5- VAKFIN İDARESİ KAYYIMIN VAKIF VE VAKFIN GELİRİNİN TAKSİMİ HUSUSUNDAKİ TASARRUFU VAKIF GELİRİNİ BA

Bir vakfa mütevelli (=  idareci, yönetici) olan şahsın fısk ile tanınmaması,  sâlih  bir  kimse  olması  gerekir.  FethuH-Kadîr'de  de böyledir.

Mütevelli olacak kimsenin, iş yapma hususunda, nefsine veya vekiline gücü yetmeli ve bu şahıs emîn bir kimse olmalıdır.

Mütevelli olmak hususunda, erkek ile kadın ve kör ile gözü gören şahıslar müsavidir.

Tevbe etmiş bulunması hâlinde, kendisine hadd-i kazf uygulanmış (= başkasına zina etti diye iftira ettiği için, ceza görmüş) bulunan kimse de mütevelli olabilir.

Mütevellî'nin sıhhatli olması, bulûğa erişmiş bulunması ve akıllı olması şarttır. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Vâkıf (=   vakfeden  kimse),  vakfın  velayetini  (=   idaresini, idareciliğini)   kendisinin   ölümünden   sonra,   çocuklarından   birine bırakırsa; hâkim, bu çocuklardan birisine, vakfın işlerini yürütmesini emreder. Bu da, vdâyet verinde olur.

Bu, istihsandır.

Keza, vâkıf, vakfın işlerini yürütmesi için, bir çocuğu vasıyyet ederse; bu, kıyâsen bâtıldır. (= geçersizdir) Fakat, büyüyünce, bu çocuğu mütevelli etmek caizdir.
Vakıflar                                                                                                         585

Şayet, vâkıf, hazırda olmayan bir şahsı mütevellî tayin ederse; hâkim, o şahıs gelinceye kadac, başka bir kimseyi mütevelli tayin eder. Mezkûr şahıs gelince de, vazife ona iade ediHr. Hâvî'de de biyledir.

Mütevellî'nin hür ve müslüman olması şart değildir. Mütevellİ'nin köle olması, hem kıyâsen, hem de istihsânen caizdir. —Bh hususta— zimmî de, köle gibidir.

Hâkim böyle bir mütevellî'yi görevden ayırırsa, sonradan, köle, hür; zimmî ise, müslüman olsa bile, velayet, tekrar bunlara dönmez. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Muhammed bin Fadl'dan soruldu:

—   Vakfın aslını tasarruf hususunda,  vâkıfın kendisinin veya evlâdının mütevellî olması nedir?

İmâm, ş» cevâbı verdi:
— Bu, bi'1-icma' caiz değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir vakıf tesis eder ve "su şahıs idare edecektir'* taraında, hiç bir şey belirtmezse; velayet (« mütevellîlik, yöneticilik) hakkı kendisinindir; denilmiştir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, vakfı teslim etmek şart değildir. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu vakfı sahih değildir. Fetva da buna göredir. Sirâciyye'de de böyledir.

"Bir yerini vakfedip, onu kayyıma (= idareciye) teslim ederek, elinden çıkardıktan sonra, o kayyımdan geri almak isteyen kimse, şayet, vakfederken kendisinin, kayyımı azledip çıkarabileceğini şart koşmuşsa, bunu yapma hakkına sahiptir.   Vakfın yönetimini, bu kayyımdan geri alabiür.

Ancak, böyle bir şart yoksa; İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, bu gibi şeyleri yapamaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre ise, vakıf —bu şart olmasa bile— böyle yapabilir.

BellTlı âlimler, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre fetva vermişlerdir.

Fakıyh EWt'l-Leys de, bu görüşü kabul etsaiştir.

Buhârâ'Iı âlimler ise, İroâm Mu bu mm ed (R.A.)'in kavline göre fetva vermişlerdir.

Fetva da, buna göredir. Muzmarât'ta da böyledir,

Bir vâkıf, vakfı için kendisinin velayetini şart koşar; ancak kendisi güvenilir bir kimse olmazsa; hâkim, velayeti (= idareciliği) onun elinden alır, Hidâye'de de böyledir.

Vâkıf, vakfın imârım, imkânı olduğu nisbette, vakfın gelirinden yapma işini kendi üzerine aldığı halde, bunu yapmazsa; hâkim, kendisini cebreder: Yaparsa ne âla... Yapmazsa; hâkim, onun elinden, bu yetkiyi de alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vâkıf,, velayete kendisini şart koşar ve hâkimin de, hüküm­darın da kendisini velayetten azâd edemiyecekleri şartını da ilâve eder; ancak,  kendisi,  vakıf hakkında, itimada şayan bir kimse olmazsa; koyduğu bu şart geçersizdir.

Hâkim, bu şahsı azledip, yerine, başka bir kimseyi mütevelli tayin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vâkıfın, mütevellîlikten azlettiği kimse, vakıf hakkında hayırlı bir kimse ise, hâkim, onu tekrar o vakfın mütevellîliğine tayin edebilir. Fü-sûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir vâkıf: "Filân şahıs mütevellidir. Benim, onu çıkarma hakkım yoktur." diye şart koşarsa; o şahsın mütevelli olması caiz; ancak, "onu görevden   çıkarmaktan,   kendisini   men   etme"   şartı   bâtıldır.   (-geçersizdir.) Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir vâkıfın, bir şahsı, kendi sağlığında da, ölümünden sonra da mütevelli kılması caizdir.

Bu mütevelli, vâkıf hayatta iken, onun vekili, ölünce de vasıysi olur.

Vâkıf, bir şahsa: "Seni, şu vakfa mütevelli kıldım." derse; bu şahıs, vâkıf hayatta iken mütevelli olur. Vefatından sonra olmaz.

Şayet vâkıf: "Seni, şu sadakaya sağlığım da ve ölümümden sonra, vekil ettim." derse; bu caiz olur.

Bu şahıs da, vakfedenin, sağlığında vekili, öldükten sonra da, vasıysi olur. Zehıyre'de de böyledir.

Vâkıf, kendi ölümüne kadar, kayyım tâyin etmez ve bir şahsa, vakıfları ve mallan hakkında vasi olmasını vasıyyet ettikten sonra, bunu başka birine daha vasıyyet ederse; bu ikinci şahıs, vasî olur; kayyım etmemişse, kayyım olamaz.

Bu durumda, hakim, bu ikinci şahsı kayyım tâyin ederse, vâkıf, onu kayyımlıktan çıkaramaz; Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bu vâkıf, bu şahıslardan, hassaten birine vakıf işlerine bakmasını vasıyyet ederse, bu şahıs, vakfın bütün işlerinde vasi olur.

Bu, zâhiru'r-rivâyede, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

Sahih olan da budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Buna göre, bir kimse, vakıf işlerim bir şahsa, çocuklaıını da başka bir şahsa; veya bir vakfını bîr şahsa; başka bir vakfını da başka bir şahsa vasıyyet etse;  bu iki vasî iki vakıf hakkında da vasî olmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Hilâl,    İmâm    Muhammed    (R.A.)'in   şöyle   buyurduğunu nakletmiştir:

Bir yerini vakfedip, bir şahsı, kendi sağlığında ve ölümünden sonra ona mütevelli eden şahıs, ölümü yaklaşınca da, bir şahsa vasıyyet ederse; bu vasî, vakıf işlerinde, diğerine ortak olur. Sanki, vâkıf, vakıf işlerini ikisine havale etmiş ve ikisini mütevelli tayin etmiş gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, iki yerini vakfeder ve bunların her birine bir mütevelli tayin ederse; bu mütevelliler, birbirlerinin işlerine ortak olamazlar.

Ancak, vâkıf, vakfının velayetini bir şahsa verdikten sonra, başka bir şahsı da, vasî tâyin ederse, bu vasî, vakıf işlerinde, mütevelliye ortak olur.

Ancak, bu vâkıf: "Şu yerimi, şu, şu yerlere vakfettim; velayetini de filana verdim. Filan şahsı da, terekeme vasî kıldım." derse; bu durumda, her birilerinin işi ayrı olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir vâkıf: "Ölümümden sonra filan şahsı, sonra filanı, ondan sonra da filanı mütevelli kılıyorum."  dese,  bu şart da,  caiz olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Vâkıf:  "...filana vasıyyet etmiştim; bütün vasıyyetimden döndüm." derse; vakfa tayin ettiği mütevellinin mütevellîliği de sona ermiş olur.

