edemezler.

Şayet davacı onlardan birini dava eder; o da anlaşma yaparsa, bu anlaşma da sahihdir.

İddia edilen şeyi, ikrar edenlerin anlaşma yapmaları da caizdir.

Şayet böyle iddialı bir yeri alan iddiacıdan, bu yeri birisi satın aldıktan sonra, iddiacının hakkını inkar edenler olursa, bu durumda müşteri muhayyerdir. İsterse, bu alım-satımı bozup, verdiği parasını iddiacıdan geri alır; isterse, münkirlerin (inkar edenlerin) hüccetlerini (delillerini), davayı kazamp-kazanmayacaklarmı bekler.

Bunu, Şeyhu'i-İslâm Hâherzâde ve Şemsü'l-Eimme Serahsî zikrey-lemişlerdir. Anlaşmayı kabul etmeyen iddiacıya hissesi için müracaat edebilir.

Keza, hazırda olanlar iddiacı ile anlaşma yaparlar da, kendi hisse­lerini iddiacıya teslim ederler ve başkalarının hakkına dokunmazlarsa, bu durumda onun müracaat hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerden bazıları, ölen de alacaklının olduğunu iddia ederler; bir kısmı da hazır olmazsa, bu durumda yapılan anlaşma sahih olmaz.

Eğer iddiacı beyyine ile gelir, varis de hakimin emriyle onun hakkını öderse, anlaşma sahih olur.

Şayet hakimin emriyle, kendi malından verirse, diğer varislere his­seleri kadarını almak için müracaat eder.

Eğer terekeden hakimin hükmü olmaksızın ödeme yaparsa; hazırda olmayan için, hissesi kadarını vermesi gerekmez.

Şayet hakimin hükmü olmadan, kendi malından ödeme yaparsa, bu durumda hazırda olmayana müracaat edemez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İki adam, bir kişinin elinde bulunan evi veya araziyi iddia ettiğinde, o iki adam: "Bu, bize miras kaldı; biz babamızdan miras olarak aldık." derler; iddiacı da bunu inkar eder; sonra da onlardan birisi, kendi hissesi için anlaşma yaparak o davaya karşılık, yüz dirheme sulh olur; ortağı da o yüz dirheme ortak olmak isterse, bu caiz olmaz.

Eğer onlardan birisi davanın tamamı için anlaşma yapmış olup, yüz dirhemi iddiacıya ödese, o takdirde kardeşi hissesine düşeni tazmin eder.

Eğer muhayyerlik şartıyla anlaşma yaparsa; kardeşi dilerse yüz dirhemin yarısını öder; dilerse ödemez.

Eğer öderse, anlaşmanın tamamı caiz olur ve sulh bedeline ortak olurlar.

Şayet teslim etmezse, onun hakkındaki sulh batıl olur. Diğer davalı hakkındaki sulh ise caizdir.

İddia olunan zat (da'valı) sulhu imzalamakta (kabul ve infazlamak hususunda) muhayyer olur mu?

Ziyâdât kitabında, bu meseleye benzer bir mes'ele zikredilmişdir. Şöyleki:

İki adamın ortak bulunduğu bir köleyi, bu adamlardan birisi (tamamını) satar; müşteri de arkadaşının hissesini, ödemek üzere, satan şahsa teslim eder; köleyi satan şahıs da arkadaşının hissesini ödemezse; bu durumda müşteri satıcının hissesi hakkında muhayyerdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, isterse alım-satımı fesheder; isterse, satanın hissesine sahib olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, muhayyer olamaz.

Burda köle ile ev arasında bir fark yoktur. Ev meselesi ihtilaflı olunca köle mes'elesi de ihtilaflı olur. Ve ihtilaf yukarıdaki şekildedir.

Büyük varis, mirasın vasisi tarafından bir takım eşyaları iddia ettikten sonra, hepsine bedel, belirli bir köle veya bir elbise üzerine, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Keza:""Elimde bulunanı sana feda eyledim." derse, yine bu sulh caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İki varis, belirli bir şey veya alacak üzere, vasilerini dava ederler; vasi de ikrar etmeksizin, onlardan birisiyle anlaşma yaparsa, diğerinin, kendi hissesi için, vasiye müracaatta bulunmaya hakkı olmaz.

