9- EMANET HUSUSUNDA VAKİ OLAN İHTİLAF VE BU KONUDAKİ ŞEHÂDET

Bişr'in   Müntekâsı'nda   İmâm   Ebû   Yûsuf   (R.A.)'ım   şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, diğerinde, bir emaneti bulunduğunu iddia ettiğinde, kendisine emanet bırakılan şahıs, onu inkar ettiği hale, iddia sahibi, bu iddiasını belgelediği gibi, kendisine emanet bırakılan şahıs da iddiasını isbat eder ve: "Ben de, kimsenin bir şeyi yoktur," derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Şayet, iddia edilen emanet, emanet bırakılan şahsın yanında, mevcut ise, bu bir beraattır. Emanet sahibinin hakkı geçersiz değildir. Muhiyt'te de böyledir.

Emaneti alan zat, onu inkar eyledikten sonra, emanet sahibi, onu belgeler; emanet alan şahıs da, onun zayi olduğunu belgeler; ve emanet veren şahıs:  "Sen, benden emanet almadın mı?" demiş olursa, bu durumda emanet alan şahsın beyyinesi merdûd olur ve tazminat gerekir. Şahitlerin inkardan sonra veya önce şehadette bulunmaları da müsa­vidir.

Bu şahıs, emaneti: "Senin, benim yanımda emanetin yoktur." diyerek inkar eder; sonra da "zayi olduğunu" beyyineler ve bunu inkardan sonra, belgelemiş olursa, işte o zaman tazminat gerekir. Şayet inkardan önce belgelemişse, tazminat gerekmez. Zayi olduğuna dair beyyinesi, mutlak ise yine tazminat gerekir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir: Emaneti alan şahıs, hakime: "Emaneti veren şahsa, benim inkârımdan önce, "emanetin zayi olmadığına dair yemin ver." derse, bu durumda hakim, yemin verir; o da bilgisinin olup olmadığına dair yemin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Emaneti alan zat, önce, onu iknar eder; sonra da "onu verdiğini" iddia ederek, bu hususta beyyine ibraz ederse, onun bu beyyinesi kabul edilir.

İnkâr eylemeden önce, beyyine ibraz eder ve: "İnkâr hususunda hata eyledim." veya "Onu unuttum." yahut "Onu verdiğimi zannettim; sözümde sâdığım. Ben, emanet almadım." derse, bu durumda beyyinesi kabul edilir. İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) ve Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyası budur. Havî'de de böyledir.

Emanet sahibi, emanetini istediğinde, emaneti alan şahıs: "Sen, bana emanet bırakmadın." der; sonra da "onu geri verdiğini" veya "onun, zayi olduğunu" söylerse, sözüne inanılmaz.

Şayet: "Onun, bende birşeyi yoktur." der; sonra da "geri verdiğini" veya "zayi olduğunu" iddia ederse, bu durumda sözü, kabul edilir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, emaneten bir köle bıraktığında, emaneti alan şahıs, onu inkar eder ve,bu köle onun yanında ölür; sonra da emanet bırakan zat,  "emanet bıraktığını" isbat ederek,  o kölenin,  "inkar zamanındaki kıymetini" belgelerse; bu durumda, "emaneti inkar eden kişinin., bu kölenin inkar zamanındaki kıymetini ödemesine hükmedilir.

Şayet, "inkâr zamanındaki kıymetinin ne olduğunu bilmiyoruz. Emanet edildiği zamanki kıymetini biliyoruz." derler ve o değerini söylerlerse, bu durumda hakim, emanet bırakıldığı günün kıymetini hükmeder. Zehıyre'de de böyledir.

Emaneti  alan  zat: "Ben,  emaneti gerçekten  sana verdim." dedikten bir müddet sonra: "Sana vermedim; fakat zayi oldu." derse, bu sözüne inanılmaz ve onu tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Emaneti alan zat: "Gerçekten  ben,  emaneti zayi eyledim/' dedikten sonra: "Hayır, ben, sana geri verdim."     veya "...vehmeyledim." derse; onun sözüne inanılmaz; tazminat gerekir. Bedâi"de de böyledir.

