Vakfın Satılması

Bir vakfın kendisi, satılması ve bedeli ile değiştirilmesi caiz olursa; bu vakfın, aldanılmayacak bir şekilde satılması caiz olur.

Aksi takdirde satılması caiz olmaz; bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir.

Vakıf yerinin, eşya mukabilinde satılması, yerine başka bir akar alınırsa, kıyasda sahih olur.

Bu, İni ânı-ı A'zam (R.A.)'a göredir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve Hilâl'e göre ise, nakid olmayınca, buranın satılması sahih olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Vâkıf,  bu  vakfın  yerine,  başka bir yeri  de  vakfedebilir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Vâkıf,  bu  vakfın  yerine,  başka bir  yeri  de  vakfedebilir. Fethu'i-Kadîr'de de böyledir.

Vâkıf, bu  vakfı  satıp,   bedelini  alır ve  bunun   miktarını açıklamadan ölürse, bu bedel, o vâkıfın terekesinde (= ölünce, bırakmış olduğu şeyde) alacak olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu bedel, zayi olsa bile, hüküm böyledir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Bir vâkıf, —önceki— vakfını satar ve bunun bedeli, bu vâkıfın elinde kaybolursa, tazminat gerekmez. Bu vakıf, bâtıl olur. Serahsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir vâkıf, sattığı vakıf bedeli ile bir yer satın alır ve onu vakfet­mezse; bu yer kendisinin olur ve vakfın bedelini borçlanır.

Bu —vakıf— yeri, satın alacak şahsa bağışlasa, bu bağış sahih olur; ancak, bunu, kendisinin tazmin etmesi gerekir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'*/e göredir.

İmâm Ebü Yûsuf (R.A.) ise, böyle yapılmasını men etmiştir. Ancak, vakfın bedelini alır ve aldıktan sonra bağışlarsa, bil-ittifak, bu hîbe bâtıl (= geçersiz) olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Vâkıf, vakfı satar ve sonra bu satıştan dönerse, bu her yönden bozulmuş olur:

Bu vakfı,   ikinci def a satmak gerekir.

Ancak, bu şahıs, bu satış akdinden de dönerse, bir daha satamaz.

Ancak, onu değiştirmek hususunda, nefsine umûmî yetki vermişse, bu durumda satabilir.

Satılan vakıf, bir kusurundan dolayı, —hâkimin hükmü İle veya hüküm olmadan— iade edilirse, yine vakıftır.

Satın alan şahıs, onu teslim alsın veya almasın durum aynıdır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İkâleden (=  iki tarafın isteği ile, alış-veriş mukavelesini boz­madan) sonra, vakıf yeri satılmaz.

Ancak, vâkıf, böyle yapılmasını şart koşarsa, o zaman satabilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vâkıf, vakfettiği yeri satıp, bunun yerine başka bir yer satın aldıktan sonra, hâkimin hükmü ile ve bir kusuru yüzüaden, sattığı bu yer, kendisine geri verilirse; önceki yer, yine aynen vakıf yeri olur.

Bu vâkıf, sonraki yeri, nasıl isterse öyle yapar.

Şayet, önceki yer, hâkimin hükmü olmadan bir kusuru yüzünden geri verilirse; önceki satış fâsid olmaz; ikinci yer, ona bedel olarak durur. Ve, bu ikinci yerin vakıflığı bâtıl (= geçersiz) olmaz.

Bu vâkıf, birinciyi nefsi için almış; ikinci de, nefsi için vakfedilmiş olur. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.

Bu vâkıf, Öncekini satıp, ikinciyi satın aldıktan sonra, öncekine bir hak sahibi çıkarsa, kıyâsa göre, ikinci yerin vakıflığı bozulmaz.

İstihsana göre ise, bu durumda, ikinci yer vakıf olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vakfın satılabileceği, değiştirilebileceği şart koşulmazsa; —bu vakıftan bir menfaat elde edilmiyor olsa bile— bu vakıf, satılamaz ve değiştirilemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kâdîhân'ın bu kavlinde ihtilaf edilmiştir:

Bu hususlar, şart kılınmamış olsa bile, hâkim bu vakfın faydalı bir hâle gelmesi için, onu İslah ettirir veya tebdil ettirir. Ve bu vakfın, tamamen faydasız hâle gelmesini önler. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, vakfının gelirinin, iş bitirme ve ihtiyaç temini için harcanmasını şart koşarsa, hâkim, bu şartı, "ilim ve amel sahiplerine har­canması şeklinde tebdil eder. Bu vakfın geliri, bunlara verilir.

