8- VAKFI İKRAR VAKFI HABER VERME VE VAKFI KABUL ETME

Bir  kimsenin,   elinde  bulunan  bir  yer  hakkında:   "Bu  yer, vakıftır." demesi, bu yerin vakıf olduğunu ikrardır.

Burası, önceden vakıf olmasa ve hatta vakıf şartları koşulmasa bile, —bu ikrardan dolayı—vakıftır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "elinde bulunan bir yerin vakıf olduğunu" ikrar ettiği zaman, burayı vakfeden şahıs ile bu vakfın gelirine hak sahibi olan kim­seleri söylemese bile, bu ikrarı sahih olur.

Ve bu yer, fakirler nâmına vakfedilmiş olur.

Vakıf olduğunu ikrar eden şahıs da, başka bir şahıs da, o yerin vâkıfı (= vakfedicisi) olamaz.

Ancak şahitler: "Gerçekten, bu şahıs bu yerin vakıf olduğunu ikrar ettiği sırada, buranın sahibi idi. Bu yeri, ikrar eden şahıs vakfetti." şeklinde şehâdette bulunurlarsa; bu durumda, bu şahıs, buranın vâkıfı (= vakfedicisi) olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bu durumda, velayet (= bu vakfın idareciliği, mütevellîliği) de, istihsânen, ikrarda bulunan bu şahsa aittir.

Bu şahıs, bu vakfın gelirini, fakirlere taksim eder.

Fakat, bu şahıs, başka bir şahsı, vasî tâyin edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bu yerin vakıf olduğunu ikrar eden şahıstan başka bir şahıs gelerek; "vakfeden kimsenin kendisi olduğunu" iddia eder ve ikrar eden şahsın elinden, o yeri almak ister; ikrar eden de "bu yerin o şahsa ait olduğuna"  beyyine ibraz ederse,  aradaki husûmet kalkar.  O yerin velayetinin, bu şahsa ait olduğu sabit olur. Ve bu şahıs, azledilemez.

Bu —son— ikrarından sonra, —ilk— ikrar eden şahıs: "Burayı vakfeden şahıs, filan kimsedir." diye haber verirse, onun bu sözü, kabul edilmez.

Fakat bu şahıs: "Vakfeden benim." derse, bu sözü kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "bir yerin, vakıf olduğunu" ikrar eder ve vâkıfının da adını söyler, ancak, bu vakfın gelirine kimlerin hak sahibi olduğunu bildirmezse, bu vakıf yine caiz olur.

Meselâ: "Bu yer, —babam tarafından— vakfedilmiş bir sadakadır." der; babası da ölmüş olur ve üzerinde borç bulunursa; bu vakıftan satılıp, borcu ödenir. Vasıyyetine göre hareket edilir.

Bu vakfın üçte birinden, vasıyyeti yerine getirilir. Arta kalan da, fakirler nâmına vakfedilmiş olur.

Vakfeden şahsın, ikrar edenden başka vârisi olsun veya olmasın hüküm böyledir, yani bu vakıf caizdir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sonra bakılır: Eğer, ikrarda bulunan şahıs, nefsi için velayet iddiasında bulunmuyorsa, hâkim, bu şahsa, velayeti teklif eder. O, kabul etmezse, hâkim, istediği şahsı, mütevelli tâyin eder.

Bu şahıs, nefsi için velayet iddia ediyorsa, vakfın ıslâhı işlerine bakar ve velayet hakkı onun olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu yerin vakıf olduğunu ikrar eden şahıstan başka, bir vâris daha bulunur ve bu vâris, "bu yerin vakıf olduğunu, inkâr ederse" bu şahsın, bu yerde bulunan hissesi, kendisine  verilir. Bu şahıs, hissesini dilediği gibi tasarruf eder.

ikrar eden şahsın hissesi ise, ikrar ettiği üzere, vakıf olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Bu, dedem tarafından vakfedilmiştir." veya: "Bu yer, babam tarafından vakfedilmiştir." derse; bu, o yerin, babasının mülkü olduğunu ikrar olmaz.

Bu durumda, vakıf da caiz olmaz.

Bu hüküm, babasının borcu veya vasıyyeti olsa veya kendisi ile bir­likte başka bir.varisi bulunsa veyahutta bunların hiç biri olmasa müsavi­dir. Hâvî'de de böyledir.

Bu durumda, kendisi de bir başkası da, bu yerin vâkıfı (= vakfe­dicisi) olamaz.

Velayet hakkı ise, istihsânen, bu şahsın olur. Muhıyt'te de böyledir.