Vâkıf, iki kişiyi mütevelli tayin etse veya vasiyi de mütevelli kılsa, bunlardan hiç biri, tek başına vakfın gelirini satamaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, bunlardan birinin satması da uygun olur.

Şayet, birinin satmasına diğeri izin verirse veya bu hususta, birbir­lerine izin vermiş olurlarsa, bu durumlarda, tek başlarına da satabilirler. HâvîMe de böyledir.

Bir vâkıfın, vakfı hakkında, bir kişiyi vasî tayin etmesi ve ona "Başkasını vasî yapmamasını şart koşması da caiz olur. Zâhîriyye'de de böyledir.

İki vasiden biri, bir topluluğa: "Tasarrufta onu —diğer vasiyi— yalnız bırakmayınız." der ve ölürse; bu vakfın geliri, ikiye bölünür:. Yarısı, ölen vasinin yerine, o topluluk tarafından dağıtılır. Hâvî'de de böyledir.

Vâkıf, vakfının velayetini (= idaresini) iki kişiye verdikten sonra, bunlardan biri, vakıf işini diğerine vasıyyet eder ve ölürse; bu va$*yyeti caizdir.

Bu durumda, kalan tek kişi, o vakfın bütün işlerini yürütür. Frtâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vâkıf, vakfa, iki kişiyi vasî tayin eder; ancak, bunlardan birisi, bu görevi kabul etmezse; hâkim, bu şahsın yerine, başka bir şahıs tayin eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu vâkıf, bir kişi ile bir de küçük çocuğu vasî tayin ederse; hâkim, küçük çocuğun yerine, bir başka şahsı nasb (= tayin) eder. Hâyf de de böyledir.

Vâkıf, çocuğu yetişinceye kadar, vakfrna bir mütevelli tayin ederse; çocuk yetişince, bu mütevellinin o çocuğun işine karışması caiz olmaz. Bu durumda, görev ve yetki, o çocuğa aittir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "... bu caiz olur." buyurmuştur.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Filan malımla bir yer satın al ve onu, filan yer namına vakfet." der ve bu vasıyyetine şâhid tutarsa, caiz olur. Ve, vâkıfta muhatabı olan şahıs, mütevelli olur. Bu şahıs, başkasına da vasıyyette bulunabilir.

Bir kimse, vakfına bir şahıs nasbettikten sonra yeni bir vakıf daha tesis eder ve ona mütevelli tayin etmezse; birinci vakfın mütevellisi, bu ikinci vakfa da mütevelli olmaz.

Ancak, vâkıf, o şahsa: "Sen, benim vasîmsin.'* demişse; bu durumda, o şahıs, ikinci vakfa da mütevelli elur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Vâkıf,  vakfının velayetinin kendi çocuklarına verilmesini ve onlardan enefdâlinin mütevelli olmasını şart kojsa; bu durumda,en efdâl olan çocuğu mütevelli olur.

Şayet, bu çocuğu fâsık çıkarsa; onu takip eden, en efdâl çocuk mü­tevelli olur.

Bu durumda, önceki mütevelli, fâsıkhğı bırakıp, âdil, sâlih bir kişi olursa, vakfın velayeti tekrar ona verilir. Ser ansı'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vâkıf: "Bu vakfın velisi, çocuklarımın en büyüğü olacaktır." der; en büyük çocuğu ise, bunu kabul etmezse, istihsânda, velayet, onu takip eden çocuğa verilir.

Çünkü, bu   hususta,   kabul   etmemek, ölmek   menzilindedir. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıf, vakfının velayetini, en efdâl çocuğuna verir; çocukları da fazilet yönünden müsâvî olurlarsa; bu durumda, bu gocuklardan yaşça en büyük olan, mütevelli olur.

Bunun erkek veya kadın olması da müsavidir.

Şayet, bu vâkıfın çocuklarından hiç birinde ehliyet yoksa, hakim, bir yabancıyı, bu çocuklardan birisi ehliyet sahibi oluncaya kadar, mü­tevelli tayin eder.

Vâkıf, biri erkek, diğeri kadın olan iki çocuğunun vakfa velî olmasını şart koşarsa; bunlar sâlih kişiler olmaları hâlinde, velayete ortak olurlar. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Hâkim, vâkıfın çocukları arasından en faziletli olanını, vakfın velayetine tâyin ettikten sonra, vâkıfın diğer çocuklarından birisi, faz­iletçe, onu geçerse, velayet ona verilir.

Şayet, bunlar sahih yönünden müsâvî olurlarsa, vakıf işini daha iyi büen hangisi ise, o tercih edilir.

Şayet, birinm verâsı (= haramdan sakınması) diğerinin de vakıf işleri ile ilgili bilgisi daha çoksa hıyaneti olmadıkça, bilgisi çok olan tercih edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Ancak, vâkıf: "Filan gelirse, velayet onundur." der ve dediği şahıs gelirse, bu vakfın velayeti, o şahsa intikâl eder. Hâl-i hazırdaki mütevellinin velayeti sona erer.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'nun ve Hilâl'in kavlidir. S«rahsî'ıtm Muhıytı'nde de böyledir.

Vâkıf: "Abdullah, Basra'da durdukça velayet onundur" derse, bu şart uygulanır.

Vâkıf: "Evlenmediği müddetçe, velayet kanmındır." der ve bu kadın kocaya giderse; velayet hakkı olmaz.

Vâkıf: "Velayet Abdullah'ındır. Ondan sonra da, Zeyd'indir." dediği halde; Abdullah, vakfın idaresini başka bir şahsa vasıyyet ederek ölürse; bu durumda yine velayet hakkı Zeyd'e ait olur. Hâvî'de de böyledir.

Vakfeden şahıs hayatta iken, mütevelli ölürse, başka bir kayyım (= mütevelli, idareci) tayin etme hakkı, bu vâkıfa aittir; hâkime ait değildir.

Vakfeden şahıs ölmüş olursa, bu hususta, mevcud müteveHînm vasıyyett muteberdir.

Bu mütevelli de bir vasıyyette bulunmazsa, bu durumda, h-âfcimin görüşü ile amel edilir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Asil'da şöyle zikredilmiştir:

Vâkıfın ehl-i beyti mevcud iken, hâkim, bir yabancıyı kayyım tâyin edemez.

Ancak, bunlardan ehliyetli bir kimse bulunmazsa, bu durumda, hâkim, başkasını kayyum tayin eder. Sonra da, bunlardan ehil bir kişi bulursa, kayyımlığı ona havale eder. Vecîz'de de böyledir.

Hâvî'de, Ensâri şöyle zikretmiştir:

—  Vâkıfın vasîsî, mütevelliyi, fesadcı olması sebebi ile, bu göre­vinden çıkardıktan sonra, bu mütevelli yeniden salih bir kimse olursa, tekrar bu şahsa velayet verilir mi?

Ensâri şu cevabı vermiş:

—  Evet verilir. Ancak, bunun için, vâkıfın akraba ve komşuları arasında, buna ehil bir kimsenin bulunmaması gerekir.

Ancak, İki kişiden biri maaşlı, diğeri de maaşsız olarak mütevellîlik yapmak isterse; durum hâkime havale edilir.

Hâkim bakar: Bunlardan hangisi,-, vakıf işine daha uygun ve tasadduk hususunda daha sâlih ise, mtitevellîliğe onu tayin eder. Tata-rhâniyye'de de böyledir.

Camimde zikredildiğine göre:

— Vâkıf, kendi evlâdının ve evlâdının evlâdının mütevelli olmasını şart koştuğu halde, hâkim, —hıyaneti olmayan— başka bir kimseyi mü­tevelli yapabilir mi? Hâkim böyle yapsa bile, bu şahıs mütevelli olabilir, mi?  suâline,  Şeyhu'l-tslâm  Bürhânü'd-dîn,   fetvalarında,  şu  cevâbı vermiştir.

— Hayır, yapamaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Hâkim ölür veya azledilirse, onun tâyin ettiği — mütevelli— hâli üzere kalır. Gunye'de de böyledir.

