12- Hudud Karakolları, Kabristanlar, Yollar, Sulama İşleri İle Kabristan Ve Vakıf Arazilerde Biten A

Bir kimse, müslümanlar için bir havuz veya gelip geçenler için bir han yahut misafirhane yapsa, veya bir yerini mezarlığa tahsis etse; bunlar, hâkim hüküm vermeden önce, o şahsın mülkiyetinden çıkmış olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Hidâye'de de böyledir.

Bu şahıs, bunları, vasıyyet edip ölümünden sonraya izafe ederse; bu durumda, o öldükten sonra, dediği gibi yapılır.

Bu şahıs, ölmeden önce sözünden dönebilir. Nitekim, bu şekilde, fakirler namına yapmış bulunduğu vakıftan dönebileceği de, daha önce geçmişti. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu gibi yerler, sözünden dolayı, o şahsın mülkiyetinden çıkar.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu şahsın havuzundan, insanlar su alıyorlar, hanında ve misafirhanesinde kalıyorlar kabristanı­na da cenaze defnediyorlarsa, buralar onun mülkü olmaktan çıkar.

Bunlardan faydalanan, tek kişi bile olsa, hüküm böyledir.

Kuyunun hükmü de böyledir.

Mal sahibi, bu yerleri, bu maksatlarla bir mütevelliye teslim etmiş olsa; bu teslim de, sahih olur. Hidâye'de de böyledir.

Mebsût'ta şöyle zikredilmiştir:

Fetva, İmâmeyn'in kavline göredir. Bu rnes'eleler hakkında, üm­metin icma'ı da, bunun üzerinedir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bu kuyudan veya havuzdan içmekte, develeri ve diğer hayvanları sulamakta ve abdest almakta bir beis yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, içilmesi için vakfettiği su teşkilatından, abdest alınıp alınmayacağı hususunda, âlimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

Abdest almak için vakfedilen sudan, içmek caiz olmaz.

İçilmesi için hazırlanıp vakfedilmiş olan sudan da, —bu su, havuzda bile oİsa— abdest almak caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Keza,  bir kimse, evini yoksullara tahsis edip, onu,  koruyup gözetmesi için bir mütevelliye teslim ettikten sonra, bundan geri dönmesi mümkün olmaz.

Keza, bir kimsenin Mekke'de bir evi olur; onu hac ve umreye gidenlere tahsis ederek, bir mütevellîye teslim eder ve ona: "İçinde otur ve onu gör gözet." derse; bu vakfından da geri dönemez.

Keza, bir şahıs, evini, gazilerin oturmasına tahsis edip, bir müte­vellîye teslim ederse; ondan da dönemez.

Bu kişi ölürse, bu ev, vârislerine mîras olarak kalmaz. Bu binanın içinde oturan, —bir kişi bile— olmasa, hüküm böyledir. Mııhıyt'te de böyledir.

Bu  gibi  şeylerden  faydalanmak  hususunda,   fakir  ile zengin arasında bir fark yoktur.

Bir hana, herkes inebilir. Karakolda böyledir.

Bu gibi bir sudan içmek veya böyle bir mezarlığa gömülmek de böyledir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir evin veya bir arazinin geliri, gazilere tahsis edilince, bundan, ancak ihtiyaç kadarı alınır; fazlası alamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hassâf, Vakfi'nda şöyle buyurmuştur:

Bir kimse tarafından, gazilerin oturmasına tahsis edilen bir evin, bazı odalarına gaziler oturduğu halde, diğer bazı odaları da, —oturan gazi olmadığı için— boş kalsa; kayyımın, bu boş odaları kiraya verip, elde ettiği geliri, bu binanın imârına, artan olursa, onu da fakir ve yok­sullara sarfetmesi uygun olur. Muhiyt'te de böyledir.

Nevadır'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin yaptırdığı han, tamire muhtaç hâle gelirse, İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen bir rivayete göre, bu hanın bir bölümü, bir veya iki eve ayrılıp, kiraya verilir. Bu kira bedeli ile de, bu han tamir edilir.

İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen, başka bir rivayete göre ise, bu hana, insanlar bir sene ücretsiz, bir sene de ücretle inerler. Alman ücretle de, bu han tamir edilir.

Keza, bir kimse, atını, Allah yoluna vakfedince, buna savaş ehli binerse; ona bakar ve doyurur. Şayet, binen olmazsa, bu at kiraya verilir ve elde edilen  kira bedeli  ile de masrafı  karşılanır.  Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet, kiraya tutacak bir kimse bulunmazsa, İmâm (= devlet başkanı) bu atı satar ve bedelini elinde tutar.

