14- VAKIFLA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER

Bir kimse malını, Allahu Teâlâ'nın rızasına yakınlık için sar-fetmek isterse; bu şahsın, müslümanlar için misafirhane yaptırması, köle azâd etmesinden daha efdâldir.

Çünkü bu, devamlı bir hayırdır.

Bazıları ise: "Fakirlere tasaddukta bulunmak daha efdâldir." demişlerdir.

Biz de deriz ki: "Bu şekilde Allahu Teâlâ'ya yakınlık isteyen; kitap satın alıp, —ilim yazılması için— kütüphaneye koysun. Çünkü, bu daha devamlıdır, asırlarca kalabilir. Ve bu, diğer hayırlardan daha efdâldir.

Bir kimsenin, bir ev yaptırarak onu fakirlere vakfetmesinden, onun bedelini tasadduk etmesi daha evlâdır.

Yaptıracağı evin yeri bir arsa ise, bunu vakfetmesi daha evladır.

Bir kimse bir mescide, —kandilleri için— yağ veya —serilmesi için— hasır almayı murad edince; mescidin yağa değil de hasıra ihtiyacı varsa, hasır olması daha efdâldir. Aksine, mescidin hasıra değil de yağa ihtiyacı olursa, bu durumda da, hasır olması daha efdâl olur.

Şayet, her ikisi de aynı seviyede ise, o zaman onların fazlalığına, noksanlığına, ihtiyaç durumunun kuvvetine, zaafına ve-devamlı olup olmadığına bakılır. Ve masraf buna göre yapılır.

Bir kimsenin, —hayır için ayırdığı malı— fıkıh öğretme, yazma ve toplama yönlerine sarfetmesi evlâ olur.

Bunlar, nafile ibâdetlerle uğraşmaktan evlâdır.

Hadis ve tefsir okumak, okutmak ve yazıp, —bunları— bir araya toplamak da nafile ibâdetlerden efdâldir. Çünkü, bunların menfâati daimîdir. Bunun içindir ki, efdâldir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, medrese sakinlerine karşı sahih bir vakıf yapar ve ilim talebeleri kaldığı gibi, orda başka insanlarda bulunur, bunlar o medre­sede yatmaz, ancak —gündüz— çalışsalar, bu haram olmaz.

Bu şahıslardan  birisi,  odalardan birine gelir ve yanında,  orda duranların âletleri bulunsa, onu, onlara iade eder. Muzmarât'ta da böyledir.

Eğer,  talebe  gece  çift  sürer  ve  bununla  iştigâlinden  dolayı öğrenimine noksanlık gelir veya gündüz, talebenin vazifesi olmayan bir işle uğraşırsa; bu onun vazifesi olmaz.

Ancak, bu iş talebenin yapacağı işlerden ise, onu yapmak vazife­sidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu durumlar, vâkıfın, medrese sakinlerinden ve ilim tahsil eden­lerden bunları yapmalarını istediği zaman söz konusu olur.

Fakat, bunların yapılmasını medrese sakinlerinden ister,' talebelere böyle bir şey söylemezse, cevap yine böyledir.

Hatta bu medresede, talebelerden başka kimse bulunmazsa, bu vazife talebelerindir. Çünkü bunlar, medrese sakinleri mefhûmunun içinde dahildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Talebeler, hocaları ile ta'lim hususunda ihtilaf etmiyor; şehirde bulunuyor ve fıkıhtan muhtaç oldukları mes'eleleri kendileri için yazı­yorlarsa; bu gibi bir talebenin medresede bir vazife almasında, beis yoktur.

Ancak, şehirde başka bir şeyle uğraşan talebeler, medreseden vazife alamazlar. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir talebe, o beldeden günlerce kaybolduktan sonra geri döner ve okumak isterse; bu talebenin, sefer müddetinden fazla çıkmış olması halinde, geçen vakitler için bir hak talep etmesi söz konusu olamaz. Bu, talebenin on beş gün —dışarda— kalması halinde böyledir.

Eğer, talebe on beş günden az kalmışsa; rızkını isteyebilir. Çünkü, bu durumda o talebe sorumluluktan muaftır ve onun rızkım başkasına vermek helâl olmaz.

Bu talebenin odası da, vazifesi de hâli üzeredir.

Talebenin gelmeyişi bir aydan üç aya kadar sürmüşse, hüküm yine böyledir. Ancak, gelmeyişi daha fazla olursa, hakları başkasının olur. Odası da, vazifesi de elinden gider. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Fakıyh: "Bir kimsenin, ders okutmadığı bir günün ücretini de, ilim talebesinden almasının caiz olduğunu umarım." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Fıkıh okutan bir zat, bir veya iki ay bulunmazsa; onun maaş alması, hilâfsız olarak haram olur. Bu, o şahsın aylık ücretle çalışıyor olması hâlinde böyledir.