Mütevelli  olan  şahıs,  —kendisine  vasıyyet  olunduğu  gibi— vasıyyet ederek, bir başka şahsı, kendi yerine mütevelli yapabilir.

Ancak, böyle yapabilmsi için, vâkıfın, bu hakkı kendisine vermiş olması gerekir.

Mütevelli böyle bir yetki almamışsa, bu iş, hâkime havale edilir.

Vâkıf, mütevelliye, —hizmetine karşılık olarak— bir ücret tayin etmişse; mütevelli olan herkes, bu ücreti alabilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Mütevellinin, kendi sağlığında sıhhatli iken, yerine bir başkasını ayin etmesi caiz olmaz.

Ancak, mütevellinin, —ta'mim (= umîmileştirme) yolu ile, —işini başkasına havale etmesi caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Vakıf, bilinen ve sayıları belli kimseler namına yapılmışsa, bu şahıslar, hâkimin emri olmadan, bu vakfa bir mütevelli tayin edebilirler.

Ancak, bu hususta, pek çok görüş vardır:

Sadru'ş-Şehîd Husâmü'd-dîn: "Muhtar olan, bu şahısların, müte­velli tayin etmemeleridir. Bunların, mütevelli tayin etmeleri, sahih olmaz." demiştir.

Şeyhu'l-İslâm Ebû'l-Hasan ise: "Bizim şeyhlerimiz, onların tayin ettiği mütevelli, —hâkim buna izin verirse— mütevelli olur; dediler." demiştir.

Müteahhirîn ise, hâkim durumu bilmese bile, bu şahısların müte­velli tayin edebileceklerinde ittifak etmişlerdir.

el-Abd de: "Zamanımızda, fesâd çıkması ihtimâlinden dolayı, mü-teahhirîn'in fetvası ile amel etmek gerekir." demiştir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir yeri, bir mescide vakfetmek sahih olur.

Böyle bir vakfın kayyımı ölürse, mescid ehli (= cemaat) toplanıp, —hâkimin emri olmadan— bir mütevelli nasbederler.

Bu mütevelli, mescidin tamiri ile uğraşır ve bunun için, vakfın geli­rinden harcama yapar.

Ancak, bu şekildeki bir mütevellîliğin sahih olup olmayacağı husu­sunda, âlimlerimiz arasında ihtilâf vardır.

Esahh olan görüş ise, bunun "sahih olmadığı" kavlidir.

Bu vakfın mütevellisini hâkim tâyin eder.

Ancak, mescidin cemâatinin seçmiş bulunduğu mütevellinin, ta'mir için harcamış bulunduğu miktarı tazmin etmesi gerekmez.

Şayet, bu mütevelli, vakfı kiraya vermişse, bu, kiraya tutandan geri alınır.

Çünkü, mütevellîliği, vakfı kiraya vermişse, bu, kiraya tutandan geri alınır.

Çünkü, mütevellîliği sahih olmadığı için, bu şahıs, vakfı gasbetmiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müftâbih olan (= kendisi ile fetva verilen kavil): Vakıfları gas-beden kimsenin onu tazmin etmesidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.   

Başka bir beldede bulunan evlâdı nâmına vakıfta bulunan bir kimsenin vakfına, o-beldenin hâkimi, mütevelli (=  kayyım, idareci) tâyin eder.

Hâkimin tayin ettiği bu kayyıma, belirli bir maaş verilir. Bu kayyımın, maaşını, —vâkıfın böyle bir şartı olmasa bile— her sene alması helâl olur. Sirâeiyye'de de böyledir.

Bir vakfın, her biri başka başka beldenin hâkimi tarafından tâyin edilmiş bulunan, iki kayyımı bulunsa, bunlardan her biri, diğeri bulun­madan, vakfın gejirinden harcama yapabilir mi?
Şeyhti'1-İmâm İsmail ez-Zfthid, bu suâle, şu cevâbı vermiştir:

—  "Uygun olan, bu kayyımlardan her birinin ayrı ayrı, harcama yapabilmeleridir.

Bu iki hakimden birisi, diğerinin tayin ettiği kayyımı azletmek ister ve buna ihtiyaç görürse; azledebilir; böyle bir ihtiyaç görmezse, azle­demez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bir hâkim, vâkıfın nasbettiği kayyımı nasbetmiş olursa; diğer hâkim onu azledemez.

Fetâvâyi Sfiıd'de şöyle zikredilmiştir:

Bir vakfın mütevellisi, o vakıftan bir şey satsa veya rehin bıraksa, bu caiz olur mu?

— Hayır, bu caiz olmaz; ihanet olur,

Bu mütevelli, hemen azledilir veya yanma güvenilir bir şahıs konur. Vâkıf tarafından tayin edilen mütevelli, kendi kendisini azledemez. Bu mütevelliyi vâkıf veya hâkim azledebilir. Gunye'de de böyledir.

Bir kayyım, vakıftan bir yeri kiraya verdikten sonra azledebilir ve yerine başka bir şahıs tâyin «dilirse, bazıları: "Bu kira ücretini, azledilen kayyım alır." demişlerse' de, esahh olan, bunu, yeni tâyin edüen kayyım» almasıdır.

Çünkö, aaiedilen kayyım, onu, nefsi için değil, vakrf nâmına kiraya vermiştir. BaltrıTr-Râık'ta da böyledir.

Vâkıfın, tâyin ettiği kayyım ölürse; vâkıf, vakfına, yeni bir kayyım tâyin eder.

Vâkıf da ölmüş bulunursa, bu kayyımı, hâkim tayin eder.

Bu durumda, efdâl olan, bu kayyımın, mevkufun aleyhin (= ken­disine vakfedilmiş bulunulan kimsenin) evlâdından veya akrabasından tayin edilmesidir. Bunların arasında, salih kimseler bulunduğu müd­detçe, böyle yapılması efdal olur. Tebzîb'de de böyledir.

Vakfedilen yerde, hurma ağaçları bulunur ve kayyım bunların zayi (= helak, yok) olacağından korkarsa; hurma fidanları alıp, diker. F«t»*âyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vakfın evi hakkında da hüküm böyledir. Yani, evin harap olmaması için gereken şeyler, vakfın gelirinden alınır. Zehıyre'de de böyledir.

Vakfedilen yerin bir kısmında bir şey bitmez ve buradan mahsûl alabilmek için ıslâh edilmesi gerekirse, kayyım, vakfın geliri ile, o bölümü işe yarar hâle getirir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vakfın tamiri, o vakfın geliri ile yapılır. Ancak, bunun için, buranın, bir başkası tarafından harap edilmiş olmaması gerekir.

Velvâliciyye'de şöyle mezkûrdur:

Vakfın evlerinden birini kiraya tutan şahıs, vakfın hayvanların bağlandığı çardağım yıkarsa onu tazmin eder; yeniden yapar. Bahnı'r-Râik'ta da böyledir.

Vakfın bekçisi, işçisi çok olur ve bunların oturmaları için ev yapılmasına ihtiyaç hasıl olursa; kayyım, bu durumda —vakfa— ev yaptırabilir.

Fakirler namına vakfedilmiş han ve saire gibi bir vakıfta, kapısını açıp kapamak ve diğer işlerini yapmak için, hizmetçi lâzım olursa; mü­tevellinin, bu hizmetçiye, ikâmet etmesi için, vakfın evlerinden birini vermesi caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Vakfın yeri, şehre bitişik olur, insanlar bu vakfın evlerini kiraya tutmaya rağbet eder ve böylece de evlerin geliri, bu yerde yapılan zirâatten ve hurfnacıhktan fazla olursa; kayyım, bu yere ev yaparak, kiraya verir.

Fakat, vakıf yer, şehrin evlerine uzak bir yerde-bulunursa; yukar­ıdakinin hilâfına mütevelli bu yere ev yapıp kiraya veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Meşrutun leh (=   Vakfın getirinin kendisine verilmesi şart koşulduğu kimse) bir —şahıs değil de, bir—topluluk olur ve bunlardan bazıları, mütevellinin, bu vakfı, geliri ile ıslâh etmesine razı olduğu halde, diğer bazıları buna razı olmazsa; mütevelli, razı olanların hisseleri ile, onlara ait yeri tamir ettirir. Razı olmayanların yerlerini ise, —onlar razı olana kadar— olduğu gibi bırakır. Hızânetü't-Müftin'de de Hâvî'de de böyledir.