İhtiyaç zuhur edince de, bu bedelle, başka bir at satm alır ve bununla bir gazi savaşa çıkar. Muhıyt'te de böyledir.

Hassaf, Vakfi'nda şöyle demiştir:

Bir kimse, evini, hacıların oturması için vakfederse; bu evde, mü­cavirler {= Peygamber (S.A.V.) Efendimize komşu olmak üzere, Medi­ne'ye yerleşmiş bulunan kimseler), oturamaz.

Hac mevsimi geçince, bu ev kiraya verilir. Geliri ile de tamiri yapılır. Bu gelirden artan olursa, o da fakirlere verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, sağ olduğu müddetçe bir şahsın elinde kalması şartı ile, müslümanlar için, bir karakol yaptırırsa; o şahsı, oradan, hiç bir kimse çıkaramaz.

Ancak, bu şahıstan, orada, Allahu Teâlâ'nın razı olmadığı, içki içmek veya benzeri bir şeyi yapmak gibi bir fâsıklık zuhur ederse, oradan çıkarılır. Zehıyre'de de böyledir.

Köylüler, köye âit bir yeri mezarlık yapıp, oraya ölü defnettikten sonra; bu köylülerden biri, mezarlığın kerbiç ve kabir kazma âletlerini koymak üzere oraya bir ev yapar; bir başkası da, o eve, köylünün rızası olmadan veya bir kısmının rızası olduğu halde, diğer kısmının rızâsı olmadan oturursa; âlimler bu hususta, şöyle buyurmuşlardır: "Eğer, mezarlığın genişliği sebebi ile oraya ihtiyaç bulunmazsa, o binanın yapılmasında bir sakınca yoktur.  Binanın yapılmasından sonra, bu binanın yerine ihtiyaç hâsıl olursa, yıkılır ve bu yere de ölü defnedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, malının üçte birini vasıyyet eder ve o üçte birin dörtte birini, filan şahsa, dörtte üçünü de kendi akrabasına ve fakirlere vasıyyet ettiğini söyledikten sonra da: "Misafirhanelerin nasibini terk etmeyin." derse; bundan kasıt, bizzat misafirhanelerde kalan fakirlerdir.

Bunda da, iki vecih vardır:
1) Bu şahsın akrabası sayılı olabilir.
2) Veya sayılı olmaz.

Birinci veçhe göre, akrabalarının sayısına göre, her birine, bir sehim verilir. Diğer fakirlere ve misafirhanelere de birer sehim verilir.

Meselâ: Bu şahsın, on akrabası bulunsa, dörtte üç, on iki sehim telakki edilir: On sehmi, akrabasına; bir sehmi fakirlere; bir sehmi de, misafirhanelere verilir.

İkinci veçhe göre ise, üçte birin dörtte biri, üçe bölünür: Her bir gruba, birer sehim verilir. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir kimse, bir yer satın alarak, orayı müslümanlara yol yapar ve buna şahit de tutarsa; bu sahih olur. Ancak, buranın yol sayılması için, bir kişi de olsa; bu yoldan gelip geçenin bulunması, —vakıfta, teslimin şart olduğunu söyleyenlere göre,— şarttır. Zahîriyye'de de böyledir.

Hilâl'de böyle söylemiştir.

Keza, bir şahsın, müslümanlar için yapmış bulunduğu bir köprünün üzerinden gelinip geçilince, artık, bu köprünün binası, miras olmaz; vakıf olur. Zehıyre'de de böyledir.

Mehrûye isimli hâkimin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Ben,  Nevâdir'de,  İmâm  Ebû  Hanîfe (R.A.)'den rivâyeten, O'nun, "mezarlık ve yolun, mescid gibi vakıf olduğunu" söylediğini buldum."

Keza, bir kimse, müslümanlar için, bir taş köprü yaparsa; onun binası, yapan şahsın vârislerine miras olmaz.

Bunun açıklanması şöyledir:

Eğer, köprünün yapıldığı yer, yapanın mülkü değilse, âdet, söylediğimiz şekildedir.

Açık olan şudur: Gerçekten bir kimse, bir nehrin üzerine, umûma ait bir köprü yaparsa; bu, onun binasının vakıf olduğuna delâlet eder. Yerinin vakıf olduğuna delâlet etmez.

Ancak, bir binanın yeri hâriç tutulunca da, onun vakfedilmesi de caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kâfirlere ait bir mezarlık, müslümanlara ait bir mezarlık yapılmak istendiğinde onların eserlerinin belirsiz olmuş bulunması hâlinde, bunda bir beis yoktur.

