Vekâlet İsbat, Ona Şahit Gösterme Ve Bununla İlgîli Mes'eleler

Bir   kimse,   Harezun   mahkemesinin   hakiminin   huzurunda, Hârezun'da bulunan bütün haklarım almak üzere, birini vekil tayin ederse; hakimin, müvekkeli ismen ve neseben tanıması halinde, mü­vekkil onu vekil tayin eder.

Bu hakimin yanında bulunan başka bir şahıs, müvekkelde, hakkkının olduğunu iddia ve bu hakkını da isbat ederse; başka vekalete ihtiyaç olmadan hükmedilir.

Şayet, hakim vekil onlani tanımıyorsa onu vekil yapmaz. Çünkü, mahkemede lehine hüküm verilecek şahsı tanımak, hükmün kime verildiğinin bilinmesi için şarttır.

Eğer müvekkel hüccetiyle, filan oğlu filanı dava ederse hakim bilgi hasıl oluncaya kadar hasmın davasına bakmaz. Eğer hakime isbatlı şahitli yazı yazar da filan oğlu filanı şu şu işime vekil yaptım." derse, bu yazısı kabul edilir. Zira, hazırda olmak şart olmadığı gibi hasmın beyyi-neyi duyması da şart değildir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse  "Kûfe'deki bütün haklarını almaya birisini vekil ettiğini" iddia ettiğinde, bu vekil dava etmeye de vekil olduğundan beyyinesi ile gelip, vekaletini ibraz eder; müvekkil de müvekkil adına hiç bir kimse de hazırda bulunmazsa, o hakimin hasım gelipte, vekaleti tasdik veya tekzib edene kadar şahitleri dinlememeye hakkı vardır.

Davalı gelip, vekaleti kabul ederse, bu vekilin vekaleti geçerli olur.

Bundan sonra, başka bir borçlu gelir de beyyinesini yenilemesini isterse, buna ihtiyaç kalmaz.

Şayet davalı vekaleti inkar ederse, bu vekalet batıl olur. Müvekkilin huzuru (= hazır bulunması) gerekir.

Müvekkil hazır olunca, başka bir davalı gelip, ikinci bir defa öncekinin. vekaletini isbat eylese bile böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer birine karşı, bir hususta vekaletini isbat eder sonra da vekil, o şahısta başka bir hak iddia ederse; vekaletine dair başka bir beyyineye ihtiyaç olmaz.

Dava vekaleti böyle değildir. Bir vekil, diğer bir davaya vekaletsiz, bakamaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir beyyine ile "filan oğlu filanın, filan oğlu filana başkasında olan malım almaya vekil olduğunu iddia ettiğinde, borçlu onu kabul ederek :"Borcurn vardır. Fakat, bu adamın vekaletini inkâr ediyorum/' der veya hem borcunu, hem de vekaleti inkar eder; vekil de, vekaletini isbat ederek, o alacağı almaya vekil olduğunu da kanıtlarsa; hakim onun vekaletiyle hükmeder. Müvekkil hazır olmasa bile, vekil alacağını alır.

Hatta huzurda oîan birisi, iki davacı hakkında, iki vekil tayin ettiğinde, bu vekillerden birisi, alacağını almaya çalışıp, onu alırsa, vekaletim ayrıca isbata hacet kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "filanın vekili olduğunu iddia" ve "hazırda bulunan şu zattan onun alacağını, iddia ve isbat eder; şahidi de tek olursa; İmâm: "Vekâleti kabul olunur. Sonradan, ikinci şahidini dinletir ve alacağını alır." buyurmuştur. Vecîz'de de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Eğer vekil, bütün haklar hususunda vekaletini isbat ederse; başka beyyineye ihtiyaç olmaz.