Fakat bu kimse, vakfı, yabancı bir kimseye izafe eder ve bu durumda, ma'lum bir kişiyi söyleyerek onu bizzat bildirir; izafe min (-...den) harfi ile olur ve bu şahıs da sağ bulunursa; ona rücû' eder.

Çünkü, "onun mülkü olduğunu" ikrar etmiş ve bunun üzerine şehâdette bulunmuş olur.

Şayet, vakıf kendisine izafe edilen şahıs da, o şahsın söylediklerinin tamamını doğrularsa; her ikisinin de doğrulaması ile hak sabit olur.

Şayet, o şahıs mülkün kendisine ait olduğunu doğruladığı halde, vakıf olduğunu yalanlarsa, bu mülkün onun olduğu sabit olur. Çünkü, bu kadarını, ikisi de doğrulamış olmaktadır.

Bu durumda, şahit tek kalmış olduğu için, vakıf sabit olmaz. Şayet, vakıf kendisine izafe edilmiş bulunan şahıs, ölmüş bulu­nursa; bu iş, yani yukarıda söylediğimiz gibi doğrulama veya yalanlama işi, vârislerine havale edilir.

Eğer, vârislerden bir kısmı, bu yerin vakıf olduğunu doğrular, diğer kısmı ise, yalanlarsa; bu durumda, doğrulayanların hissesi vakıf olur.

Yalanlıyanları hisseleri ise, kendileri için mülk olur. İstedikleri gibi tasarruf ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet vârislerin tamamı, bu yerin vakıf olduğunu doğrularlarsa; velayet, ikrarda bulunan şahsın olur.

Ancak, bunu, vârislerden bazıları doğrularsa, bu durumda, istih-sânen, bu şahsa, velayet verilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Ancak, iki şahit, bu şahsın velayeti hakkında şehâdette bulunur­larsa, bu şehâdetleri makbul olur.

Eğer, izafet an harfi ile olursa; bu durumda, ikrar, bu yerin, filan şahsın mülkü olduğunu bildirmez. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Eğer, bu şahıs, bizzat kendisini söylemeden: "Bu yer, vakfedilmiş bir    sadakadır;    Muhammed'den..."    derse,    bu    yer    vakıf   olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Ancak, sonra söyler ve aralan da ayrılmış bulunur ve izafet de min harfi ile olursa, doğrulanmaz.

Fakat, izafet an harfi ile olursa, o zaman doğrulanır. Muhıyt'te de böyledir.

Vakfeden şahıs, vakfın gelirinden almaya hak sahibi olan kimse­leri saymışsa; hüküm, bu hususta, —sağ ise— ona müracaat etmektir. Vâkıf ölü ise, vârislerine müracaat edilir.

Vâkıf veya bunun vârisleri, bu yerin vakıf olduğunu doğrularlarsa; iş, ikrar eden şahsın, ikrarı üzere olur.

Vakfeden şahıs veya vârisleri, bu yerin vakıf olduğunu yalanlar­larsa; bu vakıf da, bunun şartları da sabit olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bir yerin vakıf olduğunu haber verir ve vakfeden şahsı bildirmediği halde, kendisine vakfolunan şahısları bildirirse, bu ikrarı da kabul edilir.

Meselâ: Bir şahsın: "Bu yer, bana ve çocuklarıma, neslime vakfe-dilmiştir." demesi gibi... Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu durumda, velayet, kıyâsen değil de istihsânen, buranın vakıf olduğunu ikrar eden şahsın olur.

Bir başka şahıs da, burasının, kendi nâmına vakfedilmiş bir yer olduğunu iddia eder ve ikrar eden şahıs da, bunu doğrularsa; bunu, —çocuklarının  ve  neslinin  hisselerinde  değil  de—  kendi  hissesinde doğrulamış olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir yerin, bir topluluğa vakfedildiğini söyleyerek, bu şahısları, ismen belirttikten sonra; "başkaları nâmına yapılmış bir vakıftır."  diye ikrar eder veya saydığı isimlere ilâvede bulunur yahut bunlardan bir kısmını çıkartırsa; bu durumda, sonraki sözüne itibar olunmaz. Önceki sözü ile amel edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir yerin vakfedilmiş bir sadaka olduğunu ikrar edip cihetini de söyledikten sonra, bir başka yönü beyân ederse; ikinci sözü kabul edilmez.