Ancak, eserleri duruyorsa, (meselâ: Kemikleri mevcudsa) mezarları açılıp, bu kemikler çıkarılır ve bir yere gömülür. Sonra da orası müs-lüman mezarlığı yapılır.

Çünkü, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Mescidi'nin yeri, müşrüklerin mezarlığı idi. Bu mezarlar açıldı; kemikler kaldırıldı ve mescid yapıldı. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, müftîye gelip:

—  Ben, Allahu Teâlâ'ya yakınlık murad ediyorum. Misafirler için bir tekke? (= misafirhane) mi yapayım, yoksa, köleleri hürriyetlerine mi kavuşturayım? dese; veya:

—  Allah rızâsı için, evimi satarak, onun bedelini tasadduk etmeyi veya onunla köle satın alıp azâdetmeyi yahut bu evi, müslümanlara misafirhane yapmayı murad ediyorum; bunların hangisini yapmak daha efdaldir? diye sorsa; âlimlerimiz:

—  Ona:  "Eğer, misafirhane yapar; buna da, bir yer vakfedip, gelirin bu misafirhanenin masrafına ayırırsan; bu durumda, misafirhane yapman daha efdaldir. Çünkü, o devamlı olduğu gibi, menfâati de umûmîdir." denilir.

Şayet, misafirhane için gelir getirecek bir vakıf yapılmazsa; bu durumda efdal olan, o evin satılıp, parasının fakirlere tasadduk edilme­sidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bundan sonra efdâl olan ise, o evin parası ile köle satın alıp, onları azâd etmektir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bezzâziyye'de: "Bir yeri vakfetmek, onu satıp bedelini tasadduk etmekten daha evlâdır." denilmiştir. BahrıTr-Râık'ta da böyledir.

Bir ölünün, defnedildikten uzun bir süre sonra veya kısa bir süre içinde, özürsüz olarak, mezarından çıkarılmasına müsâade yoktur.

Bu hususta, özür nedir?

Özür: Ölünün defnedildiği yerin, gasbedilmiş bir yer olması veya bu yerin su baskını altında kalmasıdır. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir tekkenin (- misafirhanenin) çok sayıda hayvanı bulunsa; kayyım, bunların bir kısmını satıp diğerlerinin ot, saman ve yem gibi yiyeceklerine harcayabilir mi?

Bu durumda, iki vecih vardır:
1) Eğer, o hayvanların yaşları ilerlemiş ve yürümeleri zayıflamışsa, kayyım (= misafirhanenin mütevellisi = kayyımı = idarecisi), bunları satabilir.
2) Durum böyle değilse, kayyım, bu hayvanları satamaz.

Ancak   onları,    ihtiyaç   duyulduğu   müddetçe   tekkede   tutar.

Zehiyre'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Mahmııd el-Ezvecendî'den soruldu:

— Etrafında kimsenin kalmadığı ve insanların kendisine ihtiyacı bulunmayan, dört tarafı yıkılmaya başlamış bir mescidin yeri, mezarlık olur mu?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Hayır olmaz. Ve yine soruldu:

—   Bir  köydeki  mezarlık,   belirsiz  olur;   orada  ölüden  ve  ölü kemiğinden eser kalmazsa; orayı ekerek faydalı hâle getirmek caiz olur mu?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Hayır; orada mezarlık hükmü vardır. Muhıyt'te de böyledir.

(İmâm'ın, burada, "Hayır, caiz olamaz." demesi, Zeyleî'nin cena­zeler Bâbı'nda: "Gerçekten bir ölü, çürüyüp, toprak olursa; onun mezarına zirâat yapmak veya üzerine bina yapmak, caizdir." sözüne muhalif değildir. Çünkü, burada "caiz olmadığının" söylenmesi, bu yerin "mezarlığa tahsis edilmiş bir vakıf" olmasından dolayıdır. Bunun içindir ki, bu yeri, —her hangi bir şeyde— kullanmak caiz olmaz. Duruma, dikkatle bakılmalıdır.) Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, harâc arazisinde bulunan bir yerine, mezarlık veya gelir temini maksadıyle han yahut oturmak için ev yapsa; bu yerden harâc kalkar. Bu sahihtir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir arazîsini mezarlık yapıp, orayı elinden çıkaran bir kadının oğlu, buraya defnedildikten sonra, bu yerin, mezarlık için, —suyun galebe   etmesinden   dolayı   bozulacağından—   elverişli   olmadığının anlaşılması sebebiyle, kadın, burayı satmak istese; bu yere, kimse ölü­sünü koymuyor ve bundan kaçınmıyor olmakla birlikte, burası hali üzere duruyorsa; kadın, bu yeri satamaz.

Ancak halk, oranın çok bozuk bir yer olmasından dolayı oraya ölü defnetmeye razı olmuyorsa; o zaman, kadın, bu yeri satabilir.

