20- SULH BEDELİNİN NASIL TASARRUF EDİLECEĞİ HUSUSUNDA ANLAŞMADAN SONRA ORTAYA ÇIKAN MES'ELELER

Taraflar, bir kölenin, bir sene hizmet etmesine karşılık, bir ev veya evde kalmak üzere anlaşma yaparlarsa, bunların tamamı caiz olur.

İcaresi caiz olanın, kare hukmüde caiz olur.

Anlaşma yapanlardan birinin ölümü sebebiyle, anlaşma batıl olursa, davacı veya varisleri, —anlaşma ikrar üzerine yapılmışsa— o evi alır.

Eğer anlaşma inkar üzerine yapılmışsa davasına başvurur.

Şayet biraz menfaat temin ettikten sonra ölmüşse; —ikrar üzerine yapılan anlaşmada— o menfaat mukabili, evden hakkını alır. İnkarı halinde ise, davada sarf ettiği miktara başvurur. Tehzîb'de de böyledir.

Köle veya hayvan, hiç bir menfaat sağlamadan ölürse; anlaşma batıl olur ve davalı davasına devam eder.

Şayet yarı menfaatten sonra ölürlerse, anlaşmanın yansı batıl olur. İddiacı.bi'Mcma yarı davasına avdet eder. Hizmet etmesi için kendisine tahsis  edilmiş bulunan şahsı, onu  icara  verebilir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir;

Köleyi veya hayvanı, asıl sahibinin icarlaması İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Kölenin bir sene hizmet etmesine karşılık, bir ev verilerek anlaşma yapılır; sonra da o köleyi efendisi azad ederse; bu durumda köle azad edilmiş olur.

Sonra, bu köle muhayyerdir: Dilerse hizmet eder; dilerse, etmez. Şayet hizmet ederse, anlaşma batıl olmaz.

Önce, taraflar ayrılmişsa; anlaşma batıl olmaz.

Eğer belirli değilse, Asi kitabında İmâm Muhammed (R.A.): "Anlaşma batıl olur." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Kasden öldürülmüş bir adama karşılık, bir köleye anlaşma yapıldığında, bu köleyi teslim almadan önce satmak caiz olur.

Bir eve karşı, köle ile anlaşma yapılsa, onu satmak caiz olmaz. Çünkü o, satılacak şeyi teslim almadan önce satmak olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evden hak talebinde bulunur; buna karşılık da iki köleye anlaşma yaparlar; davalı kölenin birini verir diğeri ise, ölmüş olursa, bu durumda, davacı muhayyerdir: İsterse, aldığı köleyi geri verip davasına müracaat eder; dilerse, o köleyi elde tutar ve ölen kölenin yerine davasına devam eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir yerde, hakkı olduğunu iddia eden şahıs, başka bir yere karşılık, anlaşma yapar ve anlaşma yaptığı bu yeri teslim almadan önce de, o yer suya garkolursa, bu durumda davacı muhayyerdir: Şayet sulh ikrar üzerine yapılmışsa ve dilerse, anlaşmayı bozar ve eski yerine müracaat eder. Eğer inkar üzerine yapılmışsa, isterse su çekilene kadar sabreder.

Eğer beklemeyi ihtiyar eder ve su baskını da o yere bir noksanlık getirirse, —anlaşma ister ikrar üzerine, isterse inkar üzerine olsun— muhayyerdir.

Şayet su baskını o yere bir noksanlık vermemişse, muhayyerlik yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerinin elinde olan evi iddia ettiğinde, bin dirhem ile bir kölenin bir sene müddetle hizmetine karşılık anlaşma yaparlar; köleyi de, bin dirhemi de iddiacı teslim aldıktan sonra da, bu köle ölürse, iddiacı davasına müracaat eder.

Şayet hakkına ait beyyinesi olursa, hakkı bin dirhem ile, hizmetin kıymetine taksim edilir.  Bin dirheme isabet eden kısım, ev elinde bulunan için caiz olur; hizmete isabet eden de iddiacının olur. Eğer iddiacının beyyinesi olmaz ise, bin dirhemi almış olur. Bu durumda hizmet hakkı batıl; sulh sahihdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, anlaşma, ikrar üzerine yapılmış olur ve anlaşma yapılan şeyin bir kısmına, bir hak sahibi çıkarsa, bu şahıs hissesi kadarı için, iddia olunan şahsa müracaat eder.

Eğer anlaşma yapılan şeyin tamamına hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı ivazın tamamı için, iddiacıya müracaat eder. Sonra da hak sahibi ile, husûmete müracaat eder.