Şayet kardeş, diğer kardeşiyle birlikte anlaşma yapmazsa; iddia edilen şeyin vasinin yanında mevcut olması halinde, hissesini ondan alır. Diğer kardeşi, onun aldığına ortak olamaz.

Eğer iddia olunan şey zayi olmuş ve vasinin onu ödemesi üzerine vacib olmuşsa, o takdirde, iki kardeş ona ortak olurlar.

Eğer sulh bedeli bir yer ise, sulh yapan muhayyerdir.

Şayet sulh bedeli (Meselâ: Yüz dirhem) alacak olur, varislerin içinde küçük olan ve büyük olan kimseler bulunur ve vasi, dava için büyükle anlaşma yaparsa, dava umûmî olmuş olur. Büyük olan, hissesini alıp, küçüğe infak ederse, küçüklere karşı anlaşma caiz olmaz. İmâm: "Küçükler için, hisselerinden dolayı vasiye müracaat hakları vardır.

Fakat, büyüklerin bu hakkı yoktur.'' buyurmuştur.

Burda geniş tafsilat: Eğer bülüğa erişirlerse, ve böyle yapmayı dilerlerse, anlaşmaya izin verirler ve hisseleri için vasiye müracaat ederler. Vasi de büyüklere müracaat eder. Bu durumda onlar, bir şey için küçüklere müracaat edemezler.

Eğer küçükler büyüyünce sulhu reddederlerse, davalarına dönerler vaside verdikleri için büyüklere müracaat eder.

Büyüklere gelince, küçüklere yaptıkları harcamalar için, onlara müracaat edemezler. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam ölür ve bin dirhem bırakır; iki adamın da ölen şahısta biner dirhem alacakları olur; onlardan birisi hazırda bulunur ve varis, onunla beşyüz dirheme anlaşma yapar, adam da onu alır; sonra da diğer alacaklı  gelerek,   varisin  elinde  kalan  beşyüz  dirhemi  ve  anlaşma yapandan da beşyüz dirhemin yarısını alırsa, ikinci adam bin dirhemin dörtte üçünü önceki de dörtte birini almış olur. Şayet önceki adam hakimin hükmüyle beşyüz dirhemi almış olsaydı; sonra da ikinci adam gelerek, varisin elinde olan beşyüz dirhemi alsaydı; öncekinden bir şey alamazdı. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine bir köle veya bir ev vasiyet eder; bu şahsın bir oğlu ile bir de kızı kalır ve bunlar kendisine vasiyet edilen zat ile bu köleye karşılık, yüz dirheme anlaşma yaparlar ve o yüz dirhem miras malından olursa, o köle oğul ile kız arasında, iki hisse oğuia, bir hisse kıza olmak üzere pay edilir.

Eğer o yüz dirhem ikisinin Özel malından ise, o zaman, köleye ara­larında yarı yarıya ortak olurlar. Çünkü, o aralarında muâvazadır. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Vasî ikrar ederek, ölenin yanında bin dirheminin olduğunu söyler, ölen zatın da iki oğlu olur; sonra da onlardan birisi, kendi hissesine karşılık, dörtyüz dirheme, —vasinin malından— anlaşma yaparsa işte bu caiz olmaz.

Keza, bin dirhemle birlikte, eşyası da olsa; eğer vasi bunları zayi etmişse, dörtyüz dirheme anlaşma yapmak caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Ölen bir şahıs, malının üçte birini, vasiyyet eder; küçük .ve büyük yaşlarda varisler bırakır ve bu varislerden bir kısmı, vasiyyet malı husu­sunda, belirli dirhemlere karşılık, koendısine vasiyet yapılan zat ile o vasiyet olunan şeyi varislere teslim etmek üzere, anlaşma yaparlarsa; bu durumda, varislerden bir kısmı, diğerleri için de anlaşma yapmışlar, terekede de borç ve başka nakid yoksa, bu anlaşma caiz olur.

Şayet başka birisine borç var ise, yine anlaşma caiz olmaz.

Eğer nakid varsa ve o üçte bir de sulh bedeli nakid ise, veya ondan daha fazla ise, yine caiz olmaz.

