Mütevelliye Teslim Edilen Mescid:

Mescidin sahibi, onu, ihtiyaçlarını görmesi için, bir mütevelliye teslim ederse; bu durumdaki bir yerin içinde namaz kilınmasa bile, buranın mescid olması caizdir. Bu kavil, sahihtir ve esahhtır. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Keza, mescid sahibinin, burayı, hâkime veya naibine teslim etmesi halinde de, hüküm budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Mescidin yerinin sıhhati için,  onu, ölümünden sonraya izafe eîmesi veya bu hususta vasıyyette bulunması şart değildir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Diğer vakıflar ise, bunun hilafınadır. Zehıyre'de de böyledir.  Sadru'ş-ŞeMd, Vâkıât'ta şöyle demiştir:

Bir kimsenin, içnde bina bulunmayan bir arsası olur ve "cemâate, burada namaz kılmalarını" söylerse; bu durumda, şu üç vecîh vardır:
1)  Arsanın sahibi, cemâate, burada devamlı olarak namaz kılma­larını apaçık söyliyebilir.

Meselâ: "Orada, devamlı (= ebedî olarak) namaz kılınız." diye­bilir.
2)  Arsa sahibi, "Namaz kılınız." dediği halde, kalbinden devamlı kılmalarına niyyet etmiş olabilir.

Bu iki durumda da, bu arsa, mescid olur. Ve, bu arsanın sahibi ölürse, burası miras olmaz.
3) Arsa sahibi, cemâate: "Orada namaz kılınız." der; ancak, bunu, bir kaç gün veya ay yahut sene ile kayıtlayabilir.

Bu durumda ise, o arsa, mescid olamaz. Sahibi ölünce de, bu yer, mîras olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir mescidin mütevellisi, o mescide vakfedilmiş bir yere, bir mescid yapar, halk, orada senelerce namaz kıldıktan sonra, bunu terke-derlerse; bu yerin, o vakfa gelir olarak iade edilmesi caiz olur.

Çünkü, mütevellinin orayı mescid yapması sahih değildir. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir kimse, hastalığında evini mescid yapar ve sonra da ölürse; bu evi, o şahsın malının üçte birinden çıkmış olması ve vârislerin ise buna razı olmaması hâiinde, bu ev mîras olur. Burasının mescidliği de bâtıl (= geçersiz) olur.

Çünkü, burada vârislerin hakkı vardır. Ve burası, kul hakkından arınmış değildir.

Ancak bu şahsın, vasiyyet ederek, evinin üçte birini mescid kılması sahih olur.

Çünkü; bu durumda, bu yer, haklı olarak ayrılmış olur. Zira ev, üçe taksim edilmiş ve üçte biri mescid edilmiş bulunur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Cenaze namazı kılmak için yapılan yerin hükmü de, mescidin hükmü gibidir.

Bayram namazı kılınan yere gelince; burası da, imâma uymanın caiz olması bakımından mesciddir. Hulâsa'da da böyledir.

'Mescid cemâate dar gelir; bitişiğinde ise, bir şahsa ait bir arsa bulunursa, —zoraki de olsa— o yer, kıymeti verilerek^ o şahıstan alınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mescid nâmına vakfedilmiş bulunan bir yer, o mescide bitişik olursa; istemeleri hâlinde, halkın bu mescidi genişletmeleri caiz olur.

Ancak, bu durum hâkime haber verilerek, ondan izin alınır.

Vakfın, gelir getiren dükkanı ve evi de böyledir. Yani, bunların da mescide katılması gerekirse, yine hâkimden izin alınır. Hulâsa'da da böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir mescidin cemâati, o mescide yeni bir kapı açmak veya önceki kapının yerini değiştirmek isterlerse; bunu yapabilirler.

Ancak, bu hususta, cemâat arasında görüş ayrılığı olduğunda, çoğunluk ve cemâatin faziletli kişileri hangi tarafta bulunursa, o tarafın dediği olur. Muzmarât'ta da böyledir.

Müntekâ'da,   İmâm   Muhammed  (R.A.)'in  şöyle  buyurduğu rivayet edilmiştir:                                                               

Geniş bir yola, mahalle halkı, yola hiç zararı olmayan bir mescid yaparlar; bir şahıs da onlara mâni olmak isterse; onların, —bu geniş yola— mescid yapmalarında, bir beis yoktur. Hâvî'de de böyledir.

