8- Fakirler Nâmına Vakıfta Bulunduğu Halde Kendisi, Evlâdından Bir Kısmı Veya Akrabası Fakir Düşen K

Fetvalarda beyan edildiği gibi, bir kimse,bir yerini fakirler nâmı­ma vakfedilmiş bir sadaka kıldığı halde, akrabalarından bazıları veya bizzat kendisi muhtaç olursa; bütün âlimlere göre, kendisinin muhtaç olması hâlinde, vakfının gelirinden, ona hiç bir şey verilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir vâkıf, sıhhatli hâlinde: "Şu yerim, benden sonra fakirler nâmına vakfedilmiş bir sadakadır." demiş ve bu yeri malının üçte birinden ayrılmışsa;

Veya, bunu hasta hâlinde söylemiş ve ölmüş; arkasında da küçük bir kız çocuğu bırakmışsa; bu kıza, vakfın gelirinden masraf edilmez.

Bu tafsilâtı, Ebâ'l-Kâsım zikretmiştir.

Sadru'ş-Şehîd Htısâmü'd-dîn de: "Bununla fetva verilir." demiştir. Giyâsiyye'de de böyledir.

Vakfeden kimse hayatta iken, akrabalarından veya evladlarından bazıları bu vakfa muhtaç olurlarsa, bu durumla ilgili bazı hükümler vardır. Şöyle ki:
1) Bu vakfın gelirini, akrabasının fakirlerine sarfetmek; gelirden artan olursa, bunu da diğer fakirlere vermek evlâdır.
2) Vakıf tesis edildiği zamandaki fakirlere değil de, vakfın gelirinin dağıtıldığı zarran mevcut olan fakirlere bu geliri vermek gerekir.
3) Akraba olanların en yakınını göz önünde bulundurmak gerekir ki, bu da, vâkıfın kendi çocuğudur.

Sonra, sıra ile çocuğun evlâdı, sonra onların evladı ve sonra da üçüncü batın, bilâhare de dördüncü batındır... Her ne kadar aşağı inerse insin...

Bunlardan hiç kimse yoksa, evlâ olan, vakfın gelirinin diğer akra­baya verilmesidir.

Bunların da en yakın olanından başlanır ve sıra ile verilir. Hâvî'de de böyledir.

Sonra, vâkıfın azâdlı köleleri; sonra, komşuları; sonra, şehir halkından vâkıfa en yakın olanlar bu vakfın gelirine hak sahibi olurlar. Scrahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
4) Bunlardan her birine, iki yüz dirhemden az v«rmek gerekir. Bu kavil, Hilâlin kavlidir. Hâvî'de de böyledir.

Bu hükümler, vâkıfın vakfını fakirler ve ona muhtaç olan akra­bası nâmına yaptığı zaman için geçerlidir.

Ancak, vâkıf sadece, fakir olan akrabaları nâmına vakfetmişse; bu vakfın gelirinin tamamı onlara sarfedilir.

Bu durumda, her birine düşen hisse, iki yüz dirhemden çok da ola­bilir.

Ancak bu vâkıf, akrabaları içindeden fakir olanlar nâmına vak­fetmişse; bu durumda, vakfın geliri tamamen verilmeyip, —her birine,— iki yüz dirhemden az verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Vâkıfın, fakirler nâmına vakfettiği bir vakfın gelirinden, bir hâkim, bu vâkıfın akrabalarına da verirse, bunda iki yol vardır:
1) Hâkimin, vâkıfın akrabasına hükmetmeden veımesi: Bu durumdaki verme işi, vâkıfın akrabalarının verileni almasını vacip kılmaz.

Hatta, aynı hâkim, biraz sonra gelip o sözünü bozsa, onlara bir şey verilmez.
2) Hâkim, bu gelirden vâkıfın akrabalarına verilmesini hükmeder ye mütevelliye: "Ben, böyle hükmettim ve ona» vakfın gelirinden hisse ayırdım." derse; bu akraba da diğer fakirler gibi, o vakfın gelirinde.hak sahibi olur.

Bu durumda, hâkim de gelip, hükmünü bozamaz. Hâvî'de de böyledir.

Vâkıf, vakfının gelirinin yarısını diğer fakirler; yarısına ise akra­basının fakirleri nâmına vakfetmiş olur ve akrabasından birisi de fakir düşerse, ona, diğer fakirler hisse verirler mi?

Hüâl şöyle demiştir:

'' Hayır, vermezler."

Bu, Yûsuf bin Hâlid'in kavlidir.

Belh'li İbrahim bin Yûsuf, Âli bin Ahmed el-Fârisî ve Fakıyh Ebû Ca'fer el-Hiııduvânî ise: "Fakirlerin nasibinden, onlara da verilir." demişlerdir.

Çünkü, onlar da fukaradır.

Akrabanın fakirleri ise, şu iki cihetten daha müstehaktırlar:
1) Bir kimse, bir yerini akrabası namına, başka bir yerini de komşuları namına vakfeder;  komşularından bir  kısmı da akrabası bulunursa; bunlar, bu iki vakıftan da, iki vasıflan dolayısiyle hisse alırlar.
2) İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Vâkıf: "Akrabamın fakirleri şu kadar alır. Diğer fakirlere de şu kadar verilir." diye şart koşarsa; bu durumda, diğer fakirlerin hisse­sinden fakir olan akrabasına verilir.

Eğer vâkıf: Akrabamm fakirlerine şu kadar verilecek, geride kalan da diğer fakirlerin olacak." diye şart koşarsa; bu durumda, diğer fakir­lerin hisselerinden, akrabasının fakirlerine verilmez.

Muhammed bin Seleme ve Ebû Nasr Muhammed bin Selâm el-Belhî de bu kavli almışlardır., Zehıyre'de de böyledir.

Eğer vâkıf, vakfın gelirini borçlulara, yolda kalanlara, Allah yolunda olanlara, hacca gidenlere veya köle azâd etmeye tahsis eder ve sonra da, kendi çocukları veya akrabası fakir düşerse, bunlara bir şey verilmez.

Ancak bunlar, yukarıda sayılanlara dahil bulunurlarsa, bu durumda, vakfın gelirinden faydalanırlar.

Bunlar, borçlu olurlar veya yolda kalırlarsa, vakfın gelirinden öncelikle bunlara verilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bir yerini akrabalarının fakirleri; başka bir yerini de diğer fakirler nâmına vakfeder ve akrabasına vakfettiği yerin geliri, onlara kâfî gelmezse; vakıf akîdlerinin ayrı ayrı yapılmış olması hâlinde; diğer fakirler nâmına yapılmış vakfın gelirinden, fakir akrabalara da verilir.

Fakat, sözleşmenin (akidlerin) ikisi birden yapılmışsa, bu durumda, fakirlere tahsis edilen vakıftan, Hilâle ve Yûsuf bin Halide göre, fakir akrabaya verilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Akrabadan olan bir fakire iki yüz dirhemden az verildikten sonra, vakfın geliri artmış olursa; ona, ikinci defa yine verilir. Ancak bunun için, o şahsın aldığını, fesada sarfetmemesi gerekir. Hâvî'de de böyledir. [32]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..