Kadın, burayı satınca, satın alan şahıs, kadına, oğlunun ölüsünü oradan kaldırmasını emreder. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimsenin, bir mezarlığa, kendi nefsi için kazmış bulunduğu mezar, başkasının olur mu? Ve, başka şahıs, oraya ölüsünü koyabilir mi?

Âlimler: "Eğer, mezarlık genişse; başka bir şahsın, bu mezara ölü­sünü koymaması müstehaptır. Ancak, mezarlık geniş değilse; başka bir şahıs, bu mezara, ölüsünü koyabilir." demişlerdir.

Bu, şuna benzer: Bir kimse, mescide seccadesini serince veya bir misafirhaneye misafir olunca, —sonradan gelen— başka bir şahıs, yerin geniş olması hâlinde, öncekinin yerini almaz.

Ebû'n-Nasr ise:  "İkinci şahsın,  ölüsünü,  o mezara defnetmesi

mekruh olmaz." demiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir ölünün, sahibinin izni olmadan, bir yere gömülmesi hâlinde, o yerin sahibi muhayyerdir: Dilerse, duruma razı olur ve ölü, orada kalır. Dilerse, ölüyü oradan çıkarttırır. Ve dilerse, bu mezarın yerini düzeltip, orayı eker.

Bir kimse, mezar kazmanın mübâh olduğu bir mezarlıkta, mezar kazar; başka bir şahıs da, ölüsünü, getirip oraya defnederse; bu kabir açılmaz. Ve ölü çıkarılmaz.

Ancak, mezar kazma masrafı, ölüyü buraya defneden şahıstan alınır. Çünkü, burda, iki hak cem olmuş bulunmaktadır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Ceyhun Nehrinin yanında bulunan bir ölü araziyi, bir topluluk imâr ederse; sultan, bu arazinin öşrünü alır.

Buranın yakınında bulunan bir misafirhanenin mütevellisinin, huzuruna çıkıp talepte bulunması neticesinde sultan, bu yerin öşrünü, bu mütevelliye verirse, mütevelli, bu öşrü, misafirhanede kalan müezzine verebilir mi? Bu öşürle, müezzine, yiyecek ve giyecek yardımı yapabilir mi? Ve, o müezzin, sultanın mubah kıldığını alabilir mi?

Fakıyh Ebû Ca'fer: "Eğer, müezzin muhtaç ise, bunu alması helâl, olur. Bu durumda, o öşrün, bu misafirhanenin imarına sarfedilmesi münasip olmaz.                                                

Bu öşür,  ancak fakirlere harcanır; başka bir yere harcanmaz.

Bu öşür, muhtaçlara verildikten sonra, onlar bunu, misafirhanenin imarına verirlerse; bu hem caiz, hem de güzel olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zekât borcu olan bir kimse, o borcunu, bir mescidin yapılmasına veya bir köprüye sarfetmek isterse; bu caiz olmaz.

Eğer buna bir çare bulmak isterse: Mütevelli bunu, fakirlere tasadduk eder; onlar da, geri mütevelliye verirler. Ve, mtiteı"*ı.lî,ı-bunuı oraya harcar.

Misafirhanede bulunan meyveleri, misafirlerin yemeleri caiz olur. Bu durumda, iki ihtimâl vardır:
1)  Bu meyveler, dut ve benzerleri gibi kıymetsiz meyvelerden ola­bilir.
2) Kıymetli meyveler olabilir.

Birinci halde, bu meyveleri yemede bir beis yoktur. ikinci halde ise, bu meyveleri yemeden kaçınmak, kişinin dini bakımından, ihtiyata daha uygundur. Çünkü, bunun —misafirlere değil

de— fakirlere vakfedilmiş olması ihtimâli vardır. Bu hüküm, bu durumun bilinmemesi halindedir.

Şayet, bu meyvelerin fakirlere vakfedilmiş bulunduğu bilinirse; fakir olmayanların, bunları alıp yemeleri helâl olmaz. Vâkıât'ta da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvalarında şöyle denilmiştir:
Bir kimse, —bir misafirhanenin değil de— güzel yapılmış ve içinde fakirlerin eğleşmekte olduğu bir binanın hizmetçisine, "et ve ekmek olarak o binada duran fakirlere yedirmesini" emrederek, bunun için ona dirhemler verir; o gün ise, onların ete ve ekmeğe ihtiyaçları olmaz ve daha önceki et ve ekmek borca alınmış bulunursa; hizmetçinin, bu dirhemleri, o borca bedel olarak vermesi hâlinde* onları tazmin etmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir. [59]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..