Emaneti alan zat: "Emaneti zayi edeli, on beş gün oldu." Dediği halde, emaneti veren şahıs, "bu emanetin iki gün önce onun elinde bulunduğunu" isbat eder; emaneti alan şahıs da: "Onu bulmuştum; sonra yine zayi oldu." derse, bu durumda,"bu şahsın, o emaneti tazmin etmesi gerekir. Mültekıt'ta da böyledir.

Yanında emanet bulunan şahıs, husumet zamanı: "Onun, benim yanımda bir er'aneti yoktur." der; ondan sonra da: "Onu buldum; fakat zayi oldu/' derse; bu durumda, onu tazmin etmesi (= ödemesi) gerekir. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir adam: "Filan adamın, bende bin dirhem emaneti vardır:" dedikten sonra: "İkrarımdan sonra, o şey gerçekten zayi oldu." dese; bu şahıs, o bin dirhemi tazmin eder.

Şayet "Yanımda bin dirhemi vardır; zayi oldu." derse, bu durumda onun sözü geçerlidir; tazminat gerekmez.

Şayet: "Yanımda, bin dirhem emaneti vardı; gerçekten zayi oldu." derse yine onun sözü geçerlidir; tazminat gerekmez.

Şayet: "Yanımda bin dirhem emanet vardır." der ve sözlerin de birbirine bitiştirirse; bu, istihsanen tasdik olunur ve bu mes'ele şöyle takdir edilir; sanki bu söz "Benim yanımda, bin dirhem vardı; zayi oldu." demek gibidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Emâneti götürdüm; fakat, nereye götürdüğümü bilemiyorum." derse, onun, yeminle birlikte söylediği, bu sözü geçerli olur ve ona taz­minat gerekmez.

Biz de bu görüşü alırız. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.

Şayet, önce "Nereye götürdüğümü bilemiyorum." derse, bunda ihtilaf vardır. Sahih olan bu durumda tazminatın gerekmemesidir. Mül­tekıt'ta da böyledir.

Eğer: "Emaneti evimden götürdüm; kendi malımdan birşey git­medi." derse;    —yeminle    birlikte—    onun    sözü    geçerli    olur. Hızânetü'I-Müftm'de de böyledir.

Bir topluluk, bir adama dirhemlerini, —haraçlarını vermek için— emanet ettiklerinde, o şahıs dirhemleri alıp, bir mendile koyarak bağlar ve cebine koyup bir mescide girer; dirhemler düşer ve bu şahsın haberi olmaz; dirhem sahipleri de bu şahsa inanmazlarsa, durumu ne olur?

—Dirhemleri düşürdüğünü isbat etmedikçe, o şahsın sözü kabul edilmez.

Bir adam, diğerine belirli bir şey emanet ettiğinde emanet edilen zât "onun, zayi olduğunu" iddia eder; emanet veren şahıs da, buna inanmaz ve yemin etmesini ister, o da yeminden kaçınsa; yeminden kaçınması, emanetin durduğunu ikrar olur ve bu şahıs, emaneti açığa çıkarana kadar habsedilir veya emanetin olmadığını isbat eder. Cevâ-hiru'l-Fetâva'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Senden bin dirhem emanet aîdım; fakat zayi oldu." der; diğeri de: "...Zoraki aldın." derse, bu durumda ikrar eden şahıs, onu tazmin eder.

Şayet ikrar eden şahıs: "Onu bana verdin." veya "bana emanet eyledin." der; diğeri de: "Sen, onu zoraki aldın." derse; bu durumda tazminat gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet ihtilaf ederler ve emaneti veren şahıs: "Emanettir." emaneti alan şahıs ise: "Hayır borçtur." derse, bu durumda tazminat gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Emaneti alan zât: "Bir kısmı zayi oldu." veya: "Bir kısmını borç verdin." derse; bu durumda, —yeminle birlikte— emanet alan şahsın söylediği miktar doğru kabul edilir. Yen âbı'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Bana bin dirhem borç; onbin dirhem de emanet ver." der; diğeri de verir; sonra da aralarında ihtilaf çıkar ve emaneti alan zat: "İşte şu borcum; gerçekten, emanet zayi oldu." derse; onun —yeminle birlikte— sözü tasdik edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, bir kimse, diğerine: "Benim, senin yanında bin dirhem emanetim var." der; ikrar olunan zat da:  "Yalan söylüyorsun; o benimdir." derse, bu durumda, ikrar olunan zatın sözü geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.

