10- EMANET KONUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER

Şayet, emanet edilen şey köle veya cariye olur ve onu da emanet alan şahıs kasden öldürürse; bu durumda kısas yapılır.

Hataen öldürmüşse, bu şahıs fidye verir. Eğer, bu cariye ümm-ü veled veya müdebbere ise; efendisine kıymetini öder.

Emanet alan şahıs: "Bana, filan emanet eyledi; belki de filan emanet eyledi." derse, bunu, ikinci şahıs emanet etmiş olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adamın, diğer adamda yüz dirhem alacağı olduğunda, bu ala­caklı şahsın yanında diğerinin yüz dirhem emaneti bulunur ve yanında emanet olan zat: "Ben emaneti alacağıma karşılık misilleme yaptım." der ve dirhemler yanında durmakta olur veya onu almaya kadir olacak kadar, yakınında bulunursa, bu caizdir ve o misilleme sahih olur.

Şayet yakınında değil ise, —ona müracaat etmedikçe— misilleme sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Emaneti alan bir kimse, yanında bulunan emaneti inkar ettikten sonra; kendi malından, emanet verenin yanına, —aynı seviyede bir emanet bırakırsa; diğerinin, onu —giden emanetine bedel olarak— misilleme yapma hakkı vardır.

Eğer mal alacak olur ve onu da borçlu inkar eder; sonra da onun mislini emanet bırakırsa; alacaklı onu misilleme yapabilir.

Şayet cinsinin haricinde bir şey emanet ederse; işte onu tutup, misil­leme yapma hakkı olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir    adamın,    diğerinin    yanında,    bin    dirhem    emaneti bulunduğunda, başka birine de bin dirhem borcu olursa; imkan bulursa, emaneti alacağına karşılık olarak alır. Şah an M a da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın yanına, bir köleyi emanet olarak bıraktıktan sonra, emanet bırakan şahıs emanet bırakılan şahsa, bir köle bağışlar; bu köle de hazırda olmazsa, bu durumda, emanet bırakılan köleyi onun yerine kabul etmek caiz olur.

Şayet bağışlanan bu köleye, bir başkası sahip çıkarsa, bu durumda, bu adam muhayyerdir. İsterse, o kölenin bedelini, bağışlayandan alır; isterse, o köleyi, bağışlanan şahıstan alır. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da îbnü Semâa İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'in şöyle buyurduğunu zikretmiştir:

Bir adamın yanında, diğer bir adamın bin dirhem emaneti olduğunda, emanet sahibi, emanet bıraktığı adama: "Bu emanet, senin, benim üzerimde olan hakkına karşılıktır." der ve bu emanet de zayi olursa; bu durumda zayi olan bu mal, emanet alan şahsın malı olarak zayi olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Emanet veren şahsın, bu emanetini, emanet alan şahıs zayi ederse, onu dava eder ve emanetin kıymetini ödetir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir   adamın   yanında   emanet   veya   ariyet   yahut   sermaye bulunduğunda bir başkası, bu şahıstan onu zoraki alırsa; bize göre, onun davacısı bu şahıs olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi, diğer bir şahsa emanet bıraktığında, bu cariyeyi, bir başka adam ondan gasbeder ve bu cariye gasbeden şahsın elinde kalırsa; bu durumda, kendisine emanet bırakılan şahıs gasbeden şahsa, onu, —hakimin hükmü ile veya hükümsüz olarak— ödetir ve onun kıymeti emanet alan şahsın yanında kalır.

Bu cariye meydana çıkınca, efendisi muhayyerdir: Dilerse, bu cariyeyi; dilerse, kıymetini alır.

Eğer cariyeyi alırsa, gasbeden adam, emanet bırakılan şahsa müra­caat ederek, verdiği kıymeti —eğer duruyorsa— ondan geri alır. Şayet durmuyorsa, mislini alır.