Şemsü'l-Eimme Mahmûd el-Evzencî'den soruldu:

— Evlâdı nâmına bir şey vakfeden kimse, onlara: "Bu vakfı eli­nizde tutmaktan âciz kalırsanız, satınız." dese, ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi: — Bu şart, vakıf için olursa, bâtıl (= geçersiz) olur.

Bu cevap, İmâm Muhanınıed (R.A.)'in cevabıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bu vakıf caiz, şart ise, bâtıldır." demiştir.

Bir kimse: "Şu yerim, vakfedilmiş bir sadakadır; aslı benim olmak üzere..." veya "...aslı, mülkümden çıkmamak üzere..." veya "...aslını satıp, bedelini sadaka etmem şartiyle..." dese; bu vakıf bâtıl ( = geçersiz) olur. Fetâvâyi Kadthân'da da böyledir.

Vâkıf, vakfettiği yeri satıp, onun bedeîi ile daha üstününü almayı şart koşar; hâkim de bunu faydalı görürse, böyle yapılmasına izin verir. Vecîz'de de böyledir.

Hassâf, Vakfı'nda şöyle zikretmiştir:

Bir vâkıf, vakfını satıp, bedelini hayır gördüğü bir yere sarfetmeyi şart koşarsa, bu vakıf bâtıl olur.

Vâkıf, vakfını satmayı şart koştuğu halde, onu satmazsa, kendi­sinden sonra, bu vakfa mütevelli olan şahıs da, bu vakfı satamaz. Ve, satması caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, istediğim zaman onu ihlâl etmek şartıyle, vakfedilmiş bir sadakadır." derse, Hilâl'egöre, bu vakıf bâtıldır.

Yûsuf bin Hâlid'e göre ise, bu vakıf caiz, şart bâtıldır. Bu hususta, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan bir rivayet yoktur. "Vakıf caizdir." diyen: "Bu satış, muhayyer bir satış gibidir." demiştir. Serahsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hassâf, Vakfında, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli üzere, bazı mes'eleler zikrederek, şöyle demiştir:

Bir kimse vakıf kitabına (= vakıf senedine = vakfiyesine): "... satılmaz. Değiştirilmez. Bağışlanmaz. Mülk edinilmez." diye yazdıktan sonra "... filan şahıs satabilir ve bedeli ile başka bir —yer— alır." şeklinde yazarsa; o şahıs, bu vakfı satıp, bedeli ile başka bir yer alabilir.

Vakıf senedinin baş kısmında "...filan şahıs, satıp, değiştirilebilir." denildiği halde; daha sonra: "... filan şahsın satma hakkı yoktur." diye yazılırsa; bu durumda, o şahıs, bu vakfı satamaz.

Çünkü, yazıların ön kısmına değil, son kısmına itibar edilir. Zehiyre'de de böyledir.

Kendi nefsi namına, vakıfta bulunmuş olan bir kimse, dilerse vakfı çoğaltır; dilerse azaltır veya dilerse değiştirir. Bu durumda, bu şartlar geçerli olur. Fethu'l-KadVde de böyledir.

Hassâf, Vakfında şöyle demiştir:

Bu vâkıf, bu şeyi, ancak bir defa yapabilir.

Ancak, bu şahıs, "hayatta bulunduğu müddetçe, istediğini yap­mayı" şart koşmuş bulunursa, bu durumda, dilediğini yapmakta ser­besttir. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıf, "vakfında, hayatta bulunduğu müddetçe kendisinin, ken­disi ölünce de, bir mütevellinin tasarrufta bulunmasını" şart koşsa, bu sahih olur.

Vâkıf, mütevellinin tasarrufta bulunmasını, kendisinin yaşadığı zamanla kayıtlarsa; bu vâkıfın vefatından sonra, o mütevellinin tasar­rufu geçersiz olur. Vâkıf, ya başka birini mütevellî tâyin eder veya o şahsın mütevellî olmasını vasıyyet eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, Allah rızâsı için, daimî olarak, vakfedilmiş bir sadakadır; gelirini, istediğim yere verebilmek üzere..." derse; bu vakfı caiz olur.