Eğer anlaşma yapılan şeyin üçte birine veya dörtte birine yahut benzeri bir miktarına hak sahibi çıkarsa, sahibi olduğu kadar hak için, davaya başvurur. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Şayet sulh inkar veya sükût üzerine yapılırsa, sulh bedelini, davacı, davalıya geri verir. (=  reddeder) Ve davacı hak sahibiyle, davasına devam eder. Şayet tamamına değil de, bir kısmına hak sahibi çıkarsa, davacı, o miktarın hissesi kadarını, davalıya iade eder. Ve hak sahibiyle davasına devam eder. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evin, yansım ken­dine ait olduğunu iddia ettiğinde, davalı ile, belirli dirhemler karşılığında anlaşma yapar ve dirhemleri teslim aldıktan sonra da, o "evin yansına bir hak sahibi çıkar ve: "Evin yarısı benimdir." der; bu durumda da iddiacı: "Evin yarısı benim; yarısı da diğerinindir." derse, bu durumda iddia olunan zat, bedelin yarısı için, davacıya müracaat eder.

Şayet iddiacı: "Evin yarısı benimdir; fakat, yarısının kimin olduğunu bilmiyorum." der veya: "Yarısı benimdir." deyip, susar; sonra da evin yarışma bir sahib çıkarsa; bu durumda iddia olunan zat, iddia edene, bedelden hiç bir şey için müracaatta bulunamaz.

Eğer davacı: "Evin yarısı benim, yarısı da iddia olunandan başkasınmdır." dedikten sonra, iddia olunan anlaşma yapar; ondan sonra da bu evin yarışma, birisi sahip çıkarsa; bu durumda iddai olunan zat, iddia edene hiç bir şey için müracaat edemez.

Şayet davacı, evin belirli olan yarısını iddia eder; davalı da anlaşma yapar; sonra da davacının iddia eylediği yarıya, bir hak sahibi çıkarsa, işte o zaman davalı, davacıya yaptığı anlaşma bedelinin tamamı için müracaat eder.

Eğer hak sahibi, diğer yarının sahibi ise, o takdirde davalı, davacıya müracaat edemez.

Eğer hak sahibi, ortak olarak sahiplikte bulunuyorsa, o zaman davalı sulh bedelinin yarısı için iddiacıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Eğer, bu hak sahibi, açıklamaksızın evde hak iddia ediyor ve dirhemlere karşılık da, anlaşma yapılarak bu anlaşmanın bedeli de ödenmiş bulunuyor ve sonra da bu evin bir kısmına,  hak sahibi çıkıyorsa, îvaz olarak, bir şey ödemez.

Şayet, davalının elinde bulunan evin tamamına hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı anlaşma bedelinin tamamı için, davacıya başvurur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin yarısını iddia ettiği halde diğer yarısı hakkında bir şey söylemez; ev elinde bulunan zat da, bunu kabul eder ve ona karşılık, yüz dirheme-anlaşma yaparlar; sonra da başka bir adam, evin yarısını iddia edip, diğer yarısı hakkında bir şey îöylemez, daha sonra da iddia olunan zat, o ikinci iddiacı ile de belirli lirhemlere karşılık anlaşma yapıp onlar da teslim eder; sonra da yarısına >ir başkası sahip çıkarsa, o bu durumda davalı anlaşma bedeli için 'erdiği dirhemlerden dolayı müracaatta bulunamaz. Keza davalı ikinci ddiacıyı doğrulamaz ve bu ikinci iddiacı da beyyine ibraz eder; hakim le, evin yarısını ona hükmeder, sonra da davalı belirli dirhemlerle nlaşma yaparsa; bu durumda önceki iddiacıya, bir şey için müracaatta 'Uİunamaz. İkinciye karşı da bir müracaat yapamaz. Evin yarısı kendi- İne hükmedilen zat, hissesini teslim aldıktan sonra, ondan o hisseyi, leyhine hükmedilen zat satın alır, daha sonra da, evin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, o takdirde davalı önce anlaşma yaptığı adama ve önceki hak sahibine müracaat ederek verdiğinin yarısını onlardan geri alır.

fuhıyt'te de böyledir.

Bir adam diğerinin elinde olan evi iddia ettikten sonra bir köleye arşılık anlaşma yaparlar; bu köleye de bir hak sahibi çıkarsa; bu urumda davacı davasına avdet eder. Bu, hak sahibi anlaşmaya izin vermediği zaman böyledir; izin verirse, caiz olur. Ve bu durumda köleyi, iddiacıya teslim eder; hak sahibi de kölenin kıymetini davalıdan alır.

Şayet, hak sahibi anlaşmaya razı olmayıp kölesini alırsa; sulh batıl olur. Ve davacı davasına müracaat eder.

Şayet sulh ikrar üzerine yapılmışsa, davacı iddiasına devam eder.

Eğer anlaşma inkar veya sükût üzerine yapılmışsa; davasına müra­caat eder.

Eğer, bu kölenin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda iddiacı muhayyerdir: Dilerse kalan yarıya razı olur ve yarısı için davasına devam eder; dilerse, köleyi verir ve davasının tamamına devam eder. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Sulh bedeline, aynı mecliste veya taraflar meclisten ayrıldıktan sonra, bir hak sahibi çıkar veya verilen dirhemler kalp ve katkıntılı olurlar ve bu anlaşma aynı cinsden yapılmış olursa (Şöyleki: Bin dirhem iddia olunduğunda sulh da yüz dirheme yapılmışsa) davacı, sulh bedeli için, davalıya müracaat eder. Davanın aslına riicü edemez.