Ebû'I-Leys, Fetvâlan'nda şöyle demiştir:

Bir kimse, fakirler nâmına vakfedilmiş bulunan dükkanların yanı­na, bunların kayyımının izni olmadan bir bina yaparsa; bunun İçin kayyıma —razı olması için— müracaat edilmez; duruma bakılır: Eğer, yapılan bu şeyi, eski binaya zarar vermeden kaldırmak mümkün olursa, hemen kaldırılır.

Şayet, bu mümkün olmazsa içindeki mal kurtulana kadar beklenir ve bundan sonra, o yeni yapılan bina kaldırılır.

Bu binanın sahibi buna razı olmazsa, vaşî ile sulh cihetine gidilir.

Bu durumda,yapılan yeni binanın, bedeli ödenerek, satın alınması caiz olur.

Ancak, bu durumda da, yapılan bina ile yıkılan binanın kıymetine bakılır. Bedel olarak, bundan fazla vermek caiz olmaz. Muhıyi'te de böyledir.

Bir   kimsenin,   bir   evini,   bir   şahsa   "...   hayatta   olduğu müddetçe..."   veya   "...on   sene..."   veya   daha   fazla  bir  müddet "...oturmak üzere..." vakfetse, bu vakıf caiz olur.

Meşrutun leh (= kendisine vakfedilen şahıs), bu evi kiraya veremez. Ancak, kendisi, ailesi ve çocukları oturabilirler.

Ancak, bu ev, bir topluluk nâmına vakfedilmiş olur ve bunlardan bir kısmı oturmak, diğer bir kısmı da kiraya vermek isterse; hâkim, onlara, evi tanzim edip, hazırlamalarını emreder. Bu durumda, bu toplumdan oturmak isteyenler oturur; kiraya vermek isteyenler de kiraya verir. Hâvî'de de böyleiir.

Vâkıfın, vakfının gailesini (=  gelirini) kendisine şart koşmuş olması hususunda, mütekaddimînden bir rivayet yoktur.

Müteahhirîn ise, bu hususta ihtilâfa düşmüştür. Bu durumda, ihtiyata uygun olan davranış, bu vakfın mütevellisinin, onu kiraya verip, gelirini alarak, vakfeden şahsa ödemesidir. Seran sı'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Evini, bir topluma vakfeden şahıs: "Onun gelirini alsınlar." derse; o şahıslar, bu evde oturamazlar. Şart ne ise, ona uyulur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kayyım, medresenin    tamiri için harcanması gereken vakıf gelirinden, gereğinden fazla alarak, —muhtaç bile olsalar— âlimlere, harcayamaz. Gunye'de de böyledir.

Bir vakfın geliri, kayyımının elinde toplandığı zaman, bu vakıf ıslâha (= tamire) muhtaç bir durumda bulunur ve bu sırada, vakfın maksadına uygun, bir de hayır işi zuhur eder ve kayyım da, vakfın geli­rini vakfın tamirine harcanması halinde, hayrın fevt   olmasından kor-karsa;  bu durumda bakar:  Eğer,  bu vakfın tamirinin,  ikinci gelir zamanına kadar, tehir edilmesi hâlinde, yılkılma, harap olma, zarar görme korkusu yoksa bu geliri, hayır cihetine sarfeder.

Fakat, tamirinin te'hiri, bu vakfa zarar verecekse; bu durumda, bu gelir, vakfın tamirine harcanır. Bundan fazla'bir şey artarsa, bu artan kısım da, hayır cihetine harcanır.

Burada, hayır cihetinden maksad, fakirlere tasadduk; müslüman esirleri kurtarmak ve gazilere yardım etmek gibi şeylerdir.

Bu vakfın gelirinin mescid, karakol tamiri veya benzeri şeylere sar-fedilmesi caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu vakfın kayyımı, tamirat için zaruret olduğu halde, geliri, hak sahiplerine sarfederse, bu durumda, bu miktarı tazmin etmesi gerekir.

Bu şekilde tazminat gerekince de, bu kayyım, kendilerine sarf etmiş bulunduğu hak sahiplerine de müracaat edemez.

Bu kıyâsen böyledir.

Meselâ: Bir kimsenin oğluna, emaneten bir şey bırakılır, o şahıs da bunu, —emânet bırakan şahsın veya hâkimin izni olmadan— baba ve anasına harcarsa; bu durumda, bu şahıs, ana ve babasına müracaat etmeden, —harcadığı bu şeyi, kendisi— tazmin eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Vakfedilmiş bulunan bir dükkan, bir şahsın dükkanının üzerine meyledip eğilir, üçüncü bir dükkan da, bu ikinci dükkanın üzerine eğilir ve muattal olur (= kullanılamaz hâle gelir); kayyım ise, bu dükkanı ta'mir etmekten kaçınırsa, âlimler: "Bu vakfın, o dükkanı ta'mir edecek kadar geliri bulunması halinde, diğer iki dükkanın sahibi, bu miktarı kayyımdan alıp, duvarları tamir ve vakfı ıslâh ederler; vakfın, bu tamiri yaptirabiliecek kadar geliri yoksa, bu durumda, o iki dükkan sahipleri, mes'eleyi hâkime çıkarırlar; hâkim de bu kayyıma, "borç alıp, dükkanı tamir   etmesini"   emreder."   demişlerdir.   Fetâvâyi   Kâdîhân'da   da böyledir.

Mütevelli tarafından bir vakfın arasına yapılan bina, o vakfa ait olur.

Bu hüküm, bu mütevellinin, o binayı vakfın malı ile; veya kendi­sinin malı ile, ancak vakıf niyyeti güderek; yahut hiç bir niyyeti olmadan yapması hâlinde böyledir.

Ancak, bu vâkıf, o binayı kendisi için yaptırmış ve bu niyetle yaptırdığına şahid de tutmuş bulunursa; bu durumda, bu bina kendisinin olur. Ancak, bu durumda da, vakfa ait olan şey, vakfın olur.

Yabancı bir kimse, bir vakfın arsasına, hiç bir niyyeti bulunmadan, bir bina yaparsa, bu bina yapan şahsın olur.

Keza, bir yabancı, vakıf bir arsaya, ağaç dikerse, bu ağaç da, diken şahsın olur. Gunye'de de böyledir.

Bir mütevelli, vakfa ait dirhemleri, kendi ihtiyacına sarfettikten sonra, aynı miktarda, —kendi— dirhemlerini, vakfın tamiri için har­camış olsa, tazminattan kurtulur.

Bir vakfın mütevellisi, bu vakfa ait bir hurma kütüğünü, —vakfın gelirinden sayılmamasını temin etmek maksadı ile— vakfın evine koysa, (bu evde kullansa), bu caiz olur.

Bir mütevelli,«—şart koşulmuşsa— vakfın malından o vakfa har­cayabilir. Sirâciyye'de de böyledir.

Vakfın sahibi veya kayyım, müste'cire( = kira ile tutan şahsa): "îzin veriyorum; tamir yap." der; o da tamir ederse, tamir parasını, izin veren şahıstan alır.

Bu, mal sahibinin menfâatinin bulunması halindedir. "Müste'cir, su dökmek için, çukur kazar veya ekmek pişirmek için tennûr (= fırın, tandır) gibi bir şey yaparsa;. bunların şart olmaması hâlinde, vakıf sahibine veya kayyıma müracaat ederek bir şey alamaz. Gunye'de de böyledir.

Yetîme'de zikredildiğine göre, Ebû'l-Fadl'dan sorulmuş:

— Bir vakfın gelirinin dörtte biri, tamirine; dörtte üçü de fakirlere meşrut kılınmış olduğu halde, o sene tamir işi olmasa, kayyım, bu dörtte biri, dinin menfaati için, din adamlarına sarfedebilir mi?

îmâm:

— Hayır cevabını vermiştir.

Aynı sual, Ebû Hamide sorulmuş; o da, aynı cevabı vermiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir yerini, fakir akrabaları ve köyünün fakirleri sonra da diğer fakirler nâmına vakfetse, bu vakıf caiz olur.