Bu vâkıf, vakfının gelirim istediği yere harcayabilir.

Ancak: "Fakirlere veririm."; "Hac masrafı yaparım." der veya "bizzat, bir şahsın kendisine vereceğini" söylerse; söylediği bu şeyden geri dönemez.

Keza, bu vâkıf: "Onu, filana verdim." veya "Filanın kıldım." derse; bu sözünden de geri dönemez.

Bu vâkıf, "bir fırkadan sonra, diğer bir fırkaya verileceğini" söylerse; bu da caiz olur.

Bu durumda, bu vâkıfın, vakfının gelirini, kendi nefsine tahsis etmesi bâtıl (= geçersiz) olur.

Ancak, bu vâkıf: "Vakfın geliri, bana aittir; istediğime veririm." derse; bu da caiz olur.

Şayet, bu vâkıf: "Şu yerim, vakfedilmiş bir sadakadır; onun geli­rini, istediğim yere harcamak üzere..." der ve gelirini kendi çocuklarına verirse; bu vakıf sahih olur. Bu vâkıf, vakfının gelirini dilediği yere verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse,gelirini istediği yere sarfetmeyi şart koşarak, bir yerini vakfederse; bu vakıf caiz olur. Kendisi de, bu vakfın gelirini dilediği yere sarfedebilir. Kendisi ölünce, muhayyerliği de kalmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu durumda, vâkıf, vakfının gelirinden yiyemez. Hâvî'de de böyledir.

Bu vâkıf, vakfının gelirini, hiç bir yere vermeden ölürse; bu gelir, fakirlerin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vâkıf,  "vakfının gelirini,  istediği yere harcama"  şartını koşarsa; bu gelirden, zenginlere de verebilir. Gunye'de de böyledir.

Vâkıfın, "vakfının gelirinin, bizzat bir zengine sarfedilmesini" şart koşması da caizdir.

Bu vâkıfın, "vakfının gelirinin, bizzat bir fakire sarfedilmesini şart koşması da caizdir. Kendisi sağ olduğu müddetçe, şartı ne ise, öyle yapar. Ve bu şahısları değiştirmez. Ölünce de, dilenen kimseye verilir.

Bu durumda, fakirler terkedilip, sadece zenginlere verilirse, bu bâtıl olur.

Şayet, vâkıf, vakfın gelirini, zengin veya fakir dilediği kimseye toplu olarak verirse; bu vakıf, kıyâsen bâtıl olur; istihsânen ise, bâtıl olmaz. Ve bu vakıf, fakirlerin olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vâkıf: "Vakfın geliri, bir sene filanındır." dese; bu vakıf caiz olur.

Bu vâkıf, vakfının gelirini, bu müddetten sonra, dilediğine verir.

Bu vâkıf: "Vakfın geliri, iki kişinin olsun." derse; bu gelir, hayatta oldukları müddetçe o iki kişinin arasında, yarı yarıya taksim edilir.

Bunlardan birisi ölürse, kalan şahıs, vakfın gelirinin yarısını aiır.

Bir vâkıfın, bir yerini, geliri ana ve babasına ait olmak üzere vak­fetmesi sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıfın, vakfının gelirini, çocuklarına tahsis etmesi de caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, —kayyımın, gelirini istediği yere sarfetmesi şartıyle— bir yerini vakfederse; bu vakıf caiz olur.

Bu kayyım, vakfın gelirini, zengin, fakir dilediğine verebilir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vâkıf, hasta iken, "filân adam, vakfın gelirini istediğine vere­bilir." diye şart koşar; o şahıs da, bu geliri, ölenin çocuklarına vermek isterse; bu caiz olmaz ve bu vakıf kıyâsen batıl olur.

İstihsanda ise, bu vakfın aslı sahih olur. Ve geliri, fakirlere verilir. Ancak, vâkıf, "filan şahsın dilemesine bağlıdır." diye şart koşar ve o şahıs dilemede bulunursa, bu vakıf sahih olur. Aksi takdirde, vakıf bfttıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıf, "filan şahıs, vakfıa gelirini istediğine verebilir." diye şart koşarsa, bu caiz olur.

Bu şahıs, vakfeden kimse «ağ iken de, ölünce de, vakfın gelirini, dilediğine verebilir. Sanki, vâkıf, ona: "Sağlığımda da, ölümümden sonra da, vakfımın gelirini, dilediğine ver." demiş gibi olur.