Şayet sulh bedeli üçte birden daha fazla ise, o zaman caiz olur. Eğer sulh bedelini kendisine vasiyet edilen zat, aynı mecliste kabul ederse, bu böyledir. Böyle değil de, ayrıldıktan sonra kabul ederse, nakid hakkın­daki anlaşma bozulmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer miras dört kişi arasında olur; onlardan ikisi büyük, ikisi de küçük yaşta bulunur, ölen zatın da vasisi ve kendisine vasiyet edileni bulunur  ve  bunların  hepsi  toplanır,  aralarında bir  değere  karşılık anlaşma yaparlar; sonra da o iki büyük olan varisten birisi, belirli bir ziynet eşyası ile bir elbiseyi; diğeri de, belirli bir ziynet eşyası ile başka bir şeyi alır; küçük varisler de öyle yaparlar; kendisine vasiyet edilen de öyle ederse, işte bu caiz olur.

Şayet bu taksimi yapmadan önce dağıtırlarsa, bu anlaşiria batıl olur. Ancak bu batıl olmak, ziynet eşyası hakkındadır; yoksa, diğer eşya hakkında değildir. Ziynet eşyası hakkında olan anlaşmanın geçersiz olması, diğer eşyalar hakkındaki anlaşmayı bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Varislerin, vasiyet eden şahıs ölmeden önce, vasiyet hakkında anlaşma yapmaları caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Baba, köle veya mükâtep; sabide hür ise, ona karşı yapılan anlaşma da caiz olmaz.

Keza, baba kafir olur, oğlu ise, müslüman olursa, ona karşı yapılan sulhta caiz olmaz. Bunak olan büyük ve deli de çocuk hükmündedir. İster, bulûğa eriştikten sonra delirsin; isterse o anda delirsin bize göre aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir sabinin, başka birinde alacağı olduğunda, babası az bir mala karşılık anlaşma yapar; sabinin beyyinesi olmadığı gibi borçlu da, borcu inkar etmekte olsa, bu durumda anlaşma caiz olur.

Şayet alacak beyyineli ve belli olur, borçlu da onu ikrar etmekte olursa, bu durumda babanın, —insanlar aldanmayacak şekilde— yaptığı anlaşma caiz olur. Şayet babanın bir şey satmasını gerektiriyorsa, onu kendi malından satar. Eğer gerektirmiyorsa, mubayaa caiz olmaz. Sira-ciyye'de de böyledir.

Bir vasî, yetimin malından, bir adama bin dirhem verir; beyyinesi olmadığı için ye karşı tarafın inkarından dolayı, bin dirhem yerine beşyüz dirheme anlaşma yapar; sonra da beyyine (yani adil bir şahit) bulursa onun bin dirhem olduğuna dair, ona yemin ettirilir. Sabî, büyüdükten sonra, adil bir şahit bulursa, ona "bin dirhem olduğuna dair" yemin ettiremezler. Kunye'de de böyledir.

Bir sabinin (=   küçük bir çocuğun) bir kölesi veya bir evi olduğunda bir başkası "onun, kendisine ait olduğunu" iddia eder ve sabinin babası da, sabinin malına karşılık, o şahısla anlaşma yapar; iddiacının ise, adile olan beyyinesi (yani şahidi) bulunursa; anlaşma, iddia   edilen bedel   üzerine   yapılır.   Veya,   insanların   aldatılmış sayılmayacağı kadar fazla olursa, bu da caiz olur.

Şayet iddiacının hiç şahidi olmaz veya adile olmayan şahidi olursa; bu durumda sulh, asla caiz olmaz.

Eğer iddiacının şahidleri gizli iseler, bazı alimlerimiz: "Sulh, yine caiz olmaz." demişler; bazıları ise: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kav­line binâen, caiz olur." demişlerdir.

Bazı alimler de: "Eğer, iddiacının şahitleri meşhurlardan ise, babanın anlaşma yapması uygun olur." demişlerdir.
Şayet baba,1 şahsî malından anlaşma yaparsa, bu durumda, sulh her haliyle caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Eğer varislerin tamamı küçük yaşta olurlar ve vasi de, baba gibi anlaşma yaparsa; dava lehlerine olsun, aleyhlerine olsun, akar veya taşınır mal hakkında olursa, yukarıdaki gibi olur.

