4- EMANETİN ZAYİ OLMASI HALİNDE EMANET BIRAKILAN ŞAHSIN. BUNU ÖDEYİP ÖDEMİYECEĞİ

NevâzÜ'de şöyle zikredilmiştir:

Emanet bırakılan zat: "Emanet düştü." derse, tazminat gerekmez.

Şayet: "Düşürdüm." derse, onu tazmin eder. (= öder.)
Şeyhu'1-İmâm Zahîrüddin el-Mürğînânî şöyle demiştir: "Bu durumda, kendisine emanet bırakılan şahıs onu iki yönden tazmin etmez: Çünkü emanet olan şey düşmüştür. Bu sebeple onu —emaneti, bırakmadığı müddetçe ve emaneti terkedip gitmedikçe— tazmin etmez."

Fetva da bunun üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet,   emanet   bırakılan  şahıs:  "Ben,   emanetin   zayi   olup olmadığını bilmiyorum." derse, yine tazminat gerekmez.

Eğer: "Ben, onu zayi edip etmediğimi bilmiyorum." derse bu durumda tazminat gerekir. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir elbiseyi dellâla vererek, "onu satmasını" söyler; dellâl da: "Elbise elimden düştü ve zayi oldu, nasıl zayi olduğunu da bilmiyorum." derse Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Bu durumda dellâla tazminat yoktur. Şayet: "Unuttum; fakat hangi dükkânda unuttuğumu bilmiyorum." derse tazminat gerekir." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir mücevheri bir başka şahsa, satmak için verdiğinde, onu teslim alan zat: "Ben, onu, kıymetini söylesin diye bir tüccara gösterdim. Ve bu mücevher zayi oldu." derse, durum ne olur?
İbnü'1-Fadl: "Eğer, bu şahıs düştü derse, tazminat gerekir. Şayet çalınmış veya izdihamdan dolayı elinden düşmüşse, o zaman tazminat gerekmez. Havî'de de böyledir.

Kendisine bir emanet bırakılan adam: "Emaneti yanıma koydum; orada unutarak kalktım; emanet zayi oldu." derse, onu tazmin eder.

Fetva da buna göredir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Şayet: ''Evinin önüne koydum; sonra da unutarak kalktım. O da zayi olmuş." derse duruma bakılır: Eğer bu şey, emanet konulduğu yerde muhafaza edilmeyecek bir mal ise (altun ve gümüş keseleri ve bun­lara benzer şeyler gibi) o zaman, onu tazmin eder; değilse, onu tazmin etmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kendisine emanet bırakılan şahıs: "Emaneti evime (veya bağıma) gömdüm; yerini de unuttum." derse, —evinin (veya bağının) kapısı bulunması halinde— tazminat gerekmez.

Şayet   "evinden  ve  bağından  başka  bir   yere  gömdüğünü  ve unuttuğunu" söylerse tazminat gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Kendisine emanet bırakılan adam, gömdüğü yeri açıklamaz, fakat: "Emanet, olduğu yerden çalınmış." derse, gömdüğü yerin ev ve bağ gibi kapısı olması halinde, o emaneti tazmin etmez. Kapısı yoksa, tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Emanet alan adam:  "Emaneti evime koydum; fakat, nereye koyduğumu bilmiyorum." derse, onu tazmin eder. Müzmarat'ta da böyledir.

Emanet alan adam, içinde emanet bulunan evi, muhafaza etmesi için,   bir  başkasına teslim  ettiğinde  bu  evin  kapısı  kilitli  olur  ve meşakkatsiz açılmazsa, emaneti tazmin etmez; değilse tazmin eder. Gunye'de de böyledir.

Emanet gömülmez ve bulunduğu yere de izinsiz kimse giremez ise, —o evin kapısı olsa bile— tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, emaneti evine bırakır ve bu eve çok giren çıkan olduğundan bu emanet zayi olursa, bu emanetin muhafaza edilecek cinsten olması halinde tazminat gerekmez; değilse tazminat gerekir. Gunye'de de böyledir.

Emanet alan adam, emaneti bir köşeye kor ve o şey çalımrsa, onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, emaneti bir yere gömdüğünde, onun yanında bir alamet olursa, onu ödemez; değilse öder. Sahraya gömülen emanet, her haliyle ödenir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emanet alan adama karşı, hırsızlar çıkar; o da bu emaneti bir yere gömüp, korkusundan kaçar, sonra da geri dönüp gelir ve emaneti gömdüğü yeri bulamazsa; şayet oraya bir alamet koyma imkânı var iken bu alameti koymadıysa, onu tazmin eder. Eğer alamet koyma imkânı yoksa, tazmin etmez.

Eğer hırsızlar gittikten sonra, emaneti gömdüğü yere gelmezse, yine bu emaneti tazmin eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Emanet alanla veren beraber giderlerken, karşılarından soygun­cular gelir ve emanet sahibi, diğerine: "Emaneti bri yere göm." der; o da gömer; sonra da hırsızlar gider ve emanet sahibi ile emaneti alan, oraya geldikleri halde, gömdüklerini bulamazlarsa, bu durumda hiç şüphesiz emaneti alan ödemez. Çünkü, onu mal sahibinin emri ile gömmüştür.

Bu durumda, emanet alan yalnız olsa idi, cevap şu tafsilat üzere olurdu:

Eğer soyguncular gelip geçerler ve emanet alan şahıs, onu gömdüğü yerden alma imkânı olduğu halde almazsa, bu durumda, emaneti öder.