Kıyâsda ise, bu şahıs, vâkıfın ölümünden sonra, bu vakfın gelirini veremez.

Gelir dilemesine bırakılan şahıs ölünce, bu vakfın geliri, fakirlerin olur.

Şayet, vâkıf, "vakfının gelirinin, kendi çocuklarına ve nesline verilmesini" dHemişse; bu gelir, onun çocuklarına ve nesline verilir; kendisine verilmez.

Bu vakfın geliri, vâkıfın kendisine verilirse, vakıf bâtıl (= geçersiz) olur. Bu hüküm, "Vâkıfın, kendi nefsi için vakfetmesi caiz olmaz.", diyenlerin kavline göredir. Bu vakfın gelirini, bir sene de olsa, vâkıfa vermek böyledir; yani bâtıldır. (= geçersizdir) Hâvi'de de böyledir.

Bir vâkıf: "Vakfın gelirini, ben, dilediğim yere sarfederim." dese; kendi nefsi için de harcama yapabilir. Bu durumda, vakıf da batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  kimse, bir yerinin, gelirim,  filan şahsın, filân  adamın oğullarından istediğine vermesi şartı ile vakfetse; o şahıs, dilerse o adamın oğullarından sadece birine verir. Bu caiz olur. Dilerse, hepsine birden verir. Bu da eâiz olur. Hepsine vermesi hâlinde, bu geliri, onlara eşit olarak dağıtır.

Çünkü, "kime dilersen" sözü, umûmîdir.

Ancak, bu şahsın, dileyip, o geliri belirtilen şahsın oğullarına değil de, başkalarının oğullarına vermesi hâlinde, bu bâtıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, —filanın çocuklarına karşı, ben, vakfın gelirini,    onlardan    dilediğime    vermek    üzere—    vakfedilmiş    bir sadakadır." derse; bu geliri, vâkıf, onlardan hangisini dilerse, ona verebilir.

Bu vâkıf:  "Ben,  onlardan hiç birini  dilemiyorum."  derse;  bu durumda, meşieti (= dilemesi) bâtıl (= geçersiz) olur. Bu kimse, sanki, "kendisinin dilemesini" şart koşmamış gibi olur. Şayet vâkıf: "... filanın çocuklarına vakfedilmiş bir sadakadır." der ve susarsa; bu durumda, o vakfın geliri, belirtilen şahsın çocuklarının olur.

Vâkıf: "Bu vakfın gelirini, filan şahsın filan oğluna kıldım; diğer kardeşleri hâriçtir." derse; bu caiz olur. Ve bunu değiştirmek yoktur.

Vâkıf, böyle bir tahsiste bulunmazsa, bu adamın çocuklarından kimine âz, kimine daha çok verebileceği gibi bazılarına da hiç vermiye-bilir

İstihsânda, vâkıf, vakfın gelirinin tamamını, belirlenen o şahsın çocuklarına verir.

Vâkıfın, vakfının gelirini tahsis ettiği şahıs ölürse; bu vâkıfın meşîeti (= dilemesi) sabit olur; bu geliri dilediğine verebilir. Hâvî'de de böyledir.

Vâkıf, eğer onların tamamını dilerse; bu bâtıl ve vakfın geliri fakir-ierin olur.                                                                                                

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, vâkıfın böyle yapması caizdir. Ve, bu vakfın geliri, istihsânen, belirlenen şahsın çocuklarının olur.

(Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, min kelimesi, teb'ız (= kısım kısım ayırma); İmâmeyn'e göre ise, beyân (= açıklama) içindir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Vâkıf,  bu çocuklardan bir kısmını diledikten sonra ölür ve "vakfın geliri, filanın olsun diye dilediği" şahıs da ölürse; onun nasibi, fakirlerin olur. Tahsis- ettikten sonra, başkasını dilemek bâtıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vâkıf:  "Vakfın gelirini, filanın çocuklarına ve nesline bırakı­yorum." derse;  o adamın çocuklarına bırakma dileği caiz olur;    nesline ise, bir şey verilmez. Havî'de de böyledir.

Vâkıf: "Şu yerim, filan şahsın çocuklarına karşı vakfedilmiş bir sadakadır; ben dilersem, bir kısmına fazla veririm." derse; bu söz, caiz olur. Ve, dilediğine dilediği kadar verir.