Şayet anlaşma, cinsin hilafına olursa (Mesela: Yüz dinar iddia edildiğinde, yüz dirheme anlaşma yaparlarsa) bu anlaşma muvaza olur; suhl bedeline müracaat eder.

Bu istihkak aynı mecliste olursa böyledir. Meclis değişirse, davanın aslına müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın üzerinde, bir kür buğday borç bulunduğunda buna karşılık, bir kür arpaya anlaşma yaparlar ve davalı bunu verip, taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra, o arpaya bir hak sahibi çıkarsa, bu anlaşma bozulur.

Anlaşma bozulunca da davacı aslî olan hakkına yani bir kür buğdayına müracaat eder.

Her ikisi de aynı mecliste iken hak sahibi gelip ve arpasını almak için müracaat etse bile sulh geçmiş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar, fülûsa karşı, dirhemlerle anlaşma yapıp teslim-tesellüm ettikten sonra da, dirhemlere, bir hak sahibi çıkarsa, o dirhemlerine müracaat eder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem ve bir de ev alacaklı olduğunu iddia ettiğinde, iddia olunan şahısla yüz dinara anlaşma yaptıktan sonra, bu eve bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda davalı, davacıya bir şey için müracaat edemez.

Bir adam, diğer birinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve buna karşılık, bir köle ile yüz dirheme anlaşma yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Şayet, bu köleye bir sahip çıkar ve davacı davasına, müracaat ederse, kölenin kıymetine bakılır: Eğer kıymeti ikiyüz dirhem ise, bunun üçte ikisi hakkında sulh bozulur; geride üçte bir hak kalır. Ve adam davasında üçte ikiye müracaat eder.

Şayet kölenin kıymeti yüz dirhem ise, sulhun yarısı bozulmuş olur. Bu durumda davacı davanın yarışma başvurur.

Şayet davacı evi elinde bulunduran şahsa elbise verirse, mes'ele yine hali üzeredir. Sonra da, köleyi bir hak sahibi çıkar ve bu kölenin kıymeti de yüz dirhem olursa, o takdirde, davacı davalıya, elbisenin yarısı ve davanın yarısı için müracaat eder.

Eğer, davalının elinde iken, bu elbiseye bir sahip çıkarsa, o zaman, davalı, davacıya kölenin ve yüz dirhemin yansı için müracaat eder.

Şayet kölenin değeri yüz dirhem olur ve ihtilaf davacı ile davalının arasında olur, evde iddiacının davası kadar olduğu halde, davacı: "Evde benim hakkım, onun yarısıdır." der; evin değeri de iki yüz dirhem olur ve davacı "hakkım yüz dirhem ve elbisedir. Evde ve elbisede olan hakkım taksim edilsin." der; iddia olunan da: "Hayır evde olan hakkın, onda birdir; kıymeti de yirmi dirhemdir. Elbisenin değeri de yüz dirhemdir." derse; bu durumda o köle ve yüz dirhem altıya taksim edilir; elbisenin hizasına beş parçası konur; elbiseye hak sahibi çıkarsa, altıda beşi, ona karşılıktır.

Bu hususta ihtilaf edilrise, davalının yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Ve davacıya, kölenin ve yüz dirhemin altıda beşi için müra­caat eder. Muhiyt'te de böyledir.

Akid zamanı mehir belirtilmez, fakat kadın mehrine karşılık bir köle olmak üzere anlaşma yapar veya nikahtan sonra, kocası, kadına bir köle verir sonra da, o köleye bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda kadın, kölenin kıymetini almak için müracaat eder.

Şayet bin dirheme nikahladıktan sonra, bu bin dirheme mukabil, bir köleye anlaşma yaparlar; sonra da, bu köleye bir sahip çıkarsa işte o zaman —yukardaki mes'eleye muhalif olarak— kadın,  bin dirheme müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir evin kendisine ait olduğunu iddia edince, taraflar, başka bir eve karşılık anlaşma yaparlar, bunların her ikisi içinde bina yapılırsa, ev cariye gibi bina da çocuğu gibi olur. Her birine müracaat­taki hüküm —çocuk gibi— binanın kıymetinedir.

Binanın yerinde, iddiacı ile iddialı ihtilaf ederlerse, mülkiyeti ikisine de hükmedilmez.

Bu şahıslardan birisi, diğerine bir köle teslim eder; o da teslim alır, diğeri de bir bina yaparak içine oturduktan sonra —sulh bedeli olarak alınan— köleye bir hak sahibi çıkar veya bu köle hür çıkarsa anlaşma batıl olur. Bu şahıslardan her biri, davasına avdet eder; —beyyine ibraz edene kadar— yapılan binayı yıkmak olmadığı gibi, oturanı men etmek de olmaz.

Şayet, bir köle karşılığında o yeri satın alarak, bir de bina yapıp içine oturduktan sonra, o köleye bir sahip çıkarsa, bu şahıs o binayı yıkması hususunda cebredilir. Kâfî'de de böyledir.
En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [30]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..