Fakat, varisler büyük yaşta olurlar, ve hepsi huzurda bulunurlarsa, vasinin onların hakkında anlaşma yapması caiz olmaz.

Da'vanın aleyhlerine veya lehlerine olması da farketmez.

Bu dava —ister akar, ister menkûl hakkında olsun,-— asla caiz olmaz.

Bu durumda, iddiacının şahitleri ister adil olsun, isterse olmasın, fark etmez. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet varislerin tamamı zengin olur ve onlara karşı anlaşma yapılırsa, bu caiz olmaz. Müddeî (— davacı) için beyyine olsun veya olmasın müsavidir. Dava ister akar hakkında olsun, isterse menkûl hakkında olsun farketmez.

Şayet dava akar hakkında olursa, tamamının izni olmadan yapılan anlaşma sahih olmaz.

Eğer dava, menkûl hakkında olur; iddiacının da onlar için beyyinesi bulunursa, o zaman, anlaşmaları —alınan sulh bedeli, iddia edilen şeyin kıymetinin misli veya insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar fazla olsa bile—caiz olur.

Eğer bunun aksi olursa, anlaşma sahih olmaz.

Şayet davacının beyyinesî yoksa, nasıl anlaşırlarsa öyle olur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.

Fakat, varisler, küçüklü büyüklü olur; büyükler hazır bulunurlar ve onlara karşı anlaşma yapılırsa, bu anlaşma bütünü hakkında caiz olmaz.

Eğer dava akar veya menkûl hakkında olur; iddiacının ise beyyinesi bulunur veya bulunmazsa; bu durumlarda anlaşma küçükler hakkında —onların hisselerine bir zarar dokunmazsa— caiz olur.

Eğer dava menkûl hakkında olursa; sulh, küçüklere karşı da, büyüklere karşı da —zarara uğramazlarsa— caiz olur. Eğer zarara uğrarlarsa, —ister iddiacının adile olan beyyinesi olsun, isterse olmasın—, caiz olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre, şayet küçüklere zarar isabet etmiyorsa, onlara karşı yapılan anlaşma caiz olur; fakat, büyüklere karşı yapılan sulh caiz olmaz. Onlara zarar isabet etsin veya etmesin müsavidir.

Eğer büyük olan varisler zengin iseler, onlara karşı yapılan anlaşma, bir zarara uğramadıkça küçükler hakkında caiz olur; büyükler hakkında caiz olmaz.

Da'valının beyyinesi de olsun veya olmasın fark etmez.

Eğer dava akar hakkında olursa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —bir zarara uğramazlar ise— sulh caiz olur. Eğer zarara uğrarlarsa, davacının beyyinesi ister olsun, isterse olmasın, bu anlaşma, onlar için caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre, küçükler hakkında —şayet zarara uğramazlar ise— caiz olur. Büyükler hakkında ise, ister zarar olsun, istere olmasın bu anlaşma caiz olmaz.

Baba olmadığı zaman, büyük baba vasiyyet hususunda baba gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, dedenin vasisi olsa, ananın ve kardeşin, sabiye karşı, vasi yerine anlaşmaları caiz .olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Ananın vasisi, amcanın vasisi, kardeşin vasisinin anlaşmaları, ---bunların terekeleri hakkında— babanın vasisinin anlaşması gibidir.

Şayet dava küçük hakkında vaki olursa, akar da bundan hali kalmaz.

Şayet tereke başka cihetten ise, onların vasilerinin anlaşmaları caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir acjam, ölen bir kişiden alacak iddiasında bulunduğunda; vasi, yetimin maİındah bir şey üzerine anlaşma yaparsa, bu —iddiacının beyyinesi olmadıkça— caiz olmaz.

Şayet vasi ölenin malından anlaşmasız bir ödeme yaparsa, bu caiz olmaz. Varisler bu durumda muhayyerdir: Dilerlerse vasinin ödediğini, vasiye, dilerlerse, kendisine ödenmesi gereken şahsa ödetirler.

Şayet kendisine ödenmesi gereken şahsa, ödetirlerse, vasi, onlardan hiç birine, ödediği için müracaat edemez.