Vâkıf, dilediğini reddedip: "Dilemiyorum." der veya ölürse; bu durumda, belirlenen filan şahsın çocukları arasında, vakfın geliri, eşit olarak taksim edilir; bir kısmına, hiç vermemek otmaz.

Keza, vâkıf "filanın çocuklarına karşı; filan şahıs dilerse, onlardan bazılarım üstün tutması üzerine diye..." Vakfederse; bu durumda, ken­disine yetki verilen şahıs, o çocuklardan dilediğine, vakfın gelirinden daha fazla verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vâkıf, vakfının gelirinin yarısını, filan adamın çocuklarından birine; diğer yarısını da, diğerlerine tahsis ederse; dediği gibi yapar. Yani, bu vakfın gelirinin yarısı, tahsis ettiği çocuğun, diğer yarısı da, diğerlerinin olur.

Bu vâkıf: "Vakfın gelirini, —onlardan— kimi dilersem, ona tahsis ederim. " der ve yarısını birine vermeyi dilerse; bu caiz olur. Bu şahıs, kalan diğer yarıya ortak olamaz.

Vâkıf, hepsini vermeyi dilerse, bu da caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, —ben onlardan kime dilersem, ona vermek üzere— vakfedilmiş bir sadakadır." derse; dediği gibi yapıp; onlardan dilediğine, dilediği kadar verebilir.

Bu vakfın gelirinin tamamım, onlardan birine vermiş olsa, bu da caiz olur.

Hepsini, onların hepsine verirse, bu, min kelimesinden (onlardan kelimesindeki dan ekinden) dolayı, kıyâsen caiz değilse de, istihsânen bu da caizdir.

Bu vâkıf: "Bu sene, onlprdan hiç birine tahsis yapmıyacağım." derse, bu caiz olur. Ve bu durumda, vakfın gelirini, aralarında eşit olarak taksim ederler. Muhıyf te de böyledir.

Vâkıf: "Ben, dilediğime vermem." deyince,onlardan biri hâriç, tamamına vermese, bu caiz olur.

Kıyâsda, onların tamamı, bu vakfın gelirinden mahrum edilemez. İstihsânda da da böyledir. Vakfın gelirini, onlara döndüremez; bu gelir fakirlerin olur.

Vâkıf: "... bu sene, onları mahrum edeceğim." derse; o sene, onların, bu vakfın gelirinde, bir hakları olmaz. Bu gelir, fakirlerin olur.

Vâkıfın, dileme hakkı ise sabittir. O yıldan sonra, dilediğini yapa­bilir.

Vâkıf, vakfın gelirini, onlara vermeden ölürse, bu gelir, onların aralarında eşit olarak taksim edilir.

Bir vâkıf: "...onlardan dilediğimi çıkarmak üzere vakfediyorum." der ve onlardan birini veya tamamını çıkarırsa, bu caiz olur.

Bu durumda, vakfın geliri, fakirlere verilir.

Ancak, vâkıf, bunlardan birini çıkardıktan sonra, tekrar dâhil etmek isterse, bunu yapamaz. Bu durumda vakfın geliri diğerlerinin olur.

Çünkü, bu vâkıfın dileme yetkisi, çıkarmak içindir; dâhil etmek için değildir. Hâvî'de de böyledir.

Hilâl, şöyle demiştir:

Gelir, çıkarma zamanında hazır ise, kıyâsa göre, vâkıf, onlaran, hassaten dilediğini çıkarır.

Camiü's-Sağîr'de de: "Çıkan kimse, dâimi çıkmış olur." denilmiştir.

Bir kimse, bostanının gelirini vasıyyet eder ve bu gelir, bu şahsın öldüğü gün meydana gelirse; bu ve bundan sonraki gelirler, vasıyyet eden şahsa ait olur.

Hilâle göre, bu gelir, vasıyyet eden şahsın olur, ancak, sonraki gelirler, onun olmaz. Bu kavil, diğer bazı âlimlerimizden de nakledilmiştir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir vâkıf: "Filan şahsı, vakfın gelirinden çıkardım." veya "filanı, filanı çıkardım." derse, bu da caiz olur.