Emaneti alan şahıs, tazminat yapınca, —eğer, gasıptan, bu cariyenin kıymetini aldığını ikrar ederse— cariyenin sahibine müracaat eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine emanet bıraktığında, bu emanet zayi olur ve sahibi onu isteyince, "onun zayi olduğunu" iddia ederek: "Gerçekten zayi oldu." der; mal sahibi de, bunu inkar ettiği halde, emaneti alan şahıs, onun zayi olduğuna dair yemin edemez ve mal sahibine yüz dirhem verir; sonra da bu emanet, başka bir şahsın yanında meydana çıkar ve emanet alan zat, onu dava ederek, verdiğini alırsa, duruma bakılır: Eğer, yüz dirhemi onlardan birinin sözüyle geri verirse, verir. Eğer emaneti veren:  "Emanetin kıymeti yüz dirhemdi." der ve bu hususta beyyine ibraz ederse; dava emaneti alana göre olur. Fakat ema­neti alan zat, emanetin bedeli olan yüz dirhemi emanet elinde olan zata vermişse, ondan o yüz dirhemi alıp, malı sahibine verir. Çünkü o, ona malik olmayı sevmiştir.

Şayet emaneti alan zat: "Emanetin kıymeti yüz dirhem idi." der ve bu hususta yemin ederse; da'va emanet sahibinedir. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Şayet, emaneti alan zat, emanet sahibi yok iken onun ve hakimin izni olmaksızın, bu emanet için bir harcamada bulunursa, bu durumda, o, bu masrafı teberru etmiş olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Eğer işi hakime çıkarır, hakim de ondan beyyine ister ve "ema­netin bizzat yanında olup olmadığını ve emanet sahibinin huzurda bulunup bulunmadığını sorar; emaneti alan şahıs da bu hususlarda beyyine izhar ederse; emanet edilen şeyin icara verilecek ve geliri harca­nacak bir şey olması halinde, hakim, emaneti alan şahsa, "onu icara vermesini" emreder.

Eğer, emanet edilen şey, icara verilmesi mümkün olan bir şey değilse; o zaman, hakim, "bir gün, iki gün, üç gün, mal sahibinin gel­mesi ümidi ile —onun malından harcama yapmasını" emreder. Bundan fazla harcama yapmasını emretmez. Bilakis onu satıp, bedelini yanında tutmasını söyler.

Hulasa olarak: Hakim, emanet hakkında en münasip olan ne ise, onu emreder. Ve mal sahibinin hakkını gözetir.

Eğer hakim, öncedende vehleten (= birden bire) emaneti satmasını emreylemiş olsaydı, buda caiz olurdu. Fakat, emaneti alan zat, onu satmasaydı; onu, olduğu gibi emanet sahibine borçlu olurdu. Emanet sahibi gelince de, ona müracaat ederek, hazır ise bu emanetini alırdı. Eğer emanet hayvan idi ise, hayvanın kıymetini alır; fazla bir şey iste­mezdi. Köle idiyse, bu durumda kıymetinden fazla isteyebilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden, —dirhem cinsinden— elli dirhem borç istediği halde, diğeri —yanlışlıkla— altmış dirhem verir; borç alan da, —vermek üzere— o on dirhem fazlalığı alır ve o da yolda zayi olursa, on dirhemin altıda beşini tazmin eder. Çünkü, o miktar borçtur; kalanı ise, emanettir.    (Altıda    beş    olunca,    altmışta    elli    dirhem    olur.) Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Esahh olan da budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Keza, aldığının bir kısmı zayi olsa, yine altıda beşini öder. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, yanlışlıkla, diğerine elli dirhem borç yerine, altmış dirhem verir; borç alan da bunu bilir ve o on dirhemi, geri vermek üzere alır; o da zayi olursa; onun altıda beşini öder. Çünkü, elli dirhemi borç, kalanı emanettir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden yirmi dirhem borç aldıktan sonra, ona yüz dirhem vererek: "Yirmi dirhemini borcum olarak al; kalanı da emanet kalsın." der; o da öyle yapar, sonra da, yüz dirhemden yirmi,dirhemini verir; bilahare mal sahibi, kırk dirhem daha vererek: "Bunu da diğerine kat." der; o da öyle yapar; sonra da bu dirhemlerin tamamı zayi olursa bu durumda o şahıs sonraki kırk dirhemi ödemez; kalanını öder. Hızâ-netü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerine on dirhem vererek: "Beş dirhemi borç; beş dirhemi emanet." dediğinde, şayet bu dirhemler zayi olursa; borç olan beş dirhemi öder; emaneti ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, borçlu şahıs ikibin dirhem vererek: "Bin dirhemi alacağının yerinedir; bin dirhemi ise emanettir." der; o adam da onları alır ve emanet olan dirhemler zayi olursa, bu durumda, emanet veren şahıs: "Hakkın zayi oldu." dese bile, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