İhtilaf halinde emanet alan zat: "Emanet zayi oldu." veya "Onu sana verdim." der; mal sahibi de: "Hayır, onu sen zayi ettin." derse; bu durumda emaneti veren şahsın sözü geçerlidir.

Keza, bu emaneti alan şahıs, veren şahsa: "Sen, benim iznim olmadan zayi ettin." der; emanet veren de: "Hayır sen veya senden başka birisi zayi etti; hem de senin emrinle zayi etti." derse, bu durumda da mal sahibinin sözü geçerlidir. Bedâi*'de de böyledir.

Mal sahibi ile, emanet alanların varisleri ihtilaf ettiklerinde, mal sahibi: "Gerçekten ölen zat, emaneti açıklamadan öldü; bu emanet, onun malında borçtur." der; varisler de: "O ölürken, emanet aynen duruyordu; onun ölümünden sonra zayi oldu." derlerse, bu durumda da mal sahibi olan alacaklının sözü geçerli olur.

Sahih olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu durumda, bu emanetin ölenin terekesinden ödenmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet varisler: "Ölen zat, emaneti ölmeden önce ödedi." derlerse; bu sözleri, beyyinesiz kabul edilmez. Ve bu varisler, o emaneti ölenin terekesinden öderler. Çünkü, o bilgi vermeden ölmüştür.

Eğer varisler, ölenin, "ölmeden önce, emaneti ödediğini" isbat ederlerse; bu kabul edilir.

Şayet ölen, haber vermeden ölür; varisler de "onun, sağlığında ödediğini" söylerlerse, bu sözleri doğrulanmaz. Füsûiü'l-imâdiyye'de de böyledir.

Camimde şöyle zikredilmiştir:

Emaneti alan zat, mal sahibine: "Emanetinin bir kısmını aldın." dedikten sonra, emaneti alan bu zat ölür ve geride kalan miktar bilinmez; bu durumda mal sahibi; "Ben birşey almadım." der; emaneti alan şahsın varisleri de: "Sen, dokuzyüz dirhem aldın; geri de yüz dirhem kaldı." derlerse, onların bu sözleri tasdik edilmezler.

Bu durumda mal sahibine: "Muhakkak sen, aldığım ikrar eyle ve geride kalana da Allah adına yemin et." denilir. Çünkü emaneti alan şahsın, "mal sahibinin emanetin bir kısmını aldığını" ikrarı caizdir. Zira o, mu'temendir. İşte bunun için, şayet emanet sahibi,, emanetin tamamını ikrar ederse, ikrarı caizdir ve sahihdir. Sonra da aralarında ihtilaf çıkar ve emaneti alanın varisleri ile, mal sahibi görüş ayrılığında bulunur; alınan şeyin ne kadar olduğu hususunda anlaşamazlar ve mal sahibi, bir miktar aldığını söylerse, onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Mal   sahibi:   "Yüz   dirhem   aldın."   dediği   halde,   vaisler: "Dokuzyüz dirhem aldın." derlerse, bu durumda, mal sahibinin yemin ederek söylediği söz geçerli olur. Çünkü o, ziyadeyi inkar eylemektedir. Kâfi'de de böyledir.

Şayet mal sahibi, emanet alan şahıs sağ iken ve Ölümünden sonra: "Ben, emanetimin bir kısmını almıştım." derse, onun yeminli olarak söylediği bu sözü geçerlidir ve ikrarına göre muamele yapılır.

Eğer, emaneti alan zat sağlığında: "emaneti sahibine verdim; ancak, bir kısmım harcadım, (veya zayi ettim.)" derse; bunun miktarı hakkında onun —yeminli olarak söylediği söz geçerlidir. Yenâbi"de de böyledir.

Şayet, emaneti verenin ölümünden sonra, emaneti alan zat: "Ben emaneti vasiye verdim." derse; yeminle birlikte söylediği bu söz geçerli olur; tazminat yapmaz.. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şahıs emanet bir malı, emanet alan şahıstan gasbeder; o da zayi olur ve mal sahibi, onu gasbeden şahsa ödetmek isteyince, emaneti alan kimse: "Gerçekten, o, onu bana vermişti; fakat yanımda zayi oldu.'* der; mal sahibi de: "Bilakis, onun yanında zayi oldu." derse; bu durumda, mal sahibinin sözü geçerli olur. Tatarfıâniyye'de de böyledir.