Eğer vasiye ödetirlerse, vasi diğerine müracaat eder; ister, onun aldığı elinde mevcut olsun, isterse zayi olmuş bulunsun müsavidir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet vasi; bir şahsın, ölen kimseden hak iddiasına karşılık, veya bir sabiye karşılık anlaşma yapar ve bu durumda, davacının davasının doğruluğuna dair beyyinesi bulunur veya hakim durumu bilmekte olur yahut hakim öylece hükmeylemiş bulunursa, anlaşma caiz olur; böyle olmaz ise, caiz olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Baba ve vasi, kasden adam öldürmeden dolayı sabinin ödemesi vacib olan diyeti hakkında —sabinin malından vermek üzere— anlaşma yaparlarsa bu caiz olur.

Ancak anlaşma, diyetten az bir şey için olursa, o zaman caiz olmaz.

Bir adam, "kölesinin, başka bir adama bir sene hizmet etmesini" vasiyet eder; ve bu köle, onun malının üçte birinin dışında olursa; varisler,  onun hizmetine karşılık, dirhemler vermek üzere anlaşma yaparlar veya vasiyet eden, evinde birinin oturmasını yahut hayvanına, bir sene müddetle başkasının binmesini veya elbisesini bir ay başkasının giymesini vasiyet ederse; bunlara karşılık varislerin dirhemler vererek anlaşma yapmaları, istihsanen caiz görülmüştür.

Keza, bir küçüğün varisinin vasisi böyle yapsa ve hizmet etmesi vasiyet edilen köle, hizmet etmeden önce ölse; ona karşılık yapılan anlaşma da caiz olur.

Eğer anlaşma bîr elbiseye karşılık yapılır, onun da kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; bu durumda anlaşma yapılan zat, elbiseyi geri vererek, kendisine kölenin hizmet etmesi için başvurabilir. O elbiseyi teslim almadan önce, satmak yoktur.

Şayet dirhemler karşılığı anlaşma yaparsa, bu dirhemlerle, "teslim almadan önce, elbise satın alabilir.

Eğer varis söylediklerimizin bir kısmını satın alırsa, bu caiz olmaz.

Şayet: "Senin hizmetine karşılık, bu dirhemleri sana verdim." derse veya "Ivazen yahut bedelen veya hizmetine mukabil verdim." veya "hizmetini birakasın diye verdim." derse, caiz olur.

Şayet: "Onun hizmetini bana bağış yapasın diye, bu dirhemleri sana bağışladım." derse; —dirhemleri teslim ettiği zaman— yine caiz olur.

Eğer varis iki kişi olur ve onlardan birisi, on dirheme karşılık yalnız kendisine ait zamanın hizmetine karşılık olarak, —ortağının dışında— anlaşma yaparsa işte bu caiz olmaz; ancak istihsanen caiz olur. Köle bü­tün varislerin olur; bu varislerden birisi de,, köleyi satar; ve bedeli de hizmet etmesi vasiyet edilen zata verirse; bu durumda kölenin hizmeti geçersiz olur; ve onun parasında da hakkı olmaz. Hizmet sahibinin rızası ile, cainayet bedeli verilirse, bu caiz olur.

Eğer, bu köle hata ile öldürülür ve onun kıymeti alınırsa, varisler, o kölenin kıymeti ile, hizmet için, bir köle satın alabilirler.

Şayet, belirli dirhemler veya yiyecek üzerine anlaşma yapılırsa, bu ivaz yoluyla caiz olur. Eğer kölenin bir eli kesilir ve varisler onun diyetini alırsa; alınan bu diyet köle ile birlikte kendisine vasiyet olunan şahsın olur.

Şayet varisler, bu kölenin kendilerine teslim edilmesi şartıyle, ken­disine vasiyyet edilmiş olan şahsa, on dirhem vermek üzere anlaşma yaparlar; köle de buna razı olursa, bu iskat yoluyla caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir başka şahsın, evinde oturmasını vasiyyet eder ve ölürse, bu şahsın varislerinin, ev kendisine vasiyyet edilen şahısla, belirli dirhemler üzerine anlaşma yapmaları caiz olur.

Keza, varisler, o şahsın başka bir evde oturması üzerine anlaşma yapsalar, bu da caiz olur.