İstihsan olan da budur. Fetvada buna göredir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, belirli bir şeyi almaya vekil tayin ettiğinde, bu vekil, vekaletini hakime ibraz eder; bundan sonra, mü­vekkil gelerek onu inkar ederse, onun inkarına iltifat edilmez. Bunun için bir takım vecihler vardır:

Birincisi: Vekil o aynı, bir adama teslim ettikten sonra, "Gerçekten ben, onun mülkünü almaya ve satmaya vekilim." Onu bana teslim et." diye iddia eder; malı elinde bulunduran şahıs da; "Benim onun vekale­tine dair bir bilgim yoktur." der; vekil de vekaletini ve alacağını isbat ederse; hakim karşı tarafa malı teslim etmesini emreder; o da onu alır ve satar.

İkincisi: "Bu filanın malıdır. Ben, bunu sana sattım." der vekilden, bu malı teslim alan müşteri: "Ben, almaya korkuyorum. Gerçekten, mal sahibi gelip senin vekaletini inkar edebilir. Çoğu zaman, böyle alman şeyler elimde helak oluyor." der vekil de gerçekten kendisinin bu malı satmak ve teslim etmek hususunda, filanın vekili olduğunu isbat ederse; o zaman, alıcı, o malı almaya icbar edilir.

Üçüncüsü: Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir evi, "o filanındır." diye iddia eder ve: "Sen, onu satmaya veküsin. Gerçekten ben, onu senden satın aldım." der; o da: "Sana sattım." der, fakat bu -şahıs, evin sahibinin vekili olmaz ve:"Beni vekil yapmadı." der; müşteri de beyyine ile, onun vekil olduğunu söylerse; işte bu davada, onun veka­leti ve evi satması kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, hem alacağım almak hem de davasına bakmak için vekil tayin eder; vekil de davalıyı huzura alınca, bu da onun vekale­tini kabul ettiği halde, borcunu inkar eder; vekil ise, "alacağın olduğuna" beyyine ibraz ederse; beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, borç için olan beyyine kabul edilmez. Ancak borçlunun ikrarı ve kabulü —borç sabit— ile olur.

Sen görmüyormusun ki, borçlu vekaleti ikrar eder; vekil de': "Ben, vekaletimi talibin hazır olmasından korktuğumdan irkar eyledim." diyerek vekaletini inkar ederse, bu durumda onun beyyinesi kabul edilir. Bu beyyine, ikrar edicinin beyyinesiyle kaimdir. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.

Bir kimse, hazırda olmayan birisinde bir haklan olduğunu idida eder ve o gaibin davada hakkını alması için kendisini vekil tayin ettiğini belgeler; iddia olunan şahıs da, müvekkilin, onu vekaletten ihraç ettiğini iddia ederse bu husustaki beyyinesi kabul edilir ve o şahsın vekaleti batıl (~ geçersiz) olur.

Keza, vekilin, "vekaletten ihraç edildiğini ikrar ettiğine beyyine getirirse, yine beyyinesi kabul edilir.

Keza, bu şahıs, "müvekkilin, vekilini vekaletten ihraç etiğini ikrar eylediğini" belgelerse; beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir borçlu, borcunu, alacaklının vekiline verdikten sonra, onun vekil olmadığını veya bu hususta, o şahsın, "alacaklının kendisini vekil yapmadığını ikrar ettiğini" belgelese, bu belge kabul edilmez.