Bu vakfın geliri hem kıyâsen hem de istihsânen, ikrar eden şahsın, önce beyân ettiği kimselerin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse elinde bulunan bir yerin vakıf olduğunu ikrar edip susar ve sonra da: "...filan ve filan nâmına vakfedilmiştir." diyerek, onların adlarını ve sayılarını bildirirse; sonraki sözü, kıyasda kabul edilmez, istihsânda ise kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir yer hakkında: "Burası, bizzat filan nâmına yapılmış bir vakıftır. " dedikten sonra "...önce, filan nâmına..." derse, sözü kabul edilmez.

Bu şahıs cümlelerin arasını açarak söylemişse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu ikrarı kabul edilmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu şahsın —sadece— ikinci sözü kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir yerin, vakıf olduğunu ikrar ederek, "filân hâkimin, kendisini mütevelli tayin ettiğini ve bu yerin vakfedilmiş bir sadaka olduğunu*' söylerse, bu sözü kıyâsen kabul edilmez.

İstihsânda ise, bu durum, zamanın hâkimine söylenir. Bu sözle, bildirilenden başka bir şey bilinmiyorsa; o şahsın ikrarı kabul edilir ve caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.

Bir kimse: "Bu yere, hâkim, babamı mütevelli tayin etti. Babam Mürken de, bana vasıyyet eyledi. Bu yer, bana vakfedilmiş bir sada­kadır." derse, bu sözü kabul edilmez.

Keza, bu kimse: "Bu yer, filanın elinde idi; o, bana vasıyyet etti," derse, yine bu sözü kabul edilmez.

Bu şahsa, "elindeydi, bana vasıyyet etti." dediği şahsın vârislerine, bu yeri teslim etmesi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kinîse, başka bir şahsın yeri hakkında: "Bu yer, vakfedilmiş bir sadakadır.'' dedikten sonra, bu yere, kendisi sahip olursa; o yer vakıf olur. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.

Vârisler, ellerinde bulunan bir yerin, babaları tarafından vakfe­dilmiş olduğunu haber verirler; ancak, her biri, bu vakıf için  ayrı ayrı cihetler söylerlerse; bu durumda hâkim, bu vârislerin ikrarlarını kabul eder ve bu vakfın gelirini, her birinin dediği yöne sarfeder.

Hâkim, bu vakfa, mütevelli olarak, kimi dilerse, onu tâyin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu vârisler arasında, küçük çocuk veya hazırda olmayan bir şahıs varsa; bu çocuğun nasibi büyüyene kadar; gaibin hissesi de, gelene kadar durdurulur.

Bu vârislerden bir kısmı, "Babalarının, bu yeri, çocukları ve nesli nâmına vakfettiğini" söyler; diğer kısmı ise, bunu inkâr ederlerse; "bu yerin vakıf olduğunu" ikrar edenlerin hisseleri,, ikrar ettikleri yere verilir.

İnkâr edenlerin hisseleri ise, mülk olarak kendilerine verilir.

înkâr eden vârisler, ikrar eden vârislerin hisselerine ortak ola­mazlar.

înkâr edenler, hisselerinin bir kısmını sattıktan sonra, ikrar eden­lerin sözlerini tasdıyk ederlerse; (= doğru bulurlarsa) ellerinde kalan hisseler hususunda bu —son— sözlerinin doğruluğu kabul edilir. Sattık­ları hisseler hakkında ise, bu sözleri doğrulanmaz.

Ancak, satın alan şahıs, bunların doğru söylediklerini kabul eder; satın aldığı hisseleri geri verip, bedelini alırsa; bu durumda, o yerler de, bu vakfa dâhil olur. Hâvî'de de böyledir. • Hassâf, Vakfı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir kimse: "Şu yerim, Abdullahın oğlu Zeyd'e ve onun çocuklarına ve çocuklarının nesline karşı vakfedilmiş bir sadakadır. Ondan sonra da miskinlerindir." dedikten sonra, Zeyd'de: "Gerçekten, vâkıf, bu yeri, bana ve benim çocuklarıma, çocuklarımın çocuklarına ve Amr'e karşı vakfetti." derse; bu sözü, ancak nefsinin hissesi hakkında kabul edilir; diğerlerinin hisseleri hakkında ise, kabul edilmez.

Bu vakfın gelirinin taksimi sırasında; bu gelir, Zeyd'e, çocuklarından ve neslinden mevcut olanlara taksim edilir.

Bu gelirden, Zeyd'in hissesine düşen miktar, Zeyd hayatta olduğu müddetçe, kendisi ile Amr arasında paylaşılır! Zeyd ölünce, bu husus­taki ikrarı da bâtıl (= geçersiz) olur. Ve bu durumda, Amr'in, bu vakıfta bir hakkı kalmaz.