« Bir adam, diğerine —her ay, on dirhem almak üzere, alım-satım yapması için, bin dirhem verdiğinde, bu dirhemleri alan şahıs ölür ve ne yaptığı bilinmez; bu şahsın da bir kölesi ile elbisesi kalırsa, bunların tamamı borç olur.

Keza, bir kimse, ziraat için tarla verdiğinde, tohumu ondan veya diğerinden olur ve bu ziraatçı da Ölür; ziraat ise hasad edilir ve tohumun kim tarafından verildiği de bilinmezse, İmâm Muhammed (R.A.) "Bu mezrüatın kıymeti veya buğdayın bedeli, öldüğü gün ne idi ise, ölenin derekesinden alınacak şey de odur. Yenâbi"de de böyledir.

Bir adam, başka bir insanın yanına bin dirhem emanet bıraktıktan sonra, emanet bırakan bu zat, bu bin dirhemi, emanet eylediği adama, borç olarak verirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O, emanet bırakılan şahsın elinde durduğu müddetçe borç olmaz; emanet olur. Hatta bu, emanet verenin eline geçene kadar zayi olursa, tazminat gerekmez. Aslı emanet olanın tamamı böyledir." buyurmuştur.

Keza, emanet alan şahıs, onun saHibine: "İzin ver de,, bu emanetle bir şey satın alayım veya onu satayım." derse; güvenilir kişi olduğu için, o yine emanettir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbrahim bin Rüşt em, İmam Muhammed (R. A.)' in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam diğerine yüz dirhem verdiğinde bunu alan şahıs, veren şahsa ikibin dirhem verecek: "Bu senin malındır; al." der; o da bunu alır ve-alınan zayi olur; alan şahıs ise aldığının kaç dirhem olduğunu bil­mezse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu durumda, alan şahsa bir şey gerekmez." buyurmuştur.

İmameyi! ise: "Bu şahıs, yüz dirhemi Öder." buyurmuşlardır.

Bir adam, diğerine, sermaye ederek, birşeyler alıp satsın diye, bin dirhem yolladığında, para kendisine gönderilen şahıs, onu simsara verir; o da bununla eşya satın alır; sonra da sahibine yollarsa; bu eşyanın yolda zarara uğraması halinde tazminat gerekmez.

Şayet, bu bin dirhemin sahibi: "Sermayedir." dememişse, mes'eîe hali üzre kalır ve onu tazmin eder. Ancak simsar, hâl-i hazırda bir şey almışsa tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Necmü'd-dîn Nesefî'den soruldu:

— Bir  adam,  Türkistan'dan    kalkıp    Semerkand'a   gitmek istediğinde, bir başka adam, ona kâr'ı kendisinin olmak üzere, bir şeyler almak için, sermaye verir; bu adam gidip bir şeyler satın aldıktan sonra, —çabuk dönemiyeceği için— başka bir adamla ve kendine ait bazı mal­larla birlikte, o bidâa malını da sahibine verilmek üzere, Türkistan'a yollar ve götüren adam, yolda konakladığı yerde, o malı bu adamın elinden zulmen alırlarsa, müstebdi' o sermayeyi öder mi?

İmâm:

— "Evet öder." buyurmuştur.