Ölen şahıs, kölesinin, bir sene bir adama hizmet etmesini vasiyet ettiğinde, varisler buna mukabil, bir evde oturması veya bir kölenin, hayat boyu, o şahsa hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Önceki bölümde, hizmet etmesi vasiyet edilen köle hizmet müdde­tini bitirmeden ölür veya ev, oturma müddeti bitmeden önce yıkılırsa, anlaşma bozulmuş olur. Vasiyet olunan zatın önceki vasiyet olunan evde oturma hakkı avdet eder.

Keza, bir adam, kölesinin bir şahsa bir yıl hizmet etmesini vasiyet eder; varisler de başka bir kölenin, belirli senelerce, ona hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlar veya belirli senelerce, o evde oturması üzerine anlaşma yaparlar ve o müddet geçmeden önce, anlaşma yapılan köle ölür veya ev yıkılırsa, anlaşma yapılan zatın, o müddete kadar hakkı baki kalır.

Alimler şöyle demişlerdir: Bu cevap, anlaşma yapılan kölenin hizmet süresi veya evde oturma müddeti bitmeden, *evin yıkılmasının cevabına hamledilir.

Fakat, asıl vasiyet edilen köle, hizmetini bitirmeden önce ölür veya ev yıkılırsa, vasiyet olunanın hakkı kalır mı?

—Anlaşma yapılan köle hizmetim bitirmeden ölür veya ev yıkılırsa, kalan müddet için, anlaşma yapılan zatın hakkı avdet eder.

Bunun açıklaması şöyledir: Vasiyet olunan evin yerine, başka bir kölenin bir yıl hizmet etmesi üzerine, anlaşma yaparlar ve anlaşmalı köle kendine vasiyet edilen adama, altı ay hizmet ettikten sonra ölürse, vasiyet olunanın altı aylık hizmet hakkı avdet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, koyunlarının memesinde olan sütü vasiyet eder; varisler ise, o sütten noksan veya fazlası üzerine anlaşma yaparlarsa, bu caiz olmaz.

Şayet dirhemler karşılığında anlaşma yaparlarsa, işte o caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, kölesinin kazancını başka bir şahsa vasiyyet ettikten sonra kendisi ölür; varisleri de vasiyet olunan zat ile bu kölenin kazan­cına bedel, belirli dirhemlerle anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Her ne kadar kölenin kazancı fazla olsa bile, bu hüküm böyledir.

Eğer, ölen şahıs, kölenin, kazancım daimi olarak vasiyet eder; varisler de, belirli bir bedel üzre, anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur; bedel belirsiz olursa, caiz olmaz.      ,

Varislerden yalnız birisinin yaptığı anlaşma caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Vasiyet olunan katırı veya köleyi, varislerden birisinin vasiyet olunan şahıstan icarlaması, —yabancı birinin icarlaması caiz olduğu gibi— caizdir.

Kölenin kendisine hizmet etmesi veya evde oturması, kendisine vasiyet edilen zatın, bu köleyi veya bu evi icara tutması caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hurmalığının gelirini daimi olarak vasiyet ettikten sonra, kendisine vasiyet olunan şahıs, varisler ile hurmalığın meyveleri meydana gelmeden önce, belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapsa, bu sulh caiz olur.

Bu, o hurmalığın bir senelik mahsulü çıktıktan ve çıkan mahsûlün geliri belirdikten! sonra olur.

Bu anlaşma caiz olunca, mevcut olanla mevcut olacak olan nasıl taksim edilecek?

Bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) bir şey söylememiş ve bu bölüm kitapta ihtilaf konusu olmuştur. Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim ei-Meydânî şöyle buyurmuştur:

Anlaşma bedeli, hali hazırda mevcut olana göre taksim olunur. Gelecekte olacak mahsul ikiye bölünür; yansı hali hazırda olanın karşılığı olarak kabul edilir; diğer yarısı da gelecekte olacağın hizasına konur.

Fakıyh Ebû Ca'fer Hinduvânî de şöyle buyurmuştur:

Sulh bedeli, hali hazırda olan mahsûle göre taksim edilir. Gelecekte olacağın da kıymea taksim edilir. Eğer hali hazırda olanın kıymeti, gelecekte olacağa müsavi ise, bedel onlara yarı yarıya taksim edilir. Şayet üçte ikisi kadarsa, ikisine karşı üçte birli taksim edilir.