Şayet, bu vakfın kayyımı, mevkufun aleyhlerden (= kendisine vak­fedilmiş bulunan şahıslardan) bir kısmını üstün tutmak isterse, bunun için bir kaç yol vardır:

Eğer, bu vakıf, vâkıfın akrabasının fakirleri ve köyünün fakirleri nâmına yapılmış ise, bu durumda, kendileri namına vakıfta bulunulmuş bu kimseler:
1) Sayılıp tesbit edilmemiş,
2) Sayılmış ve tesbit edilmiş,
3) Bir fırka sayılmış, diğer fırka ise sayılmamış olabilir.

Bu durumların her birinde ayrı ayrı tatbikatta bulunmak müm­kündür.
1) Sayılmamaları hâlinde: Kayyım, vakfın gelirini ikiye böler. Bir hissesini, vâkıfın akrabasının fakirlerine, diğer hissesini de, köyünün fakirlerine ayırır.

Bunları, o fakirlere verirken de, kimine noksan, kimine fazla vere­bilir.

Çünkü, onun niyyeti sadakadır. Sadakada ise, hüküm böyledir.
2) Sayilmları hâlinde: Mütevelli, bu durumda, vakfın gelirini, bu fakirlerin sayılarına göre taksim eder.

Bu durumda, bir kısmına az, bir kısmına çok veremez. Çünkü, onun kasdı vasıyyettir. Vasıyyette ise, hüküm böyledir.
3) Fırkanın birinin sayılması, diğerinin ise sayılmaması hâlinde: Mütevelli, bu durumda da, vakfın gelirini ikiye böler.   Önce, sayılan fırkanın hissesini,sayılarına göre,aralarında eşit olarak taksim eder.

Sayılmayanların hissesini ise, onlara verirken, dilediğine fazla, dilediğine ise, noksan verebilir.

Bu durum, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, böyle yapılabilmesi için, bir kolaylık yoktur. Veciz'de de böyledir.

Bir kimse, beldesinin fakirleri nâmına vakıfta bulunursa; bunların sayılmamaları halinde, mütevelli, bu vakfın gelirini, istediğine istediği kadar vererek dağıtır.

Ancak, bunlar sayılıyorlarsa, adedlerine göre ve kadın erkek farkı gözetmeden, eşit olarak dağıtır.

Vâkıf, bu şahıslardan birisinin hissesini kendi nefsine sarfetmiş olursa, isterse, onu tazmin eder.

Şayet, bu fakirlerden her birinin ihtiyaçlarının karşılanması şart koşulmuşsa; yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyaçları, mümkün olduğu kadar karşılanır.

Bu vakıf, senede bir gelir getiriyorsa, fakirlerin ihtiyaçları seneden seneye; ayda bir gelir getiriyorsa, aydan aya karşılanır. Felâvâyi Itâ-biyye'de de böyledir.

Bir kayyım, harap olan vakıf arazisinin bir kısmını, geri kalan kısmını imâr etmek maksadı ile satmak istese, bunu yapma hakkına sahip olamaz.

Keza, bir kayyımın vakıf bir binayı yıkılacak diye veya bir hurma ağacını satılacak diye satması hâlinde, bu satış bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet, satın alan şahıs, bu binayı yıkar veya bu hurma ağacını sök«rse; hâkimin, bu kayyımı görevinden çıkarması uygun olur. Çünkü, bu kayyım, hainlik etmiş olmaktadır.

Bu durumda, hâkim, bu şeyin bedelini, dilerse, bu kayyıma; dilerse, satın alan şahsa ödetir.

Şayet, bu şeyin bedelini, satın alan şahıs öderse, bu satış geçerli; kayyım öderse, bu satış geçersizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir vakfın kayyımı, vâkıfın vârislerinden veya her hangi bir   zâ­limden korkarsa; bu vakfı satıp, bedelini tasadduk eder.

Fetvada ise: "Bu kayyımın, bu vakfı satması caiz değildir." denilmiştir. Sirâciyye'de de böyledir.

Vakfın ağaçları meyve ağacı olur ve üzerlerinde de meyve bulu­nursa; bu meyveleri toplamadan, ağaçları satmak caiz olmaz.

Meyve yoksa, bu ağaçlan satmak caiz olur. Muzmerât'ta da böyledir.

Gölgesi altında bulunan mahsûle zarar vermiyen vakıf ağaçları satmak caiz olmaz.

Vakıf ağaçlar, gölgesi altındaki mahsûle zarar veriyorsa, duruma bakılır: Eğer ağacın meyvesi, altındaki mahsûlden daha kıymetli ise yine satılmaz ve sökülmez. Durum, bunun aksine ise, bu ağaçlar satılır.

Vakıf ağaçlar, meyve vermeyen cinsten olur ve gölgesi.ile de, altın­daki mahsûle zarar verirse; yine satılır ve sökülür.

Ancak, bu ağaçlar, altındaki mahsûle zarar vermiyorsa, satılmaz ve sökülmez.

Bu ağaçlar, çınar, söğüt ve benzeri ağaçlardan iseler, bunları satmak caizdir.

Çünkü, bunlar, vakfın geliri yerindedirler. Ve bu ağaçlar, kesilince tekrar büyüyen ağaçlardır. Bu bakımdan meyve gibidirler.

Dut ağacının yaprağım satmak da caizdir. Ancak, müşteri, bunu dibinden koparmak isterse; ona mâni olunur.

Mütevellinin, satın alan şahsın bu hâline mâni olmaması ihanet olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kayyım, vakıf evine harcamak veya vakfı imâr etmek için, ceviz ağacını satamaz.

Ancak, evi kiraya verir ve cevizden elde edilecek gelirin yardımı ile, bu evi tamir ettirir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir mescidin — kerkisini alma— satma hakkı verilmiş bulunan mütevellisi, o mescidin malı ile, bir ev veya dükkan satın alıp, bilâhare de bunu satsa, bu caiz olur.

Bu mes'ele üzerine bina edilen, başka bir mes'ele:

Bir mescidin mütevellisi, o mescidin geliri ile bir ev veya dükkan satın alsa, bu şey, mescid nâmına vakfedilmiş bulunan yerlerin arasına girer mi? Yani, satın alınan bu yer, vakıf olur mu?

Âlimler, bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Sadru'ş-Şehîd: "Muhtar olan, satın alınan bu yer, vakfedilmiş bulunan şeylerin arasına girmez. Fakat, burası da, mescid için bir gelir kaynağı olur." demiştir. Muzmarât'ta da böyledir.

Vakfın geliri ile elbise alıp, fakirlere veren bir kayyım, bunun bedelini tazmin eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse tarafından fakirler nâmına vakfedilmiş bulunan evlerin kayyımı, evleri kiraya verip, geliri ile tâmirata başlasa, bu kayyım, o evlerin birinde, ücretsiz olarak oturamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Câmiu'l-Cevâmî'de şöyle zikredilmiştir:

Bu kayyım, o vakfın evi yıkılıp, ikinci defa yapıldıktan sonra, orada oturma hakkına sahip olur. Ancak, bunun için de, önceki evin, eser kalmıyacakbir şekilde yıkılmış olması gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir   kayyım,   vakfı   kiraya  verdikten   sonra  ölürse,   bu   kira sözleşmesi bâtıl (— geçersiz) olmaz.

Nitekim, burayı vâkıf kiraya verse ve ölse idi, yine bu icâre bâtıl olmazdı.

Bu hususta, kıyâs ve istihsân vardır:

Kıyâsa göre, bu icâre bâtıl olur, Ebû Bekir el-İskâf bu kavli almıştır.

İstihsâna göre ise, bu icâre bâtıl olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Muhammed bin Fadl, Fetvalarında, şöyle demiştir:

Bir mütevelli, vakıf araziyi kiraya verdikten'sonra, hem bu müte-vellî, hem de kiraya tutan şahıs ölürse; mahsul, bu araziye tohum eken müste'cirin vârislerinin olur.

Vakfın bu geliri, vakfın ıslâhı için harcanır; kendisine vakfedilmiş bulunan kimselere varılmaz. Hâvî'de de böyledir.

Keza, kira müddeti bitmeden, kendisine vakfedilmiş bulunan şahıslardan bir kısmı ölürse bu vakfın icarı, sağ olanların kendilerine, ölmüş bulunanların ise, varislerine verilir.