Bir adam, borçlu olarak öldüğünde, bin dirhem terkeder, bir de oğlu kalır ve bu oğlu: "Bu bin dirhem, emanettir." der ve "babasının yanında, filanın emaneti olarak durduğunu" söyler; o filan da gelerek, onu iddia eder; alacaklılar da buna inanırlar ve:  "Bu bin dirhem filanındır." derlerse, o zaman hakim, "o bin dirhemin, alacaklılara verilmesini" hükmeder; emaneti olduğu iddia edilen şahsa hükmey-lemez.

Hakim alacaklılara hükmedince, emanet bırakan zat, onlara müra­caat eder ve —onların ikrarı sebebiyle— emanet dirhemlerini onlardan alır. Müdârabe, bidâa, ariyet, icare ve rehinde vedia, emanet verilen şey gibidir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, bir şahsa, bir emanet bırakıp, kaybolur; oğlu da, "babasının öldüğünü"  belgeleyerek,  "kendisinden başka da varisi olmadığını" söyleyip, bu emaneti alır, sonra da babası sağ-salim gelirse, bu emaneti oğluna veya şahitlere ödetir. Emaneti alan şahıs ödemez.

Şayet gasbedilmiş olsaydı, onlardan her biri, bu emaneti öderdi. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Kaybolan ]?ir adamın karısı, hakime gelir; kocasının babasını da getirir ve kaybolan kocasının, "babasının yanında, emaneti olduğunu" iddia  ederek,   o  maldan  nafaka  isterse;   Şeyhu'!-İmâm  Ebû  Bekir

Muhammed bin Fadl: "Eğer kocanın babasının elinde, dirhemler veya kadına harcanacak nafakaya elverişli şeyler yahut giyilecek elbise bulunur ve baba da emanetin olduğunu ikrar ederse; kadının, bu durumda talepte bulunma hakkı vardır. Hakim, o babaya, "emaneti kadına vermesini" emreder. Baba, hakimin hükmü olmadan o emaneti kimseye veremez.

Eğer baba, hakimin emri olmadan, bu emaneti bir başkasına verirse, onu tazmin eder. (= öder)

Şayet baba, emanetin yanında olduğunu inkar ederse, onun sözü geçerli olur ve ona yemin verilmez. Eğer, emanet nafakaya elverişli değilse, aralarında husumet olmaz.

Eğer kaybolan adamın, başka bir adamda alacağı bulunur ve borçlu bunu ikrar ederse, bu alacak da emanet menzilindedir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin yanına beşyüz dirhem emanet bıraktığında, emaneti alan şahıs, onun üçyüz dirhemini sarfedip, ikiyüz dirhemini geri verir ve "emanetten hiç bir şey habseylemediğine yemin ederse, onun bu sözü geçerli olur. Ve bu şahıs yemininden hanis olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet emanet bırakılan şey, cariye olur; emanet edilen zat da, ona cima eder; ondan da bir çocuk doğarsa; doğan bu çocuk, cariyenin asıl sahibinin malı olur. Ve bu durumda, cariye kendisine emaneten bırakı­lan şahsa had yapılır. Çocuğun nesebi, ondan sabit olmaz. Ancak, emanet bırakılan zat, onu satın aldığını iddia ederse, o takdirde had ( = ceza) sakıt olur ve bu durumda, onun mehrini borçlanır. Mebsût'ta da böyledir.

Emanet bırakılan şey cariye olduğunda, kendisine emanet bırakı­lan zat, onu nikahlarsa; bu nikah, faşid bir nikah olur.

Şayet ona cima yapmışsa, mehri, sahibine vermesi gerekir.

Eğer kiraya vermişse, kira kendisinin olur.

Bu cariyeyi emanet alan zat, onu geri verir; sonra da o cariyeye bir hak sahibi çıkarsa, onu tazmin eylemez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir cariye emaneten bırakıldığında, kendisine emanet edilen şahıs, bu cariyeyi, bir başkasına nikahlayarak ondan mehrini alır, bu cariye doğum yapar ve kıymeti noksanlaşır; sonra da, bu cariyenin efendisi gelip, onu ve çocuğunu alırsa, nikah fasid olur. Nikah fasid olunca da, mehrini alır ve emanet alan zat cariyenin doğumu sebebiyle noksanlanan kıymetini —eğer, doğan çocuk, bu noksanlığı karşılamıyorsa— tazmin eder.