Keza vâkıf, bir yerini Zeyd'e, Zeyd'den sonra da miskinlere vak­feder; bilâhare de Zeyd, Amr'i ikrar ederse; —yukarıda açıkladığımız gibi— Zeyd yaşadıkça, Amr, onun hissesine ortak olur.

Zeyd ölünce de, bu vakfın gelirinin tamamı yoksulların olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, ardında iki oğul bırakarak ölür ve bu oğullardan birinin elinde bulunan bir yerin, babası tarafından vakfedilmiş olduğu sanıldığı halde, diğer oğlu:  "Bu yer, ikimizin nâmına yapılmış bir vakıftır." derse, bu oğulun sözü kabul edilir.

Bu yer, bu iki oğul nâmına yapılmış bir vakıf olur. Muhtar olan görüş budur. Muzmarât'ta da böyledir.

Hassâf, Vakfı'nda şöyle demiştir:

Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir yerin veya bir evin kendisine ait olduğunu, hâkimin huzurunda iddia ettiğinde, .bunu elinde bulun­duran şahıs da: "Bu yer, bir vakıftır. Müslümanlardan bir şahıs, bunu, fakirler nâmına vakfetti ve bana bıraktı." derse; hâkim, bu yeri, o şahsın ikrarı üzere ve dediği gibi vakıf kılar.

Ancak, bu dâva halledilmiş olmaz.

Buranın kendisine ait olduğunu iddia eden kimse, hâkime: "O şahsa, bu yerin benim olmadığına dâir yemin ver." der. Hâkim, o şahsa, yemin etmesini teklif eder.

Bu şahıs yemin etmekten kaçınır veya "Bu yer, o adamındır." diye ikrarda bulunursa; bu durumda hâkim, bu yerin kıymetini, —"vakıftır." diyen şahsın, "benimdir." diyen şahsa— ödemesini emreder. Ve ödettirir.

Bu durumda, bu yer hakkında, "vakıftır." diye verdiği hüküm de bozulmaz. Zehıyre'de de böyledir.

İddia sahibi, bu yerin kendisine ait olduğuna dâir, beyyine ibraz ederse; bu durumda, hâkim bu yerin, o şahsa ait olduğuna hükmeder. Diğerinin ikrarı ise bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet, ikrarda bulunan şahıs, "buranın ma'rüf (= tanınan, bilinen) bir şahsın vakfı olduğunu", haber verir; bu şahıs da gelip, "vakıf olduğunu" ikrar ederse; bu şahıs, "benimdir." diyen şahsa hasm { = dâvada, karşı taraf, muhalif) olur.

Yer elinde bulunan şahıs, bir topluluğun ismini söyler ve "işte, bu yer, bunlara karşı vakıftır." derse; bu defa, iddia eden şahsın hasmı, bu topluluk olur.*

Bu topluluk, "o yerin, bu adamın mülkü olduğunu" ikrar eder; ancak, bu ikrarları, o yerin geliri hakkında, kendileri lehine ikrardan önce yapılmış olursa; bunlar ölünce, bu yerin geliri, yoksulların olur. İddia eden şahsın olmaz.

Bu yerin, kayyımın elinde olması hâlinde de mes'ele hâli üzeredir.

Bu durumda, iddia eden şahsa, kayyım hasım olur. Bu dâvada, karşı taraftan beyyine istenir; kayyıma, yemin verilmez. Çünkü, onun ikrarda bulunması sahih olmaz. Hâkimin emîni de böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir evin, filan ve filana karşı vakıf olduğunu ikrar ettikten sonra; "bu ev, —kendisinin olduğunu— iddia eden şahsındır." diye haber verse; bilâhare de, bazı müslümanlar gelip, ev elinde bulunan şahsın, bu "ev, iddia edenindir." şeklindeki ikrarını yalanlıyarak: "Bu ev, bize vakfedilmiştir." deseler; bu durumda, bunlar, iddia eden şahsa, iddia ettiği husus hakkında hasım olurlar.

Şayet, iddia sahibi, evin kendisine ait olduğuna dâir, beyyine ibraz ederse; "evin, ona ait olduğuna" hükmedilir.

Bu durumda, ev elinde bulunan şahsın, —vakıftır şeklindeki— ikrarı bâtıl (= geçersiz) olur.

İddia sahibinin beyyinesi olmazsa; hasımlarının yemin etmesini ister.