Keza, bu ölenlerden sonra, başkaları da ölürse, durum yine böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcar önceden alınıp, vakfa dâhil olanlara verildikten sonra, bu şahıslardan  birisi  ölürse,   kıyâsa göre,   onun  hissesi   fâsid  olur.   ( = bozulur)

Bu şahsın hissesinin, yaşadığı güne tekabül eden kada/ verilir.

İstihsanda ise, bu şahsın hissesi bulunmaz.

Keza, ücretin önce alınması şart koşulmuş olsa bile, fcüftüm yine böyledir.  Zahirîyye'de de böyledir.

Bir vakfın evi, seneliği yüz dirheme kiraya verilir ve bu vakfın, mevkufun lehleri (— kendisine vakıfta bulunulmuş olan şahıslar) da üç kişi olurlar ve bunlardan birisi, dört ay geçtikten sonra, diğeri de, senenin sekiz ay geçtikten sonra ölür ve üçüncü şahsı kalırsa; bu durumda, senenin ilk üçte birinin kirası, ölen iki şahısla, kalan şahıs arasında taksim edilir. Ölenlerin hisseleri vârislerine verilir.

Yılın ikinci üçte birinin kirası ise, sekiz ay sonra Ölen şahısla, halattaki şahıs arasında, yarı yarıya taksim edilir.

Yılın üçüncü üçte birinin kirası ise, tamamen, hayatta olan şahsa verilir. Mes'ele on sekizden çıkar. (Yani, bu problemi çözmek için, bir yıllık kira, on sekiz b.irim telakki edilir.) Muhıyt'te de böyledir.

Camiu'I-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:
Vâkıf, bir vasî tayin ettikten sonra öbür, o da vakfı icara verir ve bu icâre fâsid olursa; müste'cirin ecr-i misil[37] vermesi gerekir; kirayı,vasi­nin razı olacağı kadar artırması gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Fakir ve miskinler nâmına vakfedilmiş bulunan bir yerin müte­vellisinin, burayı, bir seneden fazla bir müddet için kiraya vermesi, —böyle bir şart koşulmamışsa— caiz olmaz.

Ancak, muhtar olan kavil, bunun, üç seneye kadar caiz olmasıdır.

Bu durumda da, bunun caiz olmamasını gerektiren bir hâl varsa, o müstesnadır. Bu ise, mekân ve zaman ihtilafından meydana gelebilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kadı'I-İmâm Ebû Ali en-Nesefî, "mütevefiînin, üç seneden fazla kiraya veremiyeceği" hususunda fetva vermiştir.

Ancak, mütevelli, üç seneden fazla için kiraya vermiş olsa, bu da caiz olur.

Bu, muhtar olan kavle yakındır. Maslahat (vakıf için bir fayda, menfaat) görüldüğü zaman, öyle yapılabilir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Vâkıf, bir yılıktan daha uzun süreli kira akdi yapmamayı şart koştuğu halde, halk bir yıl süreli icara rağbet etmiyor ve daha uzun sü­reyle kiraya verilmesi hoHnde, gelir daha fazla oluyor ve fakirlerin menfâati artıyorsa; bu durumda bile, kayyım, vâkıfın şartına muhalefet edemez.

Ancak, bu kayyım, mes'eleyi hâkime götürür. Hâkim de, o vakfı, üç seneden daha uzun bir süre için kiraya verir.

Vâkıf, vakıf senedine: "Bir seneden fazla müddet için kiraya verilmez." diye yazdığı halde, buna ilâveten: "...ancak, böyle yapmak, fakirlerin menfaatine uygunsa, o zaman müstesnadır." diye yazarsa; bu durumda kayyım, —hâkim müracaat etmeden— kendi başına da, bu müddeti uzatabilir. Böyle yapmakta, menfâat görüyorsa, mes'eleyi hâkime götürmesine gerek yoktur.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vâkfı, ecr-i mislinden az bir bedelle kiı aya vermek caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Vakıf bir dükkan, ecr-i misli ile kiraya verildikten sonra, başka bir şahıs gelip, kirayı artırma teklifinde bulunsa, önceki kira akdi bozulmaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Vakıf bir tarlayı, belirli bir ücretle, üç sene süre ile kiraya vermek, —bu ücret ecr-i misilden az olmamak şartiyle— caizdir.

Kira ücretleri pahalansa bile, bu kira sözleşmesi feshedilmez. Mtıhıyt'te de böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, vakıf bir araziyi, ecr-i' misli ile, üç seneliğine, belli bir üeretie kiralar; henüz ikinci seneye girince de, halkın rağbetinden doiayı kiralar artarsa; mütevelli, bu kira akdini bozamaz. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir şahsın, vakıf arazisi üzerinde bir dükkanı bulunur Ve bu ş&his, bu yere ecr-i misil vermeye razı olmazsa; ma'mur halde bulunuyorsa kirayı artırması istenir. Aksi takdirde, bu dükkan, eski bedeli ile, müste'cirin elinde biraktlır. Sirâciyye'de de böyledir.

Vakfedilmjş bir yer, belirli bir müddetle, mütevelliden kiralanıp, onun izni ile üzerine bina yapılır ve mezkûr müddet tamamlandıktan sonra, başka bir şahıs, daha fazla ücret verir, içinde oturan kimse de bu fazlalığı vermeye razı olursa; —kiracı olarak— onun kalması evlâ olur mu?

Cevap: Evet, olur. Fusûl-i Imâdiyye'de de böyledir.

Hassâf'in Vakfı'nda şöyle mezkûrdur:

Bir vâkıf, vakfettiği yeri, uzun bir süre ile kiraya verir; ancak, bu durumda, hakim, bu kiraya verme yüzünden, kölelerin telef olmasından korkarsa, o kira sözleşmesini bozar. Zehıyre'de de böyledir.

Semerkand ehlinin fetvalarında şöyle denilmiştir: Ma'mur bulunan han veya hudut karakolu kiraya verilmez. Ancak, bunlar, tamire muhtaç bulunurlarsa, kiraya verilerek, bu gelirle tamir ettirilirler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vakıf harap, mütevellisi de, onu tamir ettirmekten âciz olursa; hâkim o vakfı kısaya verir ve alınan ücretle, tamir ettirir.

Bu vakıf, ma'mur bir hâle gelince,hakim yeniden o vakfı mütevelli­ye iade eder. Tehzîb'de de böyledir.

Bir mütevelli,  bir ameleyi,  —ecr-i misli,  bir dirhem olduğu halde,— bir dirhem ve bir dânik ücretle vakfın işlerinde çalıştırıp, ücre­tini de, bu vakıftan öderse; bu mütevelli, verdiğinin tamâmım, vakfa tazmin eder. Zahîrîyye.'de de böyledir.

Mütevellî'nin, vakfı ariyet (= ödünç) vermesi ve içinde oturması caiz değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hilâl, şöyle buyurmuştur:

Bir vakfın mütevellisi, bir şahsı, bu vakfın evinde, ücretsiz otur­tursa, oturan şahsa bir şey gerekmez.

Müteahhirîn ise: "... Bu şahıs, ecr-i misil verir." demişlerdir.

Bu ev, ister vakfın korunması, ister gelir getirmesi maksadı ile yapılmış olsun müsavidir.

Fetva da buna göredir.

Keza, bu şahıs, kayyımın izni olmadan oturmuş olursa, yine ecr-i misil gerekir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir mütevellinin, borçtan dolayı, vakfı rehin vermesi sahih olmaz.

Keza, bir mescidin cemâatinin veya bunlardan birinin, o mescidin evini rehin vermesi sahih olmaz.

Bu durumlarda, rehin alıp, o evin içinde oturan şahsın, ecr-i misil vermesi gerekir. Vereceği bu icar da vakfın geliri olur.

Sadru'ş-Şehîd Hüsâmü'd-Dîn: "Muhtar olan budur." buyurmuştur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir mescidin mütevellisi, bu mescid nâmına vakfedilmiş bir yeri satar ve satın alan şahıs oraya oturduktan sonra, o mütevelli azledilip, başka bir şahıs mütevelli olur ve bu yeni mütevelli, satın alan şahsı dava ederse; hâkim, önceki mütevellinin satışını ibtâl ederek, bu binayı, ikinci mütevelliye teslim eder.