Ancak, çıkardığı "filanları" açıklamak, çıkaran şahsa aittir. Şayet, vâkıf, bunların kim olduğunu açıklamadan ölürse; bu vakfın geliri, adam başına taksim edilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bu vâkıf; "Filanı çıkardım; hayır, belki de filanı çıkardım." derse; o şahısların ikisi de çıkmış olurlar.

Bir vâkıf: "Dilediğim kimseyi, vakfın gelirine dâhil etmek üzere, vakfediyorum."derse; vakfının gelirine, sevdiği kimseleri dâhil edebilir. Dâhil ettiği bu şahısları da, bir daha çıkaramaz.

Vâkıf, bunlardan hiç birim dâhil etmeden ölürse; vakfın geliri öncekilerin olur.

Bir vâkıf: "Vakfın gelirine, filan şahsı ebediyyen dâhil ettim." derse; dediği gibi yapılır.

Vâkıf: "Abdullah'ın çocuklarına karşı vakfediyorum; Zeyd'in çocuklarını da dâhil etmek üzere..." derse, bu durumda, bu vakfın geli­rine, Zeyd'in çocuklarından başka, hiç kimseyi dâhil edemez.

Bu vâkıf, isterse, Zeyd'in çocuklarının tamamını dâhil eder.

Şayet: "Dahil etmek istemiyorum." derse; onlar hakkındaki dileme hakkı sona ermiş ve bu vakıf —tamamen— Abdullah'ın çocuklarına ait olmuş bulunur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, ümm-ü veled (- efendisinden çocuk: doğuran câriye) leri nâmına vakıfta bulunursa; bunlardan nikahlamamış olduğu ümm-ü veiedler, bu vakfın gelirinden bir şey alamazlar. Çoeuğu olmayanlara da, bir şey verilmez.

Bir vâkıf: "Filanın çocukları nâmına vakfediyorum; ancak, yurt­larından çıkanlara değil..." der; bunlardan bazıları da, yurtlarından çıkmış ve tekrar dönmüş olurlarsa; bu vakfın gelirinden, bu şahıslara verilmez. Ancak, "verilir." diye de, bir rivayet vardır.

Keza, vâkıf: "Vakfın geliri, filan şahsın çocuklarından ilim tahsil edenlere aittir." der ve o çocuklardan bir kısmı önce tahsil yapar, sonra bunu terk eder ve bilâhare de tahsiline devam ederse; bu da, yukarıdaki mes'ele gibidir. Yâni, tahsiline ara verenlere, bu vakfın gelirinden "verilir." diyenler de vardır; "verilmez." diyenler de vardır. Vâkıât'ta da böyledir.

Hassâf, Vakfında şöyle zikretmiştir:

Bir kimse, bir yerini, çocukları, nesli ve torunları nâmına, sonra da fakirlere, ebediyyen vakfedilmiş bir sadaka kılsa ve "kim hanefî mez­hebinden çıkıp, şâfiî mezhebine girerse, ona vakıftan hisse yoktur." diye de şart koşsa; bu şart yerine getirilir. Öyle yapanlar, vakfın gelirinden alamazlar.

Bunlardan bir kısmı; diğer bazılarının, mezheb değiştirdiğini iddia eder onlar da, bunu inkâr ederlerse, inkâr edenlerin sözü geçerlidir. İddia sahiplerinin beyyine getirmeleri gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, evlâdı nâmına vakıfta bulunur ve "kim, mutezile mez­hebine geçerse, vakıftan çıkmış olur." şartını koşarsa; bu durumda, mutezile mezhebine geçen çocuk, vakıftan çıkmış olur.

Keza, vâkıf mutezile mezhebinden olur ve "kim-i ehl-i sünnet mezhebine geçerse; vakıftan çıkar." derse; dediği gibi olur.

Keza, vâkıf: "Kim, ehl-i sünnet mezhebinden çıkarsa, vakıftan da çıkmış olur." diye şart koşunca, haricî, râfızî veya mürted olanlar, bu vakıftan da çıkmış olurlar. Bu hususta, kadın ve erkek müsavidir.

Bir vâkıf: "... isbât mezhebinden çıkan, vakıftan da çıkar." diye şart koşar ve bunlardan birisi, bu mezhepten çıkarsa, sonra tekrar dönse bile, vakfa dâhil olamaz.

Ancak, böyle yaptığı takdirde, tekrar vakfa dahil olacağına dair şart olursa; o şahıs, vakfa dâhil olabilir.