Ecnâs'da ve Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir: Muhammed bin Hasan'dan sordum:   

—  Kalabalık bir köyün bir kanalı buluri,ur; halk, bunun üzerine, —bu kanala da, kendilerine de zarar vermiyecipk şekilde— bir mescid yapmak isterlerse ne olur?

O, şu cevâbı verdi:                                         

—   Yapabilirler.  Bu mescidin köy halkının; tamamı için de, bir mahalle halkı için de yapılması müsâvîdir. Muhiyt^te de böyledir.

Bir cemâat, bir mescid yaptıktan sonra, (pnu, ihtiyaca binâen, yanındaki yoldan alarak genişletmek isterler vej bu genişlik, yoldan geçenlere bir zarar verecek olursa; genişletmelere caiz olmaz. Ancak, mescidi  genişletmek,  yoldan  geçenler  için  zarafh  olmayacaksa,  bir sakıncasının olmayacağı umulur. Muzmarât'ta da Şöyledir.

Cemâatin, mescidden, yola ilâve etmek istenneleri halinde, bunun caiz  olmayacağı  söylenmiştir.   Sahih  olan  da  rWur.   Muhıyt'te  de böyledir.        

İnsanların, bir mescidin içinden, birbirlerin;   ,;mmak maksadıyla geçmesi caizdir.

Cünüp, hayızlı ve nifash olmamak şarnyle, mescidin içinden herke; geçebilir; hatta, kâfirler bile geçebilir.

Ancak, mescidin içinden hayvan geçirilmez. Tebyîn'de de böyledir.

Hükümdar, "mescid nâmına vakfedilmiş dükkanları yıkarak, c mescidi büyütmeleri için" bir topluluğu emir  /erirse; duruma .bakılır: Şayet, o belde, kılıç kuvveti ile fethedilmiş b:   belde ise, bu işin gelip geçene zarar vermemesi hâlinde, emri caiz olu

Çünkü, zor kullanılarak fethedilen bir beıue, gazilerin mülkü olur ve burada hükümdarın emri geçerlidir.

Fakat, bir belde, .iih yolu ile fethedilmiş olursa; orası da, belde halkının mülkü olarak kalır. Bu durumda ise, sultanın emri burada geçerli olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir mahallenin mescidi, o mahalle halkına dar gelir fakat, onu genişletmeye de güçleri yetmez, ancak bazı komşular, bu mescidi kendi evlerine katarak, bunun yerine, bundan daha üstüm.nü ve daha genişini vermek isterler ve mahalle halkı da buna razı olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, onlar, böyle yapamazlar. Zehiyre'de de böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, yapılmış bir mescidi yıkarak, öncekinden daha dayanıklı bir şekilde yeni bir mescid inşâ etmek istese bile, bunu yapamaz.

Çünkü, o şahsın velayet hakkı yoktur. Müzmarât'ta da böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir mescidin yıkılmasından korkuluyorsa; —kendiliğinden— yıkılmasından önce, yıkılıp yeniden yapılabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bu mescidin banisinin, o mahallenin halkından olmanası hâlinde böyledir.

Fakat, mescidin banisi, o mahallenin halkından ise, bu durumda bunlar, bu mescidi yıkıp binasını yeniler; sergisini (hasırını, kilimini, halısını) serer ve kandillerini yakarlar.

Bunları da, kendi mallan ile yaparlar.

Eğer, bu işi, mescidin malı ile yapacaklarsa; bunun için, hâkimden izin almaları gerekir. Aksi takdirde, yapamazlar. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, mahalle halkı, bu mescide, su içmek ve abdest almak için kaplar koyar.

Bu da, mescidin banisinin bi  emesi halindedir.

Bayram namazı kılınan yere gelince; burası da, imâma uymanın caiz olması bakımından mesciddir. Hulâsa'da da böyledir.

'Mescid cemâate dar gelir; bitişiğinde ise, bir şahsa ait bir arsa bulunursa, —zoraki de olsa— o yer, kıymeti verilerek* o şahıstan alınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mescid nâmına vakfedilmiş bulunan bir yer, o mescide bitişik olursa; istemeleri hâlinde, halkın bu mescidi genişletmeleri caiz olur.

