9- VAKFIN  ASBEDİLMESİ

Bir yerini veya bir evini va feden bir şahıs, burayı başka bir şahsa teslim ederek, o şahsı, buranın muhafazası için velî tâyin ettiği halde, bu şahıs, durumu inkâr ederse, bu yeri feshetmiş (= zorla almış) olur.

Bu durumda, bu gâsıbm hasmı ( hâkim huzurunda, onu dâva edecek kimse), vâkıf (= vakfeden şahıs) olur.

Bu yer, gâsıbm er   : ;n alınır.

Burayı vakfeden .-.ıs ölmüşse, vakıf ehli (= kendilerine vakfe­dilmiş bulunulan kimseler), hâkimin huzuruna gelerek, vakıf hakkında dâva açabilmesi için, bu vakfa bir kayyım (= mütevelli, idareci) tâyin etmesini talep ederler.

Gâsıp, bu vakfa bir noksanlık vermişse, onu tazmin eder. Yıkılan yerini yapar.

Gâsıp,   bu   yeri   vâkıftan   veya   velîsinden, gasbetrnişse,   tekrar gasbettiği şahsa vermesi gerekir.

Gâsıp, geri vermekten kaçınır ve buna razı olmazsa, gasbettiğinin hâkim huzurunda sabit olması halinde; bu şahıs, gasbettiği yeri geri verene kadar hapsedilir.

Vakfa bir noksanlık gelmişse, gâsıp, bunu borçlanır.

Gâsıbm bu borcu tahsil edilince de, alınan vakfın ıslahı için har­canır. Bununla, vakfın yıkılan yerleri tamir edilir.

Gâsıbm borcundan tahsil edilen şey, vakıf ehline taksim edilmez.

Muhıyt'te de böyledir.

Vakıf yeri gasbeden şahıs, yanındaki yerleri buraya katmak sureti ile onu genişletmiş veya buraya su getirmiş yahut içine gübre atıp, onu toprağa katmış bulunursa, o, bunları zayi etmiş gibi olur.

Bu yer, gâsıptan alınıp, kayyıma teslim edilir. Gâsıba ise, bir şey verilmez.

Şayet, vakıf yerdeki, —bu gâsıp tarafından meydana getirilen— fazlalık, bina ve ağaç gibi şeylerse, bu gâsıba, binayı kaldırması, ağacı sökmesi emredilir. Ancak, böyle emredilmesi için, bunları yapmasının vakfa bir zarar vermemesi gerekir.

Şayet, böyle yapması vakfa zarar verecek olursa; gâsıp bunlara dokunamaz ve kendisine, bunlardan dolayı da bir şey verilmez.

Veya, bu vakfın kayyımı, vakfın gelirinden, bu binanın ve ağaçların kıymetini, gâsıba Öder ve bu kadar tazminat, kâfi gelir.

Vakfın gelirinin olmaması hâlinde, bu vakıf kiraya verilerek, kira ücreti ile tazminat yapılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gasbeden şahıs, vakıf yeri tahrip etmeden ağaçları kesmek isterse, kesebilir.

Kesildikten sonra kalan ağaçların bir kıymeti varsa, bu bedel, gas­beden şahsa ödenir.

Vakfın mütevellisinin, bu ağaçlar hususunda, bir şey karşılığında, gâsıpla anlaşması da, —bunda vakfın bir menfâati olması halinde— caiz olur. Tâmirat da böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Kıymeti bin dirhem olan, vakıf bir yeri, bir şahıs gasbeder; kıymeti iki bin dirhem olduktan sonra da, başka bir şahıs, bu gâsıptan, gasbederse; kayyım, ilk gasbedildiği zamanki kıymetine değil de, ikinci gasıbın gasbettiği sıradaki kıymetine talip olur.

Kayyım, bu yerin bedelini, gâsiplarm birinden alınca, diğeri tazmi­nattan kurtulur.

Kayyım, gâsıptan aldığı bu kıymetle, başka bir yer satın alıp, onu vakfeder. Zehıyre'de de böyledir.