Ancak, bu borçlu, beyyine ile "talibin, veklini inkar ettiğini" ve "alacaklının, alacağını aldığını" söylerse, bu iddiası, ve belgesi kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir vekil, borçlunun borcu olan, müvekkilinin alacağını alır, hakim de bu husustaki hükmünü verir ve aldığı bu mal, vekilin elinde iken zayi olur; sonra da borçlu beyyinesiyle, onu mal sahibine ödediğini söyerse, bu durumda, bu şahsın —vekile değilde— müvekkile müracat hakkı vardır. Çünkü, vekilin eli, müvekkilinin eli sayılır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer birini, bütün insanlarla olan davasına vekil tayin eder; vekil de, "bir adam da müvekkilinin malı (alacağı) olduğunu iddia ettiğinde bu davalı, o adamın vekil tayin edilmiş olduğunu ikrar eder; vekil ise: "Benim, başkalarına karşı, vekil olduğumu isbat ederim." derse; gerçekten hakim, onun beyyinesini, hem, onu ikrar edene, hem de başkalarına karşı kabul eder. Fetâvâyi Kâdîhâit'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: Gerçekten sen, filanın vekilisin. Benim de, onda şu kadar alacağım var." dediğinde, iddia olunan şahıs: "Ben onun davasına vekil değilim.";der;diğeri ise, onun vekil olduğunu isbat ederse, vekaleti kabul edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İki şahit, bir adamın vekaletine şehadette bulunduğunda; bu vekil kendisinin vekil olup olmadığını bilmez ve: "Bana şahitler getir de, vekil olduğumu bileyim." derse; bu caiz olur, İki şahit, bu hususta şehadette bulununca; hakimin bilgisi sabişleşir. Çünkü, vekil hakkında bilgisinin kesinleşmesi evla olur.

Şayet, şahitler, bu şahsın, şehadefi üzerine şahitlikte bulunurlar; fakat, o bunu inkar ederse; talibin vekili ise, bu şehadetten dolayı borçludan bir şey alamaz. Çünkü o, şahitleri yalanlamıştır.

Eğer bu vekil, borçlunun vekili olur ve şahitler, vekaleti hususunda Önce şahitlik yapmışlarsa; bu şahsın vekaleti lazım olur. Çünkü, borçlu, vekili kabul ederse, hasmına cevap vermeye cebredilir.

Eğer, şahitler, borçlunun, bu vekaleti kabulüne şehadette bulunur­larsa, vekilin bu vekaleti red hakkı vardır. Çünkü vekalet beyyine ile sabit olursa, aleni sabat gibi olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer matlûp (= borçlu, davalı) hazırda bulunmadığı halde, talib, (= alacaklı) bir evde hakkının olduğunu iddia eder; ve davalının oğlunu getirerek; "matlûbun, bütün davasına, onun bakacağına, —o ev hakkında— iki şahit dinletir vekil de bunu inkar eder veya talip, talep ettiği halde, matlüb onu başka bir insana verir; vekilin talibi de onu aldığım iddia eder; sonra da talib gelerek, matlubun şahitlerini inkar edip, "talibin oğullarının, matlûbun vekili olduğuna" şahitlik yapar­larsa, bu caiz olur. Şayet talibin veîcüi vekaletini iddia eder; matlûb da bunu inkâr ederek, talibin oğlunun vekaletine şahit dinletirse; bu kabul, edilmez. Vekâlet, ister dava için; ister, alacak almak için olsun, ister başka bir mal almak için olsun müsavidir.

Eğer matlûp, alacak hususundaki vekaletini ikrar ederek, vekile borcunun verilmesini emrederse; bu nefsi üzerine yaptığı irkara   göre doğrudur.

Eğer husumete (davasına) ikrar olursa, bu ikrarı caiz olmaz. Çünkü vekil için, şahitler tevakkuf sdip durabilirler

Eğer, ikrarı bir malı almak hususunda olursa; zahirü'r-rivayede, bu ikrarı sahih olmaz. Ve matJ.ûba» o malı, teslim etmesi emredilmez.

Bir zimmî, bir müsîûman elinde bulunan bir evin, "kendisine ait olduğunu iddia eder ve bir de vekil tutar; zimmet ehlinden olan şahitler de bu vekalet hususunda şehadette bulunurlarsa; onların vekalete ait şahinlikleri kabul edilmez. Bu şahitler: "Müslüman onu ikrar etti." veya "...fınkar etti." deseler bihe, yine şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü, vekalette ikrara cevap lazım değildir. Zira o, başkasının hakkını tasdik etmektir. Bu ise, zimmet ehlinin müslümana karşı şeha-deti. kabul olur. Mebsût't.a da böyledir.