Ancak, bu durum hâkime haber verilerek, ondan izin alınır.

Vakfın, gelir getiren dükkanı ve evi de böyledir. Yani, bunların da mescide katılması gerekirse, yine hâkimden izin alınır. Hulâsa'da da böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir mescidin cemâati, o mescide yeni bir kapı açmak veya önceki kapının yerini değiştirmek isterlerse; bunu yapabilirler.

Ancak, bu hususta, cemâat arasında görüş ayrılığı olduğunda, çoğunluk ve cemâatin faziletli kişileri hangi tarafta bulunursa, o tarafın dediği olur. Muzmarât'ta da böyledir.

Müntekâ'da,   İmâm   Muhammed   (R.A.)'in  şöyle  buyurduğu rivayet edilmiştir:                                                 

Geniş bir yola, mahalle halkı, yola hiç zararı olmayan bir mescid yaparlar; bir şahıs da onlara mâni olmak isterse; onların, —bu geniş yola—mescid yapmalarında, bir beis yoktur. Hâvî'de de böyledir,

Ecnâs'da ve Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir: Muhammed bin Hasan'dan sordum:

—  Kalabalık bir köyün bir kanalı bulun.ur; halk, bunun üzerine, —bu kanala da, kendilerine de zarar vermiyecek şekilde— bir mescid yapmak isterlerse ne olur?

O, şu cevâbı verdi:

—   Yapabilirler.  Bu mescidin köy halkının' tamamı için de, bir mahalle halkı için de yapılması müsavidir. M uhiytfte de böyledir.

Bir cemâat, bir mescid yaptıktan sonra, <?nu, ihtiyaca binâen, yanındaki yoldan alarak genişletmek isterler ve i bu genişlik, yoldan geçenlere bir zarar verecek olursa; genişletmeleri caiz olmaz.. Ancak, mescidi  genişletmek,  yoldan  geçenler  için  zaraş'lı  olmayacaksa,  bir sakıncasının olmayacağı umulur. Muzmarât'ta da Şöyledir.

Cemâatin, mescidden, yola ilâve etmek istemeleri halinde, bunun caiz   olmayacağı   söylenmiştir.   Sahih   olan   da   ocudur.   Muhıyt'te  de böyledir.

İnsanların, bir mescidin içinden, birbirlerin    -inımak maksadıyla, geçmesi caizdir.

Cünüp, hayızlı ve nifaslı olmamak şaruyle, mescidin içinden herkes geçebilir; hatta, kâfirler bile geçebilir.

Ancak, mescidin içinden hayvan geçirilmez. Tebyîn'de de böyledir.

Hükümdar, "mescid nâmına vakfedilmiş dükkanları yıkarak, o mescidi büyütmeleri için" bir topluluğu emir verirse; duruma ,b::kıhr: Şayet, o belde, kılıç kuvveti ile fethedilmiş bi   belde ise, bu işin gelip geçene zarar vermemesi hâlinde, emri caiz olır

Çünkü, zor kullanılarak fethedilen bir beıue, gazilerin mülkü olur ve burada hükümdarın emri geçerlidir.

Fakat, bir belde, aih yolu ile fethedilmiş olursa; orası da, belde halkının mülkü olarak kalır. Bu durumda ise, sultanın emri burada geçerli olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir mahallenin mescidi, o mahalle halkına dar gelir fakat, onu genişletmeye de güçleri yetmez, ancak bazı komşular, bu mescidi kendi evlerine katarak, bunun yerine, bundan daha üstününü ve daha genişini vermek isterler ve mahalle halkı da buna razı olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, onlar, böyle yapamazlar. Zehıyre'de de böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, yapılmış bir mescidi yıkarak, öncekinden daha dayanıklı bir şekilde yeni bir mescid inşâ etmek istese bile, bunu yapamaz.

Çünkü, o şahsin velayet hakkı yoktur. Müzmarât'ta da böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir mescidin yıkılmasından korkuluyorsa; —kendiliğinden— yıkılmasından  önce,  yıkılıp  yeniden yapılabilir.  Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bu mescidin banisinin, o mahallenin halkından olmanasi hâlinde böyledir.