Kayyım, gâsıplardan birinden, bu vakıf yerin bedelini aldıktan sonra, bu yer, bu kayyıma geri verilirse, kayyım da, aldığı bedeli geri verir. Ve, bu yer, yine vakıf olur.

Yerin kıymeti eline geçene kadar, bu gâsıp hapsedilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Kayyım, gâsıptan, bu yerin bedelini aldıktan sonra, onu kaybe­derse; yapılacak bir şey yoktur. Onun, yemin ederek söylediği sözü kabul edilir. Hâvî'de de böyledir.

Eğer bu kıymet, kayyım, onunla başka bir yer satın almadan elinde kaybolur ve sonra da, vakıf olan yer, geri iade edilirse; bu yer yine vakıf olur.

Kayyım, kaybettiği ücreti, şahsî malından öder. Sonra da bu kayyım, istihsânen, vakfın gelirine müracaat ederek, verdiği tazminatı alır.

Bu bedel için, kendisine vakfedilmiş bulunulan şahısların malına müracaat edemez; ancak, vakfın gelirine müracaat edebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Kayyım, gasbedilen yerin bedelini alır almaz, vakıf için yine bir yer satın alır ve sonra da, ilk yer, kendisine iade edilirse; yeni alman yer, hâli üzere vakfedilir.

Kayyım, eski vakıf yeri satarak yeni aldığı yerin bedelini öder.

Bu durumda, bedel noksan gelirse, kayyım aradaki farkı, kendi malından öder. Kıyâsen de, istihsânen de, bu durumda, vakfın gelirine başvuramaz.

Vâkıf, vakfın tebdilini şart koşmuş bulunur; kayyım da, o vakfı satıp, bedelini alır ve bir kusurundan dolayı ve hâkimin hükmü ile geri verilirse; bu durumda kayyım, onun bedelini, kendi şahsî malından öder.

Sonra da, kendine geri verilen yeri, alacağına mahsuben satar.

Muhıyt'te de böyledir.

Vakıf bir yer, gasbedilip, ağaçları sökülür veya vakıf bir ev gas-bedilip yıkılırsa, kayyım, bu yerin bedelini gâsıba ödetir. Gâsıbm, yerin bedelini ödemeye gücü yetmezse, o yeri, kayyıma iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gasbeden şahıs, bu yere bir şey ekerse, ektiği ve biçtiği kendisinin olur. Hâvî'de de böyledir.

Vakıf bir yerde, hurma ağaçları veya başka ağaçlar bulunur; gas­beden şahıs ise, bunların gelirini senelerce aldıktan sonra, gasbettiği bu yeri de, ağaçlarını da geri vermek isterse; eğer durmakta ise, elde ettiği gelirleri de, geri verir. Bunlar durmuyorsa, bedelini öder. Zehıyre'de de böyledir.

Gasbedenden alınan bu gibi gelirler, vakıf ehline taksim edilir.

Muhıyt'te de böyledir.

İçinde hurma ve sair meyve ağaçlan bulunan bir yer gasbedilir ve bu yer, gasbeden şahsın elinde iken, bir başka şahıs, bu ağaçları sökerse, kayyım muhayyerdir: Bu ağaçların bedelini, isterse gâsıba, isterse sökene ödetir.

Kayyım, bu ağaçları, gâsıba ödetirse, o da, kesen şahsa müracaat eder.

Ancak kayyım, bu ağaçları, kesen şahsa ödetirse, o, gâsıba müra­caat edemez.

Kayyım, bu ağaçları, ikisine de Ödetmeden, gâsıp, bunları, söken şahsa ödetir ve ondan, bu ağaçların bedelini alırsa, kayyımın gelip, bu bedeli istemesi hâlinde, gâsıbın —itiraz— hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Vakıf bir yer, bir kimse tarafından gasbedilir; yeri gasbedilen şahıslar da, dâva edip, beyyine ibraz ederler ve beyyineleri kabul edilirse, bu yer, icmâen onlara iade edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, vakıf bir yeri gasbederse; bu yerin kendilerine vakfe­dilmiş bulunulduğu şahıslardan hiç birinin, hâkimin izni olmadan, dâva açma hakkı yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.         