Bunlar, evin, iddia sahibine ait olduğunu ikrar ederler veya yemin etmekten kaçınırlarsa; bu ikrarları kendileri adına caiz olur. Evlad ve nesilleri hakkında ise, caiz olmaz.

Keza, orada bulunan, başka şahıslar hakkında da, ikrarları caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Vâkıfın, vakfın kendi mülkü olduğunu ikrar etmesi caiz olur. Alimler: "Vâkıfın* nefsine ait ikrarı caiz olur. Vârislerin, vakfın kendilerine ait bulunduğunu ikrar etmeleri ise caiz olmaz. Vârislerin, sahih vakfı olmaları söz konusu değildir. Bunların dâvaları da din­lenmez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle denilmiştir:  Bir kimse,  bir yerini, sağlığında fakirler nâmına vakfettikten sonra ölür; başka bir şahıs da, gelip, o yerin, kendisine ait olduğunu" iddia eder ve ölenin vârisleri de, böyle olduğunu ikrar ederse; bu durumda da, vakıf bâtıl (= geçersiz) olmaz.

Vârisler, bu yerin kıymetini, o şahsa, ölenin terekesinden öderler.

Bu, tmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Fakıyh   Ebû'1-Leys:   "Tazminatın   gerektiğinde,   hılâf  yoktur."

demiştir. Doğru olan da budur.

Eğer, vârisler, bu iddiayı inkâr ederler ve iddia sahibi de onlardan, yemin etmelerini isterse, yemin etmeleri gerekmez.

Şayet, iddia sahibi, bu yerin kıymetini ister ve vârisler de yemin etmekten kaçınırlarsa; bu durumda, o yer, iddia sahibinin olur. Serahs-ınin Muhıytı'nde de böyledir.

Elinde bir ev bulunan şahıs, "bu evin, müslüman bir şahıs tarafından hayır yollarına ve fakirlere vakfedilmiş olduğunu" ikrar ederse; bu vakfın mütevellîliği ona verilir.

Daha sonra, bir şahıs gelerek, bu mütevelliyi, hâkim huzuruna çıkarır ve: "Bu evi, ben, hayır müesseseleri nâmına vakfettim ve bu şahsı da velî tayin ederek, vakfı kendisine teslim ettim." diyerek, bu evi onun elinden almak isterse; duruma bakılır: Bu ev elinde bulunan şahıs, iddia sahibini doğrulayarak: "Evet, evi, bu şahıs vakfedip bana teslim etti. " derse; bu durumda, iddia sahibi, evi, bu mütevellinin elinden alır.

İddia sahibi: "Ben, bu evi, koruması için, bu şahsın eline bıraktım," der ve diğer şahıs da, bunu kabul edip aynısını söylerse; ev, yine iddia sahibinin olur.

Aksi takdirde, bu ev vakıf olur.

Ev elinde olan şahıs: "Bu ev, bu şahsındır." dediği zaman, hâkim, onun bu sözünü kabul etmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin elinde bir yer bulunur ve iki şahit, bu şahsın: "Bu yer, filan oğlu filan nâmına ve onun nesline yapılmış bir vakıftır." diye ikrar ettiğine şehâdette bulunduklarında başka iki şahit ise, "—başka bir şahsı Kasaederek— filan oğlu filana yapılmış bir vakıftır, dedi." diye şehâdette bulunurlarsa; bu durumda, bu ikrarlardan hangisinin önce yapıldığının bilinmesi hâlinde, önceki ikrar caiz, ikinci ikrar bâtıl olur.

Eğer, bu ikrarlardan hangisinin önce, hangisinin sonra olduğu bilinmiyorsa, bu durumda, bu ikrarların ikisi de geçerli olur. Vakfın geliri, iki hisseye ayrılarak, biri bir fakire, diğeri de, diğer fakire verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Elinde bir yer bulunan bir zimmî,  "Bu yerin, bir müslüman tarafından yoksullara, hac yoluna, gazilere veya kendisi ile bir müslü-manın, Allahu Teâlâ'nın rızasını bulduğu bir cihete, vakfedildiğini" ikrar etse; bu zimmînin, bu şekildeki ikrarı caiz olur. Ve bu vakfın geliri, söylenen yönlere sarfedilir.

Eğer, bu^zimmî, "müslüman, bu yeri satmak üzere vakfetti." der veya ikrar ettiği cihette, Allahu Teâlâ'nın rızâsına yakınlık bulunmazsa; bu ikrarı bâtıl (= geçersiz) olur.
Bu yer, o zimmînin elinden alınır ve beytü'1-mâle katılır. Hâvî'de de böyledir. [52]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..