Fakat, mescidin banisi, o mahallenin halkından ise, bu durumda bunlar, bu mescidi yıkıp binasını yeniler; sergisini (hasırını, kilimini, halısını) serer ve kandillerini yakarlar.

Bunları da, kendi malları ile yaparlar.

Eğer, bu işi, mescidin malı ile yapacaklarsa; bunun için, hâkimden izin almaları gerekir. Aksi takdirde, yapamazlar. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, mahallf halkı, bu mesc le, su içmek ve abdest almak için kaplar koyar.

Bu da, mescidin banisinin bi  emesi halindedir.

Şayet, mescidin banisi biliniyorsa; —bu gibi hizmetleri— onun yaptırması daha evlâdır. Vecîz'de de böyledir.

İbnü Semâ'a, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, bir mescid yaptırdıktan sonra ölür ve mahalle halkı da, o mescidi yıkıp büyütmek isterlerse; bu durumda, bunu yapabilirler.

Buna, ölen şahsın vârisleri mâni olamazlar.

Ancak mahalle halkı, yol tarafından genişletmek isterlerse; bu durumda, ölen şahsın vârisleri izin vermeyebilirler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Arsasına mescid yapan bir kimsenin, bu mescidin her hangi bir şeyini, kendisine şart kılması, bi'1-icma' sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, muhayyer olmak şartı ile, bir mescid yapsa; bu vakfı caiz,  —muhayyerlik—  şartı  ise  batıl  olur.  Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Hassâf, Vakfı'nda şöyle demiştir:

Arsasına mescid yapan bir kimse, "bunu, isterse ibtâl edeceğine; isterse satabileceğine..." şahit tutarsa; bu şartları bâtıl {= geçersiz), mescid ise, daima mescid olur.

Meselâ: Bir kimse, mahallesi için bir mescid yapıp: "Ben, bu mes­cidi, sadece ve özellikle, bu mahalle —halkı— için tahsis ettim." derse; bu mescid, sadece, bu mahalle —halkı— için değil, başka mahallelerin halkı için de mescid olur ve içinde hepsi de namaz kılabilirler. Zehıyre'de de böyledir.

"Bir mescid, içinde namaz kıhnamıyacak kadar harap olur ve vakfeden veya vârisleri için mülk hâline gelirse; onu satmak veya oraya ev yapmak caiz olur." denilmiştir.

Ancak, "O, ebediyyen mesciddir." de denilmiştir. Esahh olan da budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fetâvâyi Hucce'de şöyle denilmiştir:

Biri yeni, biri de eski olmak üzere iki mescid bulunur ve mahalle halkı, eski mescidi satarak yeniye sarfetmek isterlerse, bu caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre:

Bir mescid, harap olup cemâati ondan faydalanamaz hâle gelse bile, bu mescid, onu yapan şahsın mülkü hâline dönemez.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, işe yaramaz hâle gelen bir mescid, yapanın veya vârislerinin mülkiyetine döner.

Bu mescid, her iki imamımıza göre de satılmaz.

Fetva, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir. Ve bu durumdaki mescid, katiyyen, yapan kimsenin (veya vârislerinin) mülkü olamaz. Muzmarât'ta da böyledir.

Hâvî'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir e I-İska f tan soruldu:

—  Bir kimse, kendi nefsi için, evinin kapısının önüne, bir mescid yaptırıp, bir yeini de, bu mescidin imân için  vakfetse; bu şahıs ölüp, mescid harap olunca, vârisleri, onu satmak için fetva isteseler, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Mescidin satılmasına fetva verilir.

Sonradan, bir cemâatin, orayı mescid yapmak için, isteme hakları yoktur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, kendi malından, bir mescide hasır serdikten sonra, bu mescid, harap olur ve kullanılmaz hâl egelirse; bu hasırlar, sağ ise, onları seren şahsın; bu şahıs ölmüşse, onun varislerinin olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu hasırlar satılarak bedeli bu mescidin ihtiyaçlarına sarf edilir.

Şayet, bu mescidin bir ihtiyacı yoksa; bu hasırların bedeli, başka bir mescide havale edilir.

Fetva ise, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göredir.