Şayet, bu cariyedeki noksanlık, doğum sebebiyle olmaz da, cima sebebiyle olura, o zaman, kendisine emanet edilen şahıs, onu tazmin eder.

Şayet doğan çocuğu, kendisine emanet edilen şahıs zayi etmişse, onun kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

Emaneti alan zat, bu emaneti satıp müşteriye teslim ederse, bu satış caiz olur.

Bu durumda emaneti veren şahıs, bu emaneti, onu emaneten alan şahsa ödetir.

Bu, zahiru'r-rivaye'cte böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Emanet bırakılacak şey kılıç olur ve kendisine emaneten bırakıla­cak şahıs da, onu alarak, haksız yere bir kimseyi öldürmek isterse, bu durumu bilen kimse, sahibini, o kılıcı emanet olarak vermekten men eder. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Kadı Bedîü'd-dîn'den soruldu:

— Bir adam diğerinin yanma, bir yazı bıraktıktan sonra, ölürse, bu yazıyı, ölen adamın varisleri isteyebilirler mi?

İmâm şöyle buyurdu ki:

—   Hakim,  o yazıyı varislere vermesi için emaneti alan şahsa cebreder

Bir adam, diğerine bir senet emanet bırakır ve "bazı hakların sahiplerine verilmesini" söyledikten sonra ölür; varisler de borcun bir kısmını inkâr ederlerse, bu durumda senet kendine emanet edilen zat, bu senedi saklar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Ebû Bekir, bir suâle cevaben şöyle demiştir:

Bir adam; diğerinde, emaneten bin dirheminin olduğunu iddia ettiğinde, diğeri bunu inkar eder ve daha sonra iddia olunan adam, bu bin dirhemi, bir başkasının yanına kor; iddia eden de, "bin dirhem alacağının olduğunu" belgelediği halde, "iddia eylediği bin dirhemin geri verileceğini*' belgeleyemezse, bu durumda kendisine bin dirhem verilen şahıs, onu, bu şahsa vermez. Havî'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinin yanında, bir emaneti olduğunda, emaneti yanında bulunduran şahıs, emanet sahibine:  "Ben, senin emanetini Kabe'de, filan gün verdim." der; emanet sahibi de, —beyyinesi ile—: "Sen Kabe'de değil de Kûfe'de verdin." derse; onun bu sözü, kabul edilmez.

Şayet, bu şahsın "emaneti alan şahsın, onu Kûfe'de verdiğine dair veya bunu ikrar ettiği hususunda beyyinesi olursa, sözü kabul edilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir inek emanet ederek:  "Sen, ineklerini otlatmaya yollarsan, benim ineğimide yolla." der, bu adam da, o ineği, kendi ineklerini göndermeden, otlatmaya yollar ve b*u inek zayi olursa, bu durumda tazminat gerekmez. Kınye'de de böyledir.

Bir adam,  diğerinin kısrağını elinden zorla aldığında,  kısrak elinden alman şahıs: "Ben kısrağımı, sana emanet bırakıyorum." der; sonra da bu kısrak, gasbeden şahsın elinde zayi olursa, bu durumda tazminat gerekmez. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, Kirman Şehrinden, îsfehan Şehrine gitmek isteyen bir adama,   kâr'ı   kendine  olmak  üzere,   sermaye  verir, bu adam da İsfehan'dan, Kirman'a döner ve: "Sermayeyi İsfehan'da bıraktım." derse, bu durumda   tazminat   gerekmez. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de   de böyledir.

Dört kişi, birlikte yolculuğa çıktıklarında hep birlikte yemek yer, hep bir yerde yatıp kalkarlar ve bunlardan birinin yanında, bir adamın emanet  parası  bulunur;   bu  kimse,   o  paranın  bulunduğu  elbiseyi, arkadaşlarının yanına kor ve bu para zayi olursa, bu durumda onu tazmin etmek gerekmez.