Fakat soyguncular emanetin gömüldüğü yerde dururlar ve emaneti gömenin orada bekleme imkânı kalmaz ve soyguncuların korkusundan, oradan ayrılır; sonra geri gelir ve emaneti bulamazsa, bu durumda da şu iki hal söz konusu olur:

Eğer korku geçer geçmez, gelme imkânı var iken, gelmediyse, ema­neti tazmin eder; değilse tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Emanet alan adam, fitne zamanında, yıkılmış bir eve emaneti bırakırsa, yerin üzerine koymuş olması halinde onu tazmin eder. Eğer, onu   gömmüşse,   tazminattan   kurtulur.   hızânetü'l-Müftîn'nde   de böyledir.

"Bir adam, başkasının yanına ayakkabıları bırakıp, sonra da onu, ondan istediğinde, bu şahıs: "Ben, ayakkabıların nasıl zayi olduğunu bilmiyorum." derse, tazminat gerekmez." denilmiştir. Sahih olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, ayakkabılarını başka birine vererek, ona: "Bu ayak­kabıları tamirciye ver." der o da verirse, bu ayakkabılar zayi olduğu takdirde tazminat gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, dokuz yaşından yukarı bir sabiye (=. çocuğa) insanlara su versin diye bir su kabı verdiğinde, bu çocuk gafletinden dolayı, o su kabını zayi etse, tazminat gerekmez. Gunye'de de böyledir.

Borçlu bir kimse, alacaklısına iki dirhem verdikten sonra, bir dirhem daha vererek: "Dirhemini al." der ve alacaklı, önceki iki dirhemi zayi etmiş olursa, bu iki dirhem, kimin malı olarak zayi olmuş olur?

Şayet, önceki dirhemleri verirken: "Dirhemlerini al." demişse, zayi olan dirhemler, alacaklının malı olarak zayi olmuş olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine on dirhem vererek ona: "Bunun beş dirhemi, sana bağıştır. Beş dirhemi de yanında emanet olarak kalsın." der; onu teslim alan zat da bu on dirhemin beş dirhemini zayi eder; sonra da geri kalan beş dirhemi de zayi ederse, bu durumda yedi buçuk dirhem tazmin eder. Çünkü, bu hîbe fasiddir. Zira teslim alınan fasid hîbe hükmün­dedir. Zayi  olan beş  dirhemin yarısı  emanettir  (ki bu iki buçuk dirhemdir) ve kendinindir. Zayi ettiğinin tamamı da tazminatı gerektirir. Böyle olunca da yedi buçuk dirhem tazminatta bulunur.

Şayet on dirhemi veren zat: "Bunun üç dirhemi senin; geri de kalanı emanettir." der ve yolda giderken bu dirhemler zayi olursa; bu durumda üç dirhemi öder. Zira o, fasid hibedir.

Eğer bu, ölen bir kimseden vasiyyet olsa idi, o takdirde bir şey ödemezdi. Çünkü muşa olan vasiyet caizdir. Her iki mes'eiede de yedi dirhemi ödemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine on dirhem vererek, ona: "Beş dirhemi senin; beş dirhemini de filana teslim et." dediğinde, bu dirhemler zayi olsa; bu şahıs, hîbe olan beş dirhemi tazmin eder; kalanını tazmin etmez.

Şayet, dirhemleri beşer beşer verse ve hangi beş dirhemin de ona aid olduğunu söylemese; alan adam da onları birbirine katsaydı, yalnız hîbe olan beş dirhemi öder; diğer be.ş dirhemi ödemez idi. Muhıyt'te de böyledir.

Bırakılan emaneti fare yer ve bozarsa, bu durumda emaneti alan

şahıs,  farenin deliğim bilir ve emanet sahibine  "burda fare deliği vardır." diye söylemiş olursa, tazminat gerekmez.

Ancak, bu şahıs fare deliğim bildiği halde emânet sahibine söylemez ve farenin deliğini de kapatmazsa, o takdirde zayi olan emaneti öder. Füsûîü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Seyyidü'I-İmâm Ebû'l-Kasım şöyle buyurmuştur:

Bir adam, yanına emanet aldığında, o emanetin durumu sıcak havada bozulacak cinsten olur ve bozulursa, bu durumda tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

"EbûM-Leys'in fetvalarında, şöyle zikredilmiştir:

Emanet bırakılan bir şeyin, bozulacağından korkulur, bu emanetin sahibi de huzurda olmaz ve bu durum hakime çıkarılsa, o şeyin satılması caizdir ve evladır.

Şayet hakime haber verilmez ve o şey bozulursa, onu tazmin etmek gerekmez. Çünkü emaneti emrolunduğu gibi korumak esastır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet o beldede hakim yoksa, onu emaneti alan zat satar; parasını muhafaza eder. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Emanete bir noksanlık gelir veya onu fare zedeler, yahut ateş yakarsa, bu durumlarda tazminat gerekmez.

Toplanan emanet süt veya meyve, şehirde veya sahrada bulunup satılamaz ve bozulursa, tazminat gerekmez. Timurtâşrde de böyledir.

Bir adam, diğerlerine hayvanlarını emanet bırakır ve kaybolur, bu hayvanların sütü sağılır ve —şehirde— onun fesada gitmesinden korku-lursa, bu durumda onu, hakimin emri olmaksızın satmak caiz olmaz. Şayet satarsa, tazminat gerekir. Eğer hakimin emriyle satarsa tazminat yoktur.