Burayı satın almış bulunan şahsa ise, ecr-i misil verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kayyımın, vakıf binasını, ecr-i mislinden noksana kiraya vermesi caiz olmaz.                                              .

Böyle bir durumda, müste'cirden, ecr-i misil alınır.

Fâsid icâre de, böyledir. Müteahhirîn'in ihtiyar ettiği görüş budur: Füsûl-i Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kayyım, vâkıfın emri ile vakfın bir yeirni,sahih bir icâre ile kiraya verir ve bu yeri su basarsa, kira sakıt olur.

Şayet, kiraya tutan şahıs, bu yeri aldığı halde bir şey ekmezse, yine kirasını öder.

İcâre fâsid olur ve kiraya tutan oraya oturmaz veya orayı ekmezse, ona bir şey gerekmez.

Bazıları: "Bu durumda da, o şahsın kirayı ödemesi gerekir. Ve, anlaşma yoksa, ecr-i misil verir." demişlerdir. Hâvî'de de böyledir.

Mütevellî'nin, vakfa ait bir yeri, bulûğa erişmiş oğluna veya babasına kiraya vermesi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre caiz olmaz.

Ancak, mütevellinin bunlardan aldığı kira bedeli, ecr-i misilden fazla olursa, bu durumda, onlara kiraya vermesi caiz olur.

Keza, mütevellinin kendisinin, bu vakıftan bir yer kiralaması, —vakıf için— hayırlı olursa sahih olur. Aksi takdirde, sahih olmaz.

Fetva da, buna göre verilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir kayyımın,- vakfın bir yerini, eşya mukabilinde kiraya vermesi caiz olur.
Bazı âlimler ise: "Satış ve kiraya verme işlerinde, buğday ve arpa gibi şeylerle muamele etmek, halk arasında yaygın bir şey olduğu için, caiz olur. Fakat, elbise ve benzeri şeyler mukabilinde —icara vermek— bi'1-icma' caiz olmaz." demişlerdir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Vakfın, eşya mukâbilince kiraya verilmesinin caiz olması duru­munda, kayyım, bu eşyayı satar ve bedelini -vakfın gelirine katar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kayyım, vakfın yerini, bizzat kendisi eker ve icarını verirse, bu icar da, vakfın gelirine ilave edilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kayyım, vakfın bir yerini, icara verir ve kiracıya, o icarla, tamir yaptırmasını şart koşarsa, bu kira akdi batıl (= geçersiz) olur.

Ancak, bu kayyım, ücreti belli eder ve onu tamiratta sarf etmesini söylerse, bu caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müste'cirin, kiraladığı yere, kendi nefsi için oda yaptırması caiz olmaz.

Ancak, kira ücretini artırırsa, bu durumda oda yapmasında bir zarar yoktur.

Fakat, burası muattal bir durumda olur ve kiracılar rağbet etmez; ancak, bunu yapmakla kiraya tutulursa, o zaman, müste'cir fazla ücret vermeden de oda yapabilir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, bir evini, bir topluluk nâmına vakfeder ve "sonunda da fakirlerindir." derse; mütevellinin o yeri nâmlarına vakfedilmiş bulunan kimselere icara vermesi caiz olur. Muzmarâlta da böyledir.

Ancak, kiraya tutan bu şahsın, ödemesi gereten kira bedelinden, vakıf gelirinden hissesine düşen miktar düşülür. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, fakir bir kimse, fakirlere vakfedilmiş bir yerde icaria otursa, bu da kendisine düşecek vakıf geliri hissesine mahsup edilir. Çünkü, bu hususta, âlimlerimizden rivayet vardır.

Beyîü'l-mâlde hakkı olan bir kimsenin haracı alacağı nisbetinde terk edilir; alınmaz. Bu caizdir. Serabsî'nin Muftıytı'nde de böyledir.

Fakıyh Ebû Ca'fer şöyle buyurmuştur:

Mevkufun aleyh (= kendi namına vakfedilmiş bulunan kimse), bu vakfı kiralar ve bu vakfın gelirine kendisinden başka bit hak sahibi bulunmadığı gibi, bu vakıf tamire de muhtaç değilse, kira vermez yaıu kiia bedeli kendisinin olur.

Ancak, mevkuf ( = vakfedilen şey) bir yer olur ve vâkıf da: "Önce, haracının veya öşrünün verilmesini, bilâhare tamirde kullanılmasını ve artanın da mevkufun aleyhe (= kendisine vakfedilmiş bulunan şahsa) verilmesini şart koşmuş olursa, bu durumda mevkufun leh, burayı kiraya tutamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fakat, vâkıf (= vakfeden şahıs) harâc ve öşrün verilmesini şart fcoşmaz ve mevkufun aleyh (= kendisine vakfedilmiş bulunulan şahıs), bu mevkufu (= vakfedilen şeyi) kiraya tutarsa; harâc veya öşrünü ken­disi öder; kira vermez. Zehıyre'de de böyledir.

Kendisine vakfedilmiş bulunulan şahıslar iki veya üç kişi olurlar ve mevkufu (= vakfedilen yeri) hazırlayıp, her biri bir yer ekmek isterse, böyle yapmaları caiz olmaz.

İmâm Elnı Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer bu yer, öşre tâbi ise, böyle yapmaları caiz olur; harâc arazisi ise, caiz olmaz. Fetâvâyi Kğdfhân'da da böyledir.

Fakıyh   Ebû   Ca'fer   el-Hindüvânî'nin   şöyle   dediği   hikâye olunmuştur.

"Fetva," vakfm bir yerini, uzun seneler için kiraya vermek, caiz değildir." demişken, zamanımızda, bir çok kâtipte, kira akdi yazı-lannda hile yapıyorlar.

Vâkıf: "Bu vakfın icar işi için, şu şahsı, her sene vekil tayin ettim. Her ne zaman, onu vekâletten çikarsalar, yine o vekildir. diye yazdırır; bu şahıs da, bu vakfı, bir seneden daha fazla bir süre için kiraya vermiş olursa; bu durum hakkında, Fakıyh Ebû Ca'fer: "Haberiniz olsun, vakıf hakkında, biz bu vekâleti ibtâl ediyoruz.

Kıyâs, araştırma sonucu, vakfın sahâhi bakımından, bir seneden daha uzun bir müddet için kiraya vermeyi caiz görüyorsa da; biz, uzun süre için kiraya verilmesini bâtıl (= geçersiz) görüyoruz."

Vekâlet bâtıl olunca, o şahsın yaptığı sözleşme de bâtıl ( = geçersiz) olur.

Fetva da buna göredir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, vakıf bir yeri kiralayıp, oraya dükkan yapar ve bu dükkana oturur; başka bir şahıs da, onu çıkarmak için,, buraya daha fazla kira teklif ederse, duruma bakılır: Eğer, kira aylık ise, ay başı gelince, kayyım, bu kira akdini fesheder.

Sonra, eğer vakfa zarar vermiyeceîtse, bu bina, yapan tarafindn kaldırılır.

Kaldırılması, vakfa zarar veriyorsa, bu bina kaldırılmaz.

Kiraya tutan şahıs, kayyımın, bu binanın bedelini verip,onu alması­na veya yıkmasına razı oluyorsa, ne âlâ... Aksi takdirde, onu, vafkm mülkünden kurtarana kadar, terk eder. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu hüküm, bu binanın, mütevellinin izni olmadan yapılması halindedir.

Fakat, mütevellinin izni ile yapılmış, olması hâlinde, bu bina, vakfın olur.

Bu durumda, binayı yapan şahıs, mütevelliye müracaat ederek, yaptığı masrafı ondan alır. Zehiyre'de de böyledir.

Mecmû'u'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Necmü'd-dîn NesefTden sorulmuş:

— Bir kimse, vakıf bir binada, günün îcabı olan ecr-i misille, kira ile oturmakta iken, bu kiracı değişip, başka bir kiracı gelse;  mütevelli ise, bu şahıstan, kirayı bu günkü ecr-i misille ödemesini isteyip, önceki kiraya razı olmasa, bu mütevellî'nin dediği yapılır mı?