Bir kimse, diğer birini, "filandan alacağını, almaya" vekil yapar; vekil  de,  bu  vekaletinim  isbata çalışıp,  beyyine ve  şahit jgösterirse; —müvekkilin,  onu filandan  alacağını almaya vekil yapmış olması hali:nde— İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O kimse hem alacağı almaya, hem de,' vekalet davasına bak maya vekil olmuş olur. *' buyurmuştur.

Şayet şahitler: "Al acak sahibi, onu, alacağını almaya yolladı, der­lerse :; bu durumda, onla xın sözüne göre, davasına vekil olamaz.

Şayet şahitler: "Ona, yalnız alacağını almasını emretti." diye sahi tlik yaparlarsa, yin e davasına bakmaya vekil olamaz.
Keza, şahitler: 'Vüacak sahibi, onun, kendi nefsi yerine, alacağını alm aya naib eyledi." 6 erlerse; davasına vekil olanıaz.

Ve şahitler: "Gerçekten müvekkil, sana filan da bulunan alacağını alm aya serbeslik verdi." deseler, hüküm yine aynidir.

Keza: "Seni filan da bulunan alacağını almaya musallat eyledi." deseler, yine böyledir.

Şayet şahitler: "Seni, sağlığında, filan da bulunan alacağımı al diye vasi kıldı." derlerse, o takdirde, hem alacağını almaya, hem de davasına bakmaya vekil olmuş olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, şahitlerden birisi:  "Gerçekten bu şahıs, alacak almaya vekildir."   diğeri   de:   "Bana   amiri   emreyledi   ve   alacağı   almaya gönderdi." der; borçlu da, borcunu ikrar ederse; vekil, onu alır.

Fakat borçlu inkar edecek olursa, vekil dava edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Şahitlerden birisi: "Bu adam borç almaya vekil edildi." der; diğeri de: "Karşılıklı alıp-vermeye vekil tayin edildi." derse; ikisinin şehadeti de caiz olur.

Bunu alimlerimiz müstahsen görmemişlerdir. Ve bunların şehadet-leri kabul edilmez." denilmiştir. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.

Şahitlerden birisi: "Gerçekten, müvekkil onu, şu köleyi satmaya vekil tayin etti." diğeri de: "Gerçekten alım-satım için vekil eyledi." derse, bu vekilin o köleyi satması caiz olur. Her ne kadar şahitler onun bu husustaki vekaletim bilmeseler bile, böyledir.

Şahitlerden birisi: "Şunu satmaya vekilsin, dedi." diğeri de: "Şunu şunu satmaya vekil yaptı." derse; bu vekil, o şeylerin ikisini de, birisini de satamaz.

Vekil, bir malı almak için vekil olur; o da dava yolu ile alınacak olur; şahitler bu hususta ittifak ederler, fakat, o da, onu almazsa, yine böyledir; ona hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet şahitlerden birisi: "Müvekkili ona, sen onu almaya vekilsin dedi." diğeri de: "Sen onu almakda serbestsin dedi." derse; ona (onu almasına) hükmedilir. Keza bu, dava ile bir malı almakda da böyledir.

Şayet şahitlerden .birisi: "Beldenin hakiminin bulunduğu bir yerdeki; evi almaya, vekil edildiğine" şahitlik yapar; diğeri de:"Başka bir bel­denin hakiminin bulunduğu yerdeki evi, almaya vekil oldu" derse, Ibu durumda o vekil, davaya vekil olmuş sayılır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet şahitlik, iki alimin birbirine tahakkümü hususunda yapılmış olursa, bu kabul edilmez.

Keza, şahitlerden birisi, "şu hakim" diğeri ise, tehakküm için, "diğeri daha bilgindir." derse; bu kabul edilmez.