Ancak, bu şahıs yıllık ücretle çalışıyorsa; senenin çoğunda hazır bulunması hâlinde, aldığı helâl olur. Kunye'de de böyledir.

Fakıyh Ebû Bekir'den soruldu:

—   Belh  sâkinlerinin,  yüce  kişiler nâmına yaptıkları vakıfların durumu nedir?

O, şu cevabı verdi:

—  Gaip olup, meskeni satılmayan ve başka bir mesken de edin­meyen Belh sakinlerinin vazifesi de, vakfı da bâtıl olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir alışla bir yer satın alıp, onu teslim alarak, mescid yapar ve insanlar da orada namaz kılmaya başlarlarsa; Hilâl, Yakfı'nda: "Burası mesciddir. Satın alan şahıs kıymetini öder. Burası, satan şahsa geri verilmez. Bu, arkadaşlarımızın, kıyâs üzerine vakfe­dilmiş bir mescid hakkındaki kavilleridir." demiştir.

Kitâbü'ş-Şüf'a'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, fâsid bir alışla bir yer satın alıp, onu mescid yapar; içine de odalar inşa ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu şahıs, buranın kıymetini tazmin eder. Binayı da, zayi etmiş hükmünde olur.

İmâmeyn'e göre ise; bu bina yıkılır ve yeri, satana verilir.

Bina yapmadan, sâdece orayı mescid ittihaz etmekle, burası mescid olmuş olmaz. Bu, hilâfsız böyledir.
Hilâl1 e göre, binasız da, bir yer mescid olur.

Hâkim Şehîd'in, İmâm Mutıammed (RvA.J'den bir rivayetine göre, Hilâl'in rivayeti esahhtır.

Bir kimse, sahih satın alışla bir yer satın alıp fakirlere vakfettikten sonra, buranın bir aybı bulunursa; burası satan şahsa geri verilmez. Ancak, bu aybından dolayı satan şahsa başvurulur.

Ancak, bir şahıs bir yer satın alıp, burasını mescid yaptıktan sonra; yerin bir kusuru olduğu anlaşılırsa; bu noksan sebebi ile, orayı satan şahsa müracaat edilmez.

Görüldüğü gibi, bu iki mes'elede hilaf vardır. Muhıyt'te de böyledir.

îki kişi,  bir ev ile bir köleyi karşılıklı mubayaa ederek ( = değiştirerek) teslim alsalar ve evi olan şahıs onu vakfettikten sonra, bu kölenin —başka bir— sahibi —olduğu— ortaya çıksa; yine, bu vakıf caizdir.

Bu yeri satın alan şahıs, satın aldığı gündeki kıymeti ne ise, bu bedeli satan şahsa öder. Hâvî'de de böyledir.

Ancak, bu kölenin hür çıkması hâlinde, vakıf bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir mütevelli, vakfın gelirini toplayıp hak sahiplerine dağıttığı halde, bunlardan birisi mahrum kalır ve mütevelli onun hissesini kendi­sine sarfetmiş olur ve ikinci gelir toplanınca da, mahrum kalan şahıs önceki senenin de hissesini ister ve bunu kayyımın ödemesini arzu ederse; bu durumda, —onu— ikinci gelirden alma hakkına sahip olmaz.

Ancak, bu şahıs o hissesini ortaklarından isterse; bu durumda, onların bu ikinci senedeki hissesinden, önceki hissesi kadar alır.

Bu şahıs, önceki hissesini ortaklarından alınca, onlar da, —o şahsın önceki hissesini zayi etmiş olması sebebi ile— kayyıma müracaat ederek" bunu, ondan alırlar. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir mescidin imâmı, mescidin gelirinden alarak sene tamamlan­madan geçip gitse; senenin —bulunmadığı— kısmı için, ondan hiç bir şey geri alınmaz.

Çünkü, hasâd vaktine itibar edilir. İmâm, hasad vakti imamlık yapmışsa, —aldığına— hak kazanmış olur. Vecîz'de de böyledir.

Bu imâmın, vazife yapmadığı ayların hissesini yemesi helâl olur mu?

— Eğer imâm fakirse; bunları yemesi helâl olur.

Vakfın gelirinden her sene kendisine hisse verilen bir talebe de böyledir.

Gelirin toplandığı sırada bu talebelerden birisi hissesini alıp, bilâ­hare de medreseden ayrılsa; bu aldığı mal, —fakir ise,— kendisine helâl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse: "Malımdan, şunu,1 şunu, çıkacak borcuma karşılık vakfedin." diye vasıyyet etse; bu vasıyyet bâtıl (- geçersiz) olur.