Keza, vâkıf, mezheplerden birini belirterek: "Ondan çıkana vakıftan pay verilmez; o, vakıftan da çıkmış olur." derse; bu şartına da itibar edilir.

Keza, vâkıf: "Kim akrabalarından ayrılıp, Bağdâd'a giderse; vakıftan çıkar." derse; bunun da şartına itibar edilir.

Ancak, bu durumda, Bağdad'tan dönen şahsa, bu vakfın gelirinden verilir. BahrıTr-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse: "Şu yerim, Allah rızâsı için, —Zeyd ve Amr nâmına— vakfedilmiş bir sadakadır. Onlar hayatta oldukları müddetçe, bu vakfın geliri onların; onlardan sonra da fakirlerin olacak." der ve ilâveten: "Vakfın gelirinden, her sene, öncelikle Zeyd'e, bin dirhem verilecek." derse; bu vakıf caizdir ve vâkıf ne demişse, öyle yapılır.

Bu vâkıf: "Vakfın geliri fazla olursa, aralarında taksim edilecektir." derse, bu şartına da itibar edilip, dediği gibi yapılır.

Bu vakfın geliri, sadece bin dirhem olursa, bu bin dirhem Zeyd'e verilir.

Gelir bin dirhemden az olursa, yine bunun tamamı Zeyd'e verilir.

Zeyd ölür ve vakfın geliri hazır olursa; Amr'e ihtiyacı kadarı verilir.

Vakfın geliri üç bin dirhem; Amr'in yıllık iaşesi ise, bin dirhem olursa; Amr'e, bu bin dirhem verildikten sonra, nasibi vakfın gelirnin yarısı olduğu için, beş yüz dirhem daha verilir.

Kalan bin beş yüz dirhem de, fakirlere dağıtılır.

Bir vâkıf: "Şu yerim, Zeyd, Amr ve Hâlid nâmına vakfedilmiş bir sadakadır. Önce Zeyd'e verilir ve vakfın geliri, yaşadığı müddetçe, onun olur. Sonra, yaşadığı müddetçe Amr'e verilir. Daha sonra da, yaşadığı müddetçe Hâlid'e verilir." derse; dediği gibi yapılır.

Bunlar, inkıraza uğrayınca, bu vakfın geliri fakirlerin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Siyeru'l-Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir atı "bu, on sene, Allah yolunda olacak; sonra da geri sahibine verilecek." diye vakfetse; bu vakıf bâtıldır.

Hilâl'in hocası oîan Yûsuf bin Hâlid: "Bu vakıf caizdir; ancak, şartı bâtıldır." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin, hayatta olduğu müddetçe, atım, fi sebililİah (= Allah yolunda) vakfetmesi sahihtir.

Çünkü, bu şahıs, "sonunda, atın, kendisinin olacağını" şart koşmamıştır.

Burada fî sebîlillah (= Allah yolunda) demekten kasıt, o atın üze­rinde savaşılmasıdır.

Bu attan, bu maksadan dışında faydalanılmak istenirse, bu caiz olmaz.

Bu atT ücretle kiraya verilmez. Ancak, nafakasını temin için, buna ihtiyaç hasıl olursa, o zaman kiraya verilebilir. Vecîz'de de böyledir.

Hassâf, mu'teber olan şartları açıklamıştır:

Bir kimse, vakfettiği yerin kiraya verilmemesini şart koşarsa; mütevellînin onu kiraya vermesi bâtıl olur.

Keza, vâkıf, vakfın içindeki hurma ağaçlarını ve diğer ağaçları icara vermemeyi şart koşarsa, öyle yapılır; yani, bunlar icara verilmez.

Keza, vâkıf, vakıf ehlinin, bu vakıfta yenilik yapmasını şart koşarsa; bu şarta da itibar edilir.

Bu hususta niza ederler ve bir kısmı: "Vakfın sıhhatini diliyoruz." der; karşı taraf ise: "Hayır, siz, vakfı ibtâl ediyorsunuz." karşılığım verirse; hâkim, bunlara bakar: Eğer, tashih edenleri haklı görürse, bu durumda, onların vakfı yenileştirip, düzeltmelerine izin verir.
Şayet, hâkim, karşı tarafı haklı görürse; vakfı ibtâle çalışanları, bu işten çıkarır ve onların bu durumu üzerine şahit tutar. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [36]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..