Vakıf bir yeri, bir zâlim istila eder ve bu yeri, onun elinden almak mümkün olmaz,  kendileri nâmına vakfedilmiş bulunan kimselerden birisi de: "Vakfın yöneticisi, onu, o zâlime sattı ve teslim etti." diye iddia ettiği halde, idareci bunu inkâr ederse; diğerlerinin, onun yemin etmesini isteme hakları vardır.

Bu şahıs, yemin etmekten kaçınırsa, vakfın bedelini ödemesine hü­küm verilir.

İddia sahipleri, beyyine ibraz ederse, yine böyle hüküm verilir. Çünkü, fetva "gasbedilen bina ve arazinin tazmin edileceği" tarzın­dadır. Kıymetinin tazmin edilmesi hükmü verilse bile, onun yerine başka bir yer,alınarak, bu alınan yer vakfedilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimse, sağlığında, bir yeri vakfedip elinden çıkarır ve bunu da bir şahıs zabtederse; bu gâsıptan, o yerin kıymeti alınır. Ve bu bedelle, başka bir yer satın alınarak, onun yerine vakfedilir.

Çünkü, gasbeden inkâr edince, o şey, helak olmuş olur.

Vakıf olan bir şey zayi olunca da, onun değiştirilmesi vacip olur. Allah yoluna vakfedilen ve öldürülen, bir at gibi...

Bu istihsândır ve âlimler, bu görüşü kabul etmişlerdir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, bir yerini vakfettikten sonra, bir hayli masraf ederek, oraya tohum saçıp eker ve: "Ben, bunu, kendim için ektim." der; ken­disine vakfedilmiş bulunulanlar ise: "vakıf için ekti." derlerse; burayı ekmiş bulunan vâkıfın sözü kabul edilir. Elde edilecek mahsûl de, bu vâkıfındır.

Mevkufun aleyh (- kendisine vakfedilmiş bulunulan kimse)Ier, bu hususta, hâkime müracaat etseler, onun da yapacağı bir şey yoktur. O da, vâkıfın elde ettiği mahsûlü, elinden alamaz.

Ancak, hâkim, sonraki sene için, bu yerin vakıf ehline verilmesini ve onlar için ekilmesini ister.

Eğer,  sahibi  bunu  kabul  etmez ve:   "Vakfın malı ve tohumu yoktur." derse; hâkim ona: "Vakıf nâmına borçlan; onunla tohum al ve ziraat için harca." der.

Eğer, o şahıs: "Bu, benim için mümkün değildir." derse; hâkim, bu defa da, vakıf ehline: "Borçlanın; tohum alın ve diğer masraflarına harcayın. Gelirinden alarak, borcunuzu ödersiniz." der.

Şayet, vâkıf, bu yeri, masraf edip eker ve bu zirâate, su baskını veya benzeri bir âfet isabet edip, mahsûlü mahveder; vâkıf da: "Borçlandım ve ektim." diyerek, bu vakfın diğer gelirinden bunu aimak ister; vakıf ehli ise: "Kendi nefsi için ekmişti." derlerse; bu hususta, vakfeden şahsın sözü geçerli olur. Ve, yaptığı borcu, bu vakfın diğer gelirlerinden alır.

Bu durumda, bu vakıf araziyi eken vâkıf: "Bin dirhem borç aldım ve onunla tohum satın aldım ve diğer masrafları yaptım." dediği halde; buranın kendisine vakfolunmuş bulunduğu kimseler: "Tohum ve diğer masraflar için, ancak beş yüz dirhem harcadın." derlerse, vâkıfın bun­ların sözünü doğru bulması hâlinde mes'ele böylece halledilir.
Ancak, kayyım ile vakıf ehli arasında zirâat konusunda ihtilaf çıkar ve kayyım: "Ben, kendi tohumumu ektim ve diğer masrafları da ken­dimden yaptım." dediği halde; kendisine vakfedilmiş bulunulan kim­seler: "Hayır, sen, o yeri, bizim için ektin." derlerse; bu durumda, kayyımın sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir. [53]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..