Bu vasıyyetini, bir vakitle sınırlayıp sınırlamaması da müsavidir. Ancak, o sırada vasîyi görerek, malının üçte birini vakfederse; bu sahih olur. Vâkıât'ta da böyledir.

Bir kimsenin elinde fakirler için bir yer ve bir su bulunursa; suyu, —bu araziyi  suladıktan  sonra—  kimseye vermez;  fakirlere ve ona muhtaç olanlara ulaşması için, onu, dereye bırakır.

Maraz-ı mevtinde bulunan bir kimse: "Ben, fakirler nâmına vak­fedilmiş bir dükkanın mütevellîsi idim. Bunların gelirini, yerine harca­madım." veya "Zekâtımı ödemedim."; "Ben öldükten sonra, bunu malımdan ödeyin." der; vârisleri de bu sözü doğrularsa; bu şahsın malının tamamından vakfa olan borcu ödenir. Zekâtı ise, malının üçte birinden ödenir.

Şayet, vârisler bu şahsı yalanlarsa, onun vakfa olan borcunu da, zekât borcunu da, malının üçte birinden öderler.

Vasî'nin varislere, yapılan vasıyyeti bildiklerine dair yemin verme hakkı vardır.

Eğer, bu şahıslar vasinin söylediklerini bildiklerine dâir yemin eder­lerse; o şahsın vasiyyetinin tamamı, malının üçte birinden ödenir.

Eğer yeminden kaçınırlarsa, zekât borcu malının üçte birinden vakfa olan borcu da, —vârislerin, önceden yaptıkları ikrarda olduğu gibi— malının tamamından ödenir. Câmiu'l-Cevâmi'de de böyeldir.

Ebû Kasını in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Bir kimse, sağlığında bir yeri vakfeder ve bu yeri de elinden çıkarır; ölürken de vasisine, vasıyyetinde: "Vakfın gelirinden filan şahsa elli dirhem; filan şahsa ise yüz dirhem ver." der; bu şahsın, bir de muhtaç oğlu bulunur, onun hakkında da, vasiye: "Bildiğin gibi yap." derse; bu oğluna verilmesi, diğerlerine verilmesinden daha efdâldir.

Bu kimse, vasîye: "Bildiğin gibi yap." demiş olmasa bile, bu böyledir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Hasta bir kimse: "Nasibimi, malımdan çıkarın." der ve başka bir şey söylemezse; o şahsın malının üçte biri çıkarılır. Çünkü, nasibi odur.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, şöyle buyurmuştur:

"—Allahu Teâlâ, ömrünüzün sonunda amelleriniz çoğalsın diye,

size, malınızın üçte birini, tasadduk etme hakkı verdi." Vâkiât'ta da böyledir.

Kısâı'nin Câmi'inde, şöyle denilmiştir:

Bir kadın, —üzeri gümüşlerle tezyin edilmiş— bir Kur'ân-ı Kerimi Allah yolunda vakfettikten sonra; bu Kur'an yanıp, üzerindeki gümüşler kalsa; bu gümüşler hâkime teslim edilir.

Hâkim ise, bununla yeni bir Kur'ân-ı Kerîm alarak vakfeder.

Allah yoluna vakfedilen bir. at, üzerinde savaşa çikılamıyacak şekilde sakatlansa; vekilin onu satıp, yerine başka bir at alarak, onu vakfetmesinde, bir sakınca yoktur.

Vekîl, bu işi hâkime haber vermeden de yapabilir.

Bu, harap olduğu zaman, sahibinin, onu alıp satabildiği bir mescid hükmündedir.

Vakfedilen bir Kur'ân-ı Kerim, bedel ile verilemez bir hâle gelince; bu Kur'ân vâkıfın veresesine geri verilir. Ve onlar bunu, ferâiz usûlüne göre aralarında taksim ederler.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir.

Bir kimsenin vakfolunmuş sadaka kıldığı bir yerinde köle, öküz ve ziraî âletler bulunur ve bu ziraat âletleri bozulup, kendilerinden fayda-lanılamaz hâle gelirse; bunlar, hâkimin emri olmadan satılamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Birisi vakıf olan iki evin arasında bulunan bir duvar yıkılır ve bunu ev sahibi yaparsa, kayyım ondan, bu duvarı yıkmasını ister.

Şayet, kayyım bu duvarın parasını verirse; bu duvar vakfın olur; kayyımın olmaz.

Ondan duvarın kıymetini almak için, kayyım cebredilemez.