Emanet alan şahıs, emaneti verene: "Sen, emaneti bir yabancıya verdin; sonra da o bana verdi; o da benim yanımda zayi oldu." der; mal sahibi de bunu yalanlarsa, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur emanet alan şahıs onu tazmin eder. Beraatını iddia etse bile, tasdik edilmez. Ancak beyyine ibraz ederse o müstesnadır. Yani, o zaman, tazminat gerekmez. Çünkü beyyine ibraz eylemiştir ve bu beyyine taz­minatı kaldırır.

Keza, emaneti alan: "Ben, onu sana, yabancı ile geri yolladım." der ve emaneti veren şahıs, bunu inkar ederse, bu durumda da şahsın sözü geçerli olur. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir emanet verip, bu emaneti veren şahıs kay­bolur; sonra da gelip emaneti ister; emaneti alan şahıs ise: "Sen emrey-ledin, ben o emaneti senin ailene ve çocuklarına harceyledim." der, mal sahibi de: "Ben öyle emreylemedim." derse, bu durumda, bu mal sahibinin sözü geçerli olur; diğeri, onu tazmin eder. Muhiyt'te de böyledir.

Keza emaneti alan şahıs iddia ederek: "Onun emriyle, ben, o emaneti fakirlere sadaka olarak verdim." veya "...filana bağışladım." derse, yine onu tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

Emaneti alan şahıs, bu emanet maldan, mal sahibinin borcunu öderse, onu tazmin eder. Her ne kadar, borç emanetin cinsinden olsa bile bu böyledir.

Bazı alimler: "Bu durumda tazminat gerekmez." buyurmuşlardır. Muhtar    olan    görüş    de    —bazı    alimlere    göre—    budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Emaneti alan zat, mal sahibine: "Sen, emaneti filana vermemi söyledin." der; mal sahibi de bunu yalanlarsa, tazminat gerekir. Ancak, emaneti alan şahsın, bu hususta beyyinesi veya yemini olursa tazminat gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mal sahibi, emaneti alana emrederek: "Emaneti, olduğu gibi filana ver." der; emaneti alan da: "Ben, ona verdim." karşılığını verir; o adam ise: "Ben, senden bir şey almadım." der; mal sahibi de: "Ey emaneti alan zat, sen emaneti ona vermedin." derse; bu durumda —tazminattan beraat hakkında— emaneti alan şahsın sözü geçerlidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir   adam,   diğerine,   bin   dirhem   emanet  verir,   sonra  da: "Gerçekten ben, onu senden alması için, filana söyledim; bilahare de onu yasakladım." der; emaneti alan zat da: "Filan adam bana geldi; ben de emaneti ona verdim." der o filan ise: "Ben gelmedim ve almadım." derse; bu durumda emaneti alan zat, ondan berî (= kurtulmuş) olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, emaneti alan şahsa karşı, beyyine ibraz ederek, "mal sahibinin,  emaneti almasını söylediğini"  söyler ve bunu da vakıtla kayıtlar; sonra da emaneti alan zat, beyyinesi ile "emaneti veren şahsın, onu vekâletten azleylediğini" haber verirse; onun bu sözü, doğrulanır.

Keza, bu şahıs "vekâlet şahitlerinin köle olduğunu" söylerse, yine sözüne inanılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Emanet sahibi: "Ben, sana köle ve cariye emanet eyledim." der; emaneti alan da: "Sen, bana yalnız cariye emanet eyledin; o da zayi oldu." derse; bu durumda mal sahibi olan zatın iddiasını beyyinelemesi halinde emaneti alan şahıs, kölenin kıymetini tazmin eder.

Şeyhu'l-İslâm şöyle buyurmuştur:

Hakim şahitleri dinler ve kölenin kıymetini hükmeder. Şahitler köleyi vasfeder; hakim de o tarife göre, ona bir kıymet takdir eder. Şayet şahitler tarif edemezlerse, bu durumda hakim, iddia sahibinden, onun kıymeti hakkında beyyine ister. Ve şahitlerin şehadetini kabul etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adama, bir cariye; başka birisi de bir köle emanet ettiğinde, sonradan bu şahıslardan her biri "cariyenin kendisine, kölenin ise diğerine ait olduğunu" söyler; emaneti alan şahıs da: "İkiniz de, bana yalnız şu cariyeyi emanet ettiniz." der ve yemin ederse, bu durumda emanet bırakan şahıslar o cariyeye ortak olurlar. Fetâvâyi Âhû'da da böyledir.