Keza, bir kimseden sermaye alan şahıs, hamama gider ve bu ser­mayeyi, birlikte yeyip içtiği ve uyuduğu dört kişinin yanına bırakır ve bu sermaye çalınırsa, bu durumda da tazminat gerekmez. Çevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Kendisine  emanet bırakılan  şahıs,   emanet  sahibine:   "Ben, ziraatçılığa    gidiyorum;    emanetini    komşunun    evine    bırakmak istiyorum." der; mal sahibi de onu: "Koy." der ve o da oraya koyup tarlaya gider ve geri dönerek komşudan emaneti tekrar alıp evine geti­rerek bırakır bu emanet de evinde zayi olursa, onu önceki emanet bırakı­lan şahıs mı öder? Yoksa tazminat gerekmez mi?

Bu durumda tazminatın gerekmemesi uygun olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın yanında, içinde hoşa gitmeyen yazı bulunan bir kitap bulunduğunda, sahibinin hoşuna gitmese bile, bu şahıs onu düzeltebilir. Mültekıt'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin yanma, üzerinde isminin bulunmadığı bir senet bıraktıktan sonra, ismi yazılı bir senet daha getirir; şahitler de o ismin, bu adama ait olduğunu söylemezlerse, bu durumda hakim, ona yazısını, şahitlere göstermesini" emreder ve o senedi, iddia sahibine vermez.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine gelinin başı üzerine saçmak üzere dirhemler verirse, kendisine dirhemler verilen şahıs, bundan kendi nefsi için birşey ayıramaz. Şayet o dirhemleri saçarsa, veren şahıs bunları ondan almaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Aynı adam, bir başkasına, "kendine —bunun için— emanet edilen dirhemlerin saçılmasını" isteyerek ona verirse, kendisi saçılan bu paralardan alamaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Düğünde, gelinin başına şeker saçması emredilen bir adam, o şekerden, nefsi için ayıramaz. Başkasına da saç diye veremez. Verse bile, onun saçtığından alamaz.

Fetva da bunun üzerinedir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Garib bir şahıs, bir adamın evinde öldüğünde, onun, bilinen bir varisi olmaz, beş dirhemlik de bir terekesi kalır; ev sahibi de fakir olursa; o beş dirhemi, kendisi için alabilir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, alacaklı, borçluya: "Onu, filan adamla gönder." der ve getiren adamın elinde, bu alacak zayi olursa, borçlu olanın malı olarak zayi olmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, o emanetle sefere çıkması caiz olan bir yere, bu ema­netle birlikte yolculuğa çıkarsa, bu durumda o emanetin nakil ücreti, emanet sahibine ait olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, cinsleri muhtelif olan şeyleri emanet ettikten sonra, kendisi kaybolur ve ölür; kendisine emanet bırakılan zat da, emanet bırakan bu şahsın, oğlunun mürahıka bir kızından başka bir varisini bulamazsa, —bu kız emaneti korumaya muktedir olsa bile— bu ema­neti, ona vermesi halinde, emaneti yanında bulunduran şahıs ta'zir olunur.

Kınye'de de böyledir.

Efendisinin evinde iki bilezik kazanan bir cariye satın alındığında, bu cariye iki bileziğini, —efendisinin izni olmadan— bir kadına emanet bırakmış olur ve bu e"manet de zayi olursa, bu durumda tazminat gerekir. Çünkü, bu bilezikler efendisinin malıdır. Onun izni olmaksızın emanet bırakamaz. Böyle yaparsa gasbeylemiş olur. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir.
Emaneti alan zat, bu emaneti, onu kendisine verenin izniyle bir başkasına verir veya izni olmaksızın verdiği halde, sonradan mal sahibi buna izin verirse; bu durumda emaneti alan şahıs, ondan berî olmuş ( = kurtulmuş) olur. Hulâsa'da da böyledir. [14]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/111.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/111-112.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/112.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/112-113.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/113-115.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/116-121.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/122-125.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/126-145.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/146-153.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/154-160.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/161-163.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/164-167.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/168-177.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/178-188.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..