Bu ihtilafdaki fâide, bir köle üzerinde anlaşma yapılınca meydana çıkar. Şöyieki: Kendisine vasiyet yapılan şahsın yanında olan kölenin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim'e göre, kendisine köle vasiyyet edilen zat, kölenin hali hazırdaki kıyme­tinin yarısı için ve iler de olacağı değerinde yarısı kadar için müracaat eder.

Fakıyh Ebû Ça'fer'e göre ise, eğer her iki kıymet eşit ise, cevap aynıdır. Eğer kıymet üçte birli ise, ona göre müracaat edebilir.

Fakıyh Ebû Bekir Muhammed bin İbrahim'e göre, eğer istikbâlde olacak kıymeti, halde bilinmiyor ise, istikbaldeki kıymetini haldekine nazaran artırır. Hizmet sahibinin rızasiyle olursa, cinayet sebebiyle olanı vermekte böyledir.

Bir köle hataen öldürülse ve onun kıymetini alsalar; hizmet sahibi için bir köle satın almaları caiz olur. Şayet belirli dirhemler veya belirli yiyecek bedeli olursa, ivazla, hakkı iskat yoluyla caiz olur.

Fakıyh Ebû Ca'ferin gittiği yoi: İstikbâlde çıkacak kıymet, halde olan durumla bilinirse, (Şöyle ki: Bakılır: Bu hurmalık ne kadar mahsul veriyor? Ve onun satın alma gücü nedir?

Eğer onun mahsûlü binbeşyüz dirhemlik geliyor, mevcut olanda ikiyüz elli dirhem ise, bilinirki kıymeti üçte birdir. Bu hesaba göre, mü­racaat eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, hamile olan cariyesinin karnında olanı, bir başkasına vasiyet eder ve vasiyet eden bu zat ölür, varisleri de vasiyet olunan şahısla belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapıp, bu bedeli öderlerse bu, —vasiyyet edicinin hakkını yerine getirme yoluyla— caizdir.

Varislerin emri ile, başka bir şahıs anlaşma yaparsa, o da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Cariyesinin karnında olanı, birisine vasiyet eden zat öldüğünde, varisleri başka bir cariyenin karnında olan şey karşılığında sulh olur­larsa, işte bu anlaşma caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Cariyesinin  karnında  olanı   vasiyet  eden   zat   Ölüp,   bunun karşılığında belirli dirhemlerin verilmesi üzerine anlaşma Yapılır, son­rada bu cariye ölü bir oğlan doğurursa, bu anlaşma geçersiz olur.

Şayet o cariyenin karnına birisi vurur ve bu cairye ölü bir çocuk düşürürse, bu durumda diyet ve anlaşma caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Cariye doğurmadan iki yıl. geçerse, bu sulh batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, filan kadının karnında olanı, bir başkasına vasiyet edip, "karşılığı da bin dirhemdir." derse, bu durumda hamile kadının babasının yapacağı anlaşma sahih olmaz. Anası anlaşma yapsa o da —böylece— sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, cariyesinin karnında olanı, bir çocuğa veya bir bunağa vasiyet ettiğinde, varisleri, o sabinin babası veya vasisi ile —dirhemler karşılığında— anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma, caiz olur.

Keza, bu vasiyet, mükâtebeye yapılsa, anlaşma yine caiz olur.

Bir kimse, filan kadının karnında olanı, bir şey mukabili vasiyet ettiğinde o kadının karnında olan köle ölür ve onun yerine efendisi anlaşma yaparsa, bu caiz olmaz. Hamilenin efendisi, ölüm hastalığından önce, anlaşma yaparsa, bu sahih olur.

Sonra da hamile cariyenin efendisi, onu ve karnında olanı azad ettikten sonra, cariye bir oğlan doğurursa, bu oğlan hür olur. Onun hakkındaki vasiyette, sulh da geçerli olmaz. O cariyeyi satsa bile, bu böyledir. Cariyenin efendisi, onun karmndakini müdebbere eylese, yine böyledir. Şayet vasiyyet eyleyen cariyenin efendisi, o cariyeyi azad eylerken, hayatta olsaydı ve cariye azad edildiği halde çocuk azad edil­meseydi, sonra da vasiyet eden zat ölseydi; bu vasiyet o çocuk için, geçerli olurdu. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [23]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..