İki kişinin birisi, bir köleyi; diğeri de bir cariyeyi bir adama emanet bıraktıktan sonra, her biri, "kölenin kendisine ait olduğunu" iddia ederek cariyeyi emanet eylediklerim inkar ederler; emanet bırakı­lan zat da, "cariyenin onlardan birisine ait olduğunu" ikrar eder; ken­disi için ikrar olunan zat da, onu doğrular ve kendisine emanet edilen zat: "Ben, köleyi hanginizin emanet eylediğini bilmiyorum." derse, bu durumda cariye, ikrar olunan şahsa verilir. Köleye de ikisi ortak olurlar.

Sonra da, emanet edilen zat, ikisine de "köleyi, kendi yanma emanet etmedikleri hakkında" yemin verir.

Bundan sonra da bu köleyi, bu iki şahsa, —yarı yarıya— tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında, bir cariye ile bin dirhem bulunduğunda, iki adamın her birisi, "onları, emanet bıraktıklarını" iddia ederler; emanet edilen zat da: "Bunların hanginize aid olduğunu bilmiyorum." der ve onlara karşı, yemin de edemese, cariye ile bin dirhemi, iddia sahipleri yarı yarıya alırlar ve emanet edilen zat, başka bin dirhem ile başka bir cariyenin kıymetini, o iki adama öder. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Emanet edilen zat, emanet eden şahsa: "Sen, o emaneti bana bağışladın." veya "Bana sattın." der; emanet sahioi de bunu inkar eder; sonra da o şey zayi olursa, emanet alan şahıs onu tazmin etmez. ( = ödemez) Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine dirhemler emanet ettiğinde başka bir şahıs gelerek: "Beni, sana, emanet sahibi yolladı; emaneti bana vereceksin." der; diğeri de emaneti ona teslim eder ve bu emanet onun yanında zayi olur; sonra da bu emanetin asıl sahibi gelerek, adam yolladığını inkar ederse; emaneti alan şahıs onu tazmin eder.

Şayet emaneti veren zat, elçi yolladığını doğrulayıp, tazminatı şart koşmazsa; bu durumda müracaat edemez.

Eğer, adam yoladığını yalanlar Veya ne doğrular ne de yalanlar ve emaneti alan şahıs, diğerine vermiş olursa, tazminat gerekir. Ve emaneti alan şahıs, onu verdiği adama —kefalet hükmü sebebiyle— müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet emaneti alan zat: "Ailemden filanın eliyle, emaneti sana geri verdim." der; emaneti bırakan şahıs da bunu inkar ederse; bu durumda, emaneti alan şahsın —yeminle birlikte— söylediği söz geçerli olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka birinin yanına, bir takım tunç kaplar, emanet etti; aradan bir müddet geçti; adam altı adet kabı emanet sahibine geri verdi; emanet sahibi de:  "Yedincisi nerdedir?" dedi; emaneti alan: "Ben, bilmiyorum; bana altı mı yoksa yedi kap mı bıraktın? Bunun zayi olup olmadığını da bilemiyorum." veya "Bir adamın gelerek, onun tamamını aldı mı, almadı mı, bilmiyorum. Sana götürüp götürmediğini de bilmiyorum." derse, bu şahıs tazminat yapmaz. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinin yanında, emanet bin dirhemi bulunduğunda, emaneti alan şahısta da, emaneti bırakan şahsın bin dirhemi bulunur; emaneti alan şahıs, bin dirhemi, emaneti verene verir; sonra da aralarında ihtilaf çıkar ve mal sahibi: "Ben, emaneti aldım; alacağım olduğu gibi duruyor." der; emaneti alan da: "Hayır, ben borcum olan bin dirhemi verdim; emanet ise zayi oldu." derse; bu durumda emaneti verenin sözü geçerli olur. Zira ihtilaflarına itibar edilmerz. Çünkü, bin dirhem —hangisi olursa olsun— sahibine ulaşmıştır. Ancak ihtilaf zayi olan hakkındadır. Mal sahibi, onun emanet olduğunu iddia ediyor. Ve bu durumda onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen, Allah'u Teâlâ'dır. [13]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..