Eğer şahitlerden birisi: Filâne kadının talakına vekildir." dediği halde, diğeri: "Filane ve filanenin talakına vekildir." derse; talak önceki

kadın hakkında vaki olur.

Kitabet ve ıtk işleri de böyledir. Eğer şahitlerden birisi: "Onu almaya vekil yaptı."; diğeri de: "Onu almaya musallat (= havale) eyledi. diye şahitlik yaparsa; bunların ikiside bir manayadır. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi bir şahıs hakkında "onun, bir şahsın vekili olduğu" husu­sunda şahitlik yaptıktan sonra, bu şahitlerden birisi: "Bunun, müvekkili azleyledi." derse; ikisinin birlikte yaptığı şehadet caiz olur. Diğerinin "vekilin azline dair'' yaptığı şahitlik, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, bir adamın vekaletine şahitlik yaparlar ve öylece de hakim hükmeder;  sonra da şahitler, bu şehadetlerinden vaz geçerlerse, bu vekâlet hakkındaki hüküm batıl olmaz. Şahitlere de tazminat gerekmez.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, borç ahp-vermeye şahitlerin şehadetiyle vekil yaptıktan sonra bu adam kaybolur; talibin iki oğlu da, "baba­larının, o adamı vekaletten azlettiğine" şehadette bulunurlar; matlub da bunu iddia ederse; bu durumda şehadetleri caiz olur. Eğer matlûb, bunu iddia etmezse, o takdirde, malı önceki vekile teslime cebredilir.

Keza, bu hususta iki yabancı şehadette bulunsalar bile, durum aynıdır.

Şayet talib, mal vekile verildikten sonra, gelip: "Ben, onu veka­letten çıkarmıştım. Ben, matlûba ödetirim." derse; şahitler, oğulları ise ödemesi gerekmez. Çünkü onların, o andaki şehadetleri babalarının borçlu üzerinde, alacağının bulunduğuna delalet eder.

Şayet şahitler yabancılardan ise, vekilin azli onların şehadet etmeleri sebebiyle sabit olur ve talip, malı (alacağı) için matlûba müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer alacaklının oğullan, babaları gelmeden önce "babalarını önceki vekili azledip, başka bir vekil tayin ettiğini," söylerler; borçlu da bunu inkar ederse; bu oğulların sözleri kabul edilmez. Ve, önceki vekil de azledilmiş olmaz. Bu durumda "malın önceki vekile verilmesi" emredilir. Şayet borçlu inkar değil de; ikrar ederse; —onların (oğulların) şehadeti sebebiyle— önceki vekil azledilmiş olur. Ve, borçlunun ikrarı" yüzünden, malın, ikinci vekile teslimi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vekil, bir şahsın elinde bulunan bir evi, müvekkili için dava etiğinde evi elinde bulunduran şahsın iki oğlu da; "bu vekilin, dava vekili olduğuna*' şahitlik yaparlarsa, bu caizdir. Çünkü, onlar, baba­larının aleyhine şahitlik yapmışlardır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, vekilin oğulları, şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten ala­caklı, babamızı azletti ve başkasını tayin eyledi." derlerse, işte bu da caizdir.

Eğer şahitler, ikinci vekilin oğulları olurlarsa; babalarının vekaleti kabul edilmez. Diğerinin azli ise kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer alacaklı zimmîise, iki müslümanda şehadette bulunarak: "O zimmî, şu müslümanı, borçludan malını almaya, vekil eyledi." derler; borçlu da bunu  kabul eder;  sonra da iki zimmî şahitlik yaparak: "Gerçekten o, onu vekaletten azleyledi. Ve başka birini vekil yaptı." derlerse; bunların sözleri, önceki vekil hakkında caiz olmaz.

Şayet önceki vekil, bir zimmî olmuş olsaydı, o takdirde şehadetleri caiz olurdu. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Teala'dir. [12]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..