Meselâ: Bir kimse, kendi malından, bir ölüyü kefenledikten sonra; o ölüyü, vahşî bir hayvan parçalarsa; bu kefen, ölüyü kefenleyen şahsın olur. Şayet, bu şahıs ölmüşse; kefen, bu şahsın vârislerinindir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû'1-Leys, Nevâzil'inde, şöyle buyurmuştur:

"Bir mescidin hasırı eskir ve cemâat ondan faydalanamaz hâle gelirse; bu hasırları, mescidden, sağ ise, onları seren kimse çıkarıp atar.

Şayet, bu şahıs ölmüşse; bu işi yapmak için, varisleri çağırılmaz.

Ben, mescid ehlinin, o hasırları çıkartıp fakirlere vermesinde veya onları satıp, bunların yerine yenilerini almalarında, bir beis görmüyorum.''

Muhtar olan kavle göre ise, hâkimin izni olmadan, cemâatin böyle yapması caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir mescidin hasırlan eskiyip işe yaramaz hale gelince; bunları, seren şahsın alıp tasadduk etmesi veya bunları satıp yerine başkalarını alması caizdir.

Ancak, bu şahıs, hazırda yoksa; mahalle halkının, bu hasırları, mescidden alıp tasadduk etmeye haklan yoktur.

Bu hüküm, hasırların, bir kıymet taşımaları hâline göredir. Şayet, bu hasırlar bir kıymet taşımıyorlarsa, cemâatin, öyle davranmasında bir beis yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Mescidde, baharda ot bitiyor ve bu ot bir kıymet taşımıyorsa; onu dışarıya atmakta bir beis yoktur.

Bu otu, mescidden çıkaran kimseler, bundan faydalanabilirler ve hayvanlarına yedirebili ?r. Vâkıât'ta da böyledir.
" 1in ota,! 'ir kıymet taşıyorsa; cemâat onu satabilir.

Anc-iK durumu hâkime çıkarıp, bu otu, onun emri ile satmak, daha sevimli oîur. CevâhirıTl-Ahlâtî'de de böyledir.

Âlimler: "Mescidin otunu çıkarıp, parça parça eden kimsenin, onu tazmin etmesi gerekir. Çünkü, onun bir değeri vardır." demişlerdir.
Hatta, Şeyh Ebû'1-Hafs es-Sefkerdî, ömrünün sonuna doğru, mes­cidin otu için, elli dirhem vasıyyet etmiştir. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir mescidin, cenaze teneşiri ve tabutu, eskiyip işe yaramaz hâle gelince, evlâ olan, bunların, hâkimin emir ile satılmasıdır. Hâkimin emri olmadan,  bunların  satılması  sahih  olmaz.  Fetâvâyi  Kâdîhân'da da böyledir.

Kabe'nin ipek örtüsü, eskise —bile—, onu almak caiz olmaz. Fakat, sultan, onu satıp, bedelini Ka'benin işlerine yardımcı kıla­bilir. Sirâciyye'de de böyledir.

Mescid için vakfedilmiş bulunan lamba yağlarını, sabaha kadar kullanmak caiz olmaz.

Bunlar, namaz kılanların ihtiyacı kadar yakılır ve gecenin üçte birine veya yarısına kadar kullanılır. Yani, içinde, bu vakte kadar namaz kılmaya ihtiyaç olursa, mescidin ışıkları yakılabilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Mescidin lambalarını, sabaha kadar yanar halde bırakmak caiz olmaz.

Ancak, Beyt-i Makdis (= Kudüs'deki Mescid-i Aksa) ve Mescid-i Nebî (S.A.V.) ile Mescid-i Haram (= Ka'be) gibi yerler bu hükümden müstesnadır.

Bir de, vakfeden şahıs, "sabaha kadar yansın." diye şart koşmuşsa; bu da müstesnadır. Nitekim, zamanımızda, âdet, böyle cereyen etmek­tedir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimsenin, mescidin ışığında ders çalışmak istemesi hâlinde, ışık namaz kılmak için yanıyorsa, böyle yapmasında bir beis yoktur.

Işık namaz için yanmıyorsa; gecenin üçte birine kadar, yine bu ışıkta ders yapmatak bir beis yoktur.
Ancak, bu kimsenin, gecenin üçte birinden .sonra mescidin ışığında ders çalışma hakkı kalmaz; buyurulmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyiedir. [57]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..