İmâm:

—   "Evet, yapılır." cevâbını vermiştir. Füsülü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir  mütevelli,  kiraya verdiği  vakıf evinin,  kiracısının  hileci olduğunu sanırsa, bu durumda, kiraya bedel olarak, kefil alması, daha evlâ olur. Fetâvâyi Kâriîhân'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvalarında şöyle denilmiştir:

Bir mütevelli, vakıf arazide bulunan ağaçları satıp, sonra da bu yeri kiraya verirse; eğer, mütevelli, bu ağaçları kökleri ile satmışsa, uzun olmak şartı ile, bu kira akdi caizdir.

Fakat, mütevelli, bü ağaçları yerin üzerinde satarsa, bu durumda, bu yeri kiraya vermek caiz olmaz.

Mütevelli, ağaçlan bu yerden çıkarır ve burayı bir veya iki sene veya benzeri bir süre için, ecr-i misille kiraya verirse, bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre de, bu muamele caizdir.

ihtiyata en uygun olan, —müttefekun aleyh olmak için— burayı, ağaçlarını kökleri ile birlikte sattıktan sonra, kiraya vermektir. Muhıyt'te de böyledir.

Kayyım, vakfın işlerini yürütür; kiraya verilmesi gereken yeri kiraya verir; yapılması gereken işleri yaparak, vakfın ıslâhına çalışır. Hâvî'de de böyledir.

Vakıf arazisini, müzârea yoluyla vermek caizdir.

Keza, vakıf arazisinde bulunan hurma ağaçlarını muamele ile vermek de caizdir.

Kayyım, ziraat müddeti bitmeden ölse bile, bu müzârea (= ziraî ortaklık) ve muamele ( = alış-veriş) bâtıl olmaz.

Ancak, müzâri' (= ziraatci) ve muâmil (= muâmeleci) ölürse, bu işlemler bâtıl (= geçersiz) olur.

Mütevellinin, vakıf arazîsini, müddeti belirleyerek, senelerce mü­zârea için verse; —bu durum, fakirler için daha hayırlı olmak şartı ile— caiz olur

Mütevelli, vakıf araziyi müzârea, hurmalığını da muamele ile verir ve bu durum, vakıf için kârlı olmazsa, böyle yapmak caiz olmaz; müte­velli, bu durumda gâsıb olur.

Mütevelli, bunları noksan ücretle verirse, —bu noksanlığı— tazmin etmesi gerekmez. Ancak, bu ücreti, kendisi noksanlaştırırsa, bu durumda, tazmin etmesi vacip olur.

Kendisine vakfolunmuş bulunan şahıslar, böyle bir durum karşısında, isterlerse mütevelliye, isterlerse alana müracaat ederler.

Bu durumda, meyveler, kendilerine vakfolunan kimselerin olur.

Araziden elde edilen mahsul, kendisine zirâat için verilen şahsın olmaz; onun hakkı, ecr-i misildir; çalıştığının karşılığını, bu şekilde alır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir yerde bulunan, bir vakıf araziyi, o yerin hâkiminden, belli miktardaki dirhemler karşılığında kiraya tutup eker ve mahsul elde edilince de, mütevelli, müzârea örf ve âdetinde olduğu gibi yarı veya üçte bir hisse ister; diğer şahıs ise: "Ben, icarcıyım." derse; bu durumda, mütevellî, hissesini alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vakıf arazi, öşür arazisi ise, mütevelli, onu müzârea veya mua­mele için verebilir.

Öşür ise, araziyi verenin hissesinden ödenir. Bu, İmâm Ebû Hantfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu arazi, dirhemler mukabilinde kiraya verilmişse, o zaman, öşrünü kiraya tutan verir. Harâc arazisi gibi... Muhıyt'te de böyledir.

Hilâl, şöyle buyurmuştur:

"Bir mütevelli, vakfı tamir ettirmek ister, ancak elinde, vakfın geliri bulunmazsa, burayı, borçlanarak tamir ettirmesi gerekmez."

Fakıyh Ebû Ca'fer ise, şöyle buyurmuştur:

"Bu, kıyâsda böyledir. Lâkin, zaruret zamanı kıyas terk edilir.

Meselâ: Ekili bulunan, bir vakıf arazinin mahsûlünü çekirge yer; bu durumda kayyım nafakaya muhtaç olur veya sultan haracını isterse bu durumda, kayyım borçlanabilir.

Bu gibi zaruret hallerinde, hâkimin emri ile borçlanmak, ihtiyata en uygun olan yoldur.

Ancak, bu kayyum, hâkimden uzak bulunur ve onun huzuruna varması mümkün olmazsa; bu durumda, bizzat kendisinin borçlanmasında da bir beis yoktur." Zahîriyye'de de böyledir.

Bu hüküm, o sene, vakfın bir gelirinin olmaması halindedir. Ancak, o sene gelir olup, kayyımın bunu fakirler için ayırması ve harâc için elinde, bir şey bırakmaması hâlinde, haracı, kayyımın kendisi tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kayyımdan, verilmesi îcâbeden harâc istenir ve elinde de, vakıf malından bir şey bulunmadığı için, borçlanmak isterse; ancak, vâkıfın böyle bir şartının bulunması hâlinde borçlanabilir.

Vâkıfın böyle bir şartı yoksa, kayyımın yapacağı en doğru iş, bu hususu hâkime götürmektir. Hâkim emrederse, bu kayyım borçlanır ve sonradan da, bu borcu, vakfın gelirinden öder. Muzmarât'ta da böyledir.

Vakfın mutlaka tamir edilmesi gerekiyorsa, bu durumda, hakimin emri ile borçlanılır.

Tamirin dışında, —hâkim izin verse bile— hak sahiplerine vermek için borçlanmak caiz değildir. Bahru V-Râık'ta da böyledir.
Tohum bedelini ödemek için, —hâkimin emri ile— borçlanmak, bi'1-icma caizdir

Mütevellî'nin, hâkimin emri olmadan —bunun için— borçlanması hâlinde de, ("caizdir" ve "caiz değildir." şeklinde) iki rivayet vardır. Zehıyre'de de böyledir.

Mütevellî, vakfın rehin olan gelirini kurtarmak için, borçlarimak istemesi hâlinde de, hâkimin emri gerekir. Hâkim borçlanmasını emre­derse, borçlanır; değilse, borçlanamaz. Sirâciyye'de de böyledir.

MütevehTnin vakıf için borçlanması: Vakfın gelirinin olmaması ve borç almaya ihtiyaç bulunması hâlinde olur.

Fakat, vakfın geliri bulunduğu halde, mütevellî, vakfın ıslâhı için, kendi şahsî malından harcarsa, bu masrafını vakfın gelirinden alabilir. Fetâvâyi Kâdîhâıı'da da böyledir.
Ekicinin elinde bulunan bir vakıf arazide, pamuk bulunur ve bunu bir şahıs çalar; ekici de, bu pamuğu bir şahsın evin de bulup, bu ev sahibini yakalar ve mahkemeye düşerler; evin sahibi de: "Sana, yüz menn [38] pamuğu tazmin edeyim." derse; kayyımın bunu alması helâl olur mu?

Burada, şu üç ihtimâl bulunabilir:
1) Ev sahibinin,ayıbının ortaya çıkmasından korkmasından dolayı vermek istediği anlaşılabilir.
2) O şahsın, tam söylediği kadar pamuk çalmış olduğu bilinebilir.
3) Veya, bu şahıs, daha fazla çalmış olduğu halde, az pamuk vermek istediği bilinebilir.

Birinci halde, o şahsın vereceği pamuğu almak caiz olmaz. İkinci halde, almak caiz olur.

Üçüncü halde de, yine, o pamuğu almak caiz olmaz. Bu durumda, o şahsın ne kadar çaldığı biliniyorsa, o kadar alınır. Muhiyt'te de böyledir.
Ekici, vakıf malından bir kısım yer, mütevellî ise, bir şey karşılığında onunla sulh olursa; ister, mütevellî, bu hususta bir beyyine bulmuş veya şahit dinletmiş; isterse, bu hususu, ekici ikrar etmiş olsun; mütevellinin, —zengin ise— ekiciden alınacak şeyden, bir şey eksiltmesi caiz olmaz. Ancak, bu şahıs muhtaçsa, mütevellinin böyle yapması caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [39]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..