Fakat şehirde olmaz da yabanda olursa; o zaman onu satmak caiz olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

inin vanına bırakılan mesti dükkanına kor; ve bu mest gece çalınırsa, çarşının bekçisi olması halinde, bu şahıs o mesti tazmin etmez.

Şeyhu'I-İmâm Zahîru'd-dîn el-Murğînânî:

"Eğer, o mesti koruyucak bir kimse bulunmaz, çarşıda da bekçi olmazsa, dükkan sahibi tazmin eder." diye fetva verirdi.

Bazı âlimler ise: "Bu hususta örfe itibar olunur." demişlerdir.

Buna göre, koruyucusu olmayan ve bekçisi bulunmayan çarşıdaki bir dükkana emanet bırakmak adet ise, onu tazmin eylemez. Eğer Örf bunun aksisine ise, tazminat gerekir.

Fetva da bunun üzerinedir. Gıyasiyye'de de böyledir.

"Şayet kapısı açık bir dükkanın önüne kor; örf ve adetleri de böyle olursa tazminat gerekmez." denilmiştir.

Elan Buhârâ'da kapısı açık olan dükkanın önüne emaneti bırakmak örf ve adettir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir ayakkabıcı, ayakkabı tamiri yapmak üzere köylere gittiğinde kendisine ayakkabı verilir; o da yükleri ile birlikte, o ayakkabıyı bir adamın evine koyarak beldeye girer ve bu ayakkabıyı bıraktığı evden hırsız çalarsa, şayet o ev, içinde insan yaşayan bir ev ise, tazminat gerekmez.  Eğer bu şahıs,  ayakkabıyı kimsenin oturmadığı bir eve bırakırsa, o zaman, tazmin etmesi gerekir. CevâhirıTI-Fetâvâ'da da böyledir.

Köşker  (==   ayakkabı tamircisi) tamir için aldığı ayakkabıyı giyerse, onu tazmin eder. Ayakkabıları çıkardıktan sonra, bunlar zayi olursa, bu durumda tazminatta bulunmaz. Mültekıt'ta da böyledir.

Kapısı açık olan bir evde emanet alan şahısta bulunan bir emanet zayi olur; o anda da, kendisine emanet bırakılan zat bulunmazsa; Muhammed bin Seleme: "Onu tazmin eder." buyurmuştur.

Eğer ev sahibi, evine bitişik bulunan bağına bahçesine gitmiş ve bu evde de kimse bulunmamakta ise, bu durumda da zayi olan emanetin tazminatından korkulur." denilmiştir.

Ebû Nasr şöyle buyurmuştur:

Şayet evin kapıısu kitlenmiyorsa ve emanet de orda zayi olmuşsa, tazminat gerekmez. Yani evde koruyucu güç yoksa, tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kendisine emanet edilen bir hayvanı kapısının önüne bağlayıp evine girer; hayvan da orda zayi olursa; bu hayvan görülecek şekilde terkedilmişse tazminat gerekmez.

Eğer görünmeyecek şekilde terkedilmiş bulunur ve o yer de şehir olursa, tazminat gerekir; köy ise, tazminat gerekmez.

Şayet üzüm çubuğuna bağlamış ve sonra gitmişse, bu durumda örfe itibar edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse,  kendisine emanet edilen merkebi,  üzüm bağına bıraktığında, bu bağın etrafı duvarla çevrili, kapısı da kitlenmişse taz­minat gerekmez.

Eğer bağın duvarı yoksa veya varda duvar yüksek değilse, o zaman bakılır: Eğer emanet alan kimse, yanım yere koyarak uyumuşsa, merkeb zayi olunca onu tazmin eder. Eğer oturarak uyursa, tazminatta bulunmaz.

Yolculuk esnasında, yanı üzeri yatar uyursa zayi olan eşeği tazmin etmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse,  kendisine  emanet  edilen bıçağı,  ayağına giydiği çizmenin içine korsa, tazminat gerekmez. Bu, onu korumada kusur bırakmaması halinde böyledir. Kın^e'de de böyledir.

Kendisine dirhemler emanet edilen bir kimse, onu ayakkabısının içine bırakır ve o da düşerse; eğer sağ ayakkabısının içine koymuşsa onu tazmin eder; sol ayakkabısının içine koymuşsa tazmin etmez. Çünkü, sağ ayakkabının içine koyulduğu zaman, hayvana binerken düşme ihtimali kuvvetlidir; sol ayak böyle değildir.

Bazıları da: "Her iki halde de tazminat gerekmez." buyurmuşlardır. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Emanet alan zat, emanet dirhemleri elbisesinin koluna veya başındaki sarığına dikse; zayi olunca tazminat gerekmez.

Keza, bu dirhemleri mendiline bağlar; onu da cebine bırakır ve bu dirhemler çalınırsa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine koruması için altın verdiğinde, o şahıs, tüc­carlar gibi, bu altını cebine atsa, tazminat gerekmez. Gunye'de de böyledir.

Emânet akın veya gümüş olduğunda, emaneti alan zat: "Onları cebime   bıraktım;   fakat   zayi   oldu.''   derse   tazminat   gerekmez. Mültekît'ta da böyledir.

Kendisine, dirhemler emanet bırakılan zat, bu dirhemleri cebine koyup, faşıkların meclisine gider; orada da dirhemler çalınır veya kay­bolursa; bazı alimler: "Bu durumda tazminat gerekmez. Çünkü, onu kendi malım muhafaza eylediği yerde muhafaza etmiştir." demişlerdir.

Bazı alimler ise: Bu, aklı zayi olmadığı zaman böyledir. Aklı zayi olduğu zaman, emaneti zayi ederse; onu tazmin eder. Çünkü, o anda emaneti koruma gücüne, sahib değildir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Emanet alan şahıs, cebinin yırtık olduğunu bildiği halde, emaneti oraya korsa; onu tazmin eder. (= öder.) Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, emanet aldığı parayı kesesine kor veya takkesine bağlar ve sonra   da   bu   emanet   zayi   olursa,   bunun   ödenmesi   gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, emanet edilen yüzüğü, küçük parmağına veya onun yanındaki parmağa takarsa; bu yüzük zayi olduğu zaman, onu öder.

Şayet orta parmağına, şahadet parmağına veya başparmağına takarsa, tazminat gerekmez.

Fetva da bunun üzerinedir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Şayet emanet yüzüğü, yüzük takılı parmağına.takarsa, tazminat gerekmez.

İmâm Muhammet! (R.A.) böyle buyurmuştur. Bazı alimlerimiz de: "Yüzüğü, parmağına takar; kaşını avuç içine çevirirse, tazminat gerekmez." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, yüzüğü kadına emanet ederse, hangi parmağına takarsa taksın —zayi olması halinde— tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Semerkant ehlinin fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir kadın, sabiyye kız çocuğunu, bir kadına emanet ettiğinde, o kadın meşgul iken, bu kız çocuğu suya düşse, kadına tazminat gerekmez.

Muhıyt'te de böyledir.
Bir çocuk, bir şeyi emanet bıraktığında, o şey zayi olursa, bi'1-icma tazminat gerekmez.
Şayet, bu çocuk, bir emaneti zayi ederse, bu çocuğun ticarete izinli olması halinde bi'1-icma zayi olan emaneti öder. Eğer izinli değil ise ödemez.
Ancak velisi izin vermişse işte o zamanda da öder. Bu bi'1-icma böyledir.

Eğer velisinin izni olmadan emaneti kabul eylemişse, ona tazminat yoktur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Çocuk, o şeyi halde de bulûğa eriştikten sonra da Ödemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, halde ödeme yapar. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Emanet bir köle olur; onu da bir sabî öldürse, onun kıymetini, —alimlerimizin tamamına göre— bu sabinin erkek akrabaları öderler.

Şayet öldürmez de yaralarsa, diyetin beşyüz dirhem veya daha fazla olması halinde —yine onun erkek akrabaları— diyetini verirler.

Eğer beşyüz dirhemden az olursa, bu —bütün bilginlerce sabînin— malından ödenir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ekmek emanet bırakıldığında emanet bırakılan zat onu yerse, tazmin eylemez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kölenin yanma emanet bırakıldığında, bu emanet onun yanında zayi olsa, bi'1-ittifak ona tazminat     gerekmez. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Şayet bırakılan emaneti, köle kendisi zayi ederse, —ister ticarete izinli olsun, ister ticaretten men edilmiş bulunsun, isterse onu efendisinin' izniyle teslim almış olsun, bi'1-icma tazmin eder. Bu tazminat, o kölenin üzerinde azad olana kadar borç olarak kalır.

Eğer, bu köle ticaretten men edilmiş ve bu emaneti de efendisinin izni olmadan almış ise, halde ödemez; ancak azad edildikten sonra öder. Ancak, bunun için, bu kölenin akıllı ve bülüğa erişmiş olması gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Kendisii satılır, hali hazırda zayi eylediği emanet ödenir." buyurmuştur. Cevhereıtü'n-Neyyire'de de böyledir.

Emanet bir köle olur; onu da ticaretten men edilen bir köle ölü-dürürse, eğer kasten öldürdüyse, kendisi de öldürülür. Siracü'î-Vehhâc'da da böyledir.

Emanet bir köle, bir cinayet işlerse, efendisi muhayyerdir: İsterse köleyi verir; isterse fidyesini verir. Hızânetü'l-Müftîn' de de böyledir.

Ümm-ü  Veled  ve  müdebber,  her  hallerinde  köle  gibidirler. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bir emanet bıraktığında, emanet bırakılan şahsın küçük oğlu, o emaneti zayi ederse, onu zayi edenin hal-i hazırda tazmin etmesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Mükâtep onu emaneti zayi ettiği an, onu öder. Fetâvâyi Attâ-biyye'de de böyledir.

Emanet bırakılan zat, bu emaneti başının altına kor veya onun üzerine yatarsa, —zayi olunca— tazmin etmesi gerekmez.

Keza, bu şahıs, emaneti önüne bırakarak uyursa, yine emaneti tazmin etmez.

Şemsü'l-Eimme İmam Serahsî bu görücü kabul etmiştir.

Alimlerin çoğu, ikinci durumda: "Eğer oturarak uyuduysa, tazmi­nat gerekmez; şayet yatarak uyuduysa tazminat gerekir." demişlerdir.

Bu, hazer halinde böyledir. Yolculuk halinde ise, ister yatarak, ister oturarak uyusun tazminat gerekmez. Muhıyt' te de böyledir.

Ebû'I-Kâsım'dan soruldu:

— Hayvanın üzerinde bulunan emanet e İbişe, hayvanın üzerinden yola düşer, adam da o elbiseyi alıp altına koyarak uyur ve uyurken de, o elbise çalmırsa ne lazım gelir?

İmâm, şu cevabı verdi:

—Elbiseyi altına koyan adam, onu korum a maksadı ile koymuşsa, tazminat gerekmezi Hâvî'de de böyledir.

Ebû Zerr'in Şerhi'nde şöyle denilmiştir:

İçinde emanet bulunan bir ev yandığında, kendisine emanet bırakılan adam, imkânı olduğu halde onu çıkarıp başka yere koymaz veya bir adama vermez ve bu emanet yanarsa, onu tazmin eder. Timurtâşî'de de böyledir.

Emanet bırakılan şahsın yanında bulunan, emanet çalındığı halde, onun yanında bulunan diğer mal çalınmazsa, bize göre, bu durumda tazminat gerekmez. Kâfî'de de böyledir.

Çamiu'l-Esğâr isimli kitabta zikredildiğine göre EbıVI-Kasım şöyle demiştir:

Yanında emanet bir şey bulunan bir kime, birisi bu emaneti alırken, imkânı olduğu halde, onu men etmezse, onu tazmin eder. Eğer imkânı yoksa, —onu alanın, kendisini dövmesinden korkarsa— o zaman, tazmniat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Kendisine bir emanet bırakılan adam, o emaneti başkasının almasına delalet ederse, onu tazmin eder. Hulâsa'da da böyledir.

Kendisine bir emanet bırakılan şahıs, bu emanetin bulunduğu ahırın kapısını açar veya emanet kölenin bağını çözerse, tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir. Bir adam, emaneti evinin sahanlığına bırakıp, oranın kapısını bağlar, fakat kilitlemez, kendisi de gider ve bu emanet çalınırsa, o şahıs, bu emaneti tazmin eder mi, etmez mi? İmâm Ebû'l-Kâsım şu cevabı verdi:

— Eğer, kapıyı sıkı bağladı ise tazminat gerekmez; aksi halde taz­minat gerekir. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir.
Bir adam, birisinin yanma bir emanet bıraktığında, emaneti alan şahıs,  o emaneti kendi dükkanına götürüp bırakır ve dükkanının kapısını kapatmadan, sabî bir çocuğu muhafaza için oraya koyarak cuma namazı kılmaya gider ve emanet zayi olursa; Şeyhu'1-İmâm Ebu Bekir Muhammed Bin Fadl: "Dükkanda bırakılan çocuk, eşyayı muha­faza edecek güçte ise, tazminat gerekmez; değilse, tazmniat gerekir." demiştir.

Kadı İmâm Aliyyü's-Sa'di ise: "Her iki halde de tazminat gerekmez. Çünkü, emaneti sağlam bir yere bırakmıştır." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yanına emanet bırakılan zat, evinin anahtarını başkasına vererek bir yere gider ve döndüğü zaman da bu emaneti yerinde bulamazsa, bu durumda,  —anahtarı verdiği için— tazminat gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, elbisesini diğerinin dükkanına emanet bırakır, hü­kümdar da her ay, insanlardan vergi toplamakta olur ve vergi memur­ları, o dükkandan emanet olan elbiseyi alırlar ve bu elbiseyi başkasına rehin olarak bırakırlar ve bu elbise oradan çalınırsa, şayet dükkân sahibi, o emanetin alınmasına mani olmazsa, tazminat gerekmez.

Emanet sahibi onu hükümdarın adamlarına ödettirir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Necmü'd-dîn şöyle demiştir:

Bir kimse, bir bohçanın içerisinde sarılı bulunan bir elbiseyi, birisine emanet eder; o da, o bohçayı başının altına koyup yastık gibi üzerine yatar; sonra da sahibine iade eder; elbisenin sahibi ise: "Bohçanın içinde şu, şu elbiseler vardı. Bir kısmı zayi oldu." derse, bunu isbat etmesi gerekir. İsbat edemediği müddetçe, tazminat gerekmez.

Şayet, emanet bırakılan zat o bohçayı bırakır gider ve zayiat vakî olursa, tazminat gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, içinde marangoz âleti bulunan bir sandığı, bir adamın yanına emanet bırakır; sonra da sahibi gelip sandığını alır ve "aletle­rinden bir kısmının olmadığını" iddia eder; emanet alan adam da: "Ben, senden sandık teslim aldım; içinde ne olduğunu bilmem." derse, bu durumda tazminat gerekmez. Yemin de gerekmez.

Keza, bir kimse, kese içinde, dirhemleri emanet eder, fakat onları tartmaz; sonra da dirhem sahibi, "dirhemlerinin daha çok olduğunu" iddia ederse, bu durumda da yemin gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kadın, ücretle, bir erkeğin elbisesini yıkayıp, kurusun diye bu elbiseleri bir yere asar ve bu elbise zayi olursa, kadın, onu tazmin eder (= öder) Hulasa'da da böyledir.

Bir kadın, bir çok insanın elbisesin* yıkar ve kurusun diye bir evin üzerine sererse, şayet o yer elbise sermeye tahsis edilmiş bir yerse,—elbiselerinin zayi olması halinde— kadına tazminat yoktur; değilse tazmin eder. Füsûlü'l-îmâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın elinde, başkalarının malı bulunduğunda ona: "Eğer bu mallan vermessen, seni bir ay haps ederim, (veya şiddetle döverim." derse, bu durumda, bu şahsın, o malları, hükümdara vermesi caiz olmaz.

Eğer verirse, tazmin eder.

Şayet hükümdar: "Elini keserim, (veya sana elli kırbaç vururum." derse, o zaman tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hükümdar, elinde emanet bulunan şahsa: "Eğer elindeki emaneti vermessen, malını telef ederim." der; elinde emanet bulunan şahıs da, onu hükümdara verirse, tazminat gerekir.

Eğer, malından kendisine, kifayet miktarı kalacak olursa bu böyledir. Şayet, hükümdar malının tamamım alacak olursa o zaman mazurdur; tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Kendisine Kur'an-ı Kerim emanet edilen bir kimse, o Kur'an-ı Kerimi okurken, zayi etse, onu tazmin etmez.

Rehinin hükmü de böyledir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimseye bir takım kağıtlar emanet bırakıldığında, kendisine emanet edilen şahıs, bu kağıtları, bir sandığa koyduktan sonra, bu sandığın üzerine içmek için su bırakır, bu su da kağıtların üzerine damlar vq kağıtlar zayi olursa, tazminat gerekmez. Kmye'de de böyledir.

Kendisine bir emanet bırakılan adam: "Emaneti götürdüm; fakat, nasıl götürdüm bilmiyorum." derse, alimler, bu durum hakkında ihtilaf eylediler.

Esahh olan, bu şahsın o emaneti tazmin etmemesidir. Şayet: Emaneti sattım; parasını aldım." derse, "—Onu yedim." demedikçe— yine tazminat gerekmez. Hulâsada da böyledir.

Emanet bırakılan adam, emanet sahibine: "Onu bana bağışladın, (veya bana sattın.) der; mal sahibi de bunu inkar eder; sonra da bu emanet   zayi   olursa,   tazminat   gerekmez.   Füsûlü'l-Imâdiyye'de   de böyledir.

vanına, . bir   leğeni   emanet   olarak bıraktığında, bu emaneti alan şahıs bu çamaşır leğenini tandırın başına koyup, üzerine birşey bırakınca, bu leğen kırılırsa, duruma bakılır: Şayet, leğeni tandırın üzerine, bu tandırı kapatmak için koymuşsa onu tazmin eder. Âdet olduğu için koymuşsa, tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.                                .

Bir adam, diğerine bir tabak emanet ettiğinde, kendisine emanet bırakılan şahıs, o tabağı bir kabın üzerine korsa, duruma bakılır: Eğer kullanmak üzere koymuşsa, —o tabak zayi olunca— onu öder. Kul­lanmak için koymamışsa, onu tazmin eylemez.

Bunu anlamanın yolu şudur: Eğer, tabağın üzerine konulduğu şey, su kabı veya un kabı gibi bir şeyse, bu durumda o tabak, kullanmak için bırakılmış sayılır.

Şayet boş bir şey veya ağzı kapanmak istemeyen bir şeyse, o zaman kullanmak için konulmuş olmaz. Muhıyt'te de böyledir..

Emanet bırakılan şahsın elinden, emanet olan şey düşer kırlırsa, onu tazmin eder.

Şayet emanet bırakılan şahıs, "onu, ödünç aldığını" iddia ederse, onu tazmin etmez.

Şayet ihmal ettiği için düşürmüşse, yine ödeme yapar. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi NesefTde şöyle zikredilmiştir:

Bir değirmenci, değirmenin suyuna bakmak için değirmenden çıktığında, değirmendeki buğdaylar çalınırsa, kapıyı açık bırakıp gitmiş olması halinde, çalınan buğdayı tazmin eder. Hulâsa'da da böyledir.

Han bunun hilafmadır.

Herhangi bir yerde, kilit olduğu halde, emaneti alan kimse, o kapıyı açık bırakır; hırsız da gelip bir şey çalarsa,- onu tazmin eder. Kilit olmayan yer böyle değildir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emanet bırakılan bir hayvan,  hastalandığı  veya yaralandığı zaman, kendisine emanet edilen şahıs, bir başkasına, "o hayvanı, tedavi etmesini"  söyler;  hayvan da ölürse,  bu durumda hayvanın sahibi muhayyerdir:  İsterse, bu hayvanı emanet bıraktığı adama ödettirir; isterse, tedavi ettiren şahsa ödettirir.

Şayet emanet etiği adama ödettirirse, öbür adama müracaat edemez. Fakat, tedavi eden adama müracaat ederse, o takdirde tedavi eden adam, —onun emanet olduğunu bilmiyorsa— o zaman, kendisine, "tedavi etmesini" emreden şahsa müracaat eder. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, dişi bir koyun emanet ettiğinde, o şahıs, bu koyunu, koruma maksadı güderek, kendi koyunları ile çobana teslim eder; bu koyun da çalımrsa, çobanın, Özel olarak kendi çobanı olmaması halinde, bu şahıs koyunu tazmin eder. Kınye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerine emanet ettiği bir merkep kaybolduğunda, emanet bırakılan adam, o merkebin sahibine: "Benim merkebimi al; senin merkebini bulup sana teslim edene kadar kullan." der ve o merkep de onun yanında kaybolur; sonra da önceki merkebi, kendine emanet bırakılan kişi bulup sahibine geri teslim ederse; bu durumda ikinci adam, kaybolan merkebi ödemez. Çünkü onun sahibi, o merkebi bu şahsa emanet vermiştir. Hulasa'da da böyledir.

Bir hurmalık, kendisine emanet edilmiş bulunan bir kimse, o hurmalardan koparıp yerse; şayet,-emeği mukabili yemişse, tazminat gerekmez; aksi takdirde, tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, kendine emanet bırakılan hayvana biner ve o da ölürse, onu tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam kendine emanet bırakılan elbiseyi giyer çıkarır ve tekrar giyer;  sonra da bu elbise zayi olursa, onu    tazmin eder. Cevâhiru'l-Atalâtî'de de böyledir.

Bir adam kendine bırakılan emanet elbiseyi giyer ve bir havuzda yüzmek için onu çıkarıp bir kenara kor; kendisi suya dalınca da, bu elbise çalımrsa, bu durumda tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şöyle denilmiştir: Burada ihramlı bir kimsenin meselesine delil vardır. Şöyleki: İhramlı bir kimse, dikişli bir elbiseyi giyer, sonra onu çıkarıp sonra da tekrar giyerse; onu giymek kasdı ile çıkarmış olması halinde,  ceza tekerrür eder.  Buna binaen, en uygun olan bundan vazgeçmektir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, emanet bir elbiseyi, kendi elbisesiyle birlikte nehrin kenarına koyarak yıkanmak için nehire girer, nehirden çıkınca da kendi elbisesini giydiği halde emanet edilen elbiseyi orada unutur veya suya aldığı zaman onu çalarlarsa, tazminat gerekir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, diğerine bin dirhem emanet bırakır, o adam da birşey satın alarak, o bin dirhemi verir; sonra da bu bin dirhem, —hîbe edilmek veya kendisinden bir şey satın alınmak yoluyla— bu şahsa geri verilir; bu şahıs da onu emânet edilen yere kor ve bu bin dirhem orada zayi olursa, tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Emaneti alan zat, emanet sahibinin emri ile onu, borç yerine verdiğinde, bu şey, zayıf olduğu için, tekrar emanet bırakılan şahsa iade edilir ve sonra zayi olursa, bu durumda tazminat gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında, emanet bırakılmış dirhemler, dinarlar veya tartılan, ölçülen şeyler bulunduğunda, bu şahıs, kendi ihtiyacı için, bun­ların birazını sarfederse, sarfettiği kadarını tazmin eder. Geri kalanı tazmin etmez.

Sarfettiği şeyin benzerini, kalana katarsa, o takdirde tamamını öder.

Bu, kendi malını, emanetten kalan şeye katıştırdığı zaman, hangi­sinin kendisine ait olduğunu bilmediği zaman böyledir.

Şayet kendi malını tanırsa, o zaman geride kalan emanet malı taz­minat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, emanetin tamamını öderse, o zaman onu satar. Sonradan, emanet sahibi gelerek,, fazla olan bedeli isterse onu tasaddukeder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Ve bu, emanet, satılan cinsten olduğu zaman böyledir.

Şayet emanet bırakılan şey, dirhem olur ve onunla da bir şey satın alırsa, duruma bakılır: Eğer bizzat o dirhemlerle alınmış ve nakden de ödenmiş iset bu güzel bir şey olmaz.

Şayet o dirhemlerle satın alınmışta, başka şey ödenmişse, veya mutlak dirhemlerle alınmışta bedel olarak o dirhemler ödenmişse, kârı helâl olur.

Keza, eğer o dirhemler ile yiyecek satın alır ve bedelini nakden öderse; onun bedelini tazmin etmeden, satın aldığı o şeyi yemesi helâl olmaz.

Şayet mutlak dirhemlerle yiyecek satın alır, sonr-a da o emanet dirhemleri öderse, helâl olur. Mebsût'ta da böyledir.

Onların bir kısmını infak niyetiyle alır ve geride kalana katana kadar da harcama yapmaz, sonra da tamamı zayi olursa, bu durumda tazminat gerekmez. Müzmarât'ta da böyledir.

Bir adam, ağzı bağlı bir keseyi veya kilitli bir sandığı emanet olarak, başka birine verdiğinde emanet alan şahıs, kilidi açtığı halde içinden bir  şey  almaz,  sonra da bu  sandık  zayi  olursa,  tazminat gerekmez. Bedâi"de de böyledir.                                     

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bir adam, emanet elbiseyi giymek için veya, başka bir emaneti sar-fetmek için çıkardığında o şey zayi olursa, tazminat gerekmez. Kudûrî Şerhı'nde de böyledir.

Kendisine, birşey emanet bırakılan zat, emanet malını kendi malına veya başka bir emanet malına kattığında, bu karışım ayrılmaz durum da olursa, tazminat gerekir. Siraciyye'de de böyledir.

Bir şeyin, diğer bir şeye katılması şu dört şekilde olur:
1) Seçmesi kolay olacak şekilde katmakdır: Beyaz dirhemleri, siyah dirhemlere katmak veya dinarları dirhemlere katmak gibi...
2) Seçmesi zor olan katışımlar: Buğdayı, arpaya katmak gibi...
3) Cinsleri uymayan şeyleri   birbrine karıştırmak: Zeytin yağını, başka bir cins yağa katmak gibi
Burada, bi'1-icma, hak sahibinin hakkı, inkıtaya uğrar.
4) Cinsi aynı olan şeyleri bribirine katmak: Zeytin yağını, zeytin yağına katmak; dirhemleri, dirhemlere katmak; buğdayı buğdaya katmak gibi...

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, burdada emanet sahibinin hakkı —onun malını aynen seçmek imkânı olmadığı için— zayi olabilir.

Bu takdirde, mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, katılan şeye ortak olur; dilerse, kendi malım aynen tazmin ettirir. Müzmarat'ta da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,  akıcı olan şeyler birbirine katıldığı zaman, miktarca çok olana itibar edilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, her halde, hak sahibinin hakkı zayi olabilir.

İmâm Muhammed (R.A.): "Her halinde, ortak olur." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Gümüş eridikten sonra birbirine katılırsa, bu da akıcı şeylerden sayılır. Tebyîn'de de böyledir.

Fetâvâyi Attabiyye'de şöyle denilmiştir:

Bir adamın yanında, emanet olarak buğday ve arpa bulunduğunda, o şahıs, bunları birbirine katarsa tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Emaneti, başka bir şeye katan kimse, emanet alanın (karısı oğlu gibi...) r/âlinden olduğunda, tazminat emanet alan şahsa ait olmaz; onu katan şahsa ait olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Emaneti başkası katıştırdığı zaman, emanet veren şahsın da, alan şahsın da o şeyi almasına bir yol yoktur. Onu, katan şahıs tazmin eder.

İmâmeyn'e göre, dilerlerse, onu katana tazmin ettirirler; dilerlerse, o karışıma ortak olurlar.

Katan şahsın küçük veya büyük olması müsavidir. Siracü'l- Veh-hâc'da da böyledir.

Katan şahsın, hür veya köle olması da müsavidir. Zehıyre'de de böyledir.

Alimlerimiz şöyle demişlerdir: Emanet şeyi başka bir yiyeceğe: Un^.f.^mı r» çpvin bedelini, sahiplerine vermeden, onu yemesine bir müsaade yoktur.

Şayet, katışan şeyler buğday ile arpa olursa, buğday sahibi katışık buğdayının kıymetini alır; arpa sahibi ise, katışmamış haldeki arpasının kıymetini alır. Siracu'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, kendi malını başkasının malına kattığı zaman, o kattığı malın sahibi, katılan şeye ortak olur. Eğer, bunun bir kısmı zayi olursa, bu şey müştereken aralarında zayi olmuş olur. Geride kalanı da müştereken —herbirinin mal nisbeti ne ise ona göre— taksim ederler.

Eğer birinin bin dirhem, diğerinin ise ikibin dirhem ise, geride kalanı üçe bölerler üçte ikisini, iki bin dirhem sahibi; üçte birini de bin dirhem sahibi alır.

Velvâlicî şöyle demiştir:

Bu, dirhemler sahih veya mükessere olduğu zaman böyledir.

Şayet, birinin dirhemleri sahih, diğerinin dirhemleri ise, mükessere olursa, bu durumda, bu şahısların aralarında ortaklık sabit olmaz. Bilakis herbirinin malı ayrılır ve herkes malını alır.

Eğer, birinin dirhemleri sahih ve yeni olduğu halde, bunların içinde bazı kötü dirhemler bulunur; diğerinin dirhemleri ise,, kötü olur ve içinde bazı yenileri bulunursa; bu durumda aralarında ortaklık sabit olur.

Bu durumda, onları nasıl taksim ederler?

Şayet birinin dirhemlerinin üçte ikisi yeni dirhem, üçte biri de kötü (= eski) dirhem olduğunu; diğerinin de üçte ikisinin eski, üçte birinin yeni olduğunu kabul ederlerse; bu durumda tazeleri de eskileri de üçe taksim ederler; herbirisi, dirhemlerinin mikdarı kadarım alır.

Şayet nisbet kabul etmezler ve ne kadarının yeni, ne kadarının eski olduğunu bilmezler, ayrıca her birisi, dirhemlerinin üçte ikisinin yeni, üçte birinin eski olduğunu iddia ederse, bu durumda, herbirisi, taze dirhemlerin üçte birini alır. Çünkü, o noktada ittifak halindedirler; yani her ikisinin de iddiasında da üçte bir yeni mevcuttur; diğer üçte birde ise ihtilaf halindedirler. Ve bunlardan her birisi, onun kendi nefsine ait olduğunu iddia etmektedir. Ö üçte birin yansı, bunlardan her birine verilir. Bu da, tamamın altıda biridir. Bu durumda, herbirinin sözü, kendi elinde bulunan hakkında doğrudur.

Ve bunlardan her biri "sözünün doğruluğu hakkında" diğerine  eder.

Şayet yemin etmezlerse, davadan berî olurlar ve mal onlara» olduğu gibi terkedilir. Şayet yeminden kaçınırlarsa, herbirine üçte birin yarısı hükmedilir; o da tamamının altıda biridir. Keza herbirisi beyyine ibraz ettiğinde onlardan biri yemin ederde, diğeri yeminden kaçınırsa, tamamın altıda birisi olan üçte birin yansı, onun olur. Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.

Birbirine katılan iki şeyin, biri buğday, diğeri arpa olduğunda, eğer her ikisi de bir şeyde ittifak ederlerse, netice ittifak ettikleri gibi olur. Şayet ittifak edemezlerse, buğday sahibine buğdayının karışık kıymeti verilir. Arpa sahibine de, arpanın buğdaya katışmadan Önceki kıymeti verilir. Cami de de böyledir.
En doğrusunu bilen, Allah'u Teâlâ'dır. [8]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..