Keza, kayyım rızâsı ile binanın kıymetini verirse, bu da caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, yirmi bin dirhem kıymetinde bir yeri olduğu halde, kendisi borçlu bulunur ve bu şahıs da, o yeri vakfederken "gelirini, kendi nefsi için sarf etmeyi" şart koşarsa; bu vakfı caiz olur. Rızkından artan olursa, bu da alacaklarına verilir. Muzmarât'ta da böyleidr.

Hâkimin izin vermesi hâlinde, mescidin haricinde kalan vakıflar satılabilir mi?
Bu  suâle,  Şeyhu'1-İmam Üstâzü'l-Eceli  Zahîru'd-dîn  şu cevabı vermiştir:

— Eğer, vakfeden şahsın vârisi serbest bırakırsa, bu vakfı satmak caiz olur.

Bu durumda, vakfın hükmü bozulmuş olur. Aksi takdirde, vakfı satmak caiz olmaz.

Bir vakfın hey'etini değiştirmek caiz olmaz.

Meselâ: Vakıf bir ev bahçe yapılmaz. Vakıf bjr han hamam yapılmaz. Vakıf bir misafirhane dükkan yapılmaz.

Ancak vâkıf (- vakfeden şahıs), vakfın ıslahını ve tağyirini ( = değiştirilmesini) şart koşmuşsa, bu durum müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.

Câmiu'I-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, içinde çok eski bir mescid bulunan bir bağını satsa; eğer mescid kullanılır halde ise bu satış fâsid (= bozulmuş) olur. Ancak, bu mescid harabe bir halde bulunuyorsa, bu satış caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Hassâf, Vakfı'nda şöyle demiştir:

Bir kimse, evinden bir dâireyi vakfedince, onu yolu ile birlikte vak-fetmişse; bu vakfı caiz olur. ,   Yolu ile birlikte vakfetmemişse, bu vakfı caiz olmaz. Muhıyt'te de

Fetâvâyi Hindiyye böyledir.

Bir kimse, bir mescid yaptırır veya bir yerini mezarlığa tahsis eder yahut insanların misafir olmaları için bir han yaptırır; sonra da, başka bir şahıs gelerek, yaptıran şahsın bulunmadığı bir sırada, buralar (in kendisine ait olduğu) hakkında bir iddiada bulunursa; o şahsın bu iddiası üzerine, mescidin cemâatinin bir kısmına karşı hüküm verilirse, bu hüküm, mescid ehlinin tamamına karşı verilmiş olur.

Hana gelince, durum böyle değildir. Dâvaya bakılabilmesi için, burayı yaptıran şahsın veya onun naibinin hazır olması gerekir. JFüsûlü'i-İmâdiyye'de de böyledir.

Miiltekıt'ta şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin bir mescidde, faydalı olan ve hiç kimseye zararı bulunmayan bir kuyu kazması caiz olur.
En doğrusunu bilen, ancak, Allahu Teâlâ'dır. Ve, dönüş de O'nadir. [62]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/495.
[2] Vakf-ı Lâzım: Vâkıf veya hâkim tarafından fesehdilmesi caiz olmayan vakıftır.
[3] Vakf-ı Möşa': Bir kimsenin, başka bir kimse ile müştereken mâlik oldukları bir yerdeki bilinen hissesini vakfetmesidir.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/495-497.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/497.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/498.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/498.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/498-501.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/501-502.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/502.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/502-506.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/506-511.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/512-513.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/513.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/513-515.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/515.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/515.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/515.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/515.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/515-516.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/516-518.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/518-522.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/523.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/523-528.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/528-539.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/539.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/540-548.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/548-550.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/559-561.
[30] Bu bahisde geçen köleler (= Mevâfi), azâd edilmiş kölelerdir. Azâd edilmemiş olan köleye, abd denir.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/561-563.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/563-566.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/566-567.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/568-570.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/570-572.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/572-583.
[37] Ecr-i misil: Bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleri ile takdir edilmesi. Meselâ: Kira bedeli layin edilmeden bir yerin kiraya verilmesi halinde, vasıf, mevki ve kullanma tarzı bakımından kiraya verilen yere benzeyen yerferin kira bedelleri, bu yer için de, ecr-i misil olur.
[38] Menn: (= Batman) iki rıtıl (yani 260 dirhem ağırlığında) gelen, bir ölçü birimi.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/584-609.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/609.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/609-610.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/610-611.
[43] Tevbe Sûresi, 60. âyet.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/612-615.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/615-616.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/617.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/5.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/5-10.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/10-18.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/18-20.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/21-23.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/24-32.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/33-37.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/38-44.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/45.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/45-46.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/46-53.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/53-60.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/61-68.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/68-71.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